17 Kasım 2013 Pazar

019 26 Ocak 2013 Cumartesi 03:00 İŞ DOKTORU..............................Memur olmak

Memur olmak


"Memur olmak" tuhaf bir haldir. Bu konu sözkonusu olunca  nedense hep "cücelerin hareket ettirdiği dev bir makine" gözümün önüne gelir.

Bir de HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ ve HİÇ KİMSE adlarında dört kişi ile ilgili şu hikayeyi hatırlarım;

Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve HERKES BİRİSİNİN o işi yapacağından emindi. BİRİSİ buna çok kızdı. Çünkü bu HERKES in işi idi. Gerçi işi HERHANGİBİRİ  de yapabilirdi ama HİÇKİMSE yapmadı.

HERKES, HERHANGİBİRİ’nin o işi yapabileceğini düşünüyordu. Ama HİÇKİMSE, HERKES’in o işi yapamayacağının farkında değildi. Sonunda, HERHANGİBİRİ’nin yapabileceği o işi HİÇKİMSE yapmayınca HERKES, BİRİSİNi suçladı...

Evet, sorumluluktan kaçınmak, göreve sahip çıkmamak, yapılması gereken işlerin yapılmamasına da zemin hazırlıyor doğal olarak. ABD'li lider Martin Luther King' in görev, sorumluluk ve iş anlayışına farklı bir söylemde bulunduğu söylenir. ''Eğer sizden sokakları süpürmeniz  istenirse, Michelangelo'nun resim yaptığı, Beethoven'in beste  yaptığı veya Shakespeare'nin şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup; 'Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş' desin.''

Dedim ya, bizim ülkemizde memur olmanın mayasında mı bir şeyler var bilmem ama gördüğüm yaşadığım "görev ve sorumluluk" halleri tabi bundan çok çok uzaktı. Bir kere bizde memur olan da memnun değildir olamayan da. Sevenini görmedim, bırak git onu da yapmaz. Maaşını daima az bulur, yalnız bu konu üzerine sarf ettiği mesai ise bayağı yekun tutar doğrusu.

Ne amirine yaranabilir, ne memuruna. Politikacı böcek sayar, onsuz da  iş göremez. Memursa onu içten içe hiç saymaz, ama velinimetidir. Konuşmasına bakarsan torpile karşıdır, ne hikmetse "valla yukardan bir telefon gelirse olur" lafının da mucididir kendisi. Vatandaş devlet için vardır, o da cahildir zaten eğitilmelidir ! Böylece, memur olanın hemencecik huyu, hele makam sahibi ise yürüyüşü bile değişir.

Gözü açıktır, uyaroğludur.  Ne ileri gider, ne de geri kalır daima uyar kalabalığa. Yalnız vücut çalımlarının da kurdu olmuştur ha, fırsatını bulduğunda daha üst katlara sıçramayı daima becerir. Hükümete kızgındır, bıraksalar neler yapar neler. Ama, ona göre büyük işler nasılsa yürür elini sürmez, o küçük işlere bakar bütün azameti ve cakasıyla. Devletin ondan haberi bile yoktur, ama devletlunun odasına desturla girilir ancak.

Bundan onaltı yıl önce bir bakanlıkta daire başkanı olmuştum. Daha göreve başladığımda sekreterime kapımın daima açık olmasını söyledim. Çünkü; odama sekreterin odasından geçiliyordu, yani iç içe iki odaydı. Yoğun çalışıyordum. Ama, makamın geleni gideni de çoktu doğrusu. Giriş odasını bu duruma göre düzenledik. Sekreter bir taraftan not alıyor, bana iletiyor, bu arada da gelenlerle ilgilenerek istirahat etmelerini sağlıyordu. Böylece, açık kapıdan gelenler beni, ben de onları rahatlıkla görebiliyordum.

Amacım, odada çalışıyor ve meşgulsem bunu gelenlerin bizzat kendilerinin görmesini sağlamaktı. Uygunsam masamdan kalkıp gelen misafiri kendim alıyordum içeriye. Yoksam da zaten kapı açıktı ve makamda olmadığım görülebiliyordu.

Bu yoğunluk ve açık kapı sistemi üç ay kadar böyle devam etmişti ki bir gün bakanlığın Müsteşar Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı ve Personel Daire Başkanı ziyaretime geldiler. İçeri aldım, oturduk. Hoşgeldiniz, hayırlı olsun, ne içersiniz muhabbeti devam ederken içlerinden biri kalktı kapıyı kapatıp tekrar oturdu. Ben de kalktım; bir taraftan çay kahve isteklerini sekretere ilettim bir taraftan da ara kapıyı tekrar açtım ve yerime geçtim. Masama otururken "kusura bakmayın benim prensibimdir; makam kapım daima açık olur" demeyi de ihmal etmedim.

Bu hali ben başlangıçta önemsememiştim, ama gözlerinden ve birbirlerine bakışlarından onların önemsediği anlaşılıyordu. Oysa ben onları, onlar beni daha yeni yeni tanıyorduk. Çaylar kahveler içilirken Teftiş Kurulu Başkanı nihayet baklayı ağzından çıkardı. "Çok gençsiniz. İnşallah çok başarılı olursunuz. Ancak, Daire Başkanlığı makamı devletin önemli bir makamıdır. Ciddiyet gerektirir. Böyle devam edersiniz hem çabuk yorulursunuz hem de zaten gelenden gidenden çalışamazsınız. Size saygı duyuyoruz ama usul böyle değildir. Gelin bizleri de dolaşın. Göreceksiniz ki hiçbirimizin kapısı böyle açık olmaz. Hatta yandan kapılarımız vardır. Görüşmek istemediğimiz zaman oradan çıkar gideriz, sekreter de görevini yapar. Gene de siz bilirsiniz tabi"

Görünüşte nasihat eden, ama özünde hafiften tehdit eden bu sözler karşısında bir an ben bile yanlış yapıp yapmadığımı düşündüm. Ama, hayır. Bir yanlışlık vardı ama bende değil. Yine de dikine cevap vermemeliydim. Dakka bir gol bir olmamalıydı. Şimdilik topu taca atmak en iyisiydi.  "Bende kapalı alan fobisi var" dedim gülerek. Onlar da anladılar tabi vaziyeti. Hep birlikte güldük. Ama bu gülüş tarafların dişlerini sıkarak "Hıııı ?" demesi gibi olmuştu.

Tabi bu uygulamam sadece oradaki görevim sırasında değil ondan sonraki bütün görevlerimde de aynen devam etti. Bu insanlar belki de bana doğru bildikleri yanlışı dayatarak, doğru olanı sürdürme kararlılığı sağlamışlardı. Böyle yaptığım için hiç de pişman olmadım. Ama, bu olayın bir de komik bir tarafı varki onu da anlatmadan geçemiyeceğim.

Bakanlıktaki görevim sırasında bana gelenlerin artan yoğunluğuna çok da akıl erdirebilmiş değildim. Çünkü; talepleri genellikle benim alanımla ilgili değildi. Ben daha çok hesap kitap işleriyle meşguldüm. Peki o halde insanlar neden bana geliyorlardı ? Benim yaptığım sadece onları ilgili birimlere yönlendirmek oluyordu. Bazen de gelenlerin yoğunlaştığı konulardan sayın bakanı bilgilendirmek. Bu kadar.

İşin komiği bana yönelmiş bu trafiğin yaptığım uygulama ile ilgisi olabileceğini düşünmeye başlamıştım. Demek ki sayın bakana yakınlığım biliniyor, böylece insanlar bana daha rahat ulaşabiliyor ve takdir edilmiş oluyordum. Bu sebeple de hafiften gurur yapmaya bile başlamıştım. Sonunda, bir gün balon söndü. Meğer bu insanlar bana bakanlık zarflarındaki bir kaşe sebebiyle geliyorlarmış ! Başında bulunduğum daire bakanlığıgelen-giden evrak bölümünü de içerdiğinden; hareket gören bütün evraka "İdari ve Mali İşle Daire başkanlığı" kaşesi basılıydı. Bu yüzden bakanlığın bütün işleri benden geçiyor zannediliyormuş zahir.

Okuldan başlayarak çalışma hayatımın büyük bir bölümünde hep "devlet kapısında işin yürümediği, vatandaşın horlandığı, bu gün git yarın gel anlayışının hakim olduğu  vs. türünden şikayetler" duydum. Hatta devlet memurları için, "salla başı al maaşı" türünden yakıştırmalar yapılırdı.

Belki bu gün durum tamamen farklı. Eski anlayışa göre; Vatandaş devlet için vardı. Şimdi; Devlet vatandaş için var deniliyor. Bu ülkenin Başbakanı; '' İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın'' diyor. Doğal olarak ta tüm iş ve işlemler, bu anlayışa göre düzenleniyor, değişime uğruyor. Uygulamalar eskiyi sildi, süpürdü. İnsan odaklı, vatandaş memnuniyeti odaklı, vatandaşa iyi hizmet odaklı  yapılanmalar ve iş süreçleri ön plana çıktı. 

Artık günümüz devleti ve  onun idari mekanizmaları da tıpkı özel sektör mantığıyla hareket ediyor.

Ne dersiniz ? Memur bu değişime gerçekten ayak uydurabildi mi ? Yoksa  kurnaz bir gülüşle şöyle mi diyor: "Bu da gelir bu da geçer. Oo biz neler gördük neler." Yada  kendince bildik bir söylemi  mi tekrar ediyor ağzında: "Değişim gereklidir. Değişim çok güzel bir şeydir/ama bana dokunursa fena yaparım !"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder