İnsanın tilkisi; Kurnazlık
Çocukluğumdan beri etrafımda bir tipe dikkat etmişimdir. O aynı zamanda biraz hilebaz, genellikle yapışkan, sırnaşık, çirkef, bazen de zehirlidir. Sana yakınmış gibi durur, arkadaş sanırsın. "Kurnaz hırsız ev sahibini bastırır" diye bir atasözümüz var.
Bir şekilde aldandığını, kullanıldığını ve kenara itiliverdiğini anlarsın ama, o hep zeytinyağı gibi üste çıkmayı becerir.
Ortaya çıkıp kavga etmez, bağırıp çağırmaz, hiç kaba güç kullanmaz. Onun yerine daha ince ve saman altından su yürüten politikalar geliştirmiştir. Nihayetinde onun için kendisi ve çıkarı herşeyden önceliklidir. Çoklukla başarır da. Kullandığı yöntemlerin doğru olup olmadığı önemli değildir. Zaten hiç de ahlaki olmayan bu hallerini her zaman ustalıkla gizleyebilir. Bu anlamda bir bukalemun gibidir. Hani derler ya kar üstünde yürür izini belli etmez diye, öyle bir tiptir o.
Çocukken, kendi oyuncağını vermeyip hep başkalarının oyuncaklarını alan bir yaramazdır. Kaybedeceğini anladığında mızıkçılık yapıp oyunu bozar. Zoru görünce sıvışan, helvayı görünce en önce o koşturup kapan bir uyanıktır o.
Okulda ne yapar eder başkasının silgisini kalemini kullanır. Aslında daima yaramazlık yapan odur, ama, pişkinlikle suçu başkasına atmayı bilir. Derste kopya çeker, yetmez birde bunu marifetmiş gibi etrafına da bulaştırır. Suyu bulandırmak onun hep yaptığı şeydir. Çünkü, bulanık suda avlanmak ve kendini gizlemek daha kolaydır. Daima kendinden zayıfları bulur, seçer ve kullanmayı sever. Amacı için diğerlerini kışkırtıp, onların başı belaya girdiğinde hiçbirşey olmamış gibi bir kenarda kıs kıs güler. Utanma duygusu yok gibidir, maske takmış bir yüzsüzdür o.
Kurnaz birine bir şey söyler, sonra da bu sözü karşısındaki söylemiş gibi çevreye yayar. İngiltere'de buna "kediyi tavada döndürmek" deniliyormuş. Bu fitnebazın yaptığı şeyin sonucunda, iki kişi arasında geçmiş bir sözün, ilk söyleyeninin kim olduğunu artık kestirebilmek kolay değildir. Dikkat edin, daima başkalarını iğneleyip kötülemekle kendilerini temize çıkarırlar. Çalışma hayatında, sosyal etkinliklerde, hatta siyasette; kendi çalışmasından, emeğinden, yeteneklerinden daha çok, başkalarını çelmelemekle yükselirler. Çünkü, vücut çalımında, başkalarının ayağını kaydırma konusunda bir üstattır o.
Kuyrukta kaynak yapmayı o icad etmiştir. Trafikte herkes kurallara uyarken o kırmızıda geçer, emniyet şeridini işgal eder, emniyet kemeri yerine bir aparat takarak otomobilini bile kandırır. Yakalanırsa da yine pişkinliği elden bırakmaz, her nasılsa ruhsatının arasında bir yirmilik unutmuştur çünkü. Vergi vermemek için akla hayale gelmedik numaralar çevirir.
Çıkarına uymayan bir durumla karşılaştığında ilk sözü şudur; "bunun bir yolu vardır mutlaka". Torpil mi lazım, bunun için de formülü hazırdır; "adamını bulmak lazım". O adamları, o yolları arar hep. Bulur da. Çünkü, kafası normale çalışmaz, hayat maratonunu hiç çekemez, bakarsanız hep kestirmeden, atlayarak sıçrayarak gider. Bunları yapanı görürseniz onun meşhur sırıtışını da farketmiş olursunuz mutlaka. Uyanıklık, açıkgözlük hep ona yazar, zira bu alemin kurnazıdır o.
İnsanları kapıştırıp cukkasını kapmayı sever. Dostların, arkadaşların, komşuların arasına adeta bir karakedi gibi sızar. Hatta gül gibi geçinip giden karı kocanın bile huzurunu bozmakta mahirdir. Konuşma erbabı, iletişim ustasıdır. Av sahası genellikle böyle sulardır. Büyük işlerin adamı değildir, aksine ufak ufak götürür. O yüzden hırsız bunun yanında mert kalır. Bunu hep hissedersiniz ama bir türlü kuyruğundan çekip atamazsınız. Hani derler ya kırk kuyruğu var, hiçbiri birbirine değmez işte öyle biridir o.
Kimdir diye sormayın, etrafınıza bakın onu hemen göreceksiniz. Çünkü, kurnazlık, hem sosyal hem de bireysel açıdan çok yaygın bir durum. Neden mi ? Emek vermek, alın teri dökmek, çile çekmek zordur, ama kurnazlıkla günü yaşamak kolay gelir onlara.
Sözlük tanımına göre kurnaz; kolay kanmayan, başkalarını kandırmasını ve ufak tefek oyunlarla amacına erişmesini beceren, açıkgöz diye geçiyor. Yani kurnazlık “doğru olmayan”ı “doğru” imiş gibi göstererek, kendi çıkarı için başkalarını yanıltma becerisi oluyor.
Akıl ve zekayı karıştırdığımız gibi, zeka ile kurnazlığı da kolayca karıştırıyoruz. Çünkü, zeki ve uyanık olmak genellikle kurnazlıkla özdeşleştiriliyor. Oysa akıl zekanın duygularla dengeli birleşmesinin ürünü. Akıllı insan böylece, aslında hem zekasını hem de duygularını olumlu bir şekilde kullanmakta. Bu anlamda duygular, kişiliği olumlu/olumsuz etkilerken, zeka kullanımı da, mantıklı/mantıksız hareketlerde kendini gösterebiliyor.
Zekâ geniş anlamda beynin algılama hızı olarak tanımlanmış. Sağduyu gibi her insanda yok. Halk dilinde “leb...” demeden “leblebiyi” anlama diye biliniyor. Ama sadece zeka, yanında başka rehberler olmaksızın işe yaramıyor tabi. İnsanlar, genellikle kurnazlıklarını zekaları ile ilgili sanıyorlar. Ama kurnazlığın, beynin sadece gündelik, anlık bir bölgesinde çalıştığı düşünülüyor. Yani kurnazın kafası, yalnızca o anda çalışıyor.
Kurnazın, tilkiyle benzerliğini fark etmeyenler, onu akıllı bile sanabilirler. Aslında sosyal hayatı alt üst eden şey de bu oluyor. Çünkü, kurnazlığını akıllı ve zeki olmakla karıştıran kişiler, bir sosyal hayat teröristi gibi dengeyi bozuyor. Bu hal de oldukça yaygın bir durum maalesef.
Kurnazlık zaten, daha çok çarpık türden bir hal. Belki şaşırtıcı ama zeki insanlarda da nadiren rastlanıyor. O zaman onu belki kötüye kullanılan zeka olarak da nitelendirebiliriz. Bu anlamda kurnazlık daha çok kuşkucu, çıkarcı bir tavrın pek de güçlü bir zeka gerektirmeyen uyanıklık hali aslında. O yüzden, kurnazlığın zeka ve akıl kavramlarıyla doğrudan ilişkilendirilmemesi gerekiyor.
Kurnazlığa “doğru” özeni bulunmayan insan ve topluluklarda daha fazla rastlanıyormuş. Belki bilirsiniz, halkın arasında “İnsanların akıllarını bir torbaya koyup karıştırsak, her kişi kendi aklını geri alır” diye bir söz var. Doğrudur; nedense her kişi, kendi aklını tercih eder, sever. Bu sebeple de insanlar neyin kendi yararlarına olduğu konusunda yanılırlarsa, akla uygun olduğunu sandıkları tutum, başkaları için çok daha fazla kötülüğe yol açabiliyor. Önüne gelenin birbirinin gözünü boyamaya kalktığı bir üçkağıtçılık panayırını düşünsenize. Böylesine bir akrep yuvasında elbette ne güven, ne de huzur olur.
Bu yanılsamalar kendine göre bir de kültür oluşturmuş durumda. Maalesef şimdilerde yalancılığın, düzenbazlığın, aldatmanın ve başkalarının ödediği bedellerle geçinmenin hem masumlaştırıldığı, hem de neredeyse kutsandığı bir “kurnazlık” figürü pompalanıyor topluma. Bilirsiniz, tüm yeteneğinizle çıkarınız için sinsice dolaplar çevirip kendi lehinize sonuç alamıyorsanız en hafif deyimle siz zararsız, kendi halinde, efendi, belki de gariban birisiniz. O da sizin bir lider, iyi bir yönetici, başarılı bir tüccar ve iyi bir sanatkar olabilmenizin önünde en büyük engel (!).
Adına ister beyefendilik, hanımefendilik deyin, ister kimseyi kırıp incitmeden, ortalığı devirmeden bir hayat yaşamaya çalışıyorum deyin, işte o yargılara göre; sizden ne köy olur ne de kasaba. Ardından size ne mi telkin ediyor o kültür ? "Efendi değil, yırtıcı olun, Doğrunun değil, algıların peşinden gidin. Zekanızı kurnazlık ederek kanıtlayın".
Albert Samin’e göre ihtiras uçar, zevk koşar, akıl ise yürürmüş. O nedenle de her zaman geç gelmesinde şaşılacak bir şey yok. Herşeye rağmen insan olmanın erdemiyle aklımızı, mantığımızı, zekamızı daha güzel, daha iyi yaşamaya ve yaşatmaya pekala kullanabiliriz. İşimizi gücümüzü yaparken, kalbimizi, vicdanımızı da dinleyerek, asla uyanıklığa sapmadan dosdoğru yaşama gayretinde olabiliriz.
İşte bu iyilikle kötülüğün yol ayrımıdır. İsteyen hayra çalışır, dileyen şerre.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder