27 Haziran 2020 Cumartesi

27 Haziran 2020 Cumartesi 20:30 CORONA GÜNLERİ.........................Dalgalanma

Körfezden görünen

Bugün ülkemizde ilk corona vakasının görülmesinin 109.günü. 1 Haziranda şehirlerarası seyahat kısıtlamasının kaldırılması ve normalleşmenin başlatılmasının da üzerinden 25 gün geçti. Yirmi gündür de körfezdeki yazlığımızdayız. Bir tarafımız artık normalleşmek isterken diğer tarafımız yeniden dalgalanan corona verileriyle tedirgin. Sanki bir ay önceki duruma dönmüş gibiyiz. 

Mayısın ilk yarısında vaka/test sayısı oranı %4-5'ler civarındaymış. 16-17 Mayısta %3,80'lere gerilemiş. Ardından gelen birkaç gün bir dalgalanma görülüyor: 18-20 Mayıs arası t%4,0 ile %4,70 arasında. 21-23 Mayıs arasında düşme %2,5' a kadar devam etmiş. Sonra yine bir dalgalanma gelmiş: 24-27 Mayısta yine %4,5'un üzerine çıkmış. Ayın son günlerinde yani 28-31 Mayıs aralığında oran önce %3'lere sonra da %2,5'un altına en düşük seviyesine inmiş.

Haziranın ilk günü itibariyle vaka/test sayısı oranının %1,82'ye kadar düştüğü görülüyor. İlk on gün ortalama %2-2,5 seviyelerinde seyretmiş. 12 Hazirandan sonra ağır ağır bir yükselme izleniyor. 12 Haziranda %2,91, 13 Haziranda %3,24, 14 Haziranda %3,46, 15 Haziranda %3,79 olmuş. Sonra bir dalgalanma var: 16 Haziranda %3,13, 17 Haziranda %2,70, 18 Haziranda %2,69, 19 Haziranda %2,94 ve nihayet 20 Haziranda %3,04'e ulaşmış. Ardından bugüne yani 26 Haziran'a kadar da hafifçe gerileyerek %2,73'e kadar düşmüş.

Bu dalgalanmaların kısaca özeti 26 Haziran itibariyle (%2,73) bir ay önceki yani 29 Mayıstan (%3,16) iyi, 30 Mayıstan (%2,51) biraz kötü durumdayız.  

4 Mayısta test sayısı 35771, vaka sayısı ise 1614 idi (%4,51). 6 Mayısta test sayısı 30303, vaka sayısı ise 1614 oldu  (%4,51). 7 Mayısta test sayısı 30395, vaka sayısı ise 1977 oldu  (%6,50). 8 Mayısta test sayısı 33687, vaka sayısı ise 1848 oldu  (%5,49). 9 Mayısta test sayısı 35605, vaka sayısı ise 1546 (%4,34), 10 Mayısta test sayısı 36187, vaka sayısı ise 1542 (%4,26), 11 Mayısta test sayısı 32722, vaka sayısı ise 1114(%3,40), 12 Mayısta test sayısı 37351, vaka sayısı ise 1704 (%4,56), 13 Mayısta test sayısı 33332, vaka sayısı ise 1639 (%4,92), 14 Mayısta test sayısı 34821, vaka sayısı ise 1635 (%4,70), 15 Mayısta test sayısı 38565, vaka sayısı ise 1708 (%4,43) olmuştu.

16 Mayısta test sayısı 42236, vaka sayısı ise 1610 'a düşmüş (%3,81). 17 Mayısta test sayısı 35369, vaka sayısı ise 1368 (%3,87) imiş. Ardından gelen birkaç gün bir dalgalanma görülmüş: 18 Mayısta test sayısı 25141, vaka sayısı ise 1158 (%4,61), 19 Mayısta test sayısı 25382, vaka sayısı ise 1022 (%4,03), 20 Mayısta test sayısı 20838, vaka sayısı ise 972 (%4,66) olmuş.

Sonra biraz daha düşme devam etmiş: 21 Mayısta test sayısı 33633, vaka sayısı ise 961 (%2,86), 22 Mayısta test sayısı 37507, vaka sayısı ise 952 (%2,54), 23 Mayısta test sayısı 40178, vaka sayısı ise 1186 (%2,95) olmuş. 

Sonra yine bir dalgalanma: 24 Mayısta test sayısı 24589, vaka sayısı ise 1141 (%4,64), 25 Mayısta test sayısı 21492, vaka sayısı ise 987 (%4,59), 26 Mayısta test sayısı 19853, vaka sayısı ise 948 (%4,78) ve 27 Mayısta test sayısı 21043, vaka sayısı ise 1035 (%4,92) olmuş.

Ayın son günleri yine düşmüş sayılar: 28 Mayısta test sayısı 33559, vaka sayısı ise 1182 idi (%3,52), 29 Mayısta test sayısı 36155, vaka sayısı ise 1141 (%3,16), 30 Mayısta test sayısı 39230, vaka sayısı ise 983 (%2,51) ve 31 Mayısta test sayısı 35600, vaka sayısı ise 839 (%2,36) ile en düşük seviyeye gerilemiş.

4 Haziranda test sayısı 54234, vaka sayısı 988 (%1,82) imiş. Sonra normalleşme kararı ardından beklenen yükselme başlamış: 

06 Haziranda test sayısı 35846, vaka sayısı 0978 (%2,45),
07 Haziranda test sayısı 35335, vaka sayısı 0914 (%2,59),
08 Haziranda test sayısı 39361, vaka sayısı 0989 (%2,51),
09 Haziranda test sayısı 37225, vaka sayısı 0993 (%2,67),
10 Haziranda test sayısı 36521, vaka sayısı 0922 (%2,52),
11 Haziranda test sayısı 49190, vaka sayısı 0987 (%2,01),
12 Haziranda test sayısı 41013, vaka sayısı 1195 (%2,91),
13 Haziranda test sayısı 45092, vaka sayısı 1459 (%3,24),
14 Haziranda test sayısı 45176, vaka sayısı 1562 (%3,46),
15 Haziranda test sayısı 42032, vaka sayısı 1592 (%3,79)
16 Haziranda test sayısı 46800, vaka sayısı 1467 (%3,13),
17 Haziranda test sayısı 52901, vaka sayısı 1429 (%2,70),
18 Haziranda test sayısı 48412, vaka sayısı 1304 (%2,69),
19 Haziranda test sayısı 41316, vaka sayısı 1214 (%2,94),
20 Haziranda test sayısı 41112, vaka sayısı 1248 (%3,04),
21 Haziranda test sayısı 40496, vaka sayısı 1192 (%2,94), 
22 Haziranda test sayısı 41413, vaka sayısı 1212 (%2,93), 
23 Haziranda test sayısı 42982, vaka sayısı 1268 (%2,95), 
24 Haziranda test sayısı 53486, vaka sayısı 1492 (%2,79),
25 Haziranda test sayısı 52303, vaka sayısı 1458 (%2,79),
26 Haziranda test sayısı 51198, vaka sayısı 1396 (%2,73) olmuş.

Verilere bakılırsa Haziran başında %2'nin altına düşen vaka/test sayısı oranının %3'ün  altına kadar yükseldiği, ancak üstüne çıkmadığı anlaşılıyor. 

Her iki ayı karşılaştırdığımızda:

1. 26 Haziran itibariyle (%2,73) 30 Mayıs oranının (%2,51) biraz üstünde olduğumuz anlaşılıyor 
2. Mayıs ayının ortalaması %4,38 iken Haziran ayının aynı döneminin %2,79 olduğu görülüyor. 
3. Son bir ayın dalgalanması bizi bir ay öncesine götürmüş durumda. Mayısın son günleri Haziran başı düşüşü devam etmiş olsaydı belki %1'in altına inmiş olacaktık. 
4. Haziranın son günlerindeki düşüş trendi devam ederse Temmuz ayı başında yine %2 seviyesine inebileceğimizi ümit edebiliriz.
Körfez günlüğü

Bugün Corona günlerinin 110.ncusu. Körfez'de üç haftamızı doldurduk. İki günlük üniversite sınavları nedeniyle ülke genelinde sokağa çıkma yasağı var. Maske takma zorunluluğu ise devam ediyor. Bulunduğumuz sahil sitesi 1800 evlik, yaz aylarında nüfusu yaklaşık 2-3 bin kişi olabiliyor. Şu anda yarısı dolmuş gibi. Pazartesiden sonra sınav stresini atlatanlar da yola çıkıp geleceklerdir. Böylece sokaklarda araba park edecek yer kalmaz. Temmuzda genelde sitede kalabalık olduğunu öyle anlarız. Bu sene Corona sebebiyle evlerinden 45 gün iki ay çıkmayan insanlar seyahat kısıtlaması kalkınca kendilerini buraya attılar. Hem sıkıldığımız hem de burada açık havada, bahçeli evlerde coronadan daha korunaklı olacağımızı sandığımız için olmalı. 

Ev ortamında maske takmadığımız gibi, balkon ve bahçelerimizde de gerek duymuyoruz. Sabah yürüyüşünde bazısı takıyor, genelde de yaşlılar. Ama çoğu ya takmıyor ya da çenesinde tutuyor. Zaten denize girerken maske takmak mümkün değil. Markete, ya da dışarıya yemeğe çıktığımızda maskelerimizi alıyoruz. Bazen unutup yarı yolda geri gelip aldığımız da oluyor. Döndüğümüzde hemen çıkarıp kurtuluyoruz o yükten. Yine her gün açıklanan yeni corona güncel verilerinde oluyor gözümüz kulağımız. Yeni bir gelişme ya da yasak var mı diye göz ucuyla takip ediyoruz haberleri. 

Genelde burada Tv izlenmez ya da çok az izlenir yaz günleri. Herkes  vaka sayılarının yine 1000'in üstüne çıkmış olmasından tedirgin. Çok endişe verici değil, 1 Haziran normalleşme kararından sonra böyle bir dalgalanma bekleniyordu zaten. Yapılan test sayısına göre de giderek azalıyor ama bir ay geriye gittiğimizin farkındayız. Bunun anlamı şu; belki bütün bu kısıtlamalardan Ağustos ayında kurtulabilecektik, ancak kaybettiğimiz bir ay en azından Eylül ayının da böyle tedbirli geçeceğini gösteriyor. Tabi bir taraftan ekonominin, sosyal hayatın da işlemesi gerekiyordu. Yaz tatili başlamış, insanlar evlerinden çıkamamaktan sıkılmıştı. İnşallah hükümet ne yaptığını iyi biliyordur. Bu musibetin artık hayatımızdan çıkıp gitmesini istiyoruz.


Yazlıktaki günlerimiz; evin, bahçenin işleri, gelip giden çocuklarımız torunlarımız ve yavaş yavaş başlayan kış hazırlıklarıyla geçiyor. Mümkün olduğunca sabahları 8'den sonra yürüyüşe çıkıyorum. Bir saatlik iki tur. Yaklaşık 4,5 km. Sonra da saat 9 buçuk gibi deniz girip duş alıyorum. Yazlıkta kahvaltı hazırlamak, saat 11 buçuk 12'ye kadar kahvaltı masasında olmak büyük keyif bizim için. Ufacık bahçede habire çiçek, fidan dikiyorum. Çoğunu tutturamıyorum ama serpilip büyüyenler de mutlu ediyor bizi. Arada çevreye küçük kaçamaklar yapıyoruz. Bir ara Ayvalık Sarımsaklıdaki Boşnak köyüne gittik. Boşnak böreği fırından yeni çıkmıştı. Nefisti anlayacağınız. Yine bir kez Akçay Yasa tesislerine,  bir kez de Edremit Kadıköy'deki Şıp şıp dede Seyir tepesi tesislerine gittik yemek yemek için.  Dün ve bugün olgunlaşan vişnemizi, eriğimizi topladım. Vişne reçeli kaynatıldı iki gündür. Toplaması, hazırlaması, yapması zahmetli ve sabır işi. Ama kışın vişne reçelinin üzerine reçel tanımam.

25 Haziran 2020 Perşembe

25 Haziran 2020 Perşembe 17:30 CORONA GÜNLERİ.........................Tenkitçi çıkmazı


Yeni tip münekkid

İnsanlar neden sürekli birilerini, bir şeyleri eleştirir? Kendimizi ifade edebilmek için hep başkalarıyla didişmek zorunda mıyız? Kendi çözümlerimiz üzerinde düşünüp dile getirmek yerine neden diğerlerinin yaptıkları üzerinde zaman harcıyoruz? Sohbet, muhabbet etmek için neden sürekli kendi dışımızdaki dünyayı çekiştiriyoruz? Bilgilenmenin, öğrenmenin ve paylaşmanın daha doğru bir yolu yok mudur? İnsan neden düz yollar varken hep eğri büğrü yolları seçer ki?

Bu işi bir meslek, uzmanlık ya da itiyad halinde yapanlar da var elbette. Onlara eski dilde kötüyü iyiyi ayıran, onları ve kusurları söyleyen kişiye tenkid edici manasında 'Münekkid' denirmiş. Tenkidin yeni karşılığı 'Eleştiri' ya bu yüzden eleştiriyi şiar yani kendisine yol, ülkü, ilke edinmiş kişilere de bugün 'eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci' deniyor.

Bu konunun bir felsefe ekolü olarak bilim literatüründe yeri var. Filozof İmmanuel kant'a dayandırılan bu ekole kritisizm(critisisme) yani eleştiri felsefesi deniyor. Kant da önce doğru bilgiye sadece akılla ulaşılabileceğini iddia eden 'rasyonalizm' akımını ve doğru bilgiye ulaşmanın yolunun yalnızca duyularla elde edilen veriler olduğunu söyleyen 'empirizm' akımını eleştirmiş. Bu sebeple ekolüne eleştiri felsefesi deniyor. Bu yaklaşıma göre delilleri ve nedenleri olmadıkça hiçbir bilgi kabul edilemez. Tüm bilgilere eleştiri yoluyla yaklaşılır ve doğru bilgi hem akıl hem de duyumla birlikte elde edilebilir.

Kant, zamanın bir eleştiri çağı olduğunu öne sürmüş. Bu nedenle de hiç kimsenin eleştiriden kaçamayacağını, krallığın da, papalığın da bu eleştiriye baş eğmesi gerektiğini ileri sürmüş. Ayrıca Kant, kitabında insan aklının ancak deney alanından bilgiler derleyebileceğini, deneyi aşan alanların bilimsel bilgisinin olamayacağını iddia etmiş. Ona göre bilginin meydana gelmesi için hem deney hem de zihin yani akıl gerekli. Yani bilginin üretimi için hem dış dünyadan gelen verilere hem de bunları işleyip değerlendirecek bir akla ihtiyaç var. Bununla birlikte metafizik bilgiyi de yok saymamış Kant, bu alanı, ispatlanamaz olan ve nesnellikten uzak bilgilerin alanı diye vasıflandırmış.

Kant ve onun gibi düşünenler insanın yaratılışını, hayatı ve evreni, hemen her şeyi eleştirirler. Ancak Vahye kapalı oldukları, gönderilen resulleri işitmedikleri için hakikatin tamamını anlamaları mümkün olmuyor. İnsanın bir şeye gözlerini kapatması onun varlığını yok etmiyor. Hatta beş duyumuzla algılayamadığımız şeyleri inkar etmemiz  sadece bizim için bir sorun. Yoksa onlar orada var ve bal gibi de bilgiye dayanıyorlar. Bizim bilgimizin, aklımızın ve duyularımızın sınırlılığı hakikatlara mal edilemez. Eleştirel bakmak dozunda yararlıdır ama gerçeğe ulaşmak için yeterli olmaz. Hatta bazen devekuşunun başını kuma sokması gibi insanı komik bir duruma da düşürebilir.

İster bir aile içi konuşmada, ister kahvede yapılan bir çay içimi muhabbetinde farkında olalım olmayalım sürekli kendi dışımızdaki şeyler üzerinde konuşuyoruz. Freni tutmayıp işi iftiraya, sövgüye, hakarete vardırmak çok daha başka bir şey. Onu şimdilik konu dışında bırakıp iyi niyetli yapılan, hatta iyilik adına, dürüstlük adına yapılan eleştiriler hakkında biraz düşünelim. Dedikodunun kötü bir şey, gıybetin ölmüş kardeşinin etini yemek olduğunu bile bile nasıl oluyor da bu fena itiyadı sürdürebiliyoruz? Herkesi ve herşeyi tenkid ederek, dedikodu gıybet demeden sadece "cak cak" etmekten ne elde edilebilir ki?

'Çarşı herşeye karşı' gibi hayatı muhalif, bir münekkid gibi tenkitçi, her konuda uzmanlığı varmış gibi eleştirmen olanlara Allah şifa versin. Felsefeci de değil ki critisisme ekolüne mensup diyelim. Bunlar yeni tip münekkidler. Ama dertleri bilgiyi bulmak değil, hakikate ulaşmak hiç değil. Hatta niyetleri doğruyu söyleyerek bir yanlışı, kusuru düzeltmek de değil. Yani lüzumsuz işlerin, içi boş konuşmaların fuzulî adamları.  

Tenkit hastalığı

Genelde tenkit hastalığının kendini beğenmekten yani kibirden ileri geldiğini söylüyorlar. Başkalarını tenkid etmek için ya doğru olmayan şeyler söyleyeceksin, ya zanla konuşacaksın ya da onların gizli hallerini, yanlışlarını araştırarak ortaya dökeceksin. 

İlki düpedüz 'yalan'dır ve 'iftira' olma ihtimali yüksektir. İkincisi bilmediğin şeyin ardına düşmektir ve onun çoğu doğru değildir. Üçüncüsü de 'tecessüs'tür ve o merak da insanı günah sokar.

Emr-i maruf yapmak ayrı bir şey. Doğru, iyi ve güzel şeyler yumuşaklıkla, kimseyi üzmeden ve genelleme yapılarak söylenmelidir. İnsanların nefsini tahkir edecek, incitecek şekilde yapılmaz. Burada bile olanı tenkid etmek yerine doğruyu, iyiyi, güzeli ve hayrı konuşmak esastır. Tenkid yıkıcıdır, nasihat yol gösterici olur. Eleştiri karşıdakinin savunma refleksini harekete geçirir, halbuki misal vermek, kıssalar üzerinden, güzel sözler alıntılanarak da anlatılabilir meramımız.
  
Eleştiriye çok aldırmamak lazım. Ziya paşa böyleleri için şöyle demiş: "Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim / Gaflet ile görmez kuyuyu rehgüzerinde" Anlamı şu: Kendinden menkul birçok acemi bilgiç, gökte yeni yıldızlar keşfedeyim derken, yollarının üzerindeki kuyuyu görmez. Sonra da...

Eğer doğru değilse, yok sayın gitsin. Ama eğer doğru ve haklıysa da ondan ders çıkartın, yararınıza olur. Alternatifi, çözümü olmayan tenkit bir nevi fitnedir, aman dikkat!  Tenkit adil değilse boşverin, sinirlenmeyin bu o eleştiriyi topal yapar zaten. Şayet bilmediğini de bilmeyen birinden geliyorsa, hatta cahilce bir inat ve kibirle söylenmişse gülüp geçin, düzeltmeye değmez. Suyun üzerinde bile yürüseniz size, "Çünkü yüzme bilmiyor" diyenler olacaktır. O yüzden siz işinize bakın. 

Tenkit hastalığına tutulanlar genellikle suyun üstünde kalabilmek için başkalarına tutunan, asılan, batırmaya çalışanlar gibidir. Onlardan sakının, hatta uzak durun ki size bulaşmasınlar.

23 Haziran 2020 Salı

24 Haziran 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı167...............................Güçlü ve Zayıf yanlar(VII)

Güçlü ve Zayıf yanlar(VII)
Bu hafta Susurluğun "KONUM"veNÜFUS” açısından güçlü/zayıf yönlerini ele alacağız. Daha önce Whatsapp grubumuzda yapılan tarama çalışmasında Susurluk için KONUM bakımından “Güçlü yönler”; “İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük merkezlere yakınlık”,“Beldemizin diğer ilçelerle karşılaştırıldığında nispeten daha bakir olması” ve “İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için oldukça uygun bir konum” şeklinde belirlenmişti. Yine aynı çalışmada Susurluk için NÜFUS alanında “Güçlü yön” ise; Henüz çok yaşlanmamış bir nüfus olarak tespit edilmişti. Bu faktörler bugün de halen mevcut. Ancak, orta vadede de Susurluğun gelişmesini olumlu etkileyebileceği düşünülen avantajlar.
İlçemiz coğrafi konum olarak Türkiye’nin ekonomik hareketliliğinin en yüksek olduğu Marmara Bölgesi’nde yer aldığı gibi Marmara Denizi’ne de çok yakın bulunuyor. Haritaya bakacak olursanız körfeze dönük Balıkesir ilinin başına denk gelen bölgesinde küçük bir armuta benzeyen Susurluk ilçesini görebilirsiniz. İlçe toprakları ilin kuzey doğusunda, deniz seviyesinden ortalama 63 m. rakımda, fazla yüksek olmayan engebeli bir araziden oluşuyor. Kuzeyde Bandırma ve Manyas, doğusunda M.Kemal Paşa, Güneyinde Kepsut, batısında Balıkesir ili ve Balya ile çevrili. Doğu kesiminde Çataldağ (1336 m), batı yönünde ise Keltepe (881 m) yükseltileri arasında, doğudan Simav çayı olarak gelen Susurluk deresinin oluşturduğu vadi üzerinde konuşlu. Dere ilçe merkezini bölerek kuzeye doğru Yahyaköy, Göbel, Kepekler ve Beylikköy’e doğru ilerliyor ve buralarda son derece verimli ova toprakları içinden Karacabey’e geçiyor. Bir adı da Kocadere olan bu bereket kaynağı çay Marmara Denizine dökülen en büyük ırmak. 
 Susurluk bilindiği gibi İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük şehirlere yakın. Aynı zamanda Çanakkale-Bursa-Bandırma-Balıkesir gibi gelişmiş merkezler ortasında yer alıyor. İlaveten yol üstü ve güçlü bir ulaşım ağı arasında. Susurluk ilçesi bu konumundan dolayı öncelikle “İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük merkezlere yakınlık” açısından avantajlı bir noktada. Kendi bölgesini olduğu kadar Ege bölgesini ve İç Anadolu’yu da Marmara denizine, böylece İstanbul’a, Tekirdağ’a ve dış dünyaya bağlayan bir geçiş koridorunda bulunuyor. Çok yakınımızda, Bandırma’daki deniz ulaşımı ve ulaşıma bağlı taşımacılık ile bu ulaşımın tetiklediği sektörler zaten bölgemizin mekânsal gelişim eğilimlerini önemli ölçüde etkilemekte. İlçemiz bu ortamda Marmara Bölgesi’ni Ege ve İç Anadolu Bölgelerine bağlayan kara ve demir yollarına sahip. Karayolu, otoyol ve demiryolundan oluşan bu kombine ulaşım altyapısı Susurluk topraklarında güçlü bir ağ oluşturuyor. Mevcut ağ bir bakıma mal ve hizmet akımlarının geçiş yaptığı, yönetildiği ve yönlendirildiği bir altyapı anlamına da geliyor. Böylece İstanbul, İzmir ve Bursa gibi önemli merkezlerin karşılıklı etkileşimi Susurluk üzerinde hissediliyor diyebiliriz. Çevresindeki önemli turizm, ticaret ve sanayi merkezlerini birbirine bağlayan konum kendisine çok güçlü bir pozisyon sağlıyor. Söz konusu merkezler tarım ve hayvancılık ürünlerimiz için büyük pazarlar olduğu kadar, aynı zamanda hizmetler ve sanayi sektörlerinde de uzmanlaşmış bölgeler. Bu yüzden ilçemizin sahip olduğu konum lojistik sektörü için de büyük bir önem taşıyor ve bu avantaj orta vadede de devam edecek. 
Böyle bir konuma sahip olmasına rağmen ilçemiz, çevresindeki Bandırma, M.Kemal Paşa ve Gönen gibi diğer komşu ilçelerle karşılaştırıldığında nispeten daha geride kalmış görünüyor. Susurluğun ne yazık ki fark atacak tarihi, turistik ve kültürel manada renkli bir geçmişi yok. Arkeolojik yada sanatsal eserlere de malik değil, bu nedenle Turizm yok gibi. Ayrıca ilçe sınırları dahilinde uluslararası çapta büyük sanayi tesisleri ve ticari yatırımlar da bulunmuyor. Ekonomik olarak bazı sanayi tesislerine sahipse de bunlar daha ziyade orta ve küçük ölçekte işletmeler. 
    Nüfus açısından da Susurluğun durumu pek iç açıcı değil. 1970’de nüfus 39.951 iken 2000’e kadar artarak 43.107’ye ulaşmış. Ancak, sonrasında sürekli azalarak 39 binin altına düşmüş. Yani bir anlamda bugün Susurluk 1965’de 39.763 olan nüfusunun da altına inmiş görünüyor. Bütün bunlar bazıları olumsuz, bazıları ikaz işaretleri veren göstergeler. Bu durumda “Beldemizin diğer ilçelerle karşılaştırıldığında nispeten daha bakir olması” acaba orta vadede kendisi için bir avantaja dönüşebilir mi? Bir başka açıdan daha ‘el değmemiş, kapağı açılmamış bir Susurluk’ tan söz ediyor olabilir miyiz? 
     Evet, çünkü Susurluk’ta kilometre kare başına 36,6 kişi yaşıyor.  Karşılaştırmak için bu yoğunluğun Türkiye ortalamasının 104, Balıkesir ili ortalamasının da 84 kişi olduğunu not edelim. Son olarak konu ile ilgili bir iş adamının; “Balıkesir gizli kalmış bir hazine” ifadesini sahip olduğumuz değerler, el değmemiş bir doğa, sanayi ve lojistik yatırımlarına uygun araziler, jeotermal, rüzgâr ve biyoenerji potansiyeli nedeniyle Susurluk için niye düşünmeyelim ki? En azından daha yolun başında olmak bundan sonrası için akıllıca değerlendirebileceğimiz pek çok seçim şansımızın olduğunu gösteriyor. Bütün bunlar bence arada-derede kalmış olmamızı ‘güçlü’ bir avantaja dönüştürüyor.
Burası İstanbul, Bursa, İzmir üçgeninin tam ortasında bir nokta. Özellikle Çanakkale-Balıkesir Bölgesel Planı kapsamında ve iki ana aksta gelişen otoyolların odağında yer alıyor. Buna hızlı tren projesi ve demiryolu aksı da ilave edildiğinde Susurluğun gayet stratejik bir konuma sahip olduğu açık. Her sektörden yatırıma müsait geniş bir arazi varlığımız var. Söz konusu avantajları yöremizi “İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için oldukça uygun bir konum”a yükseltiyor. Susurluk İlçemiz ulaşım ağı bakımında önemli bir konumda yer aldığı gibi yeni yapılan İstanbul-İzmir Otoban yolunun da üzerinde. Böylece kuzeyinde ve güneyinde yer alan iki önemli ve yoğun ticaret ağına da eş değer uzaklıkta. İlaveten karayolu ile Bandırma’ya 55 km, Bursa’ya 108 km ve Balıkesir İl Merkezine 45 km yakınlıkta. Mevcut ulaşım araçları her daim çalışıyor. Bu bağlamda ilçemizde ulaşım ağı bakımından hiçbir sorun olmadığı gibi, yeni yatırımların gelmesi açısından da talebi karşılayacak düzeyde yer mevcut. Önemli ulaşım güzergâhları üzerinde yer alması, İstanbul, Bursa ve İzmir gibi metropollerin kesişim noktasında bulunması, gelişmiş iç pazarlara ve Bandırma limanı üzerinden de Avrupa’ya ulaşım imkânı bulunması ilçemizi tercih edecek sanayi kuruluşları için değerlendirilmesi gereken son derece cazip bir ortam.  Kaldı ki otoyolla birlikte birçok tarlanın birileri tarafından satın alınması, İstanbul’u terk etmeyi düşünen bazı sanayicilerin Susurluk OSB’si için girişimde bulunmaları tesadüf değil. Alternatif lojistik bir merkez olması ile ilgili düşünceler de bu yüzden.
Susurluğun NÜFUS açısından “Güçlü yön”ü; Henüz çok yaşlanmamış bir nüfus olarak görünüyor. İlçemizin nüfusu 2019 yılına göre 38.704. Bu nüfusun, 19.128’ erkek (%49,4) ve 19.576’sı kadından (%50,58) oluşuyor. 2000’li yılların başında 43 bin civarında imiş. 2007’de 42.726’ya, 2010’da 41.504’e, 2014’de 39.929’a, 2019’da da 38.704’e düşmüş. Elimizdeki istatistiki verilere göre Nüfus artış hızı dalgalanmakla birlikte son on yılda %0’ın altında yani eksi görünüyor. 2008’de -%0,46, 2013’de -%0,37, 2018’de -%0,26 ve 2019’da da -%0,91 imiş. Sorunu anlamak için Bandırma ilçesindeki nüfus artışının binde 12,25 olduğunu belirtmek gerek. Yine 2019 verilerine göre Susurluk nüfusunun %24,28’i yaşlı, %27,61’i genç ve %48,11’i ise orta yaşta. Orta vadede bu yaşlanma tablosu sıkıntı çıkarmaz, ancak yaşlı nüfus genç nüfusu geçmek üzere. Şimdilik Susurluk henüz çok yaşlanmamış bir nüfusa sahip. Bu avantajın gerek ekonomik gerekse sosyal açılardan değerli olduğunu ve dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Yaşayan dört kişiden biri genç, diğeri yaşlı kalan ikisi de orta yaşta görünüyor. Tablonun 1-2-1 olması şu anda güçlü gibi görünen bu konunun uzun vadede zayıfa dönmesine de sebep olabilir. Bu da hem sosyal hem de ekonomik anlamda ilave sorun yaratacaktır.
Yapılan tarama çalışması ve katkılar sonucu “KONUM“ sektöründe tespit edilen “Zayıf yan”ımız; “Deniz ve sahil sınırının olmaması” olarak belirlenmişti. Kuşkusuz denize sahili olan ve liman sahibi yerleşim yerleri tarihten bu yana gelişmişler. Bandırma’nın büyümesi de büyük ölçüde bu sebepten. Mesela deniz sahili bulunan körfez ilçelerimiz Edremit, Burhaniye ve Ayvalığın Turizm açısından gelişmiş olması da aynı nedenle olmuş. Susurluğumuz bu açıdan pek talihli değil. Ancak, bölgemizin denize açılan kapısı durumundaki Bandırma limanına olan uzaklığının sadece 55 km. olması, bölge ulaşımının karayolu, otoyol ve demir yolu ile ilçemiz üzerinden sağlanması bu zayıf yönümüzü hafifletiyor. Stratejik bakış açısıyla zayıf yönlerin güçlü hale dönüşüp dönüşmeyeceğine bakmak gerekir. Bu açıdan deniz ve sahil sınırı konusunda çözümü olmayana takılmamak,  mümkün olana odaklanmak daha akıllıca olacaktır. 

23 Haziran 2020 Salı 20:30 CORONA GÜNLERİ...................................Yolculuk hali

Yol arkadaşları

Yıllardır pek çok yol arkadaşım oldu. Yürüdüğüm yollar kolay değildi ve genelde zirvelerde, engebeli arazilerde, düşe kalka yol aldım. Böyle 35 yıl, 6 şehir ve 6 kurum; dile kolay tabi. Bu süreçte yan yana bazen de karşı karşıya düştüğümüz pek çok insanla birlikteydim. Onların hepsi anın içinde yol arkadaşı olduğunu sandıklarımdı. Ancak, geriye doğru baktığımda gerçekte bir elin parmakları kadar bile değilmişler.

Demek zaman gibi rastlaştıklarımız da gelir geçermiş. Belli bir zaman, belli bir mekân ve belli bir hâl için bir arada olan, ama "öküz ölünce ortaklığın bozulduğu" kişilermiş. Bazen hayattaki dost ve arkadaş arayışımı eski batı altın madencilerine benzetiyorum. Zaman içinde onlar gibi elimdeki elekten tonlarca kum tanesi geçti. Bulabildiğim altın tanecikleri ise belki sadece bir kaç gram eder. Dünyanın gelir geçerliğine, faniliğine çok uygun bir encam bu. Hayret etmiyorum, sadece çok ibret verici.

Yaşlandım, artık her birlikte yürüdüğüme peşin peşin yol arkadaşı gözüyle bakmamayı öğrendim. Yine de herkes başlangıçta böyle bir avansı hak ediyor, yol arkadaşlığına aday oluyorlar ama öyle olup olmadıkları ancak süreç içinde anlaşılıyor. Bu yüzden o sıfat öylesine bir unvan değil. Her arkadaş, hatta dostlar bile bu kavramın içini tam dolduramıyor. Akrabalıkla, komşulukla ve taraftarlıkla da bir ilgisi yok. Bu onlara değer vermediğimden değil, benim gözümde 'yol arkadaşı' olmak çok daha farklı bir şey de ondan. Adeta manevi bir anlam yüklü de onun için. Belki 'Dava arkadaşlığı' gibi. Eskilerin 'ahretlik' , 'sağdıç' , 'kankardeşi' , 'yaren' dediği yoldaşlıklar da acaba böyle miydi, merak ediyorum.
  
Bu yılın başından beri memleketim Susurluk'la ilgili bir çalışmanın içindeyim. Amacım bu çalışmayı daha bir yıl devam ettirip çocukluğumun şehrinin geleceğine katkı sunmak. Yalnız bu yazı dizisinin diğerlerinden pek çok farklı yönü var. Bunlardan biri de sürecin kendisini Susurluklu hisseden herkesin görüş, düşünce ve fikirlerine açık olması.

Önerilen stratejik plan yönteminin bir özelliği de bu zaten. Mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon oluşturulması, bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirlenmesi, ölçülebilir kriterler geliştirerek performansın izleme ve değerlendirilmesi katılımcı ve esnek bir yönetim yaklaşımına ihtiyaç gösteriyor. Bu yaklaşıma kısaca ‘Stratejik yönetim’ diyoruz.

Stratejik planların işte bu yaklaşım, katılımcı bir yöntem ve süreç yönetimi ile yapılması gerekiyor. Paydaşlığın önemsenmesi, farklı fikirlerin zenginliğinden yararlanılması, çözümcüğün ve geleceğe odaklanmanın teşvik edilmesi isteniyor. Güncelle değil, gelecekle ilgili ve bir yol haritası olarak şekilleniyor. Böyle olunca da bu amaç için birlikte olanların 'yol arkadaşlığı' çok değerli. 

Yoldaki işaretler

Bu hafta Susurluğun ‘Güçlü ve Zayıf yanları' serisinden VII.'sı olan 'KONUM' ve 'NÜFUS' la ilgili yazım Susurluk REİS gazetesinde yayınlanacak. Böylece halen mevcut olan ve orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacağı varsayılan “Güçlü yönler” ile bu alanlarda 'Zayıf' bulunduğumuz hususlar ele alınıp değerlendirilmiş oldu. Söz konusu yazımı yarın, yani 24 Haziran Çarşamba günü dağıtımı yapılan Susurluk REİS gazetesinden okuyabilirsiniz. Ya da bu yazıma ve diğerlerine internetteki; http://yzyorum.blogspot.com.tr/search/label/GAZETE%20YAZILARI adlı sitemden ulaşabilmeniz mümkün. Ayrıca Facebookunuz varsa https://www.facebook.com/profile.php?id=100000231642659 da yazdıklarımı takip etme imkanınız var.

Çıktığımız yolda kendimize yol arkadaşı bulabilir miyiz bulamaz mıyız bilemiyorum. Ancak “Susurluk için ne yapılabilir?” sorusu üzerinde düşünmeye ve önerimizi şekillendirmeye, Stratejik Plan yaklaşımının “Neredeyiz?” sorusuna cevap bulmaya ve 'en az beş yıllık orta vadeli, Bölgesel bir alt plân yapılmalı' önerimizi açmaya devam ediyoruz. Önümüzdeki hafta inşallah "TURİZM sektörü ile "KENTLEŞME VE ÇEVRE" konusunda güçlü ve zayıf yönlerimizi ele alacağız. Bir sonraki yazımız bu bölümün son konusu "SAĞLIK" ve "EĞİTİM" olacak.


Bu yazılar sadece benim aklım, fikrim ve görüşüm değil elbette. Pek çoğu internet ortamında yer alan kurumsal bilgi ve belgelerden yararlanılmış şeyler. Bazıları Whatsapp grubumuzdan ya da özelden gelen katkılar. Kuşkusuz benim de bilgim, tecrübem, görüş ve değerlendirmelerim var. Sonuçta tümünün belli bir akış ve üslup içinde editörlüğünü üstlenmiş durumdayım. Onlar yürüdüğümüz istikamette birer "işaret" gibi bize eşlik edecekler. Bu yol işaretleri bizi en nihayetinde amacımıza yönlendiren birer menzil mahiyetindeler. 

Bu noktada çalışmanın somut bir ürün olarak ortaya çıkıp şekillenmesinde katkısı olanlara, bilhassa da Hakan kardeşime çok çok teşekkürler ediyorum. Katkılarını özel olarak ileten bazı değerli dostlarıma da buradan şükranlarımı sunuyorum. Fikir ve katkılarından istifade ediyorum, edeceğim de. Öte yandan elinden bir şey gelmediğini, konuya ehil olmadığını düşünerek en azından dua edenlere de müteşekkirim. Onlarla yol arkadaşlığı etmek güzel. hepsinin Susurluk için iyi ve olumlu bir örnek olduklarını düşünüyorum.

Birlik ve beraberlik içinde olmak, birlikte çalışmak ve birlikte güzel şeyler ortaya çıkarmak gerçekten harika bir yol arkadaşlığı. Özellikle de geleceğe yönelik plan yapabilmek için geleceğe dönük düşünme becerisi kadar birlikte yol yürümeye inançlı ve kararlı insanlara ihtiyaç var. Şayet Susurluk ilçemizin de geleceği ile ilgili plan yapılmasını arzu ediyorsak öncelikle entellektüel bir birikim oluşturabilmeliyiz. İlçeyi yönetenlerin, iş adamlarının, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, medyası ve kamuoyunun bu çözüm etrafında güç ve iş birliği yapmasını sağlamalıyız. Ortak bir amaç belirleyebilirsek birlikte de yürüyebiliriz. Sonrası bu hareketin liderlerinin elinde olacaktır. Bizler böyle bir oluşumu başarabilirsek ilçe mülki idaresinin de bu yolculuğa bigâne kalması düşünülemez. Kaldı ki insanları ortak bir amaca doğru adalet ile yönlendirip yönetebilmek idarecilerin hem görevi hem de en önemli meziyeti sayılıyor.

Kuşkusuz böyle ortak amaçları bulup çıkarabilmek toplum olarak bizim en büyük eksikliklerimizden biri. Ortak bir amaç belirlenemezse, birlikte yürümek ve yol arkadaşlığı etmek de mümkün olmuyor. Konuşulan bir amaç birine dar gelirken, öbürüne bol gelebiliyor. Neticede ortak bir paydada buluşulamıyor. Şöyle olmalı, böyle olmalı diyenlerin kahve ağzından çıkıp etraflarına kulak vermeleri, okumaları, düşünmeleri ve ortak akıl için biraz çaba göstermeleri gerekiyor. Tüm siyasîler ve yöneticiler "biz adiliz" diyerek adil olmuş olmuyorlar ki. Bunun sözde kalmaması lazım. Şayet adalet ortalıkta hiç gözükmezse yazıp çizilenlerin kağıt üzerinde kalmada mukadder oluyor. Bu yüzden birikmiş sorunlar varsa "yönetiyoruz" diyerek koltuk işgal edenlerin sık sık aynaya bakmaları tavsiye edilir.

Ancak yine de, yaşadığımız ya da gördüğümüz olumsuzluklar üzerinde çok durmak kesinlikle bizi çözümsüz girdaplara çeker. Eleştiri de bir haktır ama yapılan bir eleştirinin değeri, yanında getirilen en az iki çözümle ortaya çıkar. Şu anda yolun başındayız, elbette şikayet ettiğimiz şeyler var. Ancak dertlenerek, sızlanarak ve bilhassa sadece başkalarını eleştirerek ortaya güzel bir iş yada eser koyanı görmedim bu güne kadar. Yapabiliyorsak kollarımızı, gönlümüzü ve aklımızı ardına kadar açarak kucaklayıcı olmamız gerekiyor. Düşünecek, araştıracak çok şey var. Canımız yansa, içimiz burkulsa da şöyle diyebiliriz:".. Görecektir, duranlar yürüyeni..."

Sağımıza solumuza gereğinden fazla takılmamak lazım. Elbet çıkar "7 güzel adam"deyip yürümeliyiz. Biz devam edelim, zaten bu fiili bir davettir. Duymak, görmek, bilmek istemeyene ise ne yapsak boştur. Niyetimiz hayırdır, inşallah hayra çıkacaktır. "Que sera sera!" Ne olacağı bellidir. Merak etmek bu akıbeti değiştirmez. Önemli olan nasıl yürüdüğümüzdür.  Bazıları "Seni bu yaptığın çalışmadan dolayı şu an ilçemizde söz sahibi, seçilmiş ya da atanmış olan idarecilerden kaç kişi arayıpta teşekkür etti, yada katkı sağladı?" diye soruyor. Tabi ki "teşekkür" edenler, "çok iyi gidiyor" ya da "bize ne düşerse" diyenler oldu, olmadı değil. Ancak iş sadece teşekkür etmekle bitmiyor ki. Aktif katkı vermeleridir esas olan. Kaldı ki Whatsapp grubumuzda olanlar Susurluk'ta bu sürece katkı verebilecek herkes demek değil. Bizim yolculuğumuzdan, çalışmamızdan daha hiç haberi olmamış ya da halkaya dahil edilmemiş pek çok değerli insan var bu Susurluk'ta. Bu yolda en azından iki sene daha göz önünde olacağız. İnşallah böyle kişilerde bu gruba katılır ve katkılarını esirgemezler. 

Neticede bu platform "Susurluk için ne yapabiliriz?" derdi olanlar içindir. Cuma kutlaması vb. şeyler herkesin kendi sayfasında veya başka yerlerde de yapabileceği şeylerdir. İçimizde bulunan pek çok değerli arkadaşın Susurluk için görüşü, fikri, bu sürece katkısı olabileceğini biliyorum. Tabi ki yazılanları okuyanlardan fikirlerini paylaşmalarını bekliyoruz. Bize göre doğru olan şeyler kimilerine yanlış gelebilir. Onlara göre olumsuz olan noktalar yeri geldikçe bize hatırlatılabilir. Böylece bizde ortaya koyduklarımızın yanlış/doğru mukayesesini yapabiliriz. Ama ya susuyorlar, değerli fikirlerini en sona saklıyorlar ya da hiç okumuyorlar bile. Doğrusu yazılanları takip edip okuyamayacak kadar meşgul olanlar için üzülüyorum. Ama elimizden bir şey gelmez. Biz elimizden geleni yapmaya devam edelim. İnşallah işin sonunda hayırlı ve Susurluğa faydalı  bir eser ortaya çıkar.

21 Haziran 2020 Pazar

21 Haziran 2020 Pazar 15:00 CORONA GÜNLERİ................................Susurluk yazıları


Corona günlerinde Susurluk

2020 yılı başından  bu yana altı aydır Susurluk için bir yazı dizisi üzerine çalışıyorum. Bu sürenin son 100 günü Corona salgınıyla geçti. Görünen o ki corona günleri devam ediyor, Susurluk yazılarım da öyle. 

Kuşkusuz iki konu birbirinden çok farklı, ancak hayat da böyle bir şey değil mi? Yaşadıklarımız illa ki birbirine uyumlu denk şeyler olmuyor. Salgın hastalık süreci genelde acı, korku, tedirginlik ve belirsizliklerle sürüyor. Susurlukla ilgili yazdıklarımız ise daha çok bir 'umut yolculuğu' na dönüştü. 

Bugünlerde salgın dalgalı seyrediyor, henüz durulmuş değil.  Susurluk yazılarımız ise Staratejik plan yönteminin ilk, yani 'Neredeyiz?' aşamasında. Susurluklu bazı değerli dost ve arkadaşlarımı yazılarımdan ve görüşlerimden haberdar etmek, destek ve katkılarını almak üzere eş zamanlı olarak bir WhatsApp grubu kurmuştum. Grup üyeleri elbette ki değişik siyasi görüşlere sahip insanlar. Ama nihayetinde politik bir amacım yok, aksine Susurluğun geleceği için bir konsensüs arıyorum. Geleceğe uzanan yolumuzu tanımak, aydınlatmak ve Susurluğu da buna hazırlamaya çalışıyorum. 

Mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon oluşturulması, bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirlenmesi, ölçülebilir kriterler geliştirerek performansın izleme ve değerlendirilmesi katılımcı ve esnek bir yönetim yaklaşımına ihtiyaç gösteriyor. Bu yaklaşıma kısaca Stratejik yönetim deniyor. Bu tarz bir yönetim yaklaşımı, öncelikle; Neredeyiz?, Nereye ulaşmak istiyoruz?, Ulaşmak istediğimiz noktaya nasıl gideriz? Ve Başarımızı nasıl değerlendiririz?” şeklinde ifade edilebilecek dört temel soruya cevap aranarak işe başlıyor. Sonuçta bir stratejik plân ortaya konulmasıyla da olgunlaşıp sonuçlanıyor.

Bu çalışma önerimiz olan stratejik planın kendisi olmayacak elbette. Onu Susurluğun kendisi yapacak. Biz sadece yolu göstereceğiz. Yapabilirsek; anlaşılmasını, benimsenmesini, inanmayı, destek ve katkı verilmesini kolaylaştırmak istiyoruz. Amacımız işte bu süreci Susurluğa mal edip benimsetebilmek. Duymayan kulaklara, okumayan gözlere, umutsuz gönüllere ulaştırabilmek. İnanın ki sonrası üç kişiyle de olur on kişiyle de. Aslında kişisel olarak Susurluk'ta birlikte yürünebilecek bir zemin var mı yok mu diye de merak etmiyor değilim. Fark şu ki: olmasa da, yazacaklarımı bitirmeden inşallah vazgeçmeyeceğim. Bakalım, niyet halis, inşallah akıbet de halis ola!

Şu anda odaklandığımız ve önerdiğimiz şey; "Susurluğun geleceğine yönelik makro bir bölgesel / stratejik plan yapılması". Bunun için radarlarımızı biraz daha geniş bir çapa ayarlamamız gerekiyor. Yetişmiş pek çok Susurluk değerinin bu tür bir makro plan çalışmasına katkısı olabileceğinden eminim. Ancak, böyle bir zemin oluşabilecek mi, başarabilecek miyiz, onu göreceğiz.

Stratejik plan hazırlığının 'Neredeyiz?' sorusu 'Tehditler', 'Fırsatlar' 'Güçlü' ve 'Zayıf' yönlerle ilgili. Bu aşamada en azından üzerinde konuşulabilecek bir alt yapının ortaya çıkacağını umuyorum. Sonraki aşamalarda 'Nereye varmak istiyoruz?', 'Oraya nasıl gideceğiz?' ve 'Başarımızı nasıl ölçer değerlendirebiliriz?' soruları var. Şu an için yol haritamızda toplam 14-15 yazılık bir 'Durum analizi' söz konusu. Böylece önümüzde duran 'tehdit' ve 'fırsat' ları, 'güçlü' ve  'zayıf' yönleri hep o stratejik plan yaklaşımı içinde ele alıp analiz etmiş olacağız. Sonuçta dört aşamalık tüm çalışma için inşallah yaklaşık bir yıl emek verilecek, düşüncelerimizi paylaşacağız. Bunlar Susurluğun gelecek önderleri tarafından sahiplenilmesi gereken adımlar.

Son iki aydır 'Durum analizi' ile ilgili değerlendirmeler yapıyoruz. "Susurluğun gelişmesini zorlaştıracak, engelleyecek ve zarar verebilecek dış 'Tehdit' ler" ile "Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek dış 'Fırsat’ lar"ı gözden geçiren 5 yazı "Fırsat ve tehditler" başlığıyla çıktı. Ardından gelen "Güçlü ve zayıf yönler" serisinin de şu anda 6.sı yayınlanmış durumda.Bugün Susurluğun sahip olduğu  'Güçlü' yönlerin daha da gelişmesi,  "zayıf" taraflarınsa en azından (0) noktasına getirilerek, sonra da güçlüye doğru evrilmesi stratejik nitelikte adımlara ihtiyaç duyar. Umuyorum ki bu aşama bittiğinde genel değerlendirme yaparken elimizdekilerin bize ne kadar güç verdiğini, verebileceğini, ne kadar da köstek olduğunu, olabileceğini görmüş olacağız.

Memleketim için

Dilimizde ‘sıla’ kelimesi insanın doğup büyüdüğü ya da bir süre ayrı kaldığı yer anlamına geliyor. Öyle ki sıla, eskiden beri Anadolu insanının dilinde gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer, yani ‘memleket’ anlamına kullanılmakta. Çoğu zaman kişi için doğup büyüdüğü ülke, yurt, bölge, yurt ve yer ‘memleketim’ kelimesiyle ifade ediliyor. Bu bakış açıyla doğduğu yerden uzaktaki insanlar, yani gurbette yaşayanlar için ‘sıla-i rahim’ akrabalık bağından daha fazla bir anlam taşıyor.

Yıllardır ‘sıla’mdan yani ‘memleket’im Susurluk’tan uzakta yaşıyorum. Yatılı okul, üniversite, 35 yıl gurbette memuriyet ve nihayet emeklilik dönemim doğduğum yerden uzaklarda geçiyor. Elbette sıla-i rahim sebebiyle alâkam hiç kesilmedi. Her geçen yıl benden büyük akrabalarım giderek azalsa da köklerimin orada olduğunu biliyorum. Akranlarımın çoğu hayat mücadelesi nedeniyle Susurluk'ta değiller, yeni gençleri ise neredeyse hiç tanımıyorum. Bu yüzden gittiğimde kendimi yalnız ve yabancı hissetsem de nihayetinde oraya ait olduğumun farkındayım. Bu yüzden “Nerelisin?” diye soranlara “Susurlukluyum” demeye devam ediyorum. Olmasam da kalbim Susurluk’la beraber. 

1960’lı yıllarda da Susurluğun sorunları vardı elbette. Ancak bunlar keyfe keder konulardı. Şeker fabrikası gürül gürül çalışıyor, hayvancılığıyla, etiyle, sütüyle, yoluyla, mola tesisleriyle Susurluk’ta bir şekilde teker dönüyordu. Henüz evlatlarını okumaya ve çalışmaya dışarı göndermenin acısını tatmamışlardı. Yurt dışındaki Susurluklular ise tatile geldiklerinde çevrelerine katkı ve hareket sağlıyorlardı. Henüz kimse ‘acı vatan Alamanya’ gerçeğiyle yüzleşmemişti. İnsanlar daha güzel şeylerin umudundaydılar ve gezmeye, eğlenceye bolca vakit ayırabiliyorlardı.

Ardından 70’li yıllarda daha fazla genç okumaya gitti Susurluk’tan. Doğal olarak Şeker fabrikasına giremeyen bir çok genç ayrıldı ana ocağından. İşte o yıllardan bu yana Susurluk nüfusu ve ekonomisi adeta patinaj yapmaya başladı. Şeker fabrikası ve Susurluk yetmez oldu yeni yetişen gençlere. 70’li, 80’li ve 90’lı yıllar zaten ülkenin de türbülansa girdiği yıllardı. Susurluk bu dönemin yaralarını ne yazık ki sıcağı sıcağına pek anlayamadı. Alıştıkları devranın öyle gideceğini sandılar. Geleceğe yönelik bir atılım içine girmediler, giremediler. Ama 2000’li yıllar Susurluğun yüzüne hep birer şamar gibi indi, ondan da bir ders çıkaramadılar. Önce Şeker fabrikası teklemeye başladı, ardından Yörsan’la ilişkileri gerildi, son olarak dinlenme tesislerinin akıbeti belirsiz bir süreç izlemeye başladı.

Bir şeyler yapmak gerektiği açıktı. 1999’da yapılan seçimde memleketime olan vefa borcumu ödemeye çalıştım. Susurluğu gelecek yıllar ve gelişmelere karşı uyardım. Yeni sanayi yatırımlarına ihtiyaç olduğunu, Susurluğu teğet geçecek bir İzmir otobanı plânlandığını, gençler için bu günden bir şeyler yapılmazsa ilerde büyük sorunlar yaşanacağını dilim döndüğünce anlattım. Ne yazık ki aynı şeyleri 20 yıldır söylüyor ve yazıyorum.


Emekli olduktan sonra son iki buçuk senedir de sırf Susurluğa katkım olsun diye REİS gazetesine bilâ ücret yazı yazıyorum. Elim, dilim, yüreğim yettiğince de yazmaya ve önerilerde bulunmaya devam edeceğim. O da olmazsa dua ederim. Bu benim anama, babama, atama bağlılığım gibi sıla-i rahim inancımla da ilgili. Gelecek günlerde de fırsat oldukça yazmaya devam edeceğim inşallah. Belki "Susurluk için bir şeyler yapılmalı?" diyen birilerine yardımım ve katkım olur.