15 Ağustos 2014 Cuma

176 16 Ağustos 2014 Cumartesi 05:18 ŞİİR VE TÜRKÜ........................Bir geçmiş zaman hikayesi

Bir geçmiş zaman hikayesi


Türküler yüzlerce yıldır bu toprakların parmak izleri gibidir. Dilidir, sesidir, hikayesidir insanlarının. Onları dinlediğimizde hüzünlenir, neşelenir ya da duygulanırız. Çalan sazın coşkusuyla içimiz içimize sığmaz. Ama çoğu zaman onları konuşturan yaşanmışlıkları bilmeyiz, kahramanlarını hatırlamayız. Hatta ağlanacak türküde oynar, gönlümüze değen havalarda da efkarlanırız.

Oysa sözleri derin manalar yüklüdür. Aşıklık geleneğinin zamanı aşıp gelen söz ustalığı ile doludurlar. Zamanı, kahramanı ve hikayelerinden ayrı bile olsalar o sözler yine de birer mücevher gibidir. Okundukça ışıldar, çalındıkça daha bir parlarlar gözümüzde. Ve dizeleri yeni anlamlar kazanır günümüzde. Şimdi türküsünü dinlemeden şu sözlere bir bakınız:

Göğde uçan huma kuşu / Ne bilir dalın kıymatın / Kargayı dala kondurman / Ne bilir elin kıymatın
Kahvelerde laf atanlar / Gerçeğe yalan katanlar / Sonra beyliğe yetenler / Ne bilir gülün kıymatın

Güçlü şiirsel yapısı bir yana bu sözler “kadir kıymet bilmeyen” belki de “haddini bilmeyen” günümüz insanına asırlar öncesinden söylenmiş gibidir. Güçlü ifadelerle günlük hayattan politikaya, sanattan felsefeye pek çok alana ışık tutuyorlar. Anlayana sivrisinek saz, duymayana davul zurna az demişler. Arife tarif gerekmez değil mi ?

Biz yine de bu türkünün halkın gönlünde bu güne kadar saklanıp gelmiş hikayesini öğrenelim. O zaman bir şeyi daha anlayacağız ki bu toprakların kültür birikimi geçmiş zamanlarda yaşanan acılar kadar sevdaları da bu güne taşıyıp gelmiş. Bu türküler o kadar değerli ki; deryalar kadar zengin halk imbiğinden damla damla süzülmüş.  Bu hikayeler o kadar sade ve hakiki ki; Türkünün güzelliği kadar, sözlerine de paha biçilmiyor.

Geçmiş zamanlardan birinde Irışvan oğlu namında bir bey onun da Kınalı hatun adında bir bacısı varmış. Bu beyin kapısında Öksüz Yakup adında bir kölesinden başka da kimsesi yokmuş.

Köleyle kız birbirlerini sevmişler. Ama Irışvan oğlu pınar başında onları görmüş. Katil olmaktansa ben bu kızı başka birine vereyim diye düşünmüş. Gelen dünürcülere de “Bir haftaya kalmadan kızı götürün. Kimseye de haber vermeyin” demiş.

Kınacılar gelince Öksüz Yakup durumu anlamış. Fakat ne yapmalı bilememiş. Sonunda bir çerçi vasıtasıyla kıza haber iletmeye çalışmış. Çerçinin içerde söylediği türkü şöyleymiş:

Şimdi ağ ellere kına yakılır / İnce bele Tarabulus dökülür / Eski nala acar mıhı çakılır / Dostun sana selamı var Kınalı
Yetdi mo’la , Şâm elinin hurması / Gitti m’ola âla gözün sürmesi / Mısırın Bağdadın telli turnası / Dostun sana selâmı var Kınalı
Açıldı mı bağçamızın gülleri / Uzun olur Siveyişin yolları / Şimdi alard alard değner yolları / Dostun sana selamı var Kınalı
Çerçi Yusuf der de oldum şivara / Ulunun işini mevlam onara / Öksüz Yakup gördüm ağlar pınara / Dostun sana selamı var Kınalı

Irışvan oğlu bey işkillenmiş ama çağırılan türkü de kıza ulaşmıştır artık. Kınalı kız bu sırada bir yolunu bulup kaçmış. Pınara varmış ki Öksüz Yakup gerçekten pınarın başında ağlıyor. İkrar verip birlikte Anteb’e kaçmışlar.

Bir mağaraya yerleşip, kıt kanaat geçinmişler. Kısa süre sonra Kınalı hamile kalmış ama Öksüz Yakup da vadesi gelip ölmüş. Kınalı hatun onun bunun ekmeğini pişirip ayakta kalmış. Vakti gelince de, kar kış bir gecede çocukları olmuş. “Nasıl olsa kadersizdir. Böyle kışlık boranlık bir günde oldu. Ben bunun adını Boran koyayım” demiş.

Öyle de yapmış. Aradan günler geçip Boran beş altı yaşına basmış. Bu defa da anası Kınalı hatun da ölmüş. Cebinden “Ben Irışvan oğlunun bacısı Kınalı hatunum. Bu kağıtla kardaşıma haber verin” yazılı bir kağıt çıkmış. İnsanlar Irışvan oğluna durumu anlatmışlar. Irışvan oğlu da “Bu çocuğu bana kim getirirse ona dünyalığını veririm” demiş.

Ancak, çocuğu kimse Antep’ten götürmemiş. Onun bunun danasını güderek on, on iki yaşına ulaşmış. Bu arada tın mın derken damdıra çalmayı da öğrenmiş.

Bu sırada çevrede Küpeli hatun namında bir kızın ününü duymuş. Öyle ki her görümlüğe giden bir deve veriyormuş bu kıza. “Hele ben de gideyim şu kıza. Hem göreyim, hem de belki bahşiş alırım” demiş Boran.

Giderken bir kahvede dinlenmek istemiş ama önce onu koymamışlar. Sonra da aşık olduğunu anlayınca eğlence olsun diye ona bir türkü söyletmişler. Türkü de türkü ha. Bilene, anlayana ders verir gibi.

Göğde uçan huma kuşu / Ne bilir dalın kıymatın / Kargayı dala kondurman / Ne bilir elin kıymatın
Kahvelerde laf atanlar / Gerçeğe yalan katanlar / Sonra beyliğe yetenler / Ne bilir gülün kıymatın
Çift sürüp bider ekmeyen / Meydana sofra dökmeyen / Arıya hizmet etmeyen / Ne bilir balın kıymatın
Bunu diyen Deli Boran / Küçücekten yetim kalan / Bir görmeye deve veren / Ne bilir malın kıymatın

Kahvedeki bulunanlardan bazıları bu türkü bize diye kızmışlar. Ama kendisine söz veren kişi “Arkadaş bu adam doğruyu söylüyor. Bir deve üç senede yetişiyor. Bir saat konuşmak için onu veren ben bile olsam, hakikat mal kıymatını bilmez deliyiz “ diye arka çıkmış Borana.

Yine de neler olacağını merak ederlermiş. “Deveyi biz vereceğiz” diyerek onu kızın kapısına göndermişler. Önce kızın yanına salmamışlar. Boran “Ben aşığım. Varıp Küpeli hatundan bahşiş alacağım” diye ısrar edince kıza haber verilmiş.

Kız gereği yok dese de yanındaki cariyeler yalvarmışlar ” Oğlan aşıkmış. Ne var ablam, gelsin de bir türkü söyletsek. Sen hiç görünmezsin” demişler.

Böylece Borana müsaade edilmiş. İçeri girince bakmış ki ne görsün. Kırk tane kız var, hepsinin de kulağı küpeli. İçinden “ben bunlara deve değil bir tavuk bile vermem” deyip geri dönmeye kalkmış. Ama kızlar  “Aşığım, bir türkü söyle de dinleyelim” diye üstelemişler. Bu yalvarmalara dayanamayan Boran sazının teline vura vura onlara şöyle seslenmiş:

Gökten biraz suna inmiş / Şu Antebin arasına / Ben dostumu göremedim / Ağlar amma çaresi ne
Suları da balkan gözlü / Gözelleri şirin sözlü / Merhem eylen kömür gözlü / Şu şinemin yarasına
Suları çağlayıp akar / Gözleri hep ona bakar / Mor menekşe bir hoş kokar / Şu kızların arasına
Deli Boran der de noldu / Ala göz kan yaşınan doldu / Korkuyorum engel girdi / Şu kızların arasına

Küpeli hatun bu sözleri duyunca “Bu engel ne imiş” bakayım diye perdeyi kaldırınca gözleri karşılaşıvermiş. Boran o an oracıkta baygın düşmüş. Kızlar yüzüne su serpmişler. Ayılınca “aşık, sana noldu ?“ demişler. Boran’ın dili tutulmuş adeta. Kızlar “Ne olur aşığım, bir türkü daha söyle” deyip duruyorlarmış. Boranın içerisine bir ateş düşmüş ya, bu ateş türkü olup dilinden dökülmüş,  name olup sazın tellerine dizilmiş:

Gökyüzünde öten olsam / Yeryüzünde biten olsam / Uçu telli keten olsam / Yar başına atsa beni
Un elediği elek olsam / Tepelediği yolak olsam / Ucu telli yelek olsam / Yar döşüne giyse beni
Gökyüzünde turna olsam / Yer yüzünde hurma olsam / Bir çekimlik sürme olsam / Yar gözüne çekse beni
Kapısında inek olsam / Tu çalıp da sağsa beni / Tepek vursam südü döksem / Yumruğunan döğse beni
Nolsa Deli Boran nolsa / Gözeller meydana gelse / Küpeli pehlivan olsa / Güreşsek de yıksa beni

Kız kızmış bu defa “defedin gitsin” demiş hiddetle. Boran “Hatun, sen deve alıyordun. Ben de aşığım. Bahşişimi ver de gideyim” demiş son bir gayretle.

Başlarından defetmek için bir avuç dört altın vermişler. Ama Boran “Ben Küpeli hatunu yüz yüze görmeyince katiyyen gitmem” deyip inatlaşıyormuş. Kız “durdurmayın şunu atın dışarı” dediyse de  Boran “Ben Küpeli hatunu görmezsem, burdan ölüm çıkar” deyip dikeliyormuş. Küpeli hatun öfkeyle kalkmış gelmiş ve “Yel kayadan ne anlar, daha eyi bak” demiş “Senin maksadın nedir ?”

Boran böyle fırsat ele geçmez, diyerek kızın yüzüne atılmış. Yanındakiler hepsi gelip zorla ayırmışlar. Boran da çıkmış daha önceki kahveye doğru yürüyüp gitmiş.

Fakat kızın bir yüzü bembeyazken öbürü kıpkırmızıymış. “Aman kızlar ! Bunun çaresi ne ?” diye feryat etmiş. Kızların akıllıcası “Abla bunun çaresi, öte yüzünden de öptürmektir” deyince hemen Boranı geri çağırmışlar.

Bu defa Boran “Benim orda işim yoktur” diye ayak direyip duruyormuş. Nihayet yalvar yakar, geri getirmişler. Küpeli hatun “Kusura bakma aşığım. Sazı bağlayana çözdürürler. Benim şu yüzümden de öpüver” demiş işveyle.

Boran inat ediyormuş “Sen degil, Huri kızı olsan öpmem !” Kızlar bunun başına çökmüşler. Boran fırsat bu fırsattır diye kızın öbür yüzüne de yapışmış. Nihayet ayrılınca, Küpeli “Bunu kimseye deme !” diye tembih edip, buna bir avuç dört altın daha vermiş.

Boran yine kahveye dönmüş. Oradakiler yaptığın işleri bir türküyle söyle demişler merakla. Boran’ın zaten aklı başından uçmuş, hayal mi rüya mı belli değil bir garip haldeymiş. Almış sazını eline, dökülmüş dilinden şu sözler:

Gene bulandı da yüzü havanın / Şahan gezer sulağında turnanın / Top kara perçemli güzel sevenin / Can cefa götürmez hey kara gözlüm
Güzeli sevmesin ne bilir ahmak / Sevip sevip de cemaline bakmak / Fırsatın düşürüp yanaktan öpmek / Can cefa götürmez kız kömür gözlüm
Beni del’eyledi kaşınan gözler / Taramış zülfünü gerdana düzler / Kehribar dudak da balaban yüzler / Yüzünü yüzüne şiir kömür gözlüm
Der ki Deli Boran da aslın soyuşa / Belin ince ise usul boyusa / Aşığa verdiğin bahşiş buyuşa / Vallahi billahi az kömür gözlüm

Kıza bu haberi ulaştırmışlar. “Aman kızlar, şu aşık bizi halka rezil etmesin” diye bir avuç dört altın daha götürmüşler aşığa. Ama o altınlara dönüp bakmıyormuş bile. İçine sevda ateşi düşmüş bir kere, isterse dünyayı versinler gözünde hiç değeri yokmuş.

Ne var ki kızın yanına çıkmaya da artık imkan yokmuş. Kendiliğinden bir kurnazlık düşünmüş. “Gideyim dayıma nişanlıyım diye kandırayım. Belki bu kızı almama yardım eder.”  

Öyle düşüne düşüne yürürken bakmış ki ihtiyar bir kahveci. “Varayım şurdan bir kahve içeyim. Dayımı da belki bilir, sorayım” demiş.

Kahveci kahveyi yaparken “Oğlum, sen Kimlerdensin ?” diye sormuş. “Babamı bildiğim yok”  demiş Boran. “Fakat anam Irışvan oğlunun bacısı imiş.”

Kahveci “sen Irışvan oğlunun yiğenisin de, koltuğu damdıralı buralarda ne geziyorsun ?” demiş hayretle. Boran “Emmi, ben de dayıma gitmek istiyorum amma nerde olduğunu bilmiyorum. Öldürür diye de korkuyorum” demiş.

Kahveci “O adam seni çok aradı. Senden başka da hiç mirasçısı yok. Dur ben sana bir kağıt yazayım da bu kağıdı ona ver” demiş. Boran kahveyi içmiş, kağıdı koynuna koymuş ve yola düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, günün birinde Irışvan oğlunu bulmuş.

Dayısı yüz, yüz elli çadırlı aşireti ile sohbet ediyormuş. Boran da varıp meclise oturmuş. Irışvan oğlu kafasını kaldırıp “E bre gençler ! İki türkü çağırın da dinleyelim” demiş. Oradakiler, ben bilmem, ben bilmem, diye birbirlerinin arkasına sokulmaya başlamışlar. O sırada birisi Boranın sazına dokunmuş ve “Aman beyim, burda bir aşık var !” diye haber vermiş.

Irışvan oğlu yanına çağırmış Boranı. Bakmış ki ufacık tefecik, genç bir çocuk. Yanına oturtmuş ve ”De bakayım oğlum, bir iki türkü söyleyiver” demiş. Boran hemen sazına davranmış:

Nazlı dostum selam salmış gel diye / Ara yerde engellerim var diye / Açtı ak göğsünü bana em diye / Emdiğim aklıma düştü efendim
Nazlı dostum selam salmış gelmesin / Ara yerde engelleri duymasın / Eliminen ak göğsünün düğmesin / Çözdüğüm aklıma düştü efendim
Metini de Deli Boran metini / Ne vereyim Küpelinin metini / Ak bilekli samur kürklü hatunu / Nişanlımı vermediler efendim

Irışvan oğlu “Sen Boran mısın ? Anayın adı ne ? Babayın adı ne ? Bana deyiver” deyip üstüne gelmiş. Boran akıl edip belindeki kağıdı çıkarmış ve dayısının eline vermiş. Irışvan oğlu kağıdı okuduktan sonra, meclise dönüp “Arkadaşlar, bizim Kınalının oğlu Boran bu işte. Benim bundan başka mirasçım yok. Buna hürmet eden bana da eder” demiş sevinçle.

Borana da dönmüş “senin türkünden ben bir şey anlamadım. Ne ise şu türkünün manasını bana deyiver” demiş merakla. Boran “Babam öldüğünde anamın karnında imişim. Benim olduğum gece komşumuzun da bir de kızı olmuş. Anam onu beşik kertme nişanlım eylemiş. Sonra anam da öldü. Ben elin arasında kaldım, kız da çok zengin. Şimdi vermiyorlar efendim” demiş bir çırpıda.

Irışvan oğlu “Oğlum, onun için hiç merak etme. Eğer para ile ise, terazinin bir gözüne kızlarını, bir gözüne de para koysalar gene de onu sana alırım“ demiş gururla.

Düşünüp taşınmışlar, sonra da basıp almaya karar vermişler Kınalı’yı. Atlılar toplanmış. üç yüz kişi Boranla birlikte yola düşmüşler. Kız uzaktan bunların kalabalığını görünce “Gene bize deveyinen görmiye gelenler var” demiş. Süslenip püslenmiş.

Ama kılıcını çeken evin üstüne yürümüş. Kızı çıkarıp bir ata bindirmişler. Yolda Irışvan oğluna gelin geliyor diye müjdeci gönderilmiş.

Gelin bir tarafında Deli Boran, bir tarafında da bölük kabadayısı, ikisinin arasında gidiyormuş. Kız şöyle bir bakmış ki, bir yanında bir babayiğit var tanımıyor, öte yanındaki ise memleketinden tanıdığı Boran. İçinden “Yarabbi, eğer ben bu babayiğide gidiyorsam, Boran da bunların köylüsü ise, bu adam beni öptüydü, şimdi halka reklam olurum. Yok eğer Boran’a gidiyorsam, ne ise kaderimi çekerim.”

Bu arada da meğer bölük kabadayısı da içten içe kıza göz koyuyormuş. Çünkü kızın buluttan ay çıkmış gibi yüzünü görünce onun da aklı başından gitmiş.

Sonunda bir çadıra gelini indirmişler. Boran dayısından müsaade istemiş. “Peki yiğenim. Sana üç gün müsaade. Bu arada arkadaşlarınla eşinle dostunla görüş, konuş. Üç gün bitince gel gelinin çadırına girersin” demiş. Ama dışarda Bölük kabadayısı “Üç gün de benden müsaade. Git altı günden sonra gel” diye kandırmış onu.

Beklemişler. Üçüncü gün sonunda gelmeyince, Irışvan oğlu “Zaten bunun anasında da hayır yoktu ki danasında olsun. Çağırın cellatları onun boynunu vurduracağım” demiş öfkeyle.

Bundan habersiz Boran altı günün sonunda dayısının yanına gelirken yolda bir adamla karşılaşmış. Adam ona “nereye gidiyorsun ?   Dayın seni öldürecek” demiş korkuyla.

Bunun üzerine Boran Gül tepesi derler bir dağa yerleşmiş. Ay geçmiş, yıl geçmiş, Irışvan oğlu Boran hakkında hiç bir yerden haber alamamış. Fakat kızın figanından da durulmuyormuş. “Seni babanın evine gönderelim” deseler de “Borandan haber almayınca, ölürüm de gene gitmem” diye feryat edip duruyormuş.

Irışvan oğlu bunu duyunca, artık kızın çadırını kendi çadırına bağlamış ve böyle yedi sene geçmiş. Boran aç, açık, sırtta pırtı kalmamış vaziyetteymiş.  Elindeki sazda da bir tek tel kalmış. Böyle iken, bir arefe günü, Irışvan oğlunun avcısı tarafından avlanırken görülmüş.

Bu arada Boran Gül tepesi denilen yerdeki suyun başına gelip pınardan su içmiş ve derinden bir of çekip inlemiş. Elini yüzünü yıkamış. Başlamış sazını tın tın ettirmeye:

Ben de çıktım gül tepeye / Seyir ettim ellerine / Ağbaz ağbaz eller konmuş / Sevdiğimin çöllerine
Ağca cerenin sekişi / Sevdiğimin hub bakışı / Muradın coşkun akışı / Benzer gözüm sellerine
Gülüstanın gülü kokar / Hublar yanağına sokar / Murat derler bir su akar / Güvel konar göllerine
Hocam hocalar hocası / Okudum çıktım hecesi / Bu gün de bayram gecesi / Yar kına yaksın ellerine
Bunu diyen Deli Boran / Sevdiğine meyil veren / Şu işime sebep olan / Duman çöksün yollarına

“Deli Boran” sözünü duyunca avcının aklı başından gitmiş. Bir hamlede Boranı arkadan yakalayıvermiş. Boran bakmış ki kendini bir avcı tutuyor. Ona “Eline ayağına kurban olayım, beni koyver” diye yalvarmış. Avcı da demiş ki: “Vicdansız, elin kızı senin için gözlerinden kanlı yaşlar döküyor. Dayın da senin için kaç senedir yasta biliyor musun ?”

Boran “Avcı ben bunlara inanman. Belki beni öldürmekten maksadı küpeliyi kendisi almaktı. Zaten yedi senedir ne Küpeli hatun kalmıştır, ne de Boranın acısı” diye sızlanıp durmuş.

Avcı yemin billah etmiş. “Vallahi Küpeli bir yere gitmedi. Dayın da seni öldürmek istemiyor. Senin için ah ! dedikçe tütünü burnundan çıkıyor. Böyle olduktan keri seni ölsen değil, çatlasan gene götürürüm..”

Tutmuş Boranın sırtını başını temizlemiş, yüzünü tıraş eylemiş. Ayağına şalvarını, sırtına abasını giydirip, bileğinden sıkıca tutarak Irışvan oğlunun yanına getirmiş. “Aha düşmanın ! aha kılıcın ! elinle öldür bey” demiş.

Irışvan oğlu Boranı görünce, gözlerinden öpüp: “Yiğenim, bütün servetim senin olsun. Bana hakkını helal et” diye ağlamış.

Bu arada ahali Boran tutulmuş diye, Irışvan oğlunun çadırına toplaşmışlar. “Yiğenim sana ne sebep oldu da kaçtın ? Söyle de ben de anlayım” diyormuş Irışvan oğlu.

Boran gene en kolay bildiği yoldan, sazının tellerini konuşturarak başından geçenleri anlatıvermiş oradakilere.

Efendim efendim Irışvan oğlu / Aşkın elinden de ciğerim dağlı / Yedi yıldır beri kollarım bağlı / Gümanına bu günler de çözülür

O güne kadar daha Irışvan oğlunun bile yüzüne gelmeyen Küpeli hatun Boranın sesinden bu beyti işitir işitmez çadırını yararak meydana çıkmış. Yine Boranla göz göze gelmişler, ama Boran türküsüne devam etmiş:

Odanda çalınsın alışkın sazlar / Bahçende yayılsın kumrular kazlar / Gördü gene Küpeliyi şu gözler
Ah ettikçe kara bağrım ezilir / Efendim efendim benim efendim
Elbet günlerinde gamsız gezilir / Ben de hizmetinde kusur m’işledim / Şeytan var arada yoldan azılır
Boranım derkine böyle mi olur / Aşıklar öğüdün ustadan alır / Af eyle kulunu efendim nolur / Beyte gitmiş gibi sevap yazılır

Türkü bitince Irışvan oğlu “Yiğenim. Aradaki şeytan kimse, onu söyle” deyince Boran: ”Dayı, sen o gün bana üç gün izin verdin. Çadırından çıkınca bölük kabadayısı da geldi dedi ki üç gün izin de ben aldım. Git altı günden sonra gel dedi. Altı gün sonra ben gelirken bir adam ras geldi. “Yavrum, dayın seni öldürecek. Aman beyler diyeceğine, sapa dağlar de, başını kurtar” dedi. Ben de oradan kaçtım. Gül tepesine yerleştim. Meyve zamanı meyve yedim, ot zamanı ot yedim. Çok zaman da açlığınan geçti günüm. İşte halim budur, sebebimin kim olduğunu bilmiyorum” demiş.

Irışvan oğlu ”Senin sebebini ben bildim. Şu bölük kabadayısını getirin bana” demiş hiddetle.  
Böylece Bölük kabadayısı cezasını bulurken onlar da yeniden kırk gün düğün edip muratlarına ermişler.

İşte böyle !.. Bu iki kuşak süren acılı aşk hikayesinden [1] geriye “Gökte uçan huma kuşu” türküsü [2] kalmış. Nesiller boyu söylene söylene de bu güne ulaşmış.



[1] Kaynak: Hamdi Tanses, Öyküleriyle Halk Türküleri – Notaları Önel Verlag
[2] Lütfü Gültekin tarafından bestelendi. Besteyle, anonim şekli farklıdır. Avşar, Binboğa'ya aittir. 22.08.1941 tarihinde Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir. Rept. No: 642