2 Aralık 2017 Cumartesi

279 2 Aralık 2017 Cumartesi 22:10 UMRE GÜNLÜĞÜ.........................Nur dağında


Nur dağında

2 Aralık 2017 Cumartesi: Umre yolculuğumuzda 15. gün

Sabah 2.50'de uyandım. Eşim gelmek istemediği için ben hazırlanıp çıktım. Bugün nur dağına, hıra mağarasının bulunduğu yere gidilecek.

Az bekledik, biraz da yukarıya doğru yürüdük. Otobüs polis ceza kestiği için bizim sokak başından alamıyormuş. Neyse, otobüse bindik. 35 kişi kadarız. Biraz sonra Mithat para toplamaya başladı. Benim gibi birçok kişinin canı sıkıldı tabi. Bize bu gezinin paralı olacağı söylenmemişti.

Neyse ki pasaportun arasında 50 riyal koymuşum. 10 riyal otobüse verdim 40 riyal para üstü aldım. Böylece döviz bürosunda bozdurduğum son param akşamki taksi parası dahil 279 riyalden 254 riyale düşmüş oldu.

Telefon için yine de ümit var. Çünkü baktığım nokiaların en pahalısı 250 riyaldi. 200'e de var 130-170 riyale de.

Otobüsümüz saat 4'e yakın Nur dağı eteğindeki bir mahalleye yanaştı. Hava henüz alaca karanlık ve serin. Biraz yokuş yürüdük, sonra da dağa taş merdivenlerden tırmanmaya başladık. 

Doğrusu ben Arafat dağının bu kadar küçük, Nur dağının da bu kadar yüksek ve sarp olduğunu düşünmemiştim.

İlk çıkış oldukça dikti. Bereket kenarları duvarla çevrili geniş taş merdivenleri var. Ama 200-300 metre sonra gözlerim karardı ve duvardaki bir taş üzerine mecalsiz çöktüm. O kadar kötü oldum ki devam edemiyeceğimi düşünmeye başladım.

Tam o ara Serkan geçiyordu önümden. "Ne oldu abi ?" dedi çocuk. Ben de "Suyun var mı Serkan ?" diyebildim ancak. Varmış, bir şişe su çıkarıp verdi bana. Birkaç yudum su ve biraz dinlenmek iyi geldi.

"Ya Allah !" diye diye dağın zirvesine doğru yürüdüm. Arada alçak taş duvara oturuyor, nefesleniyordum. 

Birkaç yudum su..Yeniden "Ya Allah !, Ya Allah !"…Bir daha, bir daha…Nihayet zirvedeki ışıklar yaklaştı, yaklaştı…

Bu arada ben de kan ter içinde kalmıştım. Bereket yanımda seccadem vardı. 

Onunla başımı ve boynumu sararak korumayı akıl ettim. Üzerime hırka almakla da tedbirli davranmışım.

Saat beş gibi zirvedeydik. Çıkış tam olarak bir saat 20 dakika sürmüştü. Tepede bir büfe iki de namaz kılma yeri var. Ön tarafa doğru 10-15 metre aşağıda da Hıra mağarası görünüyor. İnsanlar oraya yığılmışlar.

Ben mağaraya inmedim. Hem etrafı hem de mağarayı bulunduğum doğal kaya terasından gayet güzel seyredebiliyordum. Aslında mecalim de yoktu ya.

Hava serindi. Sabah ezanını bekleyen bir cemaatin arasında yer buldum. En öndeki hocanın hemen sağ arkasındaki küçük bir kilim parçası üzerindeydim. Ama oturduğum yer terasın önünde, önümdeki bütün manzaraya hakim bir noktadaydı.

İki şey özellikle dikkatimi çekti.  Buraya bu kadar iltifat edip gelen çoğunluk Türk'tü. Bir de daracık taş mağarada iki rekat namaz kılabilmek için adeta bir izdiham yaşanıyordu. Ne gerek var ? Ben iki rekat namazımı da o terasın ucunda kıldım. Allah kabul etsin.

Hem mağarayı görebiliyor hem de Mekke manzarasını seyredebiliyordum. Ayrıca çıkarken epey yorulmuş ve terlemişim. Burada başımda seccade, sırtımda hırka, altımda kilim bağdaş kurup oturmak iyi geldi.

Mekke idaresinin buraya pek bakmadığı çok belli. Ortam oldukça pis, meydan dilencilere ve işportacılara kalmış. 

Görebiliyordum, çünkü artık gün ağarmaya başlamıştı. Beş buçuk gibi sabah ezanları okundu. Namazı önümdeki türk hocaya uyarak cemaatle kıldık.

Artık inişe geçme zamanı gelmişti. 

İniş kolay zannedilir ama dizlerinden, bacaklarından sorunu olanlar için hiç de kolay değildi. Ama, yine de iniş 40 dakikayı bulmadı. Saat 6'yı çeyrek geçe otobüsümüze ulaşıp oturmuştuk. 

Bindiğimiz yerde inip otelimize yürüdük. Bazı komşular hemen kahvaltıya girdi. Ben odaya çıktım.

Hanım uyandı. Meraklı gözlerle sordu: "Sen iyi ki gelmemişsin" dedim. Gerçekten de o çıkamazdı, belki bana da mani olurdu. Başımdan geçenleri anlattım. Üstüm başımda terden su gibiydi zaten.

Saat 9'a kadar uyuduk. Sonra hazırlanıp kahvaltıya geçtik. Hanım şimdi uyuyor, ben de yazıyorum.
...
Saat 11.30 Artık hazırlanıp öğle namazına gitme vakti geldi.

Namaza gittik. Hem de alt kısımda, kabenin tam karşısında halılarda yer bulduk. Namazımızı da güzelce kıldık.

Sözde ikindiye kadar ibadetle meşgul olacak, sonra buluşacaktık. Ben de tam daha önlerde sırtımı bir sütuna dayayacak şekilde yer bulmuş, ammeden aşağıya birkaç sure okumuştum. Saat 13.30 sularıydı.

Baktım hanım önlerde gezinip beni arıyor. Fırlayıp ellerimi kaldırdım. Muhtemelen tuvalete gitmesi gerekti diye düşündüm. 

Meğer yine üşümüş. Halbuki onun yerinde yukarıda pervane olmamasına dikkat etmiştik.

Çaresiz ben de toplandım. Böyle durumlarda kafaya bir şey takmışsa kızdırmaya gelmez. Birlikte üst kata çıktık. Yürüyen merdivenler bakımdaydı. Yürüyerek çıktık. Mani olan kimse olmadı.

Doğruca dünkü yerimize geçip oturduk. Etrafta kimse yoktu. Yalnızca bir kişiyi tavaf ederken gördüm. Öğle sıcağı vardı ve biraz ilerimizde teknik bir çalışmadan dolayı çevrilmiş bir alan görülüyordu.

Biz epey kabeyi, tavafı ve insanları seyrettik. Hacerül esved civarındaki yoğunlaşmayı, itiş kakışı gözlemledik. 

Biraz sonra 20 metre kadar önümüze de şerit çekildi. Yukarıdaki vinçlerden biri zemzem inşaatına malzeme indiriyordu.

Elif'le ve Oğuzhan'la telefonla konuştuk. Oğuzhan zemzemi kargo şubesinden alacak. Toyota servisi ile ilgili randevu alma konusunu da iletmiş oldum.

İkindi namazımızı arkalı önlü kıldık. Namazdan sonra bizimkileri bekleyecek onlarla tavaf yapacaktık. Biraz bekledik, huzursuzlandı "Haydi biz yapalım" demeye başladı. Biraz oyalasam da ısrar ediyordu.

Bugün Oğuzhan için tavaf yapacağım inşallah. Tam kalktık tavafa başladık ki önümüz bir kere daha kesildi. Diğer tavaf edenler de beri tarafta yığılmışlardı. 

Ancak bu durum da uzun sürmedi. Biraz sonra şerit kalktı biz de hareket ettik. Zaten Selçuk hocalar da yetişmişti. Bizi beklemişler buluşma yerinde, ondan gecikmişler.

Tavaf eşime göre biraz tempolu oldu. Son iki şavtta onu yalnız bırakmamak için gruptan koptuk. Hanım yine kızmıştı. "Nereye gidiyorlar böyle hızlı hızlı ?.." diye söylendi durdu.

Neyse tavaf bitti. İki rekat namazımızı kıldık. Biz erkekler önde, hanım arkada kadınlar arasında akşam namazını beklemeye başladık. Arası fazla değil zaten. Biz vakti değerlendirip otururken eşim da kaza namazı kılıyordu.

Akşam namazı sonrası hep birlikte aşağıya indik. Ama aşağısı derya deniz insan seliydi. Grup dağıldı. Biz doğruca otelimize döndük.

Otel yemekhanesinde bize ayrılan yeni yerimizde yemek yedik. Bu arada firma yeni bir görevli hoca getirmiş. İbrahim ona yemekhaneyi ve bizi gösterip gitti. 

Ben de bu arada İbrahim'den fotoğrafları aktarmak üzere bilgisayar işim olduğunu söyledim. O da laptopunu getirebileceğini söyledi. Memnun oldum.

Yeni hoca oldukça hareketli. Bakalım...

Biz yemekten sonra odamıza çıktık. Eşim yatsıya gelmeyecek bense telefon için gitmek zorundayım. 

Bu arada yetiştiremedik, yatsı ezanı okundu bile.Yola çıktığımda insanlar seccadelerini serip imamın sesine uyarak namaz kılıyorlardı. 

Namaz bitip buluşma yerine geldiğimde Oflu Ali gelmiş beni arıyordu. Yanında getirdiği amcaoğlu ve bir arkadaşını tanıştırdı. Beni aziziyeye götürmeyi düşünmüşler. "Oraya gittik ama aradığım Nokia'yı orada bulamadık" dedim. "Türkish mafişş !"

"O zaman buralarda bakalım" dediler. Aksi gibi gittiğimiz her yerde ya nokia yoktu ya da türkçe menülü bulunmuyordu. 

Bir müddet Hilon otel ve Swiss otel altındaki avm'ini dolaştıktan sonra " bulamadık ne yapalım" diyerek ayrıldılar benden. 

Ben de artık olmayacağını kabullenmiştim. Ama hala içimde bir his vardı. Sanki "olacak, biraz daha dolaş" diyordu.

Tüneldeki çarşıları da dolaşarak panosoniğe kadar gitmeye karar verdim…Yine yoktu. Nokia var ama türkçe menü yoktu. Panosoniğe de uğradım. Onlar da aynı şeyi söylediler. 

Ama hayret hala içimde bir sezgi var. Onun bir gerisindeki yürüyen merdivenlerin yan tarafında bir küçük dükkana uğradım son bir kez.

Adam az biraz türkçe biliyor: "Telefon var mı ?" Var. "Peki, Nokianın tuşlusu ?" Var. "Türkçe menülü mü ?" Evet ! "Allah Allah, bir bakayım o zaman." İlk çıkardığı küçük tuşlu  bir Nokia. "Daha büyük tuşlu olanını istiyorum" Tamam, bu da büyük tuşlu olanı. Siyah bir Nokia 230 çıktı karşıma: İşte bu !

Parlak siyah, uzun ekranlı, büyük tuşlu bir şey. Daha evvel görüp, beğenip de türkçe menülü değil diye alamadıklarımdan. Tekrar sordum: "Türkçe menülü mü bu ?" Adam hemen birkaç tuş dokunuşla telefonu açtı ve türkçe menüyü gösterdi. Doğruydu, evet türkçe menülü, tuşlu, ekranı büyük bir Nokia.

Hala inanamıyordum: "Sağlam mı ?" dedim. Evet dedi. "Fatura verecek misin ?" Tabi ki, kolay dedi hareketleriyle. Evet, evet, evet ! Mafişş yok. Herşey olumlu görünüyordu. 

Elime alıp göz alıcı baktım: "Ne kadar ?" 130 dedi. Soran gözlerle bakınca, 120 olur dedi. Son ne olur dedim, on dakika sonra 110 riyale indi. Peki alacağım ama 100 riyal dedim kesin bir ifade ile. 

Hoşlanmadı, fayda yok dedi. Fayda herhalde kar demek. Bizdeki kurtarmıyor manasına. Bu benim nasibim diye cesaret aldım ya ısrar ettim. Pazarlık" peki tamam !"la bitti. Anlaştık.

Kutuyu açtı gösterdi. İmei numarasını hem etikette hem telefonda kontrol ettirdi. Bir taraftan da Türkiye'de bu parayla taksit ödersin dedi. Demek Türkiye'deki taksitli yüklendirme satışlarından da haberi var. 

İsmini sordum ; Ammar dedi. Tokalaştım. Parayı ödedim, faturayı kestirdim ve telefonu aldım: Bu bir tuşlu, siyah Nokia 230.

Sevinçle dükkandan çıktım. Rabbim inşallah sorun çıkmaz, aldatılmış olmam. Şükürler olsun.

O anda aldığım telefonu hanıma hediye edeceğim aklıma geldi. Doğum günü hediyesi olacak. Tekrar sevindim. Döviz bürosuna uğrayıp kalan paramın 95 riyali ile 100 lira aldım. Hanımdan almıştım, şimdi geri verebilirim. Cebimde 46 riyal kaldı. Zaten o da Taif gezisi için ayrılacak.

Otele geldiğimde onun 100 lirasını verdim önce. Telefonu gösterdim. Taif için ayırdığımı da. Telefonu beğendi. "Hadi bakalım" dedi yalnızca. Bu onun lisanında hayırlı olsun demek. Böylece doğum günü hediyesi olarak verdiğimde memnun olacağını anladım.

Sevinerek yattım. Şarza taktım dolsun diye. Yatsıyı gece kalkınca kılarım.

1 Aralık 2017 Cuma

278 1 Aralık 2017 Cuma 22:10 UMRE GÜNLÜĞÜ..............................Mekke’de ikinci Cuma

 Mekke’de ikinci Cuma

1 Aralık 2017 Cuma: Umre yolculuğumuzda 14. gün

Sabah yine erken kalktım. Saat henüz 3'tü. Hanım kalkamadı. Hazırlanıp çıktım. Komşulardan da gelen var. Saat 3,5'ta buluşma yerindeyiz. Oturup bekliyoruz.

4'e çeyrek kala Selçuk hoca ve diğerleri geldiler. Hep birlikte tavaf yapacağımız üst kata çıkmak üzere yürüyen merdivenlere yöneldik.

Tavafa başladığımızda saat 4'ü beş geçiyordu. Yaklaşık 15 kişiyiz. Aramızda 3-4 kadın var. Tavafa hacerül esved hizasına on adım kala niyet ve dua ile başladık.

İnşallah bu tavafı da kızım Hilal için yapıyorum. Akşam geç vakit telefonla görüştük. Kedisi öldüğü için baş sağlığı diledik. Kandil tebriği yaptık. Burayı, yaptıklarımızı anlattık. O da iyi olduklarını, çalıştıklarını söyledi.

Selçuk hoca eşliğinde okunan, dua, zikir ve selatü selamları tekrar ederek tavafı 45 dakikada bitirdik. 4'ncü şavtta ilk ezan okundu. Bitirdiğimizde saat 4.50'yi gösteriyordu.

Arkada uygun bir yere geçip tavaf namazlarımızı kıldık. Ardından iki rekat teeccüt namazı. 

Terli olduğum için hırkamı çıkarıp giydim. Boynumdaki tülbent de bayağı iş görüyor. Yalnız gün boyu kurutmak lazım. Terden ıpıslak oluyor.

Sabah ezanı okundu. Kalktık sabah namazının sünnetlerini kıldık. 

Bir müddet bekledik. Seccademi Seyfettin hocanın seccadesiyle birleştirince aramızda Selçuk hoca da namazını rahat kıldı.

Bir ara Of'lu geldi yanımıza. İlginç bir tip. Aniden geliyor, sonra da kayboluveriyor.

Kaametle birlikte farza kalktık. Kabe imamı yine güzel okudu. Farzın peşinden mutad olduğu üzere cenaze namazı kıldık ve dua ettik.

Bugün Cuma. Cuma sabahları gerçekten kalabalık oluyor. Çıkışta yine bir insan seli halinde otelimize döndük.  

Eşim sonra kahvaltı ederiz dedi. Ben de yattım. Saat 6.30'du.

Telefonumu 9'a kurmuştum. Kalktık kahvaltıya indik. Sonra da odamıza çıkıp hazırlandık. Saat 10'u çeyrek geçe haremdeydik.

İkimiz de aslında kabenin yanına halılı yerlere inmek istiyorduk. Ama hanımın 'abdest' takıntısı yüzünden yine dışarda bir yer seçtik. 4 numaralı hanımlar tuvaletine yakın bir yer. Zemzem tower'in giriş çıkış kapısı önünde. Sağlı sollu erkek bayan yerlerini çevirip ayırmışlar.

Cumaya kadar buradayız. Namazdan sonra belki abdest tazeler kabe yanına ineriz. Şimdi biraz kaza namazı kılmalıyım.
….
Oturduğumuz yer Kral A.Aziz kapısının tam karşısı. Buradan da kabe görünüyor. Eğer meydanda kılacaksak ben burayı tercih ederim. Hanım için de uygun. Hem bayanlar için yer ayrılmış hem de bayan abdest alma yerine yakın.

Cuma namazından sonra eşimle sözleştiğimiz yerde bir araya geldik. Önce onun abdest tazelemesi için çantalarla ben bekledim. 

O geldi, bu kez ben abdest almaya 3. nolu tuvalete gittim. Giderken de ona bir tabure-sandalye buldum. Rahat edip oturması için.

Döndüğümde yukarıda tek başına tavaf etmek istediğini söyledi. Yürüyen merdivenlerle en üst kata çıktık. Ben kabeyi seyretmek üzere tam hacerül esved ışığının yanı ön tarafta bir tabure-sandalye bulup oturdum.

Çantalar bende Selma dönmeye başladı. Her şavtta şimdi ne okuyayım diye soruyor. Şimdi 4. şavtta.

Ben uzun uzun kabeyi seyrettim. Sıcak olduğundan fazla kalabalık değil. 

İnsanların rüknü yemaniye, kabe kapısına, hacerül esvede ve tevbe duvarına ilgisi oralarda izdihama yol açıyor. Aynı şekilde hatim kısmında namaz kılabilmek için de zorluyorlar.

Ben de imkan olsa dokunur, öper, ellerimi dayayıp tövbe istiğfar eder, namaz kılmak isterdim. Buraya bu aşkla gelmiş insanları kınayamam. 

İnşallah dokundukları, öptükleri, dayandıkları, secde ettikleri binanın sadece ve sadece beytullah yani Allahın evi olduğunu biliyorlardır. Dolayısıyla taşa toprağa secde etmediklerinin bilincindedirler. Burada aslolan Allahtır ve davetine icabet edilmiştir. 

Bu nedenle bizzat Allah'tır beytullaha anlam katan. Özünde kıble ve secde Allaha dönmek ve yalvarmaktan ibaret değil midir ki ?

Güneş buluta girdi. Hanım için son iki tur. Bu iyi olacak. Rabbim kabul etsin. Güneşe ve sıcağa rağmen hanım tavafını bitirdi. 

Yeşil ışıklı florasan dibinde gölgelik bir yer buldum. Seccadeleri serdik. Eşim tavafa namazı kıldı. Sonra da oturup tavaf edenleri ve kabeyi seyretmeye başladık.

Bir ara Emire isminde küçük bir kız çocuğuyla ilgilendik. İki de ablası vardı. İkindiye kadar orada gölgede oturduk. 

İkindi ezanı okundu. Hemen namaza kalktık. Yerimiz pek güzeldi. Oturmaya devam ettik. Gelen giden de oluyordu. Yaşlılar, engelliler, çantasını bırakmak isteyenler, biraz nefeslenmek için oturanlar…K.Maraşlı ve Adapazarlı iki hacı abi de onlardandı.

Bizimkiler Selçuk hoca eşliğinde ikindi sonrası tavaf yaptılar. Onlar bitirip tavaf namazı için oturduklarında biz kalktık. 

Otele gelip yemeğimizi yedik. Akşam namazlarımızı odamızda kılmıştık. Sonrasında hanım yan odadaki arkadaşlarıyla muhabbete girdi. Ben de hazırlanıp çıktım.

Yatsı namazını bugünkü A.Aziz kapısı karşısındaki kabe gören yerde kıldım. Moralim bozuktu. 

Namazdan önce Selçuk hoca arayıp bugün değil de yarın Aziziyeye gidelim dedi. Usameye yanlış söylemiş. Ben de "o şart değil biz de gideriz" dedim, "taksi parasını ben veririm." O da "Peki o zaman" dedi, sözleştik.

Yatsıdan sonra caddenin başında epey bekledim. Selçuk hoca servisle geldi. Birkaç taksici ile konuştuk. Kimi 30 dedi kimi 20. Biriyle pazarlık yaptık ve 15 riyale götürmeyi kabul etti. Böylelikle meşhur Aziziyeye gittik.

Belki 10-15 dükkan, çok değil. Bir de işporta türü ikinci elciler. Dükkanları yukardan aşağı, aşağıdan yukarı iki defa taradık. 

Benim blackberry'den yok ! Onların deyişiyle mafişş ! Nokialardan da sadece Nokia 150 model benim istediğim gibi, onun da türkçe menüsü yok.

Bir işportada benim blackberrynin beyazına rasgeldik. Dediğine göre orjinalmiş. Çocuk 500 riyal istedi. İsterseniz havasında, o kadar da tok yani. Bir dükkanda da türkçe bilen biri eğer 100 riyal peşinat verirsek yarın siyah bir blackberry 9800 getirebileceğini söyledi. 200 riyale kadar da düştü. Ona da güvenemedik. Nasip işte. Olmayacaksa olmuyor.

Nokialar güzel ama anladığım kadar türkçe menülüsünü bulmak gerek. Buradakilerin çoğu arapça ve ingilizce. 

Bir yerde bulduk, daha doğrusu adam öyle dedi. Ama o da ısrarla parayı verin göstereyim dedi. 130 riyal istiyordu. Adam suratsız, aksi biriydi o da olmadı.

Bu arada Selçuk hoca kendi telefonunu 200 riyale sattı. 

Üzerinde pasaportu olmayınca 20 riyal eksik verdi adam. Bu akşam benim talihim yok gibi. Bereket Selçuk hoca dönüş taksi parasını (20 riyal) kendisi verdi. Böylece Aziziye macerası 15 riyal masrafla ve zaman kaybıyla sona erdi.

5.kata döndüğümde hanım hala yan komşu arkadaşlarındaydı. Ben gelince ayrıldı yanlarından. Odamıza geçtik. "Ne oldu ?" dedi. Ben de anlattım. "İyi olmuş" dedi. Benim buradan telefon almama pek razı değil.

Sabah erken kalkacağız. Oyalanmadan yattık.

30 Kasım 2017 Perşembe

277 30 Kasım 2017 Perşembe 22:10 UMRE GÜNLÜĞÜ......................Cirane umresi

Cirane umresi

30 Kasım 2017 Perşembe: Umre yolculuğumuzda 13. gün

Saat 4,5'ta kalktım. Birkaç parça çamaşır yıkadım. Traş oldum, tırnaklarımı kestim ve duş aldım.

Sabah ezanına kadar biraz kaza namazı kıldım. Sonra eşime seslendim. O da kalktı, namazı kıldık ve kahvaltıya indik.

Umre için odamızda hazırlandık. Ben ihramımı giydim. Hanım da beyazlarını. Saat 7.30'da lobideydik.

On dakika sonra otobüsten haber geldi. Yola çıktık. Cirane suyu almak için küçük bir bidon aldım. (2 riyal) Otobüse bindik.

Bu umremiz için Mekke'nin 30 km. dışındaki Cirane'ye gidiyoruz. Orada ihram namazı kılıp niyet edeceğiz.

Cirane'nin islam tarihinde bir yeri var. Mekke yeni fethedilmiş, çevredeki putlar yıkılıp, kırılıyor. Kendi putlarının da tehlikede olduğunu düşünen Huneyn'liler bir ordu topluyorlar. 

Peygamberimiz durumu haber alıyor ve islam ordusu da hazırlanıp sefere çıkılıyor.

Savaşın başlangıcında islam ordusunda bir bozulma yaşanıyor. Peygamberimiz ve sahabi müdahale ediyorlar ve ordu yeniden toparlanıyor. Bütün varlığı, servetleriyle savaşa çıkmış olan düşman ordusu yeniliyor. Ortada çok fazla miktarda ganimet var.

Peygamberimiz Cirane mevkiinde on-oniki gün kalıyor. Ganimet paylaşımı yapılıyor. Beşte bir kendi payından Mekkeli bazı müşriklere (Ebu süfyan, Süheyl Bin Amr gibi) kalpleri islama ısınsın diye pay veriyor. Bu durum Medineli bazı gençleri gücendiriyor. Laf söz oluyor.

Peygamberimiz önce ensar büyüklerini topluyor. Sonra da o gençlerle bir araya geliyor. Bu dağıtımın sebeplerini, Allah ve resulüne itaatin cennet karşılığı olduğunu anlatıyor.

Böylece bu mevzu kapanıyor ama Cirane hem bir mikad yeri olarak hem de bu olay nedeniyle islamda yerini alıyor.

Ciranede yine küçük bir mescid var. Herkes orada iki rekat iki rekat ihram namazı kıldı. Dışarda dua-niyet karışımı hep birlikte ellerimizi kaldırdık. 

Böylece ihrama girmiş, umremiz de başlamış oldu. Ben Allahın izniyle bu umremin sevabını anneme bağışlamak üzere niyetlendim.

Cirane mescidinin önünde çeşme benzeri 4-5 musluklu bir su akıyor. Şifalıymış. İçen mide hastalıklarına direnç kazanırmış. Aldığımız küçük bidonla bir su şişesini doldurdum. Otobüsümüz mescidi harama gitmek üzere hareket etti.

Saat 9.30 gibi hareme girdik. Kabeye girmeden önce bir tavaf duası yapıldı. Niyet ettik. Sonra da dönmeye başladık. 

Eşim yine sol elimi sıkı sıkı tutmakta. Telefonumu ihram kemerimin altına sıkıştırdım. Diğer elimle fırsat buldukça fotoğraf çekiyorum.

Tavaf hacerül esved, makamı ibrahim ve hatim arasında yoğunlaşıyor. Sonra yine normal akışıyla devam ediyor. Diğer yarı nispeten daha rahat. 

Grubumuz Selçuk hocanın söylediklerini yüksek sesle tekrar ederek dönmekte. Bu da birlikte yol almamızı kolaylaştırıyor zaten. Türkler kıyafetlerinden başka, bu şekilde yüksek sesle ve grup halinde tavaf etmelerinden tanınıyor olmalılar.

Tavafımız bitti. Mithat'a rica ettim kabeyle boydan iki fotoğrafımızı çekti. İyi oldu. Saat 10'da hemen hatimin karşısında bulunan bölmede tavaf namazlarımızı kıldık.

Ardından grup olarak Safa tepesine vardık. Yine dua-niyet edildi. Ancak ilk kat çok kalabalıktı. Bir üst kata çıktık orası daha rahat görünüyordu.

Yine yeşil lambalı kısımda remel (koşar gibi) yaparak sayımızı tamamladık. Tepelere vardığımızda her seferinde kabeye dönüp 'BismillahiAllahuekber !' diye selamlama yapıyorduk. 

Saat 11'i geçiyordu. Duamızı yaptık. Selçuk hocanın jiletli tarağı yine işe yaradı. Erkekler önünde sıraya girdik. Traşımız da oldu, böylece umremiz bitti. İhramdan çıkmış olduk.

Say Hacer annemizden kalan bir hatıra. Müşrikler de yapıyormuş. 

Kur'anda safa ile Merve arasında böyle say yapmanın müminler için mahzurlu olmayacağı beyan edilmiş. Bu sebeple say yapmak umre ve hacc kapsamında.

Saydan sonra herkes serbest. Öğle namazı kıldık ve otelimize döndük. Aslında 1. katta kendimize güzel halılı bir yer bulmuştuk. 

Tam farza kalkacaktık ki eşim meydana çıktı. Hemen yanına gittim. Klima ve pervanelerden üşümüş. Mecburen dışarı çıkıp öğle namazımızı öyle kıldık.

Yemekten sonra uyuduk. İkindiyi odada kıldık ve akşam namazına yetiştik.

Akşam namazını yine zemzem tower'ın önünde meydanda kıldık. 

Yatsıya kadar ikimiz de kur'an okuduk. Yatsıdan sonra toplaştık ve üst kata çıktık. 

Halı serilmiş kısımda halka olduk. Kur'an okundu, sohpet edildi ve toplu dua ettik. Böylece mevlid kandilini ihya etmeye, değerlendirmeye çalıştık.

Yarın Cuma. Yatsıdan sonra Selçuk hocayla nasipse Aziziyeye gideceğiz. Mekke'nin telefon piyasası oradaymış. Görelim bakalım.

29 Kasım 2017 Çarşamba

276 29 Kasım 2017 Çarşamba 21:35 UMRE GÜNLÜĞÜ......................Haşimi mahallesine ziyaret

 Haşimi mahallesine ziyaret

29 Kasım 2017 Çarşamba: Umre yolculuğumuzda 12. gün

Bugün öğleden sonra Ebu Kubays dağı yamaçlarında yer alan Haşimi (ya da Ebu Talip) mahallesinde bazı ziyaretlerde bulunacağız. 

Bu kapsamda peygamberimizin doğduğu ev, Cin mescidi ve Cennet ül Muallaya gideceğiz. Belki biraz da çarşı gezmesi ve alışveriş.

Sabah 3,5'ta buluşma yerinde toplaştık. Hanım gelemedi. Kadınlar birlikte kabeye gittiler. Biz de erkekler olarak üst kata çıktık.

Selçuk hoca eşliğinde yine güzel bir tavaf oldu. 45 dakikada bitti. 

Sabah terli terli üşümeyeyim diye hem boynuma tülbent sardım, hem de siyah hırkamı giydim. İyi oldu.

Tavaf namazından sonra sabah ezanını bekledik. Burada gerçekten çok güzel okunuyor. Bir kaydını almak istiyorum. İnşallah unutmam. 

Namazda okunan kur'an da son derece dokunaklı. Bazen okuyan imamın da ağlamaklı olduğunu anlıyoruz.

Namaz sonrası A.Aziz kapısındaki yürüyen merdivenlerden aşağı iniyoruz. Müthiş bir insan seli ejyad yoluna doğru akıyor. Biz dönerken ihramlı ve başörtülü yüzlerce insan da bu tarafa doğru yürüyor. 

Doğrusu içinde olup ta etkilenmemek mümkün değil. Hissiyatımı tarif edemem.

Timorlu, kamboçyalı, Endonezyalı, Malezyalı, Hintli, Pakistanlı, Ummanlı, Cezayirli, Mısırlı, Bangladeşli, Kazak, Türkmen, Etiyopyalı, Sudanlı, Arap, Türk, …Daha memleketini çıkartamadığım onlarca ülke insanı iki yönlü akıyor. 

Yaşlısı-genci, kadını-erkeği, çocuğu-kızı, bebeği-ergeni, engellisi-aması, …Binlerce çeşit insan. Sabahın bu erken saatinde, dünyanın geri kalanı uyurken hareket halinde. Tavafın, sayın bir başka türü 7/24 bu caddede yaşanıyor.

Odaya çıktığımda Eşimi namazını bitirmiş buldum. Kahvaltıya indik. Sonra da saat 11'e kadar uyuduk.

Öğle namazına yetişmek için hazırlanıp çıktık. Namazı yine meydanda kıldık. 

Meydan gölgelik. Herhalde zemzem tower'in güneşin önüne geçmesinden. 

Namaz bitince buluşma yerine gidip bir portatif tabure-sandalyeye oturdum. Bir müddet insan denizini seyrettim. Sonra da defterimi çıkarıp yazmaya başladım.

Saat bir gibi "Hadi !" dediler. "Gidiyoruz". Eşim de bana işaret ediyordu. Birlikte ejyad köprüsü altından ismail kapısı yönüne doğru yürüdük. Yanımıza iki yaşlı kadın katılmıştı. Biri daha önce kaybolan Nesibe teyze, diğeri de ufak tefek, hep güleç yüzlü olan oda arkadaşı. Onları kaybetmemek için hanımla gözetiyoruz.

Kral sarayının duvar kenarını takip ederek kabenin batı tarafına, diğer yanına çıktık. Biraz yürüdük sarı boyalı, iki katlı, beton bir evin önüne geldik. Burası peygamber efendimizin vaktiyle doğduğu evin bulunduğu yermiş. Son zamanda bu bina yapılmış. Şimdi kütüphane olarak kullanılıyormuş.

Selçuk hocanın verdiği bilgiye göre peygamberimiz meşhur fil vakasından 52 gün sonra doğmuş. Bugün mutlu bir tesadüfle Türkiye'de onun doğum günü, mevlid kandili olarak kutlanıyor.

Selçuk hoca anlatıyor: "Kabe 5 dağın ortasında çukurda bir noktada, zem zem kuyusunun yanında yapılmış. Sellerden dolayı defalarca yıkılıp yeniden onarılmış.

Burada yerleşik kabileler her biri bir dağın yamacında yaşıyorlarmış. Önceleri kabenin etrafına yerleşim olmamış. Kabeyi tavaf ederler sonra kendi mahallelerine dönerlermiş. 

Peygamberimizin doğduğu ev de onun kabilesi Haşimoğulları mahallesi oluyor.

Peygamberimiz doğduğunda yaklaşık 10 bin nüfuslu bir yermiş Mekke. Artık insanlar yavaş yavaş kabeye doğru yayılmaya başlamışlar.

Peygamberimizi koruyan kollayan amcası Ebu Talibin evi de burada. İslamın en büyük düşmanları yine amcaları olan Ebu Cehil ve Ebu Lehep te.

Peygamberlik gelene kadar Mekke'nin en zenginlerinden Hatice ile evli ve lakabı 'Muhammed ül Emin'. Ama peygamberlik geldikten sonra, hele hele amcası Ebu Talip öldükten sonra sıkıntılar başlamış. 

Bu sıkıntılar arasında Hz. Hatice annemiz de ölmüş. Müslümanlar Mekke'de üç yıl muhasara, bir nevi ambargo altında yaşamışlar. Bunlar hüzün yılları.

Ardından peygamberimizin Taif denemesi olmuş. Maalesef o da kan revan içinde bitmiş. Sonrasında Medine'lilerle görüşmeler, akabe biatı ve hicret…

Böylece peygamberimiz çok sevdiği memleketinden ayrılmak zorunda kalmış."

Selçuk hoca bunları anlatıp bir dua edelim dedi. Bitmek üzereydi ki bir arap bize: " Burada dua edilmez ! Peygamber burada değil, Medine'de. Kabeye dua edin…" vs. şeklinde sözlü müdahalede bulundu. Hatta elindeki küçük broşürleri "Alın bunları okuyun !" gibisinden uzattı Selçuk hocaya.

Arapça konuşan, bilen olmadığı için adama karşılık veremedik tabi. Oysa biz sadece dua ediyorduk. Peygamberimizin hatırasına selat ü selam getiriyorduk. O binaya (haşa) tapıyor ya da dua ediyor değildik. O bize, biz ona söylene söylene oradan ayrıldık. Sanırım Suudi hükümetinin bir görevlisi ya da bu yönde çalışan bir vakıf vb. üyesi idi.

Bu olay üzerine düşündüm de sanırım bir noktaya kadar onlar da haklı. Biz oraya geldiğimizde o binaya doğru secde edip namaz kılan birini görmüştüm.  Kabeye sırtını dönmüştü. Oraya dönük olarak yapılan duanın da bu tür bir yanlış algıya sebep olabileceğini kabul ediyorum. Ancak onların bu toptancı tavrı da son derece rahatsız edici.

Biz Türkler zaten büyüklerimizin türbelerine, mezarlarına saygı gösteren, ziyaret edip dualar okuyan bir milletiz. Ama bunu asla onlara tapınmak, şirk ya da yalvarmak kasdıyla yapmıyoruz. 

Cahillikten kaynaklanan bazı, hurafe, bidat, adet ve haller istisna tabi ki. Bunlar bizi de utandırıp rahatsız ediyor. Keşke konuşup meramımızı anlatabilseydik.

Peygamberimizin doğduğu evden geriye doğru cin mescidinden geçerek Cennet ül Mualla'ya vardık. Burada Hz. Hatice, peygamberimizin çocukları ve bazı sahabe i kiram yatıyorlar. Aynı zamanda zamanın müşrikleri de burada gömülüler.

Hocanın anlattığına göre uygulama şöyleymiş: Her ailenin bir mahzeni olur, ölüleri oradaki raflara gömülürmüş. Bir iki sene içinde çürüyen cesedin kemikleri bir kenara toplanır, yerine yenileri konurmuş. Böylece bu kabristan ölüler arşivi gibi hiç dolmazmış.

Dışarıdan bakıldığında buranın kabristan olduğuna dair bir işaret yok. Adamların kabir uygulaması da bu şekilde. Mezar, türbe gibi şeyler yok dünyalarında.

Cennet ül Mualla'da yapılan dua sonrası Cin mescidine döndük. İkindi namazına hazırlandık ve namazı orada kıldık.

Cin mescidinin de hikayesi şöyleymiş: Peygamberimiz Taif'ten sonra burada hayvanlarını otlatan bir çobanın yanına gelmiş. Onun çevresine bir daire çizmiş ve oradan çıkmamasını söylemiş.

O çobanın anlattıkları ve Kur'an ı Kerim'deki ilgili ayetlere göre peygamberimiz orada bir grup cin tafesiyle görüşüyor. Onlara İslam'ı anlatıyor ve Kur'an okuyor. 

Onlar da daha önceden bir vesile dinledikleri Kur'an'ın bir insan sözü olamayacağı düşüncesiyle durumu büyüklerine anlattıklarını, onların da işin aslının ne olduğunu anlamak için kendilerini gönderdiklerini anlatıyorlar.

Sonunda cinler müslüman oluyor ve arkadaşlarına islamı anlatmak ve tebliğ etmek üzere gidiyorlar. Bu sebeple peygamberimiz hem insanların hem cinlerin peygamberi olarak anılmakta.

İşte bu olayın cereyan ettiği yere daha sonra bir küçük mescit yapılmış. İnsanlar o hatırayı ansınlar, bilsinler ve unutmasınlar diye. 

Aslında mescit küçük, iddiasız bir yer. Bu konuda da herhangi bir açıklama yok. Cemaati de oranın esnafı ve oturanları olmalı. Bir de bizim gibi gelen ziyaretçiler.

Cin mescidinden sonra yine cennet ül Mualla tarafına döndük. Yanında yüksek katlı apartmanların zemin katı çarşı şeklinde düzenlenmiş.

Dükkanlar zemzem tower altındakilerle benzer özellikte. Ancak burası sanki daha orta direk müşterilere hitap ediyor. Umreye ya da hacca gelenlere dönük hediyelik eşya var çoğunlukla. Bizim Hacı Bayram esnafımızın benzeri satıcılar.

Selçuk hocayla birlikte birkaç yerde telefon baktım. Biri Nokia telefonu 120 rayalden 80 riyale kadar düşürdü. Neredeyse alacaktım. 

Aziziyeye gitmeden almayayım diye çıktık Selçuk hocayla. Bu arada eşim istediği fileli çantayı buradan 20 riyale almış oldu.

Böylece riyalimiz yine bitti. Hanımda 200 TL, bende de 50 dolar var. Daha çok bakıyoruz ama almıyoruz. Çünkü önümüzde 8-9 günümüz var, sabretmeliyiz.

Öncelikle Cuma günü Oflu beni nereye götürecek bakalım. Selçuk hocayla da Aziziyeye gideceğiz. Benim Blackberry'den bulabilecek miyiz ? İstediğim gibi bir Nokia telefon alabilecek miyiz ? 

Dokunmatik olmayan, büyük tuşlu, geniş ekranlı, türkçe menülü, kameralı ve interneti olabilecek bir model arıyorum.

Alışveriş için saat 5'e kadar bir saat müsaademiz vardı. Sonrasında toplanıp Mescid i Haram'a doğru yürüyüşe geçtik.

Elif'le kandil görüşmesi yaptık. Bandırma ensar'ın face sayfasını söyledim. Biz gönderemiyoruz, ama orada fotoğraflar var, bakabilirler diye. 

Akşam namazını kralın sarayının son ucundaki meydanda kıldık. Bu saray da yıkılacakmış. İnşallah öyle olur. Kabenin etrafı bu yanda boğulmuş adeta. Açılır biraz.

Namazdan sonra hep birlikte otele döndük.  İki yaşlı teyzeyi de sağ salim eksiksiz geri getirmiştik.

Bu gece mevlüt kandili ama kimsede yatsıya dönecek mecal kalmadı galiba. Zaten yemek yedik, saat sekiz oldu. 

Otelin sokağında aldığımız yarım kilo çekirdeksiz üzümden biraz yıkayıp atıştırdık. Kalanını odaya çıkardık.

Ben biraz defterimi çıkarıp yazdım. Annemle, Oğuzhan'la ve Safiye'yle de kandil görüşmesi yaptık. Oğuzhan'a kargoyla 20 kilo zemzem gönderdiğimizi haber verdik.

Yorgunum ama yazmaya devam ediyorum. Ayrıca yatsı namazını da kılmam lazım. Hanım birkaç çamaşırını yıkadı, duş aldı. Şimdi namaz kılıyor. Biraz önce canı istedi, aşağıya inip çay getirdim. Arada ben de yudumluyorum.

Yarın nasip olursa üçüncü umremizi yapacağız. Mikad yeri Cirane. Herhalde yine öğle namazına kadar kabede tavaf ve say bitmiş olur. Biraz da fotoğraf çekmeli.

Mecburen öğle namazından sonra otele geleceğiz. Ama akşam ve yatsı namazları için yeniden Mescid i Haram'a gelebiliriz. Bir söylentiye göre burada mevlid kandili yarınmış. İnşallah öyledir.

Ben kabe katında namaz kılmak, ku'an okumak, dua etmek ve kabeyi seyretmek istiyorum. Ümmü Hani'nin avizesinin olduğu yerde, osmanlı revakları altında bulunmayı, ibadeti ve kabeyi seyretmeyi seviyorum.