9 Ocak 2021 Cumartesi

09 Ocak 2021 Cumartesi 16:30 KİTAPLAR ARASINDA.........................Serüvengiller

Serüvengiller

Bu hafta bir çocuk kitabını seçtim. "Serüvengiller" oğlum Bahadır Cüneyt Yalçın'ın(*) 4.ncü kitabı.  2020 yılında Doğan Egmont Çocuk Kitapları serisinden çıktı.  Toplam 128 sayfa. Çocuklar için oldukça eğlenceli ve sürükleyici bir macera anlatılıyor.

Bahadır Cüneyt Yalçın'ın önceki kitapları; "Mütevazı Bir İntikam"(1) 2014’te, "Hep Lunapark"(2) 2015’te ve "Eski Karım Uzaya Gidiyor"(3) da 2017'de yayınlanmıştı ve üçü de romandı. "Serüvengiller" (4).ncü kitap. Aynı yıl ard arda; "Kuş lokumu" adında(deneme-derleme) (5).nci, "Şapşallar" adlı (Hikaye) (6).ncı kitapları da çıktı.

Eserlerinin merkezinde mizah var ve güldürürken düşündürmeyi amaçlıyor. 2003 yılında başladığı edebiyat serüveninde çeşitli dergilerde çıkan şiir ve hikâyeleriyle edebiyat sahasına ilk adımlarını attı. Roman türündeki ilk eseri olan Mütevazı Bir İntikam'da ayrı hayatlar yaşayan ve farklı tabiatlardaki kişilerin tek bir amaç uğrunda birleşip istenen intikamı alma yolculuğu anlatılıyor. Yazarın ikinci romanı "Hep Lunapark"ta lunaparkta geçen bir macera üzerinden lunapark sahibi ve ailesinin yaşadığı zorluklar aktarılıyor. "Eski Karım Uzaya Gidiyor" adlı eserinde ise dağılan bir aileden yola çıkarak her romanında kullandığı mizah unsurunu ve zekâ oyunlarınları yine ön plana çıkarmış.

Bahadır Cüneyt Yalçın için "Serüvengiller" adlı kitap oldukça farklı bir alan. Ancak on yaşında bir çocuk olan Mutlu Serüvengil'in maceraları yine mizahi bir anlatımla dile getirilmiş. Büyüyünce hangi mesleği yapmak istediği hakkında çılgın fikirleri olan ve eğlenceli ailesine bayılan Mutlu Serüvengil, bir akşam ailece kapıda kaldıklarında bir çilingir bulmaları gerektiğini fark ediyor. Devamında kitaba mizahi ve sürükleyici bir üslup hakim. Serüvengiller'in başına gelen en basit aksilikler bile kahkaha dolu bir serüvene dönüşmüş.

"Merhaba! Benim adım Mutlu Serüvengil, on yaşındayım. Soranlara 9,90 demiyorum çünkü insan yaşı neyse onu söylemeli bence. Patates kızartmasına bayılırım, brokoli sevmem, sivrisineklerden nefret ederim. Büyüyünce yönetici ya da müdür yardımcısı olmak istemiyorum. Hiç havalı değil. Dedektif ya da robot tamircisi ya da borsacı olacağım. Hepsini de olabilirim. Ama akşamın bir vakti ailecek kapıda kalmışken çilingir olsaydım hiç de fena olmazdı. Bu yaşta anahtarların efendisi olamayacağım için en iyisi usta bir çilingir bulmamız. Biz Serüvengiller ailesiyiz, bu ne kadar zor olabilir ki!"

Bahadır Cüneyt Yalçın muzip kalemiyle çocuk dünyasının rengârenk penceresini aralıyor. Hayal gücü ve mizahı özgün bir anlatımla harmanlayarak okurlarını kahkahalarla dolu çılgın bir maceraya davet ediyor.

Bahadır Cüneyt Yalçın'ın muzipliği hemen bütün eserlerinde var. Ancak gerçekten de güldürüyor mu düşündürüyor mu size kalmış.

Meselâ  “Mütevazı Bir İntikam" da şöyle şeyler yazmış: "Pirincin içindeki taş gibiyim. Beni arıyorlar ama dışlamak için”,"Televizyon kumandasının hiç basılmayan tuşları gibiyim. Renkli ve güçlüyüm ama hiçbir şeyi değiştiremem","Kutadgu Bilig gibiyim. Herkesin bildiği, kimsenin okumadığı","Çocukken dedeme özgürlüğün ne olduğunu sormuştum.“Evlenince anlarsın,” demişti","Sen gülünce cumartesi olur, çizgi filmler başlar. Sen gülünce balkon serinler. Sen gülünce ders biter, aşıcılar gelmekten vazgeçer”,"Elektrik kesilince ya da aşka düşünce gelir aklına,” dedi Aleksi Pavloviç. “Mum değil, bu herkese oluyor mu diye pencereden bakmak”,"Rakamlar zengin edebilir, hatta mutlu bile edebilir ama bizi kelimeler kurtaracak","Kalın bir kitabı methetmek akıllıca çünkü itiraz eden çok olmaz",“Her şey ol ama mikrofon kafalı olma” dedi Aleksi Pavloviç. “Sana konuşurlar ama seni dinlemezler”, “Genç bir kadın göz kırpıyorsa elinde tüfek olup olmadığına bak, sana nişan almıyorsa o zaman heyecanlanabilirsin","İki büyük palavra vardır: Birincisi; seni seviyorum, ikincisi; dönüşte bakarız."

"Roket yükselmeye, at kazanmaya inanır. Biz neye inanırız?","Herkesin köprüden geçirecek bir dayısı olmalı", “Ben nereliyim biliyor musun?' dedi babam. 'Hangi lunapark bir uydu fotoğrafına doluyken yakalanmışsa oralıyım.' "Kılıç en çok kınını yaralar","Öğrenmiştim ki dünyanın dönme hızındaki yavaşlama nedeniyle 1 dakika çok nadiren 61 saniye sürermiş. O dakikanın bana gülümsediği ana denk gelmesi için dua ediyordum", "Dayanamıyorum artık. Hani ağaçlar çiçekleniyor ya, ben sanki soluyorum. Bebekler doğarken, ben sanki ölüyorum","İnsan ancak kültürüyle medeniyete mal olabilir, ya da sadece çürüyerek",”...insan beyninin hemen fark ettiği üç şey varmış; yiyecek, çekici insanlar ve tehlike","Neticede flüt karbondioksiti, gitar da tırnakları şarkıya çevirir". Bunlar da "Hep Lunapark" tan.

"Eski Karım Uzaya Gidiyor" romanında geçen şu mizahi zekâ pırıltılarına bakın: "Uzayda iki farklı noktayı birleştiren şeye doğru parçası denir, dünyada menfaat","Karpuz kabuğundan gemi yapıyorum sonra bir eşek gelip onu yiyor. Eşek bu, ben karpuz kabuğundan gemi yapınca hayvanın aklına coğrafi keşifler düşecek değil ya","Duygular öğrenilmez :/",”Dünyada bir baltaya sap olmanın prestiji süpürgeye sap olmanınkinden çok çünkü yok etmek temiz tutmaktan daha popüler","Yaratılanı yaratandan ötürü sevmenin güzel tarafı yaratılana olan bağımlılığı makul bir seviyede tutması. Sizin olmayan bir şeyi sevdiniz mi hiç? Ne güzeldir o sevmek","Ağaçları örnek almalıyım. Kudretli, sabırlı, münbit. Yaprak dökerken anti-depresan almamalarına rağmen her yıl yeniden çiçek açmaları mucize. Ayrıca yirmi dört saat ayakta dururlar ama asla varis çorabına ihtiyaç duymazlar","Toplu taşıma gericiliktir esasında, arkalara doğru ilerlemek başka nasıl açıklanır? Sinekkuşu geriye doğru uçar, kürek takımı geriye doğru kürek çeker. Bunlar da gericiliktir","Büyük balık küçük balığa aç değilim ama prosedür gereği seni yutacağım dedi. Daha büyük balık araya girdi: Gürültü etmeyin içeride!","Rüyalarım gerçek oluyor âdeta, sürekli balkondan düşüyorum ama ölmüyorum","Dünyanın kesin kuralları var diyorum. Bütün sabunlar bütün silgiler tam bitmeden acılı ayrılıklarla yüzleşir bütün diş macunları tükenir bütün çekmece kulpları kopar".

---------------------

(*) http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/bahadir-cuneyt-yalcin

(1) https://www.nadirkitap.com/kitapara_sonuc.php?kelime=M%FCtevaz%FD+bir+intikam

(2) https://www.nadirkitap.com/kitapara_sonuc.php?kelime=Hep+Lunapark

(3) https://www.nadirkitap.com/kitapara_sonuc.php?kelime=Eski+Kar%FDm+Uzaya+Gidiyor

(4) https://www.nadirkitap.com/kitapara_sonuc.php?kelime=Ser%FCvengiller

(5) https://www.nadirkitap.com/kitapara_sonuc.php?kelime=Ku%FE+lokumu

(6) https://www.nadirkitap.com/kitapara_sonuc.php?kelime=%DEap%FEallar


8 Ocak 2021 Cuma

08 Ocak 2021 22:30 Cuma CORONA GÜNLERİ......................................Dilimize gelenler

Ne var ne yok?

Bu deyim bizde ciddi bir cevap beklenmeyen ani karşılaşma durumlarında duyuluyor. Meselâ: “Ne var ne yok bilader?”, “iyilik, senden n’aber?”, “Ne olsun? Aynı beyaa!” türünden bir diyalog çeşidi.

Bugünlerde “Ne var ne yok?” sorusuna genellikle “N’olsun işte? Corona morona felan…Allah hayırlısını etsin” cevabı veriliyor. Karşısındaki de “Öyle, öyle. Sağlık olsun, inşallah bir an evvel biter de kurtuluruz” şeklinde tamamlıyor konuşmayı. Selamlaşıp gidiyorlar; sahne bu.

 

Madem mizahla başladık öyle sürdürelim. Kuşkusuz insanlar arası diyalog türleri kişiden kişiye, yöreden yöreye, erkekten kadına değişebiliyor. Coronanın üzerimizdeki baskısını, hayatımıza karabasan gibi çöküşünü herkes kendine göre şikayetlenebiliyor. Özellikle de konuşma ihtiyacı duyan ama biraraya gelemeyen kadınlarda olumsuz etkileri daha fazla.

 

Örneğin “Ne var ne yok?” sorusu bugünlerde bir hemcinsi tarafından ev hanımı arkadaşına sorulsa büyük ihtimalle şöyle bir cevap alabilir: “Ay hayatım! Bu corana da aynı kaynana gibi!..Yok ağzını açma!..Dışarı çıkma!..Akşam sekizden önce evde ol!..Yok akrabalarına gitme!..Misafir çağırma!..Oğlumdan iki metre uzakta dur!..Tövbe Tövbe!..”

Bugün itibariyle tüm dünyada vaka sayısı artık 90 milyona (87.197.387) doğru koşuyor. Ölenler de 2milyona (1.883.914) yaklaştı. Ölüm oranı hala %2,2 seviyesinin biraz altında. Yani hastalanan her 10.000 kişiden 216’sı ölmüş. 7,8 Milyar dünya nüfusuna göre ise her 1 milyon kişi başına vaka sayısı 11.214, ölüm sayısı ise 242 olarak hesaplanıyor.

Yıl başından 5 Ocağa kadar son beş günlük trende bakarsak günlük vaka sayıları: 478.575, 630.501, 746.110, 593.883, 542.399 olmuş. Dalgalı bir seyir var. Genel baktığımızda Kasım ayından bu yana 440 bin ile 880 bin arasında ortalama 600 binin biraz altında yatay bir doğrultuda gittiğini söyleyebiliriz. Henüz belirgin bir azalma yok. 

Ölümlere bakacak olursak aynı dönemde son dört günlük vefat sayıları; 9.998, 10.955, 12.820, 8.101 olmuş. Burada da aynı dalgalı seyri görüyoruz. Genel baktığımızda Kasım ayından bu yana 7 bin ile 14 bin arasında ortalama 10 binin biraz altında yatay bir doğrultuda gittiğini söyleyebiliriz. Henüz burada da belirgin bir düşüş görülmüyor.

Ülke olarak ise artık Corona günlerinin 10 ayını (302.nci gün) geride bırakmış durumdayız. Bugün itibariyle ülkemizde de artış hızı azalmakla birlikte 2,5 milyona (2.283.931) doğru gidiyor. 22 binden (22.070) fazla kişi vefat etti. Ölüm oranı %0,09 olarak gerçekleşti. Yani hastalanan her 10.000 kişiden 97’si öldü. 83 Milyon nüfusumuza göre ise her 1 milyon kişi başına vaka sayısı 27.466, ölüm sayısı ise 265 olarak hesaplanıyor.

Yıl başından 6 Ocağa kadar son altı günlük trende bakarsak günlük vaka sayıları: 12.203, 11.180, 9.877, 13.695, 14.494, 13.680 olmuş. 15 Aralıktan bu yana 32 binlerden bu noktalara inmişiz. Genel baktığımızda azalma çok bariz. Aktif hasta sayıları; 1.908, 1.713, 1.515, 1.508, 1.477, 1.458 görünüyor, burada da düşüş belirgin. 

Ölümler de aynı dönemde 212, 202, 193, 197, 194 ve 191 olmuş. Tablonun 23 Aralıktaki en yüksek rakam 259’dan 190’lara inmiş olması sevindirici. İnşallah ağır hasta sayılarının da; 3.891,3.764, 3.612, 3.522, 3.410, 3.303 olarak düşüyor olması ölümleri de azaltacak.

Corona kelimeleri

Pandemi yaşamımıza girdi gireli ne çok şeyi değiştirdi. Bir yıldan beri bütün dünya bir değişim içinde. Sağlık sistemleri bocaladı, hala da altından kalkılabilmiş değil. Ekonomiler sallandı, henüz bir toparlanma yok. Çalışma biçimlerimiz değişti, evden çalışma bir daha çıkmamacasına hayatımıza girdi. 

Siyasetin ilk gündemi oldu, uzun bir süre daha ilk üç sırada olacağa benziyor. Eğitim uzaktan yapılır oldu, eba’lı, zoom’lu, tabletli bir süreç içindeyiz. Sosyal hayat baştan ayağa etkilendi, günlerimiz eskiyi özlemekle geçiyor.     

Bir şeyi daha etkiledi bu corona günleri: iletişim şekillerimizi. Video konferanslı toplantılardan, whatsapptan görüntülü görüşmelere, klasik özel mesajlaşmalardan çevrimiçi grup iletişimine kadar pek çok şeyi şu anda doğal olarak yapıyoruz. Corona salgın süreci kullandığımız kelimelere de yansımış durumda. Meselâ; “Zoom-room” evin video konferanslara ayrılmış köşesi demek oluyor. “Morona”kelimesini duyarsanız “corona morona” tekerlemesi sanmayınız. Kendisi koronavirüs salgını nedeniyle veya sırasında aptalca davranan kişi için kullanılıyor.

Çok kısa bir süre içinde, virüsü anlaşılır kılmak için yeni yeni kelimeler, kavramlarla tanıştık.  Corona, yeni tip koronavirüsü, Covid-19, TMM: Temizlik-Maske-Mesafe, Evde kalmak, sosyal mesafe, karantina, izolasyon, entübe olmak gibi daha bir sürü şey. Bu yeni kavram ve kelime dağarcığı, birdenbire günlük hayatımızın bir parçası oldu. Salgınla gelen değişiklikleri anlamamıza, uyum göstermemize yardımcı oldular.

Temelde Covid-19’a gösterdiğimiz doğal tepki; bu kelimeler yoluyla teselli bulmaya dönüştü. Zira kullandığımız dil bizi iyileştirmese bile, sorunlarla baş etmemize yardımcı oluyor. Medya, siyasiler, uzmanlar uyarı ve önerilerini aktarıyor, bizler de onların baskın rolüne bazen direnerek ama çoğunlukla da itaat ederek ayak uydurmuş oluyoruz işte.

Şu anda kullandığımız kelimelerin çoğu aslında daha eski. Örneğin, ilk olarak 1957'de kullanılan sosyal mesafe, başlangıçta fiziksel bir terimden ziyade bir tutumu ifade ediyormuş. Bir yabancılaşma ya da kendini sosyal olarak başkalarından uzaklaştırmak için başvurulan bir tutum. Halbuki şimdilerde bunu virüsten korunmak için kendimizle başkaları arasında fiziksel bir mesafe olarak anlıyoruz.

“Work from home” (Evden çalışma) kavramı da 1995 yılına dayanıyormuş. Bu kavram çoğumuz için bir yaşam biçimi haline gelmeden önce çok az kişi tarafından biliniyordu. “Kişisel Koruyucu Donanım” da neredeyse 1977'den kalma. Ancak daha önce yalnızca sağlık görevlileri ile sınırlıydı. “İzolasyon” 1800'lerde kendilerini politik ve ekonomik olarak dünyanın geri kalanından ayırmayı tercih eden ülkeler için kullanılıyormuş.

Salgın ve pandemi her ikisi de 17. yüzyılda ortaya çıkmış kelimeler. Kara veba ilk olarak 1600'lerin başında kullanılmış. Kara veba ile eşanlamlı olan Kara Ölüm ise şaşırtıcı bir şekilde, 1755'e kadar kullanılmamış. Ortadoğu ve Asya’da çok eskiden beri bilinmekte olan kendi kendini karantinaya alma olayı Avrupada ancak İngiltere’de Eyam köyü sakinlerinin, 1665-1666 yıllarındaki veba salgını sırasında, karantina kararı alarak, altı ay boyunca kendilerini izole etmesi ile gerçekleşmiş.

Koronavirüsün ilk olarak 1960’larda keşfedildiğini biliyor muydunuz? Şaşırmayınız. 1968'de Nature gazetesinde ilk kez tanımlanmış. Ancak 2020'den önce, bu terimi bilim insanlarının dışında pek az insan duymuştu.

Koronavirüs ile ilgili olarak kullanılan kelimeler değişen bağlamlara, algılara ve endişelere dair bizlere ipuçları veriyor. Koronavirüs terminolojisinde tıbbi söylemden küresel söyleme doğru bir geçiş mevcut. Genellikle mizahi amaçlarla yaratılan bu dilsel oyun kısmen de olsa insanları korona günlerinde birbirlerine yakınlaştıracak ve hatta süreçle başa çıkmalarına bir nebze de olsa katkı sağlayacak.(*)

--------------------------

(*)Yasemin Giritli Inceoğlu, BİA Haber Merkezi, 07 Ekim 2020,


6 Ocak 2021 Çarşamba

06 Ocak 2021 Çarşamba 22:00 CORONA GÜNLERİ.............................İnsan üzerine

İnsan tabiatı

İnsan tabiatı hem iyidir hem kötü. Hem şükreder hem de nankörlük. Eliyle, diliyle yaralara merhem olur. Eliyle cana da kıyar, diliyle zehir de saçar. Dünyayı imar eden de odur, helak eden de. Kulluğu da bilir, isyanı da seçer. 

Güzeldir yaradılışı amma ister eşref i mahlûkat olur, dilerse esfele safilin. Bir insan cenneti arzu etmek varken nasıl olur da sefillerin en sefili, aşağıların en aşağısı olur, cehennemin en alt tabakasına talip olur anlamak mümkün değil?

Kur’an aklı olan insana mesaj. Dileyen okuyup sırat ı müstakim sahibi oluyor, nasibi olmayan kendini nefsinin cangıl ormanlarında kaybediyor. Habil’le Kabil’in hikayesi boşuna değil. Çıkış sebebi ibadet bile olsa sonunda kardeşinin kanına girebilen biri bu “insan” dediğimiz mahlûk. O yüzden yaptıklarının kendine göre bir gerekçesi olur her zaman. Çoğu zaman da kendini inandırır yoluna. Pişman olsa bile kibri ve gururu öyle bir sed örmüştür ki etrafına tövbe kapısını göremez, görse de edemez.  

Cehaleti de bilmemekten değildir. Hakkı hakikati, doğru olanı bal gibi bildiği halde yine de içinde olduğu karanlığı aydınlatamaz. Nefsinin azgınlığı bir karabasan gibi göğsünün üzerine oturmuş, adeta elini kolunu oynatamaz olmuştur. İşte böyleleri, bilip de azgınlığında ısrar edenlere üstüne basa basa “cehil” denilmiştir. Bilmeyenlere de bu yüzden cahil dememek gerekir.

Ezopun dilleri

Bugün Corona belasında yaşadığımız 300'ncü gün. Bu da bir tür yürüyüş. Sabırla, metanetle, kazanma inancı ve azmiyle yapılan bir yolculuk. Her yürüyüş gibi birlikteliğe, yol arkadaşlığına ihtiyaç var. Eskiler; yolculuk yapmadan, birlikte yiyip içmeden ve yatmadan insan anlaşılamaz demişler. Ne kadar doğru. Arkadaşlığı, dostluğu, sadakat ve vefayı hemen anlayamıyorsunuz. En azından bir testten geçmesi gerek.

Yol yürüyenler çakır dikenlerini bilir. Acısını tanırlar. Sinsiliğini, batınca fark edildiğini yaşamışlardır. Toprağa hangi yanıyla düşerse düşsün ayağınıza batacak şekilde dururlar. Rüzgârla yola gelişigüzel saçılmışlar ve kuru otlar arasında kamuflajlanmışlardır. 

Kendinizi daha büyük engellere hazırlamışken o küçücük şey ayağınıza batınca canınız epey acır. Bazı insanların da hali böyledir. İhanetten bahsetmiyorum, o çok farklı bir şey. Ancak bazen dostun gül atması bile dokunur ya, işte öyle bir şey.

Bir de mırın kırın ederek, gölgelerde kalarak yol arkadaşlarını yalnız bırakanlar var. Meşhur hikayedir, bilirsiniz. Aksak Timur Anadolu'ya gelirken filleri de getirmiş. Akşehir yakınlarında otağını kurduğunda, bir erkek fili de Akşehir’lilere emanet etmiş. Bunu “yedireceksiniz, içireceksiniz” demiş. “Hayvanımın başına bir şey gelmesin sonra karışmam!..” Fil bu ya, doymak bilmez. Köylüler ellerindekini avuçlarındakini yediriyor ama nafile. Ne varsa götürüyor, bağ bahçe tanımıyor, önüne gelen yeri çiğneyip talan ediyormuş.

Akşehir’liler fili beslemek için tarlada, bahçede, ambarda, kilerde ne varsa tüketmişler. Bakmışlar ki aç açıkta kalacaklar, böyle olmayacak. Gitmişler Nasreddin Hoca'ya yalvarmışlar yakarmışlar. "Hocam" demişler, "biz perişan olduk. Timur seni dinler, bir konuş Allah'ını seversen. Şu fil belasını başımızdan alsın." Hoca şöyle bir bakmış Akşehir’lilere. Hallerine acımış. ”Ey ahali o zaman toplanın, hep birlikte gidelim, derdimizi anlatalım”.

Hoca önde, Akşehir’liler arkada, huzura çıkmak için yola düşmüşler. Otağın kapısına gelindiğinde Hoca içeri girmiş. Timur hocayı ve zekasını severmiş, buyur etmiş. Hakan çok şatafatlı bir tahta oturuyormuş. Hoca "elçiye zeval olmaz efendim" diye başlamış söze. "Bütün Akşehir’liler hep birlikte düşünmüşler taşınmışlar beni sözcü seçmişler" diye devam etmiş. Timur, "hangi Akşehirliler?" diye kesmiş sözünü “Hani neredeler?” Hoca "kapıdalar efendim" demiş.

Timur “Getir bakayım onları da göreyim” demiş. Hoca gidip kapıya bakmış ki kimse yok! Son dakikada 'Aman ne olur ne olmaz' deyip birden arazi olmuşlar. Hoca düşünmüş, tekrar içeri girip huzura çıkmış. Timur, bıyık altından sormuş: ”Ne oldu Hoca, hani diğerleri?” Etraftan bir kıkırdama duyulmuş. Hoca zeki adam hiç bozmamış: "Hakanım" demiş "şunu diyecektim aslında. Akşehirli sizin fili bir sevdi bir sevdi. Şirin mi şirin, tatlı mı tatlı. Millet fil diyor, başka bir şey demiyor. Ancak herkes hayvancığasın yalnızlığına üzülüp duruyor. Eşi yok, ailesi yok. Öyle mahzun, tek başına, yazık. Ferman buyursanız da yanına bir de dişi fil getirseler. Biz de mutlu neşeli yaşasak”.

Timur, bir kahkaha atmış. “Hay çok yaşa sen hoca. Ben bunu nasıl düşünemedim. Var git ver müjdeyi, gönderiyorum diğer fili”. Hoca, otağın kapısından çıkıp ilerleyince, çalının çırpının ardındaki tam siper kurnaz Akşehirliler etrafını sarmışlar: “Ne oldu Hoca? Hallettin mi işi? Ne zaman gidiyor fil?” Hoca göz gezdirmiş etrafındakilere birer birer. "Ne gitmesi arkadaşlar, ikincisi de geliyor, yolda! Hayırlı uğurlu olsun siz ödlek uyanıklara. Beni de rahatsız etmeyin bundan böyle. Ben kendi işime bakayım, siz de kendi işinize, hadi bakalım selametle" diyerek vurmuş asasını yola, kaybolmuş ufukta.  

Kıssadan hisse: Nasrettin hocayı Timur’un karşısında yalnız bırakanlar sadece kendilerine değil memleketlerine de kötülük ettiler. İnsanın böyle bazı halleri de, ağzında evirip çevirdiği dili de çakırdikenine benzer biliyor musunuz? Bir Ezop(*) masalında dile getirildiği gibi o; hem dünyanın en tatlı şeyi, hem de en acı olanı. Hikayeyi bilirsiniz hepsini anlatmayacağım. Sadece dünyanın hem en acı hem de en tatlı yemeğinin "dil"den yapıldığını hatırlatmakla yetineyim. Yumuşacık, küçücük bir şeyin hem bu kadar tatlı, hoş ve lezzetli, hem de bu kadar zehirli, bu kadar şeytani, bu kadar acıtıcı olabileceğini ancak tadınca anlar insan.

İnsanoğlu çiğ süt emmiş

İnsan çok güzel, çok değerli. Ancak insanoğlu “çiğ süt emmiş” aynı zamanda. O yüzden de yanlışları, eğrilikleri de çok. Her zaman iyi, dosdoğru ve asil değil. Kötü de olabilir, yamuklukları olur sık sık. 

Hatta bazen soysuzca da davranabilir; İyiliğe nankörlük eder, kötülükle karşılık verebilir. Çiğ süt emmiş atasözü işte bu yüzden; insanın sağı solu belli olmaz, ne zaman ne yapacağı bilinmez anlamında kullanılıyor.

Hikaye bu ya; kedinin biri dağda kuş kovalarken birden kendini aslanın ininde bulmuş. Gürültüye uyanan aslan kükremiş: “Bre sen kimsin? Ne işin var, benim inimde?” Kedi korkmuş, paçayı kurtarmak için: “Tanımadın mı beni? Ben senin dayınım” demiş. Aslan, baştan ayağa süzmüş kediyi: “Yüzün gözün, elin ayağın, postun tüyün aslana benziyor ama pek bir küçüksün. Sen nasıl benim dayım olabilirsin ki?” diye sormuş.

 

“Ah yeğenim” demiş kedi, “Ben de senin gibi büyüktüm. Ama şu insanoğlu var ya çiğ süt emmiş. Bana etmediği zulüm kalmadı, küçülte küçülte bu hale soktular beni.” Aslan öfkelenmiş: “Vay vicdansızlar! Demek öyle ha!” “Yaa… Böyle işte!” Kısa bir an düşünen aslan, birden fırlayıp kalkmış ayağa: “Hadi, kalk gidiyoruz” demiş. “Nereye?” “Göster bana şu insaoğlunu da yaptıklarının hesabını sorayım!”

 

Bakmış aslan ciddi, vazgeçirmeye çalışmış kedi: “Aman etme, bu insanoğlu çiğ süt emmiştir. Ben yandım, sen de yanma!” “Olmaz!” demiş aslan. Hesap soracak, kafaya koymuş bir kere.

Uzun süre yürüdükten sonra ormanın kıyısında bir oduncuyla karşılaşınca kedi durdurmuş aslanı, “İşte bu” demiş. Aslan, oduncuya doğru kükreyerek: “İnsanoğlu denen çiğ süt emmiş sen misin?” diye sormuş.

 

Oduncu, dönüp şöyle bir bakmış: “Benim, ne olacak?” demiş. “Dayıma yaptıklarının hesabını vereceksin!” “Ne yapmışım dayına?” “Daha ne yapacaksın? Baksana ne hale getirmişsin? Dayak yemekten ufalmış iyice…” Oduncu, kediye bakmış. Kedinin bir oyunuyla karşı karşıya olduğunu anlamış. Aslana derdini anlatamayacağı ya da kaçıp kurtulamayacağı için: “Peki, hesaplaşalım” demiş. “Ama önce şu kütüğü yarmalıyım. Yardım et de çabuk yarayım.”

 

Bir an önce hesaplaşmak isteyen aslan: “Tamam” demiş, “nasıl yardım edeyim, çabuk söyle!”

Oduncu, kütüğün ortasına bir kama saplayıp boydan boya yar­dıktan sonra aslana dönüp: “Şu yarığa bir pençeni sok da çabuk yarayım” demiş. Aslan, kütüğün aralığına bir pençesini sokmuş. Oduncu, aynı anda kamayı çekince aslanın ayağı sıkışıp kalmış. Başlamış acı içinde bağırmaya.


Oduncu, doğrulmuş olduğu yerde: “Tamam mı?” demiş, “Hesaplaştık mı şimdi?” Acıyla haykıran aslan: “Tamam, tamam!” demiş. “Dayım, insanoğlu çiğ süt emmiştir, demişti de inanmamıştım. Doğruymuş meğer!”


Hikayede ilginç olan nokta sade bir insanın, iyi olmasını beklediğimiz bir insanın bile tuzak kurabileceğinin, muhatabın canını acıtabileceğinin anlatılması. Yaşarken bu tür örnekleri çokça görmüşlüğümüz var. Gerekçesi ne olursa olsun insan akrep gibi sokabilir, yılan gibi boğabilir, karadul gibi zehirleyebilir. Dikkat edin muhabbet ederken dilinin çatalını görebilirsiniz. O çatal dil insanları öyle birbirine düşürür, dostlar akrabalar arasına öyle yaralar açar ki inanamazsınız.

Ağızdan çıkan sözcükler öyle dedikodular eder, öyle iftiralar atabilir ki; ocaklar söner bu yüzden. İnsanoğlu söz konusu olduğunda ha dil, ha kalem; ha el ha iğneli topuz hiç fark etmez. Hepsi aynı kapıya çıkar. Misal biri sanal dünyada yorum mu yapıyor; dikkat ediniz. Över gibi yaparken aslında eleştirebilir. Hayra soluğu olmadığı gibi, varlığı bile keyfinizi kaçırmaya yeter.

Delil mi istiyorsunuz? Aramamış sormamış biri aniden çıkıp gelse ya da telefon edip sizden bir şey istese. Sizin de ona bir imkânınız olmasa. Yalan söylemeden, oyalamadan dosdoğru “Hayır!” deyin de görün bakalım neler oluyor. Başta hal hatır soran, saygılar sunan o insan birden dönüverir. Kelimeler adeta ok gibi çıkar ağzından. Bir anda tüm zehrini boşaltıverir üstünüze.

İşte böyledir “çiğ süt emmiş insan”. Yine aynı çiğ sütü emmiş ama “insan evladı olmayı bilmiş” binlercesinin, milyonlarcasının sırtında dönüyor dünya. O yüzden de şöyle dua ederiz ya: “Allah iyilerle karşılaştırsın!”

-----------------------

(*)Ezop fabl denen öyküleriyle ünlüdür. Fabl sonunda ders verme amacı güden, güldüren, düşündüren ve genellikle manzum öykülere deniyor. Dünyanın en ünlü fabl yazarları ise; Ezop, La Fontaine ve Beydeba'dır. İ.Ö.VI.yy.da yaşadığı varsayılan eski yunan masalcısı Ezop'un fablları M.Ö. 300 yılında derlenerek yazıya geçirilmiş. Söylentilere göre Trakya'da ya da Emirdağ yakınlarındaki Amorium kentinde doğup büyümüş. Bir süre köle olarak Samos adasında yaşamış, azat edilince birçok yolculuk yapmış, Delphoi'ye yaptığı yolculuk sırasında da bir cinayete kurban gitmiş. Fablların kahramanları genellikle hayvanlar. Ama bu hayvanlar insanlar gibi düşünüyor, konuşuyor ve tıpkı insanlar gibi davranıyorlar. Sonuçta öyküden çıkarılan ders bir öğüt biçiminde oluyor.

06 Ocak 2021 Çarşamba 16:00 SİTE YÖNETİMİ..................................Neden olmasın?

Neden olmasın?

Orjan bu yıl 43 yaşına girdi. İlk yapılan evlerde 33-34 senedir yaşanıyor. Ağırlıklı kullanım herkesin kendi evini yapma serbestliği ile birlikte 1990’lardan itibaren başladı. Yedi yıl sonra Orjan artık yarım asrı geride bırakmış olacak. Nerden bakarsak bakalım önemli bir zamanı birlikte geçirdik. Bizim gibi eski üyeler yaşayan babalarıyla buraya geldiler. Yeni doğan çocuklarını burada büyüttüler, şimdi torunları da erişkin delikanlılar. Neredeyse dört kuşaktır buradayız.

Zaman geçiyor, pek çok şey değişiyor. Bir zamanlar en önemli meselemiz yönetimin Ankara’dan Orjan’a gelmesiydi. Oldu ama çabuk unuttuk. Subasmanların yapılması zorunlu olmasaydı bir sonraki aşamaya geçemeyecektik. Onu da yapabildik ama bu defa konutların yapılması devasa bir sorun olarak gözümüzde büyüyordu. Önce kooperatif olarak yapmayı denedik. Olmadı, çok kötü sonuç alındı, yeniden darboğaza girdik.  

O zincirden plana uygun olmak kaydıyla herkesin kendi evini yapma kararı bizi kurtardı. 1987’den itibaren inanılmaz bir konut sıçraması görüldü. İnsanlar evlerini yapıp oturmaya, yazları gelmeye başladılar. Orjan büyük bir hamle yapmıştı. O günlerde genel kurullarda hararetle konuşulan bir konu hatırıma geldikçe gülümserim. Bahçelere toprak getirilmesi işinin ihale edilip edilmeyeceği tartışılıyordu. Bir mühendis yaptığı hesabı bizim anlayabileceğimiz şekilde şöyle özetlemişti: “300 metre yükseklikte, bir kilometre çapında orta büyüklükte bir tepenin orjan’a taşınması gerek!”

Zaman geçiyor, yaşadıkça önümüzdeki işler dalga dalga üzerimize geliyordu. Köprü yapılması, su şebekesinin inşası ve su deposu ihtiyacımızın giderilmesini de böyle bir değişim aralığında başarmıştık. Çok sayıda bir taraftan evlerini yaptı, ödemelerini aksatmadı ve neticede bütün bunlar aşılmış oldu. Dev gibi sorunlar birer birer bitiyordu. Toprak konusu da zaman içinde ve doğal olarak halloldu. Evini yapan, bahçesini yaptı, gerekli olan toprağı da kendisi bulup getirdi.

Ama ardından gelen kanalizasyon yatırımı adeta hepsini yuttu geçti. Bir anda fark etmiştik ki, böyle 10 bin kişinin yaşayacağı bir sitede fosseptik çukurları gayet ilkel bir sistemdi ve işe yaramayacaktı. Yine iş başa düşmüştü ve o zamanın şartlarında büyük meblağlarla oldukça güçlü bir kanalizasyon sistemi inşa edildi.

Çalıştırıldığı ilk günü hala hatırlarım. O zamana kadar en büyük dert saydığımız taban suyu ve işe yaramayan drenaj kanalları birdenbire gündemimizden düşüvermişti. Çünkü kanalizasyon büzleri geçirgen olduğundan orjan’dan şarıl şarıl taban suyu aktı gitti dereye. Bu defa da boşa çıkan drenaj kanallarından nasıl kurtulabileceğimizi düşünmeye başlamıştık. Yapıyor bitiriyorduk ama yeni yeni konular ekleniyordu gündemimize.

İçinde yaşanılan bir yerleşim yerinin kendine özgü ihtiyaçları vardı ve karşılanması gerekiyordu. Meselâ şu ana kadar yıllardır keyifle içtiğimiz tatlı suyun miktarını arttırmak için 3-4 tane daha kuyu açmamız gerekti. Yollarımızın, oto parklarımızın taş parke yapılması, kaldırımlarımızın betonlanması işine girildi. Orjan'da 5 yıl boyunca taş parke imalatı yapıldığını kaç kişi bilir acaba?

İnsanlar etrafın yeşillendirilmesini istiyordu; fidanlar dikildi çiçekler ekildi. Market istiyordu, ptt, polis noktası istiyordu, açıldı. Eğlenmek istiyordu; gazino, cafe, büfe işletmelerimiz oldu. Çok güzel bir cami yapıldı elbirliğiyle. Spor alanlarımız, sağlık ocağımız oldu zamanla. Önce Belediye otobüsü, sonra da dolmuşlar çalışmaya başladı Orjan-Burhaniye arasında. Dört ayrı bölgede plajlarımız oldu. Eskiden bir de ahşap iskelemiz vardı, sonra herşeyin plastiğe dönüştüğü gibi o da tarihe karıştı. Yerine iki plastik geçici iskele, iki de duba konuldu.   

Bu arada yıllar geçtikçe Orjan’ın ilk sahipleri de değişti. Ölenler oluyordu, satıp gidenler oluyordu. Her genel kurulda farklı insanlarla karşılaştık. Zaten eskiden beri en önemli derdimiz olan etkin ve verimli genel kurul yapamamak daha da bariz hale geldi. Yönetimin aklına koyduğu kararlar kalabalığın imkan verdiği zafiyetten de yararlanılarak türlü genel kurul hileleriyle geçer oldu. Artık insanlar bir tek şeyi merak ediyordu: aidat ne kadar olacak?

Bu arada zamanın çarkları durmuyor yeni yeni gündemlerle işliyor, dönüyordu. Beton iskele yapılması o günlerin hediyesidir. Deniz kirliliği sorunları o günlerden artarak gelen bir mirastır. Yazları evlerine gelenler her yıl daha yeşil, daha canlı, daha gelişmiş bir orjan istiyorlardı. Şimdi artık marketlerimiz, cafelerimiz, pide fırınımız, Sahil yolu olarak çalışan minübüsümüz, ayrıca Edremite gidip gelen bir belediye otobüsümüz, haftada bir pazarımız bile var. Orjan cafe adında çok şirin mi şirin bir yeme içme mekânımız var.

Şimdi düşünüyorum da 2000’in ortalarından başlayarak bir 10 yıl boyunca Orjan’ın en güzel günlerini yaşadık birlikte. Ne yazık ki hiçbir şey aynı kalmıyor, eskiyor, yıpranıyor, farklı şeylerle hayat devam ediyor. Önce sahil yolu yapıldı Büyükşehir tarafından. Yıllardır dilimizden düşmeyen deniz kirliliği de Baski yatırımlarıyla sona ermek üzere. Burhaniye belediyesinin hukuksuz olarak aldığı atık su bedelleri de yasal zeminde Büyükşehir Baski'ye geçmiş bulunuyor. Ayrıca Orjan'da yenilenmesi gereken kanalizasyon sistemi için üç alternatifli keşif hazırlıyorlar. Doğal gaz hattı bize kadar ulaştı. Belki iki yıl içinde evlerde kullanılmaya başlayacak. Bu arada da Denetko-İmko-Haberkent ve Orjan Mahalle olma yolunda ilerliyor. Bütün bunlar ne demek? 

Bütün bu süreç yaklaşmakta olan geleceğin ayak sesleri. Birlikte hareket etmemiz gereken stratejik kuruluşlar, "Orjan sitesi"ne hizmet için elini uzatmış durumda.  Bu el havada mı kalacak? Hala "yazı yazdık, gösteri yaptık, protesto ettik" mi diyeceğiz? 

Olacak olan oluyor. Şantiye elektriğinden normal tüketim sistemine geçmek ancak 5 yıl patinaj yapıldıktan sonra önemli bir harcama yapılarak gerçekleşti. Halbuki akıl için yol birdi, bir an evvel karar alınıp tedaş’a devretmek gerekiyordu. Sonunda oldu ama şu anda o günleri hatırlayan, ders alan kaç kişidir bilemiyorum. Ha bir de bonusu oldu bu sistemin orjan’a. 3-4 yıl süren tartışmalardan sonra arta kalan parayla bir yüzme havuzu kompleksi yapılmış oldu sonunda.

40 küsur yılı arkada bırakmış bir yazlıkçı sitesi olarak bugün herkesin birbiriyle saygı ve sevgi çerçevesinde, kaliteli, keyifli, huzur ve güvenlik içinde yaşamak istediği bir yer Orjan. Bir tatil beldesi görünümü ve beklentileri hakim şu anda. Her şeyin çok güzel olacağına, birlikte başaracaklarına inanmak istiyorlar. Geleceğe umutla bakabilmek için yine devasa talepleri var yönetimden.

Daha güvenli, huzurlu ve temiz bir sitede yaşamak istiyorlar. Ortak aklın kullanılarak, daha hoşgörülü, katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışı bekliyorlar. Öncelikle güvenliğin sağlanması, alt yapının iyileştirilmesi, hayvan haklarına saygı ve çevre kirliliğinin giderilmesi talepleri yükseliyor. 15-20 gün tatil, bir ya da üç aylık kısa bir yaz sezonunda dinlenmek, mutlu olmak iyi vakit geçirmek istiyorlar.

Fakat, değişim rüzgarı yine bizi rahat bırakmıyor. Pek çok iyi gelişme var, yanında da pek çok kötü işaret. Kooperatif ömrünü ikinci 20 yıl için suni olarak uzattı, ama onun da zamanı gelmek üzere; Ne olacak? Farkında mısınız kendimize artık kooperatif diyenimiz çok az. Çoğunluk “site” demeyi doğal bir refleksle yapıyor. Talepler de kooperatif amaçlarını aşmış vaziyette. Ne zaman bu stratejik adımı atıp normale gireceğiz? Bugün karar alsak bile, bir yandan tasfiye, öbür yandan yeni site yönetim sisteminin oturması nereden baksanız 5 yıl alır.

Her adımın bir bedeli olur, ancak korkunun ecele faydası yok. Olması gerekenin bir an evvel olması en doğrusu değil mi? Çünkü tek derdimiz de bu değil. Sitemiz ortalama 40 yaşında. Su sistemimiz ve kanalizasyon şebekemiz eskidi, yenilenmesi gerekiyor. Yollar, kaldırımlar bozuldu. Plan dışına çıkılarak 40 yamalı hale gelen evlerimiz, bahçelerimiz sorun olmaya başladı. Doğal gaz kapıda, belki önümüzdeki 5 yıl her taraf delik deşik olacak. Evlerimiz maalesef sulu bir zemin üzerine dolgu toprakla inşa edildi. Önemli bir kısmında rutubet var. Demirlerde, demir su borularında ve elektrik tesisatlarında çürümeler var. Su, doğalgaz, kanalizasyon bağlantıları dahil evlerimizin alt yapısı ciddi şekilde elden geçirilmeyi bekliyor. Geciken her iş bizi daha masraf ödemek mecburiyetinde bırakacak.

Son yıllarda suyumuzun tadı bozuldu. Çoğu aile artık onu içme suyu olarak kullanmıyor. Kullanım suyu olarak bile zaman zaman yetersiz kalıyor. Altımızda neler oluyor uzmanların konusu ama sanki orada da yolun sonuna geldik gibi. Bu yıl kuraklığın da etkisiyle belki daha fazla hissedeceğiz kıymetini. Daha ne kadar idare eder onu da bilemiyorum. Gelecek için düşünülmesi gereken bir mesele daha. Evlerimiz birbirine bitişik vaziyette. Allah göstermesin bir yangın halinde sonuç ne olur? Deprem kuşağı üzerindeyiz. Meydana gelebilecek 7 üzeri bir depremin vereceği zararı düşünmek bile istemiyorum.

Amacım insanları korkutmak değil. Ancak geleceği de görebilmemiz gerekiyor. Popülist söylemler hoştur ama bizi hayal kırıklığına uğratabilir. Önümüzde zamanın dayattığı önemli kararlar, büyük işler var. Kaçınılmaz yatırımları ertelemek geleceğimizi boğmak demek. Site yönetimine geçmeyi başarmamız gerekiyor. O zaman Büyük şehir, belediye ve genel olarak kamu idaresi ile birlikte hareket etmek daha kolay olur. Kolay olmayacaktır biliyorum. Zor günlerin arefesindeyiz, onun da farkındayım.

Ama, Orjan bu güne kadar çok şeyi başardı. Bunları da yapabiliriz. Bir vizyonumuz olmalı ve ona inanmalıyız. Neden olmasın?

5 Ocak 2021 Salı

06 Ocak 2021 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı195.................................Tarım ve hayvancılık(I)

Tarım ve hayvancılık(I)

'TARIM VE HAYVANCILIK’ sektörü Susurluk için stratejik önemde. Konunun hacmi ve yer darlığı sebebiyle bu hafta sadece “GÜÇLÜ YÖNLER”in değerlendirilmesi üzerinde duracağız. Böylece güçlü yönlerin daha da güçlendirilmesi için yönelebileceğimiz bazı hedefler ortaya çıkmış olacak. Daha sonraki yazılarda ise 'FIRSATLAR' , “ZAYIF YÖNLER” ve “TEHDİTLER”den yola çıkarak bunlardan yararlanmak, zafiyetleri telafi etmek ve korunma amaçlı başka bazı hedefler ortaya koymaya çalışacağız.

Susurluğun ‘GZFT.09-'TARIM VE HAYVANCILIK’ sektörü alanında daha önce yapılmış bulunan durum analizi çalışmasında bugün olduğu gibi orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacak Güçlü yönler’; ‘GY.09.1-Güçlü bir Tarım faaliyeti”, “GY.09.2-Zengin su kaynakları ve sulu tarım imkânı”, “GY.09.3-Organik tarım potansiyeli”, “09.4 Sağlıklı ve taze sebze meyve kapasitesi”, “GY.09.5-Zengin biyo çeşitlilik, tıbbi ve aromatik bitkilerin varlığı”, “GY.09.6-Seracılık yatırımları için de uygun arazi varlığı ve jeotermal kaynaklar”, “GY.09.7-Önemli miktarda orman varlığına sahip olma”, “GY.09.8-Yaygın ve güçlü tarımsal örgütlenme”, “GY.09.9-Canlı Hayvancılık, Kırmızı et ve süt üretimi”, “GY.09.10-Süt ve süt ürünleri üretimi’ ile “GY.09.11-Kanatlı hayvan üretimi” ve “GY.09.12-Sektöre dayalı sanayi oluşumları konusunda güçlü bir potansiyel ve yüksek bir rekabet gücü” olarak tespit edilmişti. Bunlardan “Güçlü bir Tarım faaliyeti, Zengin su kaynakları ve sulu tarım imkânı, Organik tarım potansiyeli, Sağlıklı ve taze sebze meyve kapasitesi, Zengin biyo çeşitlilik, tıbbi ve aromatik bitkilerin varlığı, Önemli miktarda orman varlığına sahip olma ve Yaygın ve güçlü tarımsal örgütlenme” sektörün Tarım boyutunun güçlü yanları olarak öne çıkıyordu. Diğer yandan; “Canlı Hayvancılık, Kırmızı et ve süt üretimi, Süt ve süt ürünleri üretimi ile Kanatlı hayvan üretimi” de sektörün Hayvancılık boyutunun güçlü yönleri olarak değerlendirilmişti.

Balıkesir ili, GTHB tarafından yapılan tarım master planında 4 alt bölgeye ayrılmış. Bu bölgelerin belirlenmesindeki kriterler ağırlıklı olarak coğrafik, iklimsel, nüfus yoğunluğu, tarımsal potansiyel, sanayi, su kaynakları, turizm ve maden kaynakları olarak sıralanabilir. Buna göre Susurluk Karesi, Altıeylül ve Kepsut’la birlikte 3.ncü alt bölge olarak belirlenmiş. 2016-2017 sektör raporlarından da anlaşılacağı üzere Susurluk yöresi tarım ve hayvancılıkta Türkiye’nin öncü bölgelerinden birisi. Balıkesir zaten Türkiye’yi doyuran il olarak biliniyor. Tarım sektörünün Türkiye ortalaması % 9,5 iken bölgemizde bu oran % 20’ler seviyesinde ölçülmüş. Kuşkusuz güçlü yönlerin daha güçlü hale getirilmesi ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ ve ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ Stratejik amacımız için önemli. Nitekim bu maksatla ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi izlenmesi gerektiğini biliyoruz. Öncelikle Susurluğun “GY.09.1-Güçlü bir Tarım faaliyeti, GY.09.3-Organik tarım potansiyeli, GY.09.4 Sağlıklı ve taze sebze meyve kapasitesi, GY.09.9-Canlı Hayvancılık, Kırmızı et ve süt üretimi ve GY.09.11-Kanatlı hayvan üretimi” şeklindeki güçlü yönlerinin nasıl daha güçlü yapılabileceğini düşünelim. 

İlçemizin arazi varlığı (ha olarak): İşlenebilir arazi: 27628, Çayır-Mera: 4774, Orman ve fundalık: 25797, Tarım dışı arazi:  3976 olmak üzere Toplam: 62175 ha. Buna göre işlenebilir arazi toplam varlığın % 44,4’ünü oluşturuyor. İşlenebilir arazinin ürünlere göre dağılımı ise (yine ha olarak):Tahıllar: 13600 (%49,2), Baklagiller: 625 (%2,2), Endüstri bitkileri: 5055 (%18,3), Meyve, bağ, zeytin: 647 (%2,3), Sebzeler:1116 (%4,0), Yem bitkileri: 6140 (%22,2), Nadas ve değerlendirilmeyen: 445 (%1,6) olarak hesaplanmış. 2016 yılında odaya kayıtlı olup tarım ve hayvancılık faaliyetinde bulunan 163 adet firma bulunmakta. Her şeyden önce ilçemizin İklimi, sulanabilir arazi varlığı tarım ve hayvancılığa uygun. Ayrıca sözleşmeli üretim kültürü de gelişmiş durumda. Üretim alt yapısı ve çalışacak insan sayısı yeterli. Zengin tarımsal üretim sahip olduğu dinamikler sayesinde gelecek için de bir artış potansiyeli gösteriyor. Yöremiz mevcut geniş ve verimli tarım arazileri, elverişli iklimi, bitki örtüsü, verimli ve sulanabilir arazi varlığı ile bölgede öne çıkmakta. Zengin bir ürün çeşitliliğine sahibiz. Meselâ Buğday (yeşil ot) üretimi sadece Susurluk bölgesinde yapılıyor. Aynı şekilde ilçemiz sahip olduğu iklim şartları, sulama imkânları ve uzun hasat süresi ile tohum yetiştiriciliği için de en uygun bölge. Bu nedenle bölgemizde çok sayıda özel teşebbüs, resmi üretici ve ıslah kuruluşu var. İlçemizde de bu firmalar tarafından işletilen alanlarda tohumluk üretilmekte. Bunların dışında besi ve süt yemleri ile silaj ve küspe türünden maddelere en çok ihtiyaç duyulan ve üretimi yapılan bölgelerden birisi Susurluk. Besi sektörü için önemli bir maliyet durumundaki yem hammaddeleri konusunda oldukça zenginiz. Çok çeşit ve miktarda yem üretiminin gerçekleştirildiği bir bölgedeyiz. Bu bağlamda özellikle hububat, ayçiçeği, silajlık ve dane mısır üretim alanları geniş yer kaplıyor. Bütün bu unsurlar ilçemizde Güçlü bir Tarım faaliyeti olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ilçemizin yakın ve orta vadede sahip olduğu güçlü yanların geliştirilerek çoğaltması bölge için de stratejik bir önem taşıyor.  O halde daha güçlü bir Tarım faaliyeti için ‘HDF.1.1.1.37-İşlenebilir arazileri toplam varlığımızın % 50’sinden yukarı çıkarmak” hedefi yararlı olur. Öte yandan bu işlenebilir arazi varlığından en etkin şekilde ürün almak üzere; yeşil ot üretimi, tohum yetiştiriciliği ve yem hammaddeleri üretimi de dahil olmak üzere ‘HDF.1.1.1.38-Tarım arazileri ürün dağılımını optimum verim alacak şekilde planlayıp yönlendirmek” hedefiyle hareket etmek güçlü tarım faaliyetlerimizi daha da güçlü hale getirebilir. Son olarak hangi ürünlerde daha güçlenebiliriz ve hangi ürünlerde daha fazla gelir elde edebiliriz bakış açısıyla “HDF.1.1.1.39-Tarım ürünlerinde stratejik seçimler yapmak ve bu yönde üretimi arttırmak”hedefi geleceğin Susurluğuna güçlü bir katkı sunabilir.

İlçemiz Organik tarım potansiyeli açısından da uygun arazilere sahip. Ancak bu tür ürün yetiştirirken mümkün oldukça kimyasallardan kaçınmak gerekiyor. Hormon ve veya buna benzer kalıntı bırakacak ürünlerden uzak durulması esas. Üretimi esnasında da insan ve diğer canlılar olumsuz etkilenmemeli.  Zira güvenli gıda tüketimi bilinci her geçen gün artıyor. İnsanlar satın aldıkları ve tükettikleri gıdaların güvenli olduğundan emin olmak istiyorlar. Organik tarım, tarımsal uygulamalardaki yoğunlaşmanın getirdiği çevre, insan ve hayvan sağlığı sorunlarına çözüm olarak ortaya çıkmış ve günümüzde Avrupa ülkeleri başta olmak üzere giderek artan bir Pazar değerine ulaşmış durumda. Organik tarımın ekolojik, ekonomik ve sosyal ilkeleri doğrultusunda tarımsal ekosistemlerin ve çevredeki doğal alanların sağlıklı olması ve çeşitliliğin korunarak arttırılması sağlanıyor. Çeşitliliğin artışı ise sürdürülebilirlik açısından oldukça önemli. Bu açıdan mevcut Organik tarım potansiyelimizi değerlendirmek üzere‘HDF.1.1.1.40-Tarımsal ekosistemlerin ve çevredeki doğal alanların korunmasına özen göstermek” hedefi ile ‘HDF.1.1.1.41-Uygun alanlar için organik tarım projeleri yapmak ve artan şekilde üretimini planlamak” hedefi düşünülebilir. Organik tarım; sürdürülebilir ekosistem, güvenli gıda, iyi beslenme, hayvan refahı ve sosyal adaleti sağlayan bir dizi kurala dayalı bütünsel sistem anlayışı olarak tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım içinde bir başka hedef; ‘HDF.1.1.1.42-Kurulacak organik tarım üretim işletmelerinin kendine yeterli olacak şekilde yürütülmesini sağlamak” olmalı. Sonuç; hem işletme dışı girdilere olan ihtiyacın azaltılması hem de atık yönetiminin kolaylaştırılması olacaktır. Böylece üretimin hayvansal/bitkisel dengesi yanında, pazar ve işgücü imkânları, zararlı-hastalık-yabancı ot yönetimi ve toprak verimliliği gibi birçok faktör göz önüne alınarak zaman ve/veya yer açısından yapılacak ekim nöbetleri ile çeşitlilik de sağlanabilir.

TR22 Bölgesi sebze üretimi için oldukça elverişli çevre şartlarına sahip bir bölge. Bunun yanında İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük metropollere yakın olması, doğrudan tüketilen ve tüketicilerin doğrudan temin ettikleri sebze ve meyve gibi ürünler için pazar fırsatı sunmakta ve arzı kolaylaştırmakta. Bu ve benzer nedenledir ki, Balıkesir ve Çanakkale İllerinin tarım alanlarının içinde meyve ve sebzenin oranları Türkiye ortalamasının oldukça üzerindedir. Özellikle ilçemiz ova köyleri olarak adlandırılan kısımda sulu tarımla Sağlıklı ve taze meyve-sebze üretimi gerçekleştiriliyor. Ayrıca mikro klima bölgelerinin varlığı sayesinde çok çeşitli meyve türleri de yetiştirilebiliyor. Gelişen meyvecilik faaliyetleri bir anlamda alternatif kazanç yolları da demek. Meselâ halen ilçemizde mantar üretimi konusunda faaliyet gösteren ve kompost üretimi yapan işletmeler de bulunuyor.  2012 yılı TR22 Bölgesi Sebze Ekim Alanlarının Ürünlere Dağılım tablosuna göre sebze ekim alanlarının %77’sini oluşturan ürünler sırasıyla salçalık domates (%17), sofralık domates (%14), salçalık biber (%14), kavun (%13), karpuz (%8), taze fasulye (%4), kuru soğan (%4) ve patlıcandır (%3). Bunların dışındaki 41 ürün ise sebze ekim alanlarının %23’ünü oluşturuyor. Susurluk’ta 2012 yılında salçalık domates için 4.500, sofralık domates için 751, salçalık biber için 1.000,  kavun için 3.500, karpuz için 1.800, taze fasulye için 112, kuru soğan için 3.621 ve patlıcan için 50 dekar arazi kullanılmış. Aynı yıl itibariyle sebze üretim miktarı ton olarak;  salçalık domates 22.842, sofralık domates 2.944, salçalık biber 1.500,  kavun için 7.000, karpuz için 5.400, taze fasulye için 112, kuru soğan için 4.498 ve patlıcan için 175 ton olarak tespit edilmiş. Diğer yandan 2012 verilerine göre dekar olarak Balıkesir ili ilçeler itibariyle Meyvelik Alanlar tablosunda Susurluk’ta en çok 675 dekar alanda ceviz üretiliyor. Ardından 540 dekarla üzüm, 511 dekarda zeytin ve 230 dekarla şeftali geliyor. Bunların üretim miktarları da ton olarak aynı sırayla 72 ton ceviz 189 ton üzüm, 49 ton zeytin ve 347 ton şeftali geliyor. Anlaşılıyor ki dekar başına verim ve çeşitlilik açısından Susurluğun ‘HDF.1.1.1.43-Sebze meyve üretim kapasitemizin arttırılmasını öncelemek” öncelikli hedef olmak durumunda. İkinci olarak ‘HDF.1.1.1.44-Susurluğa özgü, verimli ve dayanıklı bir YEŞİLELMA türünün yetiştirilmesini sağlamak” İlaveten üretiminde dekar başına verim kriteri de esas ‘HDF.1.1.1.45-Sebze meyve üretiminde seçilmiş stratejik üstünlüklerimiz üzerinde yükselmek” bu alandaki gücümüzü daha da arttırmaya yararlı olabilir.

İlçemiz ilimizdeki hayvancılığın da odak noktalarından birisi. Canlı Hayvancılık, Kırmızı et ve süt üretimi konusunda çok güçlü. Bu alanda önemli miktarlarda üretim yapılarak ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Özellikle büyükbaş, küçükbaş hayvancılık ve arıcılık için elverişli arazi, geniş meralar ve zengin doğal ortamlara sahip. Bu nedenle geçmişinden bu yana ülke büyükbaş hayvan varlığında ilk sıralarda yer alıyor. Küçükbaş hayvancılıkta da kendine özgü ırklar söz konusu. 2015 yılı sonu itibariyle Susurluğun hayvansal verileri: 33.500 adet büyükbaş, 47.200 adet küçükbaş (koyun, keçi) ve 1.964.128 adet kanatlı (tavuk, hindi) olduğunu gösteriyor. 2011 yılı itibariyle bu veriler sırasıyla 35.016, 42.879 ve 1.350.500 şeklinde sayılmış.  Buna göre büyükbaş hayvan üretiminde bir gerileme, diğer türlerde ise bir gelişme söz konusu. O halde bu alanda daha da güçlü olabilmek için ilk hedef et ve süt verimi açısından ‘HDF.1.1.1.46-Bölgemize en uygun büyükbaş ırkını seçmek, teşvik etmek ve üretimini sağlamak” olmalı. Ayrıca son yıllarda köylerin azalan nüfusu ve yüksek yem fiyatları sebebiyle gittikçe küçülen aile içi büyükbaş hayvan besi üretimini canlandırabilmek için ‘HDF.1.1.1.47-Köyde aile besiciliğini teşvik edecek yeni projeler geliştirmek ve bu üretimi arttırmak” şeklinde bir hedef konulabilir. Ancak bu arada “HDF.1.1.1.48-Küyükbaş hayvan varlığımızı 50 binin altına düşürmemek” hedefi de oldukça stratejik bir değer kazanıyor. Kaldı ki mevcut meraların korunmasının da büyük önemi var. Mevcut meraların bakımı mutlak gerekli. O halde  HDF.1.1.1.49-Mera varlığımızı sabitlemek, daha fazla verim için periyodik sulama ve bakımlarını yaptırmak” ihmal edilmemeli. Bütün bu hedeflerle belki son yıllarda gerileme yaşanan bir alanda HDF.1.1.1.50-Büyükbaş Hayvan varlığını 40 binin üzerine çıkarmak” hedefiyle gücümüz giderek yükseltilebilir.

Bölgede büyükbaş ve küçükbaş hayvan beslenen, besi ve süt üretimi odaklı, irili ufaklı pek çok işletme var. Bu yüzden Susurluk ilçesi ve bu bölge Türkiye’deki ve özellikle İstanbul’daki kesik kırmızı et sektörünün en önemli tedarikçilerinden. Bu yüzden bölgemizde birçok entegre et tesisi faaliyet gösteriyor. Et ve et ürünlerinin pazarlanması bu merkezlerde gerçekleştiriliyor. Susurluk et üretimi Türkiye büyükbaş eti üretiminin % 0,3’ü, küçükbaş eti üretiminin % 3,7’si seviyesinde. 2015 yılı itibariyle kırmızı et üretim miktarı toplam 6.098,8 ton şeklindedir. 2015 ve 2016 yıllarına ait tescil verilerine göre borsada işlem gören Canlı Hayvan ve Kırmızı Et İşlem Hacimleri 2015 yılında 6499 büyükbaş 881,3 ton, 308491 küçükbaş 4493,6 ton toplam 314.990 baş ve 5374,9 tondur. 2016 yılında ise 2763 büyükbaş 362,7 ton, 235545 küçükbaş 4930,4 ton toplam 238.308 baş ve 5293,1 tondur. Bu rakamlar düşüş olmakla birlikte 6.000 ton civarında bir kırmızı et üretimi olduğunu gösteriyor. Bu konuda odaklanılması gereken konu büyükbaş et üretimindeki düşüş eğilimi. O halde bu düşüşü durdurmak ve çıtayı tekrar yükseltmek için ‘HDF.1.1.1.51-Canlı Hayvan Kırmızı et üretiminde 8.000 tona ulaşmak” şeklinde bir hedef ilçemizi tekrar güçlü durumuna getirecektir.

Diğer taraftan bölgemiz beyaz et üretiminde de ön sıralarda. Balıkesir İlindeki kümes hayvanları yıllar itibariyle incelenecek olursa 2004-2007 yılları arasında hayvan sayısında azalma görülürken, diğer yıllarda artış gözlemlenmiş. 2002 yılı baz alındığında; 2011 yılında İldeki toplam kümes hayvan sayısı 24.672.709 olarak sayılmış. Bu rakam toplam hayvan sayısında %30'luk bir artışın olduğunu gösteriyor. Kümes hayvanlarının %78,89'u etlik tavuklardan, %21,07'si ise yumurta tavuğundan oluşmakta. Bu bağlamda İlçemiz de birçok tavukhaneye sahip. Ayrıca Türkiye’nin beyaz et ihracatında önde gelen bir markasının kesim ve işleme tesisine yer vermesi sebebiyle beyaz et sektöründe söz sahibi. İlçemizde sadece 2016 yılında 986.627 kg kanatlı eti ihracatı yapılmış. Türkiye 2016 yılı hayvan varlığı içerisinde % 0,9 oranında bir Kanatlı hayvan üretimine sahibiz. Kanatlı eti üretiminin payı ise %2,6 oranında. Bu sebeple ‘HDF.1.1.1.52-Kanatlı hayvan varlığını Türkiye ’nin %2’sinin, beyaz et üretimini de %4’ün üzerine çıkarmak” bir hedef olarak konulabilir.

BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK için “StrA.1.2-İstihdamı arttırma” şeklinde bir stratejik amacımız var. Oradaki “Str.1.2.1-Üretim tesislerini çoğaltma”  stratejimiz de bazı güçlü yönlerimizin daha da gelişmesini sağlayabilir. Bunlar; “GY.09.7-Önemli miktarda orman varlığına sahip olma, GY.09.5-Zengin biyo çeşitlilik, tıbbi ve aromatik bitkilerin varlığı ve GY.09.6-Seracılık yatırımları için de uygun arazi varlığı ve jeotermal kaynaklar”gibi konular. Türkiye'de illerde orman ortalaması yüzde 27-28 iken, Balıkesir'in yüzde 45'i ormanlarla kaplı. Üstelik yüzde 63'ü verimli ormanlardan oluşuyor. Bu bağlamda Susurluk; Normal Orman 6.641,10 ve Bozuk Orman 2.777,70 olmak üzere toplam 9.418,80ha orman alanine sahip. Bu rakamlar Susurluğun Önemli miktarda orman varlığına sahip olduğunu gösteriyor. Ormanlarımızda ağırlıklı olarak kayın ve gürgen bulunuyor. Bunlar işlenmesi kolay ama uzun süre dayanıklı olabilen ağaçlar. İlimizde 2017 yılında odun dışı ürünlerden 18 bin ton üretilmesi planlanmıştı. 2018 yılında bu miktar 21 bin tona çıktı.  Ayrıca bölgemiz orman köylerinin cam fıstığı, yosun mantar ve defne yaprağı gibi değişik üretim alanlarında farklı kazanç imkânları var. Bu sebeple öncelikle “HDF.1.2.1.11-Orman varlığımızın asgari 7.000da olması ve gelişmesine özen göstermek” gerekiyor. Üzerine de “HDF.1.2.1.12-Orman varlığımızın değerlendirilmesine yönelik kazanç getirici projeler yapılmasını sağlamak” hedefi uygun olur. Bu meyanda arıcılık faaliyetleri için de elverişli ormanlık alanlara sahibiz. Susurlukta 2011 yılı itibariyle 2.809, 2015 yılı sonu itibariyle de 3309 adet arılı kovan tespit edilmiş ve o yıl itibariyle de 49.635 kg bal üretimi gerçekleşmiş. Rakamlar bu alanda bir gelişmeyi işaret ediyor. Kaldı ki ilimizde bugüne kadar 10 civarında bal ormanı yapılmış ve bazı ailelere fenni arıcılık projesi kapsamında 4 milyon TL'lik destek programı gerçekleşmiş. O halde orman varlığımız üzerinde arıcılık yapan, yapmayı düşünen insanımıza bu konuyla ilgili teşvik ve desteklerin yönlendirilmesi halinde kısa sürede “HDF.1.2.1.13-Bal üretiminde 60 tona ulaşmak” hedefimiz gerçekleşebilir.

Tıbbi ve aromatik bitkiler gıdadan sağlığa, kozmetikten turizme kadar birçok alanı ilgilendiren önemli bir sektör.  Dünyada yaklaşık 425 bin civarında bitki olduğu, bunlardan 50 Bin ile 70 Bin kadarının tıbbi bitki türü olarak tanımlanıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre bugün dünyada kullanılan tıbbi bitki sayısı 20 bin civarında. Bu bitkilerin 4.000'ni tedavi amaçlı kullanılıyor. Dünyada 2.000, Avrupa'da ise 500'e yakın tıbbi bitkinin ticareti yapılıyor. Yıllık ekonomik değeri ise 115 milyar dolar civarında. 3 gen merkezinin kesişme noktasında olan Türkiye, yaklaşık 4.000'i endemik, yani bu coğrafyaya has olmak üzere, toplam 12 bin bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Başka bir ifadeyle, Avrupa kıtasından daha fazla Zengin biyo çeşitlilik, tıbbi ve aromatik bitkilere sahip bir ülkeyiz. Bu zengin potansiyel, üretim için uygun iklim ve habitatlar değerlendirilmeyi bekliyor. Bunların içinde 1.700 civarında bitki tıbbi özellik taşımakta, bunun da 500'ü tıbbi ve aromatik bitki olarak değerlendirilmekte. Yani bu veriler bize, dünya üzerindeki tıbbi bitkilerin yaklaşık %6'sının ülkemizde olduğunu gösteriyor. Hem doğadan toplanan defne, kekik, adaçayı gibi ürünlerde, hem de kültürü yapılan kimyon, anason, nane, rezene gibi ürünlerde geniş bir popülasyona sahibiz. Susurluğun da kendi çapında bu zenginliği değerlendirerek ilçe için ilave kazanç kapıları açması ve bu pazardan pay alması mümkün. O halde bir an evvel “HDF.1.2.1.14-Sonrasında yapılacak projelere temel olmak üzere ilçemizin biyo çeşitliliği, tıbbi ve aromatik bitkilerle ilgili bir çalışma yapmak” hedefine odaklanmalıyız.

İlçemizin Seracılık yatırımları için de uygun arazi varlığı ve jeotermal kaynakları bulunuyor. Halen örtü altı üretim bazı köylerimizde var ve yapılıyor. Ancak bölgenin uygun arazi varlığı ve jeotermal kaynaklar bu sektörü kanatlandırabilir. Çünkü jeotermal kaynaklar taşıdığı sıcaklık ve debi ile seracılık için son derece uygun bir ortam sağlıyor. Böylece seracılık konusunda ileri teknolojiyle üretim ve ihracat mümkün. Bu hem kişisel kazanç hem de ilçe ve ülke ekonomisine ilave katkı sağlanması demek.  İlçenin ekonomisine önemli bir fark getirecek olan böyle bir seracılığın birçok kişiye de istihdam sağlayacağı ortada. Sosyal ve ekonomik kalkınma çıtamızı yükseltebilecek bu işin büyümesi kuşkusuz önemli bir gelişme olur. Bu sebeple “HDF.1.2.1.15-Jeotermal kaynaklarla Seracılık yapılabilmesi için altyapı konusunda devlet desteği sağlamak” gibi bir hedef gelecek açısından yararlı olabilir. 

    BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK için “StrA.1.3-Cazibe merkezi olma" Stratejik amacımız ve “Str.1.3.2-Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirmek”  stratejimiz de var. Bu kulvar GY.09.2-Zengin su kaynakları ve sulu tarım imkânı ve GY.09.10-Süt ve süt ürünleri üretimi” gibi bazı güçlü yönlerimizin daha da ilerlemesini sağlayabilir. Susurluk koca dere sebebiyle bereketli bir havzada bulunuyor. Sahip olduğu zengin su kaynakları ve sulu tarım imkânı Susurluğa güçlü bir tarım potansiyeli sunuyor. Diğer yandan su, kuşkusuz sahip olduğu özellik ve kullanım imkanlarına bağlı olarak ekonomik ve sosyal gelişmeyi de olumlu etkilemekte. Gerek küresel gerekse de bölgesel düzeylerde arz ve talep ilişkileri yönlerinden, stratejik öneme sahip en önemli doğal kaynaklardan biri. Bütün bu özellikleriyle tarımda en önemli ve en çok kullanılan girdi. Bu yüzden verimli kullanmak ve su kaynaklarımızı koruyup kollamak gerekiyor. Bu meyanda öncelikle; HDF.1.3.2.26-Su kaynaklarımızı korumak ve sulu tarım imkânımızı verimli kullanabilmek”yönünde tedbirler düşünülmeli. Ayrıca HDF.1.3.2.27-Çiftçimizin suya daha kolay ve ucuz erişebilmesi için mevzuat düzenlemeleri yapılmasını sağlamak” çaba gösterilmesi gereken diğer bir önemli hedef.

İlçemiz bilhassa Süt ve süt ürünleri üretimi konusunda da öne çıkmış durumda. Özellikle süt işleme fabrikalarının bölgedeki faaliyetlerinin fazla olması güçlü bir yönümüz. Böylelikle üretilen sütler hem ilçedeki, hem de yakın çevredeki süt işleme merkezlerine pazarlanmakta. Bu bağlamda ilçemizden ülkenin dört bir yanına ve dünyaya süt ve süt ürünleri gidiyor. Susurluk’ta 2013 verilerine göre büyükbaş süt üretimi 52.400, küçükbaş süt üretimi 1.536 olmak üzere toplam 53.936 ton olmuştu. Bu miktarın asgari 60.000 tonun altına düşmemesi gerekiyor. Bu nedenle toplam süt üretiminde hedef; HDF.1.3.2.28-Süt üretiminde yeniden 60.000 tonun üzerine çıkmak” olmalı. Ayrıca ulusal düzeyde aranılan, ihracatta kaliteyi tutturmuş “HDF.1.3.2.29-Tescilli ve markalı süt ürünlerine sahip olmak” hedefiyle hareket edilmeli.


Tarım ve hayvancılık sektöründe bazı güçlü yönler ‘AMAÇ.2-KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’’ için “StrA.2.1-Değerlere dayanmak” stratejik amacımız ve “Str.2.1.1-Daha fazla değer üretme, Daha adil paylaşma ve Değerleri koruyup geliştirme” stratejimizle ilişkili. ÖrneğinGY.09.8-Yaygın ve güçlü tarımsal örgütlenme” böyle bir güçlü yönümüz. İlçemizin 2015 yılı Çiftçi Kayıt Sistemine göre kayıtlı çiftçi sayısı 2239. 18 tane de tarımsal amaçlı kooperatif ve birlik bulunuyor. Bu anlamda yaygın ve güçlü tarımsal örgütlenme değerlendirilmesi gereken bir avantaj. O halde, “HDF.2.1.1.04-Susurluğun güçlü tarımsal örgütlenmesinden sektörün daha da güçlenmesi için yararlanmak” hedefinden daha doğal ne olabilir ki?


Aynı şekilde StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik” stratejik amacımız istikametinde “Str.2.3.1-Üretken olmastratejimiz uygulanarakGY.09.12-Sektöre dayalı sanayi oluşumları konusunda güçlü bir potansiyel ve yüksek bir rekabet gücü” değerlendirebilir ve daha güçlü hale getirebiliriz. İlçede 12 gübre bayii, 48 yem satış yeri, 124 adet gıda üretimi yapan işletme, 533 adet gıda satış ve toplu tüketim yeri mevcut. Bitkisel ve hayvansal üretimin yoğunluğu nedeniyle aynı zamanda tarıma dayalı sanayinin gelişmekte olduğu bir bölge burası.  Bu açıdan sektöre dayalı sanayi oluşumları konusunda güçlü bir potansiyel ve yüksek bir rekabet gücümüz var. Tarıma dayalı sanayi tesisi olarak; Şeker fabrikası ve Yörsan dahil olmak üzere 1 ayçiçek yağı fabrikası, 9 adet süt ve süt işleme tesisi, 3 adet meyve-sebze işleme tesisi, 2 adet entegre et tesisi, 1 adet tavuk et işleme tesisi, 6 adet sakatat işleme tesisi, 1 adet yem üretim tesisi ve 1 adet kültür mantarı üretim tesisi kurulmuş. İlçemizde ve bölgemizde yoğun pancar üretimine dayalı olarak Susurluk şeker fabrikası bunlardan en önemlisi. İşlenen pancar, şeker, küspe ve melas gibi farklı pek çok ürün ortaya çıkarmakta ve tarım ve hayvancılığa katkıda bulunmakta. Ayrıca bölgemizde yer alan bazı Gıda işleme fabrikalarının varlığı da güçlü bir diğer yönümüz. Bu bağlamda bölgemizde birçok salça, donmuş gıda ve konserve fabrikaları bulunuyor. İlçemiz ve bölgemiz bu fabrikaların temel ham madde üretim merkezi konumunda. Bu yüzden hem tarım ve hayvancılıkta, hem de sektöre dayalı sanayi oluşumları konusundaki güçlü potansiyel ve yüksek bir rekabet gücünün sürdürülebilir olması gerekiyor. Bu çok çok önemli bir konu. O halde “HDF.2.3.1.09-Sektöre dayalı sanayi oluşumları konusundaki güçlü yönümüzü yüksek bir rekabet gücüyle sürdürmek” zorunluluğumuz var. Bütün bu hedefler inşallah zaten güçlü olduğumuz Tarım ve hayvancılık sektöründe daha da güçlenmemiz için yardımcı olacaktır.

yyalcin3@gmail.com