27 Eylül 2014 Cumartesi

185 27 Eylül 2014 Cumartesi 01:08 HAYATIN İKİ YÜZÜ........................İyilik yolu

İyilik yolu


Hayat iki kapılı bir yol. Sağı solu çarşı pazar. Mısır çarşısı gibi davetkar, işvekar, cazibeli ve pırıltılı. Mahmutpaşa yokuşu, Kapalıçarşı gibi her çeşit dünya malı, ziyneti meydanda. Her daim çığırtkan, yapıştı mı bırakmayan birileri var etrafta. Sürekli bir yerlere çekiştiriyorlar. 

Labirent gibi sokaklar, dar ve kalabalık. O dükkan, bu iş hanı, şu sokak derken izbelerde kaybolmak işten bile değil.

Değilken aç olunuyor, varken yokmuş gibi doyumsuz. Nedense her görüleni can çekiyor. İnsanoğlu biteviye onu da tatmak, onu da almak, onu da giymek istiyor. Her şey o kadar çekici ki; öyle dolaşmaktan, ona buna bakmaktan başlar dönüyor. İştahın, tamahın sınırı yok. Ama para sınırlı, zaman da öyle. Akıl başta olmazsa ikisi de akıveriyor su gibi.  

Ana yolda gitmek en iyisidir. Menzile varmak için en uygunu odur, bilinir. Ama bir sürü yan yol, reklam tabelaları da vardır üzerinde. Onlar da çekicidir, herbiri daha kestirme olduğunu söyler. Hatta doğru yolun kendisi olduğunu da iddia eder bazıları. Daha eğlenceli, daha farklı, kişiye özel anlar vaad etmektedirler. Ancak, her defasında pişman olur insanoğlu böyle maceralardan. En kötüsü dönmek ister de çıkamaz o labirentlerden. Dikkat edilmezse bir cangıl ormanının dibinde ya da bir uçurum kenarında bitebilir o tür yolculuklar. 

Kelimeler...İnsanlar onlarla konuşmayı öğrenmiş, onlar sayesinde birbirleriyle anlaşabilmiştir. Hatta düşünüp anlayabilmeyi, okuyup yazabilmeyi de mümkün kılan onlardır. Her birinin bir manası, ifade ettiği bir kavram vardır. Böylece hayat yolculuğu onlarla anlamlandırılmıştır. Dilleri oluşturur, millet olmayı sağlarlar. 

Kelimeler bu nedenle adeta insan olmanın, yaratıcıya kul olmanın da temel taşlarıdır. Zira insanoğlunun doğuşuyla birlikte kalkıp üzerinde yürüdüğü hayat yollarına döşenmiştirler. Görebilene pusula gibi, işaret levhaları gibi ışık saçarlar. Tercih edip üzerine basılan her taş insanın bulunduğu hali gösterir çünkü. 

İnsan "iyilik" üzerine doğmuştur. Hayatın anayolu da budur. Anlamak kolaydır çünkü bu yolun üzeri iyilik kelimeleri ile döşelidir. Her biri farklı menzillerde, değişik hallerde ve durumlarda nasıl davranılacağını açıklar. 

Yalnız bu kelimelerin herbirinin hemen arkasında "kötülükler" de yazılıdır. Öyle ki aralarındaki sınır insanın dikkat etmezse fark edemeyeceği kadar belli belirsizdir.

İyilik taşları ne kadar aydınlık ve ışıklı ise, kötülük tarafları da o kadar gri ve karanlık. Aralarında neredeyse insanlık tarihiyle eş, Habil'le Kabil'den beri bir mücadele var. İyi ile kötünün çekişmesi hayatın da ne olduğunun, nasılının belirleyicisi aslında.

Peki bu nasıl oluyor ? Birbirine bu kadar zıt iki kelimenin, iki kavramın arasındaki sınır niçin böyle belli belirsiz ? Böylesine tamamen farklı iki dünya neden hem bu kadar uzak, hem bu kadar yakın olabiliyor ? En doğru yol iyilikse, kötülük yolları niye var ? Nereden bileceğiz, nasıl anlayacağız yanlış tarafa geçtiğimizi ? Elimizde mi seçmek ?

Bir arkadaşınızla karşılaştınız yahut ailenizle, dostlarınızla şöyle bir muhabbet edeceksiniz. Muhabbet sevgidir, iyilik halidir. Tabi ki de sevdiklerinizle muhabbet hakkınız, hatta görevimizdir. Muhabbet çaysız kahvesiz olmaz, yemek yiyecekseniz o da sohbetsiz. Konuşmadan, karşılıklı söyleşmeden olur mu ? Olmaz tabi. 

Nasılsın iyimisinle başlar, havalardan devam eder. Çoluk çocuktan, komşudan akrabadan işten politikadan derken, nasıl olup da sözün dedikoduya kaçtığını anlayamazsınız bile. Gelin kayınvalideden, görümceden eltiden bahsetmeyi sever. Onlar da gelin hanımın hallerinden. O kadar tatlıdır ki bu bahis, sözün nerede gıybete geçtiğini, hangi sınırdan sonra iftiraya vardığını fark edemezsiniz.

Her sabah işe gidiyorsunuz. Köşe başında "Allah rızası için" diye bir ses işittiniz. Dönüp bakmadınız bile. Gerçekten ihtiyaç sahibi midir diye düşünmediniz. Hatta "Allah versin, Allah versin" diye terslediniz. Yetmedi içinizden "Bunlar sahtekar, kimbilir kaç evi, bankada kaç parası vardır" dediniz. Bir de "Çık..çık..çık !" etti dudaklarınız. 

Birine yardım etmek, karnını doyurmak, sadaka bir iyiliktir. Güzel söz söylemek iyiliktir. Hiç değilse bir dua edivermek iyiliktir. Maalesef bunları kaçırdınız, üstelik o kişi hakkında kötü söz, gıybet, hatta iftira ürettiniz bir çırpıda. Yok canım mı diyorsunuz; durun bakın ! Saptığınız yol sapağında kötülük yazıyor. 

İşinizde doğru söylemek, doğru yapmak, doğru çalışmak, dürüst olmak iyiliktir. Bütün gün yalan söylediniz, işiniz eksik yanlış oldu. Mesaiden kaytardınız, sözünüzde durmadınız, insanları aldattınız. Ne yaptım ki, demeyin. Kötülük yaptınız, kötülük !

Yaradan insanı yaratmış. İsimleri, kavramları o öğretmiş ilkin Adem'e. Şu şu iyiliktir, bunlar bunlar da kötülük, sakın onlara yaklaşmayın diye tembihlemiş. Yetmemiş peygamberler göndermiş, kelamıyla takviye etmiş. İnsanoğlunun artık "bilmiyordum" deme imkanı yok.
En son gönderdiği kitap Kuran-ı Kerim ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) le üzerimizdeki nimeti tamamlamış, din olarak "İslam"ı seçmiş. üphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl Suresi, 90. Ayet) demiş. 

Daha nasıl söylesin, çok açık değil mi ? Bir de uyarı yapmış anlayana, dinleyene "Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın !"(A'râf Suresi, 56. Ayet)  diye.

Bunca yıldır birikmiş muhteşem bir kültür ve medeniyetin varisleriyiz. Neyin ne olduğunu nasıl yapılması gerektiğini biliyoruz. Kuran'a göre iyilik: “Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmaktır. Sonra Allah için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, kölelere, dilencilere ve isteyenlere sevdiği mallarından harcamaktır. Sonra namaz kılmak, zekât vermek ve anlaşmalarda sözlerini yerine getirmek, sıkıntıda, hastalıkta ve savaş zamanlarında sabretmektir.” (Bakara, 2:177) 

Kafanız mı karıştı ? Çok karmaşık değil aslında. Bakın insana yerleştirilen pusula nasıl ayrıştırıyor iyilikle kötülüğü. Peygamber efendimizin (sav) sözüyle "İyilik insanın kalbini rahatlatan ve insana huzur veren şeydir. Kötülük ise insanı rahatsız eder ve huzurunu kaçırır." İşte bu kadar basit. 

Peki ne yapmalı ? Bunun cevabı yine bir hadis-i şerif mealinden "En iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenilen ve şerrinden emin olunandır. En kötünüz, kendisinden iyilik beklenilmeyen ve şerrinden emin olunmayandır." [Tirmizi]  

Yalnız bizim kötülüğümüz de yine hemen yanıbaşımızda, kendimiz !  Bu yüzden Hz. Ali'nin (ra) şöyle dediği naklediliyor: “İyilik Allah’ın emridir, kötülük ise nefis ve şeytanın isteğidir. Ben elbette Allah’ın emrine uymakla mükellefim!” Unutmamalı ki İyi İnsan; aklından hiç kötülük geçirmeyen saf insan değildir. İyi İnsan; Her kötülüğün farkında olup, İYİLİĞİ tercih edendir.

Şu halde, insanın önündeki anayol çok net çok açık. Nereden geldiği nereye gittiği belli. Bastığımız her iyilik taşı aslında ışığıyla bize yolumuzda kalmamızı sağlıyor. Saptığımız, kaydığımız her kötülük taşı ise tehlike sinyali veriyor. Yalnız fark edebilmek gerekiyor. Çünkü dairenin iki ucu gibi kelimeler de birbirine hem uzak, hem çok yakınlar. 

Tıp oyununu bilirsiniz.İnsanlara hakkını vermekten haksızlık yapmaya geçen o ince çizgide durmalı. Adaletten zulme geçen o belli belirsiz aralıkta düşünebilmeli. Sabırdan vazgeçip öfkeye yenilmemeli.  Sevgi varken nefrete dönüşen duygularımıza "tıp !" demeli mesela. 

Hayır üzere yaşamak bereketken, şer elinde kuruyan bir hayatı neden seçelim ki ? Savunma güdüsüyle "Ama, fakat, ben şöyle düşünmüştüm, sanmıştım ki" aldatmacalarına da kanmamalı, öyle değil mi ? 

Başkasına değil, ancak sana söylüyorum ey nefsim, bugünün yarını da var unutma ! Sen sen ol iyilik otobanından ayrılma. 

25 Eylül 2014 Perşembe

184 25 Eylül 2014 Perşembe 18:51 KAYIP DEFTER'den.......................Süreç devam ediyor

Süreç devam ediyor

Turnikeli geçiş sistemi


Bayramdan sonra yurttaki onarım bakım faaliyetine kaldığımız yerden devam ediyoruz.  

Öncelikle ana giriş kapısındaki çalışmayı bir an evvel bitirmeliydik. Soğuk günlerde attığımız beton donup ufalanmış, o yüzden işi sürdürememiştik.  Şimdi havalar güzelken yarım kalan işimizi tamamlayabilir, beton zemine iki giriş iki çıkış turnikemizi kurabilirdik. 

Bu konu benim için de çok önemliydi. Çünkü, öğrencilerin kimlik gösterme sorununu çözmek ve kaçak girişleri artık önlemek zorundaydım. Giriş çıkış hareketlerini elektronik olarak takip etmenin böyle bir yurtta önemi çok büyüktü. Bu projeyi başarabilmeliydik ama daha işin başında zorluğumuz bu çalışmanın bir anlamda deneme ya da pilot uygulama gibi görülmesiydi. 

Zira giriş kartlarının elektronik olması ve turnikelerin bozulmadan çalışabileceğine kimse akıl erdiremiyordu. İşin esasında ihale edilebilmesi için ortada bir şartname bile yoktu. Ama ben geleceğin böyle olacağına inanmıştım ve özellikle bu yurda mutlaka bir turnike sistemi kurmak kaçınılmazdı.

Bir taraftan ana giriş kapısında bu sistemin kurulmasına çalışıyor, diğer yandan blok kapılarında da gereken tadilatları yapmaya uğraşıyordum.  Bu vesileyle de öncelikle kız bloklarında yönetim memuru odaları turnikelere uyumlu olacak şekilde elden geçirilecekti. Standart aynı olmalı ve özellikle öğrenciyle memurun göz göze iletişimi sağlanmalıydı. 

Pilot uygulamanın kız yurtlarında başlaması, güvenlik açısından olduğu kadar, özellikle bir problem olan akşam imzasını da ortadan kaldırabileceği için önemliydi. Bu uygulama zaten erkek bloklarında neredeyse hiç işlemiyor, kız bloklarında ise öğrencilerin sürekli şikayet konusu oluyordu. Uygulanabilir değildi, ilaveten  bile bile öğrenciyi sahtekarlığa itiyordu. 

Kartlar otomatik olarak okunursa, toptan imzalama, arkadaşının yerine imza atma vb. olaylar da fiilen bitmiş olacaktı. Ayrıca öğrencinin giriş çıkış hareketlerinin  bilgisayardan takibi, istatistiklere bağlı öğrenci barınma maliyetlerinin daha gerçekçi hesaplanabilmesini de sağlayabilirdi.
 

Yeni sosyal alanlar


Ramazan öncesi yaptığımız çalışmalarla kantinde iki yeni salon daha kazanmıştık. O kapalı kapıların ardında neler varmış neler. Kırık sandalyeler, camlar, lambalar, elektrikli ocak ve ısıtıcılar. Bu nevi bir sürü ıvır zıvır malzeme atölyeye taşınınca orada küçük tepeler oluştu. 

Ama, geriye kalan o karanlık, loş salonların bakımı yapılıp, boyanınca pırıl pırıl iki yeni etkinlik salonumuz olmuş oldu. Şimdi birinde bir müzik grubu çalışıyor, diğeri de sanki bir sanat merkezi gibi işliyordu.

Konserler, sergiler düzenlenmeye başlamıştık bu salonlarda. Müzikle uğraşanlar, resim yapanlar, hatta mimarlık öğrencileri bile proje maketlerini orada yapıyorlardı. Bu salonlar iki karşıt gruba karşı da adeta alternatif olmuştu. İki taraflı cendereden kurtulan gençler bu yeni etkinlik salonlarında o gruplara mahkum olmadan özgürce çalışma, eğlenme ve sohbet ortamı bulmuş oldular. Kantinin içinde;  çay, kahve, tost, ayran, bisküvinin de hemen yanı başında. 

Atölye çalışıyor


Bu arada atölyeye yığılan sandalye, koltuk, masa gibi malzemenin kurtarılması için de bir çalışma yürütüyoruz. Bloklardan, kantinden toplanan kırık, hurda malzemeler orada elden geçirilip tamir edilerek blokların okuma salonlarına dağıtılıyor. 

Mevcut sandalyeleri öğrenciler odalara aldığı için okuma salonlarındakiler sürekli azalmış. Şimdi her odada ikiden dörde çıkan sandalye sayısına rağmen okuma salonlarındaki sandalyeler de artırılabiliyor.

Bizim mütevazi sandalye üretim merkezimizde birisi yevmiyeli, biri firma elemanı, diğeri de kadrolu üç eleman çalışıyor. Önlerinde de hala yüzlerce hurda sandalye yığılı. Kiminin bacağı kopuk, kiminin verzaliti kopmuş, kiminin de döşemesi yırtılmış. Ama her on sandalyeden 6'sı, 7'si basit bir tamiratla kurtarılabiliyor. Hesabımıza göre kabaca her bloka en az 50 tane yeni sandalye takviyesi yapabileceğiz.

 Yeni makinalar


Telefon kulübelerine sürekli onarım bakım gerekiyor. Ptt ile iyi bir diyalogumuz var. Gerektiğinde eskiyen kulübeyi ya da bozulan makinayı komple değiştittirebiliyoruz. Bazı noktalara daha yeni makinalar koyduruyoruz. 

Kulübelerin, makinaların hor kullanımı ise maalesef devam ediyor. Doğal olarak da telefon kulübelerinden şikayet hiç bitmiyor.

Bu konu önemli. Öğrenciyken telefon her evde yoktu. Biz mektup yazardık, mektup beklerdik sevdiklerimizden. O yüzden onlarla haberleşebilmenin ne demek olduğunu bilirim.  Şimdiki gençler bir jetonla görüşebiliyorlar aileleriyle. Evlere telefon almak çok kolaylaştı. Kulübelerse neredeyse her yerde. Ah, bir de onlar için var olan şeyleri böyle tahrip etmeseler.

By paslı çözüm


Yurtta ciddi bir rutubet sorunu var. Akan tuvaletler meselesi ise bezdiriyor.

Blokların kuzeye bakan odalarında, özellikle de tam kuzey doğu köşelerde rutubet çok belirgin. Yazın yapılan tadilat ve boya ile kısa süreli yok oluyor. Ancak kış aylarında duvarlarda yeniden  yeşillenmeler oluşuyor.

Özellikle de tuvaletlere yakın odalarda durum daha da kötü. Akan tuvaletler nedeniyle belirgin bir rutubet ve koku var. Bu yüzden de kimse o odalarda kalmak istemiyor. Şikayet artınca teknisyen gönderiyoruz. Sorun bir müddet hallolmuş gibi görünüyor, ama birkaç hafta içinde yine akıntı şikayetleri alıyoruz.  

Ocak ayında bu konuya iyice odaklandık. Sorunun büyük onarım kapsamında ihale suretiyle hallolması en doğrusu tabi. Fakat keşfi hemen olsa, programa alınsa, ihalesi de yapılsa en hızlı şekilde yaz aylarında inşaata geçilebilir.  Üç aylık tatil sırasında aşamalı olarak blokları kapatıp, neredeyse tüm yurdu şantiyeye çevirecek kapsamlı bir onarım bu. Yani bir taraftan bu işler, aynı anda yurdun yeni öğretim yılına hazırlanması ile ilgili işler yürütülecek. Zor, oldukça zor bir iş. Üstelik bu iyi senaryo. 

Bir de bunun kötü olanı var. Yapılan keşif olumlu karşılansa bile, gelecek senenin yatırım programına girer. İhale hazırlıkları, ihalesi yılan hikayesine dönebilir. Yer teslimi yıl içinde yapılsa bile tüm yurdun kapatılıp öğrencilerin çıkarılması mümkün olmadığı için iş ancak gelecek yaza başlayabilir. Tabi bütün bu süre içinde sorunun göğüslenmesi, öğrenci tepkisinin göze alınması da gerekiyor.

Boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor. Çaresizce herkesin fikrini alıyorum, hatta öğrencilerin bile. Sonunda özellikle tuvaletlerdeki akma ve sızıntı sorununa "de facto" bir çözümden başka yol bulamıyoruz. Sıhhı tesisat teknisyeninin bir tuvalette geçici olarak pimaş borularını dışardan dolaştırarak yaptığı işe odaklanıyoruz hep birlikte.

Pis su boruları zeminden ya da duvar içinden geçtiği için kırıldıkları zaman sızma oluyor doğal olarak. Binalar prefabrik olduğu için de yurtta rutubet eksik olmuyor. Bizde içerde kırılan, delinen boruları öylece bırakıp, açıktan pimaş döşemeye başladık. Öncelikle akan tuvaletler tek tek bu yöntemle elden geçirildiler. 

Bu iş için yetkimiz olan avansla hemen her gün pimaş boru aldık. Böylece bir taraftan gerekli malzemeyi peyderpey aldık, öbür tarafta elemanlar durmacasıya akan yerleri tespit edip onardılar. Özellikle sömestr tatili sırasında bu işe biraz daha yoğunlaştık. Akan lavabo, pisuar, tuvalet, bu nedenle de kapalı Wc kabini bırakmadık. Biraz tuhaf, resmen pek kabul edilebilir bir iş değildi ama çaresizdik. Yurtta her şey iyi olsa da, öğrencinin tepesine damlayan şeyin mazereti olmuyordu tabi. Ayrıca, bu yöntemin bir faydası da sızıntılara anında müdahale edilebilmesiydi. 

Temizlik arabaları


Geçen yıl olaylı bir günün akşamıydı. Hiçbir cana zarar gelmesin, heyecan yatışsın diye gün boyu uğraşmış, bu arada kendim yorgun düşmüştüm. Koltuğa yığılmış kalmışım. Odaya nöbetçi Müdür yardımcısı girdi, yanında da bir öğrenci. Onu tanıyordum, sessiz biriydi. Ayağa kalkamamıştım, soran gözlerle Müdür Yardımcısına bakıyordum. 

Müdür Yardımcısı bir eliyle öğrenciyi önümdeki koltuğa oturtmaya çalışıyor, diğer yandan da elinde tuttuğu kağıda bakıp gülüyordu. "Müdür bey bu öğrencimizin size bir şikayeti, pardon önerisi var" diye konuştu otururken. Kağıdı da önüme koymuştu. Kağıtta el arabasına benzeyen, tekerlekli, üstünde silindirik bir şey taşıyan o aracın çizimi vardı. O günün yorgunluğuyla toparlayamamıştım. Bu defa öğrenciye bakıyordum soran gözlerle "Ne bu ?.." 

Mehmet "Temizlik arabası" dedi sakin bir sesle. Müdür yardımcısı hala gülüyordu, ben de bir ona, bir öğrenciye, bir de kağıda bakıp duruyordum. Sonra da yarım ağızla güldüm anlamsızca "Mehmet'ti değil mi ?" Aslında zaman kazanmaya, kendimi toparlayıp konuya odaklanmaya çalışıyordum. "Evet" dedi Mehmet. "Müdür bey, biliyorsunuz daha önce bizim bloka geldiğinizde de söylemiştim. Odaların tuvaletten çıkan paspaslarla silinmesi doğru değil diye." "Eee ?" elimdeki çizime bir kez daha baktım, bir viledaya benziyordu. 

Mehmet kısa bir tereddüt geçirdi ama devam etmeye kararlıydı. "Müdür bey, her sabah görevliler ellerindeki  ağaç saplı paspaslarla koridorları ve odaları siliyorlar. Ama ucundaki paspaslar her defasında tuvaletlerde yıkanıyor. Tuvalet taşında çırpılıp, taharet musluklarıyla yıkanıyor. Oysa odalar bizim yaşadığımız, sohbet edip uyuduğumuz, hatta bazen bir şeyler yediğimiz yerler. Yerdeki sıvaştırılmış tozların kuruduğunda bizim için nasıl bir tehlike oluşturduğunu bir düşünün. Ben düşündüm, şikayet etmenin sorunu çözmeyeceğini, bir önerim olması gerektiğini de. Çünkü, bunu da bizzat sizden, bir blok toplantısındaki sözlerinizden duymuştum. İşte nihayet böyle bir çözüm geliştirdim. Büyük paspasların temiz suyla yıkanabileceği, suyun da uygun aralıklarla değiştirilebileceği, tekerlekli bir araç çizdim size. Eğer böyle bir temizlik arabası yapabilirseniz çok daha sağlıklı bir temizlik yapılabilir."

Yeni yeni kendime geliyordum. Bu çocuk doğru söylüyordu, üstelik saygıyı hak eden bir tasarımla gelmişti karşıma. "Peki Mehmet, bu yuvarlak su haznesi nasıl olacak ?" Mehmedin verdiği cevap kısaca "Varillerden, onları yarıdan keserek !" olmuştu. "Tekerlekli yarım variller " diye söze karıştı Müdür yardımcısı. Bu kez hep birlikte güldük. 

İşte tekerlekli temizlik arabaları fikri böyle doğdu. Başta güldüğümüz bu fikir, sonra sonra bizim de aklımıza yattı. Firmayla anlaştık ve ucuza bir sürü boş petrol varili bulduk. Varilleri ikiye böldürüp, yuvarlak bir tablanın altına dört teker, arkasına da iki sap taktırdık. İlk ürettiğimiz temizlik arabalarını da E Blokta deneyip iyi sonuç alınca arabaların sayısını artırdık. Paspasları değiştirdik, görevlileri eğittik ve üç ay içinde uygulamayı bütün bloklara yaydık.  

Artık pis paspasların odalarda dolaşmasından kurtulmuştuk. Mehmedin temizlik konusundaki titizliğini ve çevre duyarlığını çok iyi anlamıştım. Ama meselelere çözüm konusundaki yaklaşımı her türlü övgünün üzerindeydi. Bugün bile o resmi saklarım ve her bakışımda onu bir elinde çizimi, bir elinde kalemiyle hatırlarım. İri siyah gözleri, heyecanı ve pembeleşmiş yüzüyle bana gülümsemektedir. 

23 Eylül 2014 Salı

183 21 Eylül 2014 Pazar 18:33 NE DÜŞÜNÜYORUM ?.........................Orda bir lise var uzakta



Orda bir lise var uzakta


1885 yılından bu yana 129 yıl geçmiş. Önce idadi, sonra sultani şimdiki söylenişi ile Balıkesir Lisesi hala ayakta. 

O günlerden bu yana on binlerce genci mezun etti. Binlerce öğretmen iz bıraktı ardı sıra. Adları gibi belki binaları da değişti zaman zaman. Ama büyüklüğü, ulu, yeşil bir meşe gibi göğe yükselişi hiç değişmedi. 

1914 te, 1915 te mezun veremedi. Vatan müdafasına, Çanakkale'ye kurban verdi körpecik fidanlarını. O günden beri Lisenin en birinci iftihar  tablosudur o gençler. Yaşayanlarsa vatanın ilerlemesi, gelişmesi için ülkeye adanmıştır o günden bu yana. Her yıl yüzlerce meşe palamudu gibi saçılmıştırlar memleketin dört bir tarafına. Düştükleri her yerde de yeni meşe ağaçları boy vermiştir. Liseyi köklü geleneği, aydınlık halesiyle, mezunlarını da o haleden yayılan ışık oklarından tanırsınız. 

Geçtiğimiz hafta sonu, 20 Eylül Cumartesi günü Balıkesir'de geleneksel kaymaklı buluşması vardı. Zaten kendisine has bir kültürü olan lise, yaşattığı böyle farklı bir gelenekle de meşhur. Ülkenin, hatta dünyanın dört bir yanına dağılmış mezunlarını, her yıl kaymaklı şenlikleri ile bir araya toplamayı sürdürüyor.  

Bu yıl Kaymaklı Programı Saat 11:00'de Kurtdereli Spor Salonunda Balıkesir Lisesi Basketbol takımı ile eski Mezunlar takımı arasında bir Basketbol Maçı ile başladı.

Söylediklerine göre bu ilk defa oluyormuş. Doğrusu dedelerle torunların maçı gibi oldu ama eğlenceliydi de. Hatta biraz da komik. Zaten kim yenmiş, kim yenilmişle kimsenin ilgilendiği de yoktu. Bu maç benzeri dostluk maçlarının da ötesinde, eskiyle yeninin birlikteliğini, kaynaşmasını gösteriyordu. Bana öyle geldi ki sanki ulu bir ağaç körpe dallarıyla geleceğe uzanıyordu.

Seyirci az, kurallar esnekti ama olsun. Dinazorlar takımı, yavrularla canla başla mücadele etti. Haklarını yememek lazım çocuklar da yaş almış, ense göbek bağlamış gençlere oldukça saygılıydılar.

Maçta birkaç ufak tefek sakatlanma yürek hoplattı. Yere iki seksen uzanma ve yavrulara el ense hareketleri görülmeye değerdi. Bazen arkadan bele sarılıp iki puan alma gayretleri, o da yetmezse yerde kazık künde atma gayretleri de görüldü. Ama o kadar da olacaktı artık. Bir araştırmaya göre yaş ilerledikçe yer çekimi fazlalaşıyormuş zahir. Zaman zaman da basketbolla güreş kurallarının karışmasına  sebep oluyormuş.

Eski mezunlar programa göre Saat 13:00 te Atatürk Anıtında toplandık. Açılan afiş Lisenin 129 yaşında olduğunu gösteriyordu. Ancak ertelemelerden dolayı aslında 129,5 yaşında olduğu konuşmalarda sık sık vurgulandı.

Bu şenlikler önceleri lisenin kuruluş yıl dönümü olan şubat ayında yapılırken, şimdilerde mayıs ayı içersinde yapılıyormuş. Kışın değil de baharda olsun diye herhalde. Ancak bu yıl peş peşe yapılan ertelemeler kaymaklının Eylül ayına kaymasına neden olmuş. Bu yüzden lise artık 130 yaşında diyenler de oldu. 

Öğrendiğime göre kaymaklı şenlikleri 1952'den bu yana yapılıyormuş. Lisedeyken bu şenliklerden nedense hiç haberim olmamıştı. Ben mi bu kadar etrafımdan bihaberdim yoksa şenlikler mi sessiz sedasız yapılırdı bilemedim.    

Maç seyrederken 73 mezunu bir arkadaş o günlerden bir anısını anlattı. Ona göre biz yatılılar çok çalışkandık. İşimiz gücümüz bütün dünyamız ders çalışmaktı. Bu yüzden o da sabah mütalalarına gelerek bizimle birlikte sınavlara hazırlanmak istemiş. Anlattığına göre Nazmi hocadan "aşağısı yetmedi burayı da mı karıştıracaksın" diyerek dayak yeme bahasına yaptığı bu tercih onu kurtarmış. 

Bunu dinleyince güldüm, gerçekten sıkı bir disiplin ve dayak korkusuyla her gün akşam iki, sabah bir saat zorunlu mütalaa (etüd) yapardık. Çoğumuz fakir köy çocuklarıydık. Çalışmak bizler için zorunlu istikametti. Bu yüzden gündüzlü öğrenciler gibi değildik. Spor, eğlence, şenlik ve aşk meşk işleri bizi bozardı. Kısacası, dışa kapalı farklı bir dünya idi bizimkisi.

13:30'da yürüyüş başladı. Programa göre kızlar bandosu eşliğinde biz eski mezunlar Liseye kadar yürüyecektik.

Genelde 1 hafta süren kaymaklı şenlikleri, özellikle eski mezunları bir araya getiriyor. Böylece aradan yıllar geçmiş olsa da yılda bir kez eski arkadaşların birbirlerini görme fırsatı oluyor bu buluşma. 

Hafta boyunca değişik kültürel ve sanatsal etkinlikler oluyor ve  cumartesi günü de hep birlikte liseye yürünüyor. Diğerleri belki yıldan yıla değişse de lisede yenilen kaymaklı ve dua geleneği hiç değişmeden bu güne kadar gelmiş.
Yürüyüş güzergahı tren yolunun üstünden geçen köprüden Kurtdereli anıtına, oradan Kızılay caddesi boyunca Saat kulesine, daha sonra A.Hikmet Paşa caddesinden Koca Okul sokağına kadar uzanıyor.

Yol boyunca emniyet tarafından önceden tedbir alınmış olduğunu görüyorum. Duran trafikte gözlerimizin karşılaştığı araç sürücülerinin yüzleri gülüyor. Kaldırımlarda biriken insanların, etraftaki esnafın ilgi ve saygı dolu bakışları dikkatimden kaçmıyor. Bando sesini duyup evlerinin pencere ve balkonlarına çıkmış meraklı bakışların alkışları da. 

Ellerimizde mavi küçük lise bayrakları, önümüzde bando, tarihi saat kulesinden eski okulumuza doğru yokuşa tırmanıyoruz. 

Bazıları neden kendi yokuşumuzdan gitmediğimizi seslendiriyor. Ancak sanıyorum yürüyüş güzergahı böyle belirlenmiş, uymak gerek. 


Şimdilerde Balıkesir üniversitesi Güzel Sanatlar fakültesi olan tarihi Koca Okul'un önünden geçiyoruz. Restore edilmiş, bu haliyle çok muhteşem görünüyor. Biz daha ziyade ön bahçeye açılan diğer yüzünü biliriz. Bu taraftan da giriş var mıydı yok muydu hatırlayamadım.

İşte köşeyi döndük ve Lisemiz karşımızda. Alışkanlık işte, yürüyüş korteji ana kapıya yönelirken biz, öğrenciyken her zaman girip çıktığımız küçük kapıyı tercih ediyoruz. 

Bando ve arkasındakilerse ön taraftan şenlik görüntüsü içinde liseye giriyorlar. 

Eskiden bu yokuş ve giriş arnavut kaldırımı siyah taşlarla döşeliydi. Duvarlar da boyalı değildi. Şimdi yerler standart paket taşlarla, taş duvarlar da boyayla makyajlanmış. Ama giriş hala aynı. Orjinal hali değişmemiş.

Okul bahçesinde bir süre dinleniyoruz. Bir zamanlar taze fidan olan bu çamlar büyüyüp koca koca ağaç olmuşlar. Biz eskiden bu meydanda dinlenecek gölge bulamazdık. Şimdiki öğrenciler şanslı, yeşil ağaçları, koyu gölgeleri  var.

Hele de okulları çok daha mükemmel. Özellikle de konferans salonunun olduğu yeni bina pırıl pırıl. Bütün imkanları var yani. Acaba başarıları da öyle mi ? 

Sormadım, araştırmadım ama böyle düşünmeden de edemedim doğrusu. İnşallah onlar da eski köklü ve büyük bir okulun başarılı mezunları olurlar. Biz de okulumuzla ve onlarla iftihar ederiz. 
Saat 14:00 Lisenin Konferans salonunda tören var. Ve işte Lise birincisi bir kızımızın plaketi annesine veriliyor. 

Vakıf başkanı bu öğrenciye de diğerleri gibi öğrenimi boyunca burs verileceğini duyuruyor. Duygulanıyoruz. Ama Vakıf başkanının konuşmasına sıkıştırdığı bir kaç cümle böyle işlerde ne denli yalnız yüründüğünü de gösteriyor. Zira, başkan, çalışmalara eski mezunların daha fazla ilgi göstermesini ve desteğe ihtiyaçları olduğunu söylüyor.

Bir diğer fedakar çalışma grubu da Balıkesir Lisesi gibi Mezunları derneği. Dernek başkanı da aynı Vakıf başkanı gibi üç yıldır bu görevi yürüttüklerini ve artık başkalarına devretmek istediğini söylüyor. Bütün bu çabaları ve katkıları için kendisini ve yönetim kurulunu alkışlıyoruz. 

Baş sağdıçı kürsüye davet ediyorlar. O da kaymaklı organizasyonunun zorluklarını, yapılan fedakarlıkları anlatıyor dilinin döndüğünce.

Ve sıra geliyor meşhur kaymaklı duasına. Başsağdıç geleneksel kaymaklı duasını bize de tekrarlatarak yüksek sesle yaptırıyor.

Lisede tarihinden gelen bir sağdıçlık geleneği var. Kurallara göre de her yıl bir başsağdıç ve ona yardımcı olacak yeni sağdıçlar belirleniyor. Kaymaklı organizasyonu işte bu hiyerarşi içinde gerçekleşiyor ve kaymaklı duası da Başsağdıç tarafından yaptırılıyor. Her yıl, çanakkale savaşında şehit olmuş balıkesir liseliler için mevlüt okunması da bunların görevleri arasında.

Kaymaklı duası son derece orjinal ve inançlı bir metin. Şimdiye kadar bu duadan haberim yoktu. Yeni Kaymaklı dergisinin eki olarak bu yıl ayrıca bastırmışlar. Dua şöyle;

Bisillahirrahmanirrahim / Yarabbi şükür, Elhamdülillah / Biz yedik, ziyade eylesin Allah

Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin / Gerisi kesilmesin, bu bitti gani gelsin / Hak erenler berekatı versin

Soframız olsun nur, kaza-bela geri dur / Cümleye meserret, Kalplerimize hidayet, Geçmişlere gufran buyur

Bizleri hilm ile beze, takva ile şereflendir / Soframıza Halil İbrahim berekatı sundur / Hanelerimizi, cümlemizi eyle mamur ve mesrur /Kaymaklı gecemize uzun ömürler ihsan buyur

AMİN !..

Sanırım bu dua eskiden gece kaymaklı yenildikten sonra yapılıyordu. Şimdi ise ancak törensel bir formda gerçekleşiyor ve böylece yaşatılmış oluyor. 

Nitekim bu yıl da henüz kaymaklı yenilmeden yapılan bu duadan sonra yeni sağdıçların belirlenmesine geçildi. Gelenekte sadece eski erkek mezunlar sağdıç olabiliyormuş. Geçtiğimiz yıllarda sadece bir kez bir hanım "sağdıce" olarak seçilmiş. Ancak bu yıl ilk defa iki tane birden hanım sağdıcımız oldu. Bir de eskiden olduğu gibi erkek bir sağdıç. 

Bu arada her ne kadar arkadan "ahretlik, ahretlik" sesleri gelmiş olsa da olsun, uysa da uymasa da artık hanım sağdıçlarımız var.Böylece, önümüzdeki yıl kaymaklı hazırlıklarını eski başsağdıcımız ve ona yardımcı olacak bu yeni üç sağdıç yapacaklar. 

Kaymaklı dergisinin tanıtımı ve dağıtılmasından sonra tören de bitiyor. Söylediklerine göre bu yıl belki dergiyi dijital ortamda da yayınlayacaklarmış. Doğrusu çok iyi bir haber bu.

Aşağıya iniyoruz. Nihayet Kaymaklı zamanı.  Okulun kantini burası. Merdiven altında kaymaklı standı kurulmuş, almak için sıraya giriyoruz.

Kaymaklı çocukluğumun ramazan böreklerine benziyor. Önceden yapılmış dizi dizi yufkadan, neredeyse bir gece yağlı, öbür gece şerbetlisini yerdik. Rahmetli babaannem üst üste konulmuş yufkaları yuvarlak tepsilerde  maşinga dediğimiz kuzineli sobalarda pişirirdi. 


Kaymaklı da bir çeşit şerbetli börek. Farkı tereyağla pişirilmiş ve araya bol kaymak konulmuş olması.  

Sıcak sıcak yeniliyor ve gerçekten nefis bir tat bu ikram edilen. Eski arkadaşlar bu arada gruplar halinde kah ayakta kah bir masada oturarak sohbet ediyorlar.

Bu yıl 73 mezunları çok fazla değil. Gerçi diğer mezunlarda da durum pek farklı değil. Ancak bunda mayıs ayında olması gereken bu etkinliğin iki defa ertelenerek tatilin bitip okulların yeni açıldığı Eylül ayına sarkması etkili olmuş olabilir.

Yine de çok çok eskileri, yaşlı hocaları, daha birkaç yıl olmuş yenileri hep bir arada görünce etkileniyor insan. Biz bile kırk bir yıllık olmuşuz. Bir arkadaşımızın nitelemesiyle dinazor, bir başkasının deyimiyle ihtiyar delikanlılar haline gelmişiz. Gençler bize çoktan abi demeyi bıraktı, artık "amca" diyorlar. Başta irkiliyordum, ama artık alıştım. Kabullenmesem ne olacak ? Aynaya bakınca her sabah bu gerçeği görüyorum ya.

Liseden ayrılma vakti. Son fotoğraflar çekiliyor. Geçen yıla kadar Balıkesir Anadolu Lisesi olan adının yine Balıkesir Lisesi olması kutlanıyor adeta.

Seneye gelebilecek miyiz, kim bilir ? Gelip de görememek de var. Öyleyse kalsın bir hatıra, buradan biz de geldik geçtik...

Akşam saat 20:00'de Asya Termal Otelde Kaymaklı Gecesi var. Gelenlerin bir kısmı gidecek, kalan kısmı ise hazırlıklı geldi, otelde rezervasyonları var. Gece otelde kalıp yarın gidecekler. 

Böylelikle şehir dışından gelmiş eski mezunlar bu cumartesi gecesi hem eğlenecekler hem de arkadaşlarıyla hoş vakit geçirecekler.  İki gece bir gün, yahut hiç değilse bir gün bir gece daha şehirde kalmış olacaklar. 

Dernek ve sağdıç sistemi yıllardır şaşırtıcı bir şekilde her yıl eski mezunları bir araya toplamaya devam ediyor. Yalnız öğrenebildiğim kadarıyla gelenlerin en gençleri nedense 80'li yıllardanmış. Kaymaklı buluşmalarına katılanlarsa daha ziyade orta yaş kesimiymiş. Nedeni, gençken düşünülemeyen bazı şeylerin bizim gibi kırklı yıllarda anlaşılmaya başlanması olabilir mi acaba ? 

Hele de ellili yıllar trenin göz göre göre kaçıp gittiğini anlayan, bu nedenle de hayatı yeni baştan anlamlandırma çabalarıyla geçmiyor mu ?

Bakın aşağıdaki bu sesleniş tam da bu dönemimize, kafa karışıklığı yaşayan bazılarımıza hitap ediyor. Kaymaklı buluşmasından haberi olmadığını, basında okumadıklarını ya da davet edilmediklerini söyleyenler aslında hala yalan dünyanın koşuşturmacasındalar. Jeton daha düşmemiş yani. 

Balıkesir Lisesi Mezunları derneğinin gelmeyen eski mezunlarla ilgili bir hayli canı sıkılmış olmalı ki Murat Saran hala davet bekleyenlere şöyle söylüyor:

14-17 yaş arasındaki liselinin bir sıfatı yoktur. Etrafındakilere sıfat verme evresindedir, verebildiği tek sıfat 'arkadaş'dır. Liseden mezun olunca o sıfatların peşine düşer. Kimi 'doktor', kimi 'avukat', kimi 'sanayici', kimi 'mühendis'... Bu sayfanın takipçileri: Etrafınıza bir bakın... Sıfat sahibi olmayan var mı çevrenizde? Şimdi gözünüzü kapayın, lise yıllarınıza gidin. Siz dahil, aklınızdan geçen insanların bugünkü sıfatları var mı? Tek bir sıfatı var: 'arkadaş'. Kaymaklı günü, sıfatlarımızdan arındığımız gündür. Hep beraber liseye döneriz. O yüzden sıfatınıza sığınıp davet beklemeyiniz. Çağıran yoksa eğer, arkadaşınız yok demektir.

Ne diyebilirim ki, çok doğru sözler bunlar. Ne mutlu bize ki Balıkesir Liseliyiz, iyi ki oradan mezun olmuşuz ve ne çok arkadaşımız var ! 

İnşallah gelecek kaymaklıda görüşmek üzere...