Himmet de ne ola ki ?
"Buraya değil eğri bir adam, eğri bir odun bile
giremez."
Yunus EMRE
Yunus bir derviştir, büyük bir ozandır. Belki vardır,
belki yoktur. Anadolu toprakları belki birden çok Yunus yetiştirmiştir.
Bilemem. Ancak, Yunus bana asırlar öncesinden öyle bir ders verdi ki, onu
unutmam mümkün değil. Şiir mi sevdirdi, aşk mı öğretti, yoksa Hak'ka mı
yaklaştırdı. Evet. Bunların hepsi doğru. Ama bana asıl gösterdiği yol galiba;
aşkla çalışmak, dosdoğru hizmet etmek ve kalite bilinci oldu. Ne alakası var
diyeceksiniz. Bakın anlatayım.
Erenler yurdunda himmete ulaşmanın ilk şartı
teslimiyet ve hizmete talip olmaktır. Bu Yunus için de böyle oldu. Şeyhine
"Ne hizmet varsa yaparım"dedi. Tabduk da Yunus'u, Dergâhı'ndaki
odunculuğa tayin etti. Kimi işler, görünüşte sıradandır. Onun nasıl bir sonuca
yol açacağı önceden bilinemez. İster hizmetli olun, ister memur ya da yönetici
farketmez. İşini ciddiye almak, insana, kuruma ve içinde olduğu çevreye ne
kadar önem verdiğini gösterir. Ürettiği iş kalitesi iç dünyasının düzgünlüğünü
de yansıtır bir bakıma. Yunus'un "Oduncu Yunus" olması elbette
tesadüfî değildir. Yunus da, görünüşte odunla ilgilenir, onların eğriliklerini
düzeltmeye çalışırken, hakikatte kendi nefsini terbiye etmekte ve
düzeltmektedir. Vurduğu her balta darbesi, nefsinin hastalıklı hâllerinedir.
Yunus Emre'nin, her seferinde Dergâha düzgün odunlar
getirmesi insanların konuşmasına neden olur. "Öyle ya nihayetinde odun
yanacaktır. Ha düzgün olmuş ha eğri. Memleketi o mu kurtaracaktır yani,
enayilik bu başka bir şey değil ! İşgüzar ne olacak." Onun arkasından
tıslayan bu sözler size de yabancı gelmedi değil mi ? Çok tanıdık. Fakat, Yunus
ısrarla ormandan ya düzgün odunları seçmekte ya da olmayanları yontup düzgün
hâle getirmektedir.
Aslında, Yunus, için bu hizmet bütün yönleriyle tam bir
olgunlaşma sürecidir. Kendi deyimiyle; "Hamdık, piştik elhamdülillah
!" diyecektir sonraları. O, dağda önce kendiyle ve Hak'la baş başa
kalmanın yolunu bulmuş, bu süreç içerisinde zaten çok saf olan gönlünü daha da
saflaştırmış olmalı. Varlıkların esrarlı dilini öğrenmiş, her biri bir âyet
hükmündeki tabiatta bulunan varlıklar üzerinde derin tefekkürlere dalmıştır.
Etrafında ağaçlar, hayvanlar, kuşlar, akan sular, gökyüzü yani bütünüyle tabiat
vardır. Ama onun gibi can gözüyle bakabilen için görünen hiçbir şey, göründüğü
gibi değildir. Böylece, olup bitenlerin hikmetini kavrar. Tabi bu içsel eğitim,
Dergâhta yapılan sohbetlerle, verilen derslerle de desteklenmektedir.
Sonunda Tabduk Emre bile: "Yunus Can, dağda hiç
mi eğri odun yok ki sen hep düzgün odun getirirsin" diye sorar. Yunus da
"Şeyhim, burası öyle bir kapı ki, buraya değil eğri adam, eğri odun bile
giremez." der.
İşini ciddiye almak
Bu hikayeyi bir tasavvufi kıssa gibi okuyabilirsiniz.
Bağlılık, sadakat, nefsin terbiye edilmesi, arzu edilen "Himmet"e
ulaşılması gibi.
Şüphesiz bunlar önemlidir. Fakat ben bu misalde zahirdeki
görüntüden çok daha farklı bir şey gördüm. Yunus ile aslında asırlar öncesinden
bir "Kalite" tarifi yapılmıştı. Bugün bildiğimiz kalite
yaklaşımlarında eksik olan; insanla yüceltilmiş, inançla yoğrulmuş ve aşkla
lezzetlendirilmiş kaliteli hizmet anlayışı.
Siz ne dersiniz ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder