18 Aralık 2014 Perşembe

205 18 Aralık 2014 Perşembe 22:46 NE DÜŞÜNÜYORUM..................Haberiniz var mı ? İnsanlık ölmüş !

Haberiniz var mı ? İnsanlık ölmüş !

İnsan, büyük bulmaca.. Çözmeden öleceğim.. İnsan bulsam inan ki,  alnından öpeceğim...
Necip Fazıl Kısakürek
Son yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de her dört kişiden biri ruh hastasıymış. [1] “Yok canım, neymiş o öyle ?” dediğinizi duyar gibiyim. 

Durun, heyheylenmeyi bırakıp önce bir sakinleşelim. Koltuğumuza yaslanıp bir an için gözlerimizi kapatsak da olur. Şöyle ortalama bir günümüzü hatırlayalım.

Bir büyük şehirdesiniz, eşiniz de siz de çalışıyorsunuz. Sabah nasıl kalktınız ? Mesela; ayarlanmış telefonunuzun aniden çalmaya başlaması ile mi sıçrayıp uyandınız ? Neye uğradığınızı anlamadan robot gibi banyoya yöneldiniz değil mi ? Daha uyanamamış bedeniniz sağa sola çarpmış, siz zor bela gözünüzü açarken bir yandan da elleriniz alıştıkları işleri yapmıştır eminim. Böylece el yüz yıkanmış, traş olunmuş, aceleyle gömlek gravat seçilip kahvaltıya uzanmışsınızdır. O da varsa tabi…

Varmış, işte kahvaltı masası ortada. Eşiniz sizden önce kalkmış, ama o da bir telaş içinde. Daha kendisi de hazırlanacak, çocukları doyuracak, servise bindirecek, sonra da mesaiye yetişecek. Kahvaltı; bir bardak çay, birkaç zeytin, bir lokma ekmek, azıcık peynir o kadar. Adeta yarı ayakta bir atıştırma bu. Çünkü aklınız peynirde gözünüz saatte. Olmayacak, ceketi, paltoyu giyip kapıya yöneliyorsunuz. Sabahtan beri ağzınızdan çıkan ilk laf şu oluyor: “Geç kaldım ya, hadi ben kaçtım !”

Ne o kahvaltıyı hazırlayan, evinizi çekip çeviren eşinize bir teşekkür etmeyi akıl ettiniz, ne de çocuklarınızı öpmeyi. Çıkarken bir iki dua mı ? O da ne ki ? Bir tebessüm bile yok beşuş suratınızda. “Allahaısmarladık” bile demediniz ki tatlı bir “Selametle” densin arkanızdan.

“Hay Allah !.....?#&!?*! Dudaklarınızın arasından ıslık gibi ne olduğu anlaşılamayan ecüş bücüş bazı sözler çıkıyor. Servis kaçmış ve çaresiz otobüs bekliyorsunuz. Kucak kucağa, sırt sırta bir yolculuk, yoğun trafik sabah sabah sizi geriyor. Otobüsteki tartışmaları, itiş kakışı duymamak için Ipod'unuzu kulaklarınıza tıkıyorsunuz. Nihayet paspas kokulu ofistesiniz. Yani yaşamınızın diğer yarısında yeni bir iş günü daha başlamakta. 
  
Birbirinin yüzüne bakmadan “Günaydın !” laşmalar havada uçuşuyor. Ama servis daha kendine gelememiştir. Kimi poğaça simit, çay peşindedir, kimi günlük makyajının. Ama geç kalanlar şefi bir hayli sinirlendirmiş görünmektedir. 

Bir süre karşılıklı sataşmalar, iğnelemelerle peşrev çekilir yeni güne. Laf yememek için herkes bilgisayarının arkasına sinmiştir adeta. Dünden kalan yarım işler zaten sizi beklemektedir.

Tam işe konsantre olmuşsunuzdur ki “Hadi çıkalım !”dürtmesiyle ayılırsınız. “Az kaldı biraz işim var, ne çabuk öğle oldu ya ?” dersiniz karar vermek için. Bu arada midenize kısa bir soru sormuş, o da “Ben acıktım” diye cevap vermiştir. Biraz nazlansanız da arkadaşınızın ısrarına dayanamayıp kendinizi bir anda öğle yemeği kuyruğunda bulursunuz.

Yemekten sonra çay kahve sigara derken yeniden işin başına dönüş. Ama iş sana bakıyor senin aklın anlatılan dedikodularda. Kim nereye gelmiş, o ne demiş, bu ne yapmış öyle şeyler. Arada biraz politika, azcık da aşk meşk. Erkeklerde araba muhabbeti, kadınlarda giyim kuşam takı sohbeti çok tatlıdır. Olmazsa olmaz.

Nerede ne varmış, borsa ne olmuş, altın neden düşüyormuş, ev fiyatları artar mıymış, ne olurmuş derken saatler ikindiyi buluvermiştir. Bu vakit tam da işin fulltime olduğu fakat yemek, pasta börek muhabbetinin de giderek arttığı zamandır. Mesai bitimine doğru ibre biraz düşer. Biraz da yaz tatili planları, geçen senenin maceraları konuşulur. Ama gözler sık sık saatlere gitmektedir. Tuvalete gitmeler sıklaşır, masalar toparlanır artık eve gitme vakti yaklaşmıştır.

Akşam mesai bitimi herzaman günün en güzel saatidir çalışan için. Beş on dakika önce çıkabilmekse en büyük keyiftir nedense. İnanın bir yangın çıksa, alarm çalsa, ondan daha kısa zamanda boşalıverir koskoca bina. Servis hengamesi, akşam trafiği derken nihayet işte eviniz görünmüştür. 

Çocuklar, akşam yemeği, "ay bugün çok yoruldum", "baba öğretmen para istedi", "hanım ütülü hiç gömleğim kalmamış" "yarın market alışverişi yapılması lazım, sipariş listesi aynanın önünde" muhabbetleri. 

Böyle can sıkıcı şeyler işte. Sonunda yine koltuğunuza gömülmüş, sevgili televizyonunuzun karşısındasınızdır. Elinizde kumanda, bir o kanal bir bu kanal dolaşıp durursunuz. Eşiniz elinde çaylar gelir, o da sevdiği diziyi seyredecektir. Çocuklar yatmadan önce çizgi film isterler. Siz haberleri dinlemek ya da saati geldiğinde maç seyretmeyi planlamaktasınızdır. 

Sonrasında adı konulmayan ama bildik bir mücadele yaşanır o küçücük aile ortamında. Bezen siz sinirlenip kalkarsınız, bazen eşiniz küser. “Dersiniz yok mu sizin ? Hadi bakalım yatma vakti geldi” sözleri ise birlik olup çocukları savma operasyonundan başka bir şey değildir.

Bu arada ne sohbet, ne muhabbet. Çalışan insanın gündüz konuşup duran çenesinin akşam sevdiklerine kapanması ne kadar gariptir. Konuşma bir yana, ne karınızın ne çocuklarınızın sorularına doğru dürüst cevap vermiyorsunuz. Onların o gün yaşadıklarıyla ilgilenmiyorsunuz bile. Çocuklar, baba ile güreşmek, mesela atçılık oynamak istiyorlar. Biraz şakalaşıp gülüşmek eşinizi de rahatlatacak halbuki. Yok hayır, reklamda başladığımız oyunu devam ettiremiyorsunuz, yine ekrana kilitlenip kalıyorsunuz ailece.

Eşimiz küsüyor, çocuklarımız mızırdanıyor ama sonuçta iştahla yöneldiğimiz o ekran da bizi mutlu etmiyor. Bir tv kanalı varken insanları komşularıyla birlikte meyve soyup mutlu eden o cihaz, şimdi yüzlerce kanal binlerce programla yine bizi tatmin etmiyor. 

Aklınıza yeni okuduğunuz bir şiirin mısraları takılıyor:

Her yönden gelen reklam, canlı medya saldırısı / Gündemde durmaz akar haber, yorum fırtınası
Zaplasak geçer mi ki ? Bu göz alıcı karnaval / Seyret dur. Birinden başkasına yüzlerce renkli kanal

Ama yok ! Nereyi açsanız orada şiddet, gerilim, kan revan, daha böyle bir sürü saçmalık görüyorsunuz. Bombalanan masum insanları, yıkılan harap olan şehirleri, yangına dönmüş ülkeleri izlerken rahatsız oluyorsunuz. 

Öyle ya şurda uzun oturup, çerez atıştırarak güzel güzel televizyon izliyorsunuz değil mi ? Şimdi üzülmenin, can daraltmanın sırası mı yani ? 

Bereket kumanda diye birşey var. Ama habire zaplayıp oradan oraya atlarken farkında olmadan bir sürü olumsuz şeyi de hepsi bir arada görüyorsunuz. Nereye baksanız kan, nereye dönseniz ateş, nereye kaçsanız acı. Bir türlü kurtulamıyorsunuz bu kabustan. Onca kanal arasından şöyle kendimize uygun, keyifle izlenecek bir program ararken aksine daha da sinirleniyor, yoruluyorsunuz. 

Bir tarafta bomba, ateş, kan ve hiç bitmeyen bir yıkım / Öbür yanda yoksulluk, açlık ve kol gezen bir ölüm
Yalan, algı, kumpas sarmış, ışıltılı dünyamızı / Hipnoz olmuş gibiyiz, unutmuşuz ilk andımızı

Bilgisayarınızı açıyorsunuz. Biraz da internette dolaşmak iyi gelebilir. İlk gördüğünüz haber Türkiye'nin bazı Afrika ve güney Asya ülkelerine yardım etmesiyle ilgili haberler. Yok bize mi kalmış, yok ne işimiz varmış Miyanmarda burda hiç mi fakir kalmamış. Gazzeye yardım etmenin arkasında ne varmış ? Mutlaka birileri bu yardımları yermiş. Falan, filan...

İnternet de sizi kesmiyor. Lağımdan akan pislik gibi küfür, yalan, rezillik diz boyu. Televizyon, gazete haberleri yetmiyormuş gibi burada da kan gövdeyi götürüyor. Hem de en olmayacak görüntü ve yorumlarla. Birdenbire kendinizi karşılıklı bir siber savaş ortamında buluveriyorsunuz.

Geceyarısı bilgisayarınızı kapattığınızda, ışıkları söndürüp yatağa girdiğinizde olabilecek en kötü moralle yastığınıza gömülüyorsunuz. Aynı yatakta zihnen ve bedenen yorgun iki insansınız artık. Bu yüzden duygusal ve cinsel hayatınız da yolunda gitmiyor. 

Zaten bir sürü borcunuz var. Ev kredisi, araba kredisi, kredi kartları...Rahat uyuyamıyor, görünüşte dalsanız bile uykunuzu alamıyor, yorgun bir beden ve sıkıntılı bir ruh haliyle belki de bazen kâbuslar görüyorsunuz.

İçindeyiz, hep birlikte çılgın bir koşturmacanın / Çağın tam tam sesleri, vahşi bir karmaşanın
Tüketim çağı deniyor, borç içinde hep insanlar / Ne bu ? Büyülendik mi ? uyuşmuş hep akıllar

Olur mu ? Borç yiğidin kamçısı demişler. Neticede iki kişi çalışıyorsunuz. Geliriniz de iyi sayılır. Borç dediğin nasıl olsa ödenir. Taksit diye bir şey var değil mi ? "Alırız, taksit taksit öderiz sıkıntı yapma" diyorsunuz kendi kendinize. Gel gör ki iş öyle olmuyor, borçları, taksitleri düşünmekten, ne zaman rahata çıkacağınızı hesaplamaktan hindiye dönmüşsünüz. 

Ama bu arada hayatınızda kültürel hiçbir etkinlik yok farkında mısınız ? Sinema, sergi, konser, tiyatro, konferans hak getire. Peki ya kitap ? “Valla ne zamandı ben bir kitap okuduydum, şey yarım kalmıştı galiba, adı neydi ya ?" 

Evet ya ! Bir gününüz daha eşinizin verdiği sipariş listesi ile çocukların okul taksitlerini hatırlatan kağıt arasında kaybolup gitti. 

Yolda gelirken bir kazayla karşılaşıyorsunuz. Adam yaralı, yerde yatıyor. Etrafında insanlar birikmiş, bazıları cep telefonlarıyla fotoğraf çekiyorlar. Servisteki arkadaşlarınız da camlara yığılıyorlar. "Ne olmuş ? Kaza mı var ? Aaa ! adam ölmüş mü ? Yok, yok yaralı galiba. Ambulans bekliyorlar." İçlerinden bir kaçı da cep telefonuna sarılıyor. Sizin başınız dönüyor, mideniz kalkıyor birden.

Sanki bir yarışma programı, çekiyor oyunumuzu / Kameralar nerde ? Görsek, anlasak, bilsek sonumuzu
Neler oluyor, sanal mı gerçek mi bütün bunlar ? / Neden hissetmiyorum acıyı, nerde o sevgi dostlar ?

Hatırınıza vaktiyle okuduğunuzda epey güldüğünüz bir karikatür geliyor nedense. Karikatürde hastanede yoğun bakımda makinaya bağlanmış bir hasta var.  Yanında da ziyaretçisi bir genç. Telefonunun şarjı bitmiş. Dedesine çok normal birşeymiş gibi "Fişi çekiyom dede, telefonu şarja takıcam" diyor. 

Şimdi ancak jeton düşüyor sizde. Dedesinin hayatını bir telefon şarjına değişen torunun düşüncesizliğinden onu sanki kendiniz yapmış gibi sarsılıyorsunuz. Yorgun argın, ezilmiş bükülmüş eve atıyorsunuz kendinizi. Artık kaçmak, sadece yatmak uyumak istiyorsunuz. 

Ama küçük oğlunuz birdenbire üzerinize atlıyor. Elinde ışıklı plastik bir kılıç “Ben Hi men ! Seni geberticem.” Şaşırıyorsunuz, “nerden öğrendi böyle şeyleri bu çocuk ?” diyorsunuz eşinize bakarak. Eşiniz sözde yardımınıza koşuyor. “Gel oğlum sana tabletini vereyim. Oradaki oyunda çok daha fazla insan öldürebilirsin.”

"Daha çok insan öldürmek" ha ! Hem de küçücük oğlu tarafından. Oysa bir bilgisayar oyunu bile olsa küçücük bir çocuğa "bir insanı öldürmeyi" ya da "İnsanlığı öldürmeyi" öğretmek aslında ne korkunç bir şey. Hele de bunu bir annenin çok normal bir şey gibi hiç irkilmeden, hissetmeden söyleyebilmesi ! Beyniniz zonkluyor "Bu kadar mı aklımız uyuşturuldu, esir alındı bizim ?" diyorsunuz kendi kendinize.

Cevap vermeye takatiniz kalmıyor. Eşinize çok yorgun olduğunuzu, hemen yatacağınızı söylüyorsunuz. Bu akşam tv seyretmeye de niyetiniz yok. Ama dayanamıyor yine de Facebook sayfanızı açıyorsunuz. Onu görmezseniz hatır bırakır değil mi ? Olmamanız sanki oradaki arkadaşlarınızın çok umurundaydı.

Ama bir tevafuk, orada da ilginç bir kıssayla karşılaşıyorsunuz. Hz. Ömer'le üç genç arasında geçen bir olay bu. Kıssa; adalet, verilen sözün tutulması, ahde vefasızlık etmemek, insanlık ve merhamet hakkında. [2] Bir kez daha sarsılıyorsunuz.

Google'a "insanlık öldü mü" diye yazıyorsunuz gayrıihtiyari. Karşısına bir fotoğraf, bir de levha çıkıyor: 

“Dostluk” tatile çıktı... “Aşk” sizlere ömür... “Sabır” tükendi... “Anlayış” sıfır... “Mutluluk” yok... “Tebessüm” hasta... “Saygı” raporlu... “Yalan” diz boyu... “Adam Harcamak” gündemde... “Seviyorum Sözü” son moda!..Yalandan kim ölmüş ki insanlığın dışında!... "Başımız Sağolsun!.."

Hemen beğenip, face sayfanızda paylaşıyorsunuz. “Doğru. İnsanlık ölmüş bu dünyada. Toprağı bol olsun !” diyorsunuz altına. 

Biri bu face paylaşımınıza bir fotoğraf yorumla cevap veriyor birkaç dakika içinde. "İnsanlığın öldüğü yerde kimin hayatta kaldığının pek bir önemi yoktur..."

Bu kadar vurgun ağır geliyor. Kafanız çok karışık. Bilgisayarınızı aceleyle kapatıp en iyi dostunuz yastığa gömülüyorsunuz. 

Titriyorsunuz. Yorgan yastık yetmiyor utancınıza. Aklınıza bir dua geliyor. Bilir bilmez mırıldanıyorsunuz: 

"Allah'ım! Başlayacağım yeni gün için senden hayırlar diliyorum. İçindeki şerlerden sana sığınıyorum. Bizi doğru yoldan ayırma. Allahım günah işlemekten, bir kuluna haksızlık etmekten, birisinden zulüm görmekten sana sığınırım. Dünyevi, uhrevi kötü hâl ve akibetlerden sana sığınırım. AMİN"


[1] Mustafa KUTLU / Dört kişiden biri / http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/MustafaKutlu/dort-kisiden-biri/2006330
[2]Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girer, derler ki "Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin." Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:"Söyledikleri doğrumu ?" diye sorar. Suçlanan genç derki "evet doğru" bu söz üzerine Hz Ömer:"Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, derki:

"Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadaşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret" der. 

Bu söz üzerine Hz Ömer "söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin..." diye cevap verir. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:

"Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı ifnaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum" der.

Hz Ömer dayanamaz derki:"Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?" der. Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki,"Bu zat benim yerime kalır" o zat Amr ibni As' dan başkası değildir. Hz Ömer Amr 'a dönerek "Ey Amr delikanlıyı duydun" der. O yüce sahabe:"Evet, ben kefilim" der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz Ömer’e çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr'ın idamın yerine, maktulün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve "babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz" derler.

Hz Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki,"Bu kefil babam olsa fark etmez, cezayı infaz ederim." Amr tam bir teslimiyet içerisinde derki,"Biz de sözümüzün arkasındayız."

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.Hz Ömer gence dönerek der ki,
"Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin ?" Genç vakarla başını kaldırır ve:"Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim" der. 

Hz Ömer başını bu defa çevirir ve Amr'a derki,"Ey Amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?" Amr:"Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim" der.

Sıra gençlere gelir derler ki,"Biz bu davadan vazgeçiyoruz" bu söz üzerine de Hz Ömer: "Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz?" Gençlerin cevabı sarsıcıdır:"Merhametsiz insan kalmadı denmesin diye."

16 Aralık 2014 Salı

204 16 Aralık 2014 Salı 17:31 ANKARA HASTALIKLARI....................Sayın kimse kim

Sayın kimse kim,


Sana bu mektubu yazmadan önce epey düşündüm. Bir şey çıkmayacağını bile bile şikayet dilekçesi vermeye benziyordu. Üstelik bu arzuhalin gideceği belli bir adresi bile yoktu. Adı sanı meçhul birine yazmaksa zaten yeterince saçma değil miydi ? 

Ama, küçük bir “hak” için bile bunca uğraştan sonra karşıma çıkan traji komik duvar önünde boşluğa haykırmaktan başka elimden bir şey gelmiyordu. Birileri bu öfkeli sesimi duyar mı, merak eder mi, okur mu bilmiyorum.

Hikaye iki sene önce bir devlet bankasından 42 ay vadeli toki konut kredisi almamla başlıyordu. O zaman benden 300,00 TL dosya masrafı, 416,00 TL da sigorta primi adı altında toplam 716,00 TL kesilmişti. O günlerde masraf alınması bütün bankalarda üç aşağı beş yukarı aynıydı. Krediyi alabilmeye odaklanmıştım ve sözde bize yardımcı olan memurun uzattığı bir sürü kağıdı hesapsız sorgusuz bir çırpıda imzalayıvermiştim.

O gün üzerinde durmadığım bir ayrıntı, ikinci yıl yaptırmak istemediğim ve bedelini ödemediğim halde rızam olmadan yine hayat sigortası yapılınca iyice gözümde büyüdü. Bu hayat sigortası neyin nesiymiş araştırdım. Meğer banka benim iyiliğim için değil, alacağını garanti altına almak için, yani ölürsem parasını alabilmek için bana sigorta yapıyormuş. Demek o gün bir sürü kağıt arasında el çabukluğu marifet bana böyle bir taahhütme de imzalatmışlar.

Tabi ki, istemediğim halde, rızam olmadan bir poliçenin yenilenmesini ve gecikme faizi tahakkuk ettirilerek bilgim dışında hesabımdan kesinti yapılmasını doğru bulmamıştım.

Üstelik bu işlemin aslı ile ilgili olarak başlangıçta kesilen toplam 716,00 TL için 21.12.2013 tarihinde Tüketici Sorunları Gölbaşı Hakem Heyetine başvurmuştum. Bu tarihten birkaç ay sonra da 18.02.2014 tarihinde söz konusu zorunlu hayat sigortası uygulamasının durdurulması için de muhatap gösterilen Bankalar Birliği Sigortacılık İşlemleri Bireysel Müşteri Hakem Heyetine ilk müracaatımı yapmış bulunuyordum.

Gölbaşı Hakem heyetindeki başvurum işlemdeyken, Bankalar birliğinden bir uyarı aldım. Ben bilgim ve isteğim dışında hayat sigortası yapılmasından şikayet ediyor ve bu işlemin durdurulmasını istiyordum onlar ısrarla prim adı altında yapılan kesintilere ilişkin belge istiyorlardı.

Baktım, o güne kadar bilgim dışında hesabımdan 54,83 TL  kesilmişti. Anlaşıldığı kadar da banka her ay hesabımda gördüğü küçük artı bakiyeleri keserek bunu tahsil etmeyi sürdürecekti. Oysa bu poliçenin yenilenmesini istemediğimi hem şifahen hem de yazılı olarak kendilerine bildirmiştim. İtirazım buna, yani rızam olmadan poliçenin yenilenmesi ve hesabımdan ufak ufak prim kesilmesine devam edilmesiydi. Bu işlemi doğru bulmuyor ve iptalini istiyordum.

Bankalar birliği ise yıllarca bürokrasinin içinde bulunmuş biri olarak beni bile şaşırtan katılıkta ve ısrarla şunu söylüyordu: “Aşağıda belirtilen şikayetler Heyete iletilmeksizin sekretarya tarafından reddedilir” hükmü ve aynı maddenin (g) bendinde geçen “Teklif ve değerlendirme aşamasında olup, bankaların fiyatlama politikalarıyla ilgili ve henüz gerçekleşmemiş işlemlerle ilgili olanlar”  hükmü gereğince, henüz alınmamış ücretler ile ilgili başvurunuz hakkında bir işlem yapılamamaktadır.

Kısaca yapılan işlemin aslını yani poliçeyi görmem, ayrıca varsa kesinti onun üzerinden başvuruna cevap veririm deniyordu. Banka poliçeyi vermiyordu ancak küsürat kesintilere ait dört dekontu alıp 06/01/2014 tarihinde Bankalar birliğine yeniden başvurdum. Ben de başvurumda ısrarla “Birinci yılın sonunda yenilenmesini istemediğim, banka tarafından rızam dışında yapılan ve prim bedeli bilgim dışında kesilen hayat sigortası poliçesinin iptalini, kesilen toplam 54,83 TL prim tutarının hesabıma iadesini ve varsa herhangi bir faiz işleminin de kaldırılmasını istiyorum” şeklindeki talebimi yineliyordum.

Yaklaşık beş aylık bir süreç sonunda başvurum haklı bulunmuş ve Tüketici Sorunları Gölbaşı Hakem Heyetinin 28.03.2014 tarihli kararı gereği ama tam bir ay sonra 416,00 TL’sı sigorta primi, 300,00 TL’si dosya masrafı olmak üzere o kesintiler sözkonusu bankadaki hesabıma iade edilmişti.

Ancak heyhat ! Bu iadeyi almak üzere bankaya gittiğimde hesabımdan yine bilgim ve isteğim dışında hem de gecikme faizi tahakkuk ettirilerek hayat sigortası primi adı altında toplam 298,71 TL kesilmiş olduğunu öğrendim. Yani banka bir eliyle verdiğini öbür eliyle geri almıştı. İtiraz ettiysem de boşuna, bana bildiğim bir şeyi, yani Bankalar Birliğine müracaat etmem gerektiğini söylüyorlardı.

Bundan bir gün sonra 22.04.2014 tarihinde; Bankalar Birliğinin yazısı elime ulaştı. 6 Ocak 2014 tarihli bireysel müşteri hakem heyeti başvuruma karşılık, Sigortacılık İşlemleri Bireysel Müşteri Hakem Heyetinin aldığı, 11 Nisan 2014 tarihli karara ilişkindi bu yazı. Kararda başvuru sahibi olarak talebimin kabulü ile kesilen toplam 54,83 TL primin iadesine karar verildiği belirtilmekte idi.

Bu defa 28 Nisan 2014 pazartesi günü yine ilgili Banka Şubesine gittim ve aldığım kararı göstererek bilgim dışında kesilen sigorta pirimlerinin iadesini istedim. Karar uyarınca 54,83 TL sini hesabıma iade edeceklerini, ancak 17.04.2014 günü hesabımdan çekilen 298,71 TL’nin iadesi için yeniden bankalar birliğine başvurmam gerektiğini söylediler. Üstelik bütün ricalarıma rağmen bunu yazılı şekilde vermediler, sadece yapılan kesintinin dekontunu alabildim.

09/05/2014 tarihinde aynı konu ile ilgili olarak ancak bu defa ilişik dekontla kesilen 298,71 TL’nin iadesi için yine Bankalar Birliğine başvurdum. Formun talep özeti kısmında şöyle diyordum: “Daha önce bankalar birliğine yapmış olduğum 6 ocak 2014 tarihli bireysel müşteri hakem heyeti başvuruma karşılık, sigortacılık işlemleri bireysel müşteri hakem heyetinizin aldığı, 11 nisan 2014 tarihli karara rağmen; Hesabımdan bilgim ve isteğim dışında hem de gecikme faizi de tahakkuk ettirilerek yine hayat sigortası primi adı altında 17.04.2014 tarihinde yapılan toplam 298,71 TL kesintinin tarafıma iadesi ile rızam ve bilgim dışında hesabımdan prim tahsilatı yapılmasına artık bir son verilmesini istiyorum.”

İşte asıl komedi bundan sonra başladı. Bankalar birliği önce “başvurumun 22/05/2014 tarihi itibariyle kayda alındığını, başvurumun gündeme alınması halinde 15 gün içinde, gündeme alınmaması halinde ise 30 gün içinde eposta adresime ya da başvuru belgelerinde bildirmiş olduğum diğer iletişim adresine yanıt gönderileceği” bildirildi.

Daha sonra 27 Mayıs 2014 tarihinde ikinci bir mektup aldım “ Sayın Yılmaz Yalçın,  Birliğimiz Bireysel Müşteri Hakem Heyetine yapılan başvurular, Müşteri Şikayetleri Hakem Heyetinin Oluşumu, Çalışma Esas ve Usulleri Hakkında Tebliğ (Tebliğ) esas alınarak değerlendirilmektedir. Tebliğ'in “Bankanın genel müdürlüğüne veya ilgili şubesine başvuru” başlıklı 8'inci maddesinin 1’inci fıkrasında “Heyete başvurulmadan önce şikâyet şikayetçi tarafından bankanın genel müdürlüğüne veya ilgili şubesine yazılı olarak veya e-posta yoluyla iletilir...” hükmüne,  2’nci fıkrasında, “Genel müdürlük veya ilgili şubece şikayetçiye yazılı başvurusunun alındığına dair tarih ve banka yetkilisinin imzasını taşıyan bir belge verilir. Başvurunun e-posta yoluyla gerçekleştirilmesi durumunda ise, başvurusunun alındığı şikayetçiye aynı yolla bildirilir.” hükmüne,  Tebliğ’in “Başvuru süresi” başlıklı 10’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında ise, “Şikayetçi tarafından, banka genel müdürlüğü veya ilgili şubece verilen cevabın yeterli bulunmaması durumunda cevabın verildiği tarihten veya bankaca süresinde cevap verilmemiş olması halinde cevap verilmesi gereken sürenin bitimini izleyen altmış gün içinde Tebliğ ekinde örneği düzenlenen şikayet formunun doldurulması yoluyla Heyete başvuruda bulunulabilir. Şikayet formunda işlemin ve talebin ne olduğunun somut ve açık olarak belirtilmesi zorunludur.”  hükmüne yer verilmiştir.  Söz konusu talebiniz, yeni bir form ile Tebliğ’in yukarıda belirtilen hükümlerine uygun şekilde başvuruda bulunmanız halinde değerlendirmeye alınacaktır.  Saygılarımla”

Biz memur takımı böyle kalabalık, mevzuat alıntılı, ağdalı yazılara alışığızdır. Bayan bir Müşteri Şikayetleri Uzmanı tarafından kaleme alınmış bu yazı aslında özetle şunu söylüyordu: “Heyete başvurmadan önce şikâyetinizi ilgili bankanın genel müdürlüğüne veya şubesine yazılı olarak yapmalısınız. Daha sonra onlardan aldığınız olumsuz cevabı bize iletebilirsiniz.”

O sırada tatilde, Ankara dışında bulunuyorduk. 08/07/2014 tarihinde Bankalar Birliğine dördüncü kez başvurdum. Bana göre “şikayetime sebep olan işlem başlangıcından beri aynı olaya dayanmaktaydı. Ayrı ayrı değerlendirilmemesi ve son kesilen 298,71 TL’nin de 11 nisan 2014 tarihli kararlarına uygun olarak sonuçlandırılması gerekiyordu.”

Zaman ilerliyor her başvurudan sonra haftalar geçiyordu. Birkaç telefonlaşma oldu. Anlaşılan ben başka onlar başka türkü çağırıyorduk. Bu şekilde gündeme almayacakları belli olmuştu. Dostlarım vasıtasıyla ilgili banka şubesine bir dilekçe gönderdim. Aldıkları cevabı da bana ilettiler. Görünen o ki karşılıklı sahneye konulan tiyatro devam ediyordu. Çünkü o yazıda ne tarih, ne imza, ne de doğru dürüst bir cevap vardı.

Şöyle yazıyordu: “Sayın Yılmaz Yalçın, Şubemize başvurduğunuz 16/07/2014 tarihli başvurunuza istinaden 1 numaralı sigortacılık işlemleri bireysel müşteri hakem heyeti kararına istinaden kararda ifade edilen 54,83 TL ödemesi 28.04.2014 tarihinde hesabınıza yapılmıştır. İlgi kararda tarafımıza bildirilen tutar doğrultusunda işlem yapılmıştır.”

Yani ben dilekçemde 298,71 TL’nin iadesini istiyordum, onlar 54,83 TL’nin ödendiğinden bahsediyorlardı. “La havle ! dedim kendi kendime. Topu dolaştıran, taca atan bu tavrı çok iyi tanıyordum.

Ama ben de yılmayacaktım. 05/08/2014 tarihinde Bankalar Birliğine beşinci kez başvurdum. Talep özetinde şunlar yazılıydı: “şikayetime sebep olan işlem başlangıcından beri aynı olaya dayanmaktadır. Ancak alınan kararlara rağmen bankanın son yazısından da anlaşılacağı üzere tavrının olumlu olmadığı görülmektedir. Bu nedenle konunun önceki başvurularım da dikkate alınarak bütüncül şekilde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birliğinizin bu defa başvurumu işleme alarak olumlu sonuçlandıracağına inanıyor ve son kesilen 298,71 TL’nin bankanın verdiği son –dolaylı- olumsuz cevaba istinaden 11 nisan 2014 tarihli kararınız benzeri iadesine karar verileceğini bekliyorum.”

Yine haftalar geçti, zor bela ulaşıp birkaç telefonlaşma daha yaptım. Topu taca atma oyunu orada da karşıma çıktı. Bu defa gönderdiğim banka yazısının fotokopi olduğunu, imza edilerek tasdik edilmesi gerektiğini söylediler. Çok öfkelenmiştim, bir kez daha arkadaşlarımdan rica ettim. Elden takip edilerek hem dekont hem de yazı üzerine ıslak imzaları alınmış belgeleri Ptt ulak servisiyle kendilerine ulaştırdım.

Nihayet Bankalar Birliğinden başvurumun gündeme alındığına dair 26 Ağustos 2014 tarihi bir mesaj aldım. Artık neticeyi bekliyordum. Tabi ki bu arada yine günler haftalar geçti. Bu arada bankadan “Hayat sigortası poliçesinin yenileceğini, bunun için şubeye gelmem gerektiğini” belirten bir mesaj daha aldım. Öfkeyle telefona sarıldım, ama görünen o ki şube ilgilileri de artık benimle görüşmeyi istemiyorlardı.

Artık iyice tepem atmıştı. Çalakalem o bankanın genel müdürlüğüne internetteki iletişim hattından bir şikayette bulundum. İyice yılan hikayesine dönmüş olayı elimden geldiğince hikayelendirip sözü o mesaja getirdim. “..Ancak, Bankanızdan  cep telefonuma gelen 26.09.2014 tarihli mesajda "Sn.YALÇIN Konut kredinize ilişkin hayat sigortanız 03.10.2014 tarihinde yenilenecektir. Lütfen şubenize başvurunuz" denilmektedir. Şu anda Ankara dışındayım ve belirtilen tarihe kadar TBMM Şubesine gitmem mümkün değildir. Ayrıca hayat sigortası yaptırmak istemiyorum. Rızam dışında hesabımdan pirim kesilmesini de kabul etmiyorum. Şube ilgililerine ulaşamadım. Bu nedenle şikayetimin işleme alınmasını, gereğinin yapılmasını ve sonucundan bilgi verilmesini istiyorum.”

Çok ilginçtir, iki hafta sonra aynı gün 13 Ekim 2014 saat 13:37’de önce Bankalar Birliğinden sonra da saat 17:42’de ilgili genel Müdürlükten peşpeşe cevaplar geldi.

Bankalar Birliğinden gelen karar şöyle bitiyordu:” …Her ne kadar 11 Nisan 2014 tarihinde Heyetimizce verilen kararda yukarıda yapılan açıklamanın aksine karar verilmiş ise de yapılan değerlendirme sonucunda hayat sigortası sertifikasında yazan hüküm uyarınca Bankanın sigortayı yenileme dönemi geldiğinde yenileme yükümlülüğü bulunduğu anlaşılmış olup bu yükümlülük çerçevesinde yenilemenin yapıldığı görülmüştür.  Böyle bir yükümlülük mevcut iken yenilemenin yapılmaması ve riskin gerçekleşmesi durumunda sorumluluğun Bankada olacağı, bu durumdan Başvuru Sahibinin de zarar görebileceği mütalaa edildiğinden sigorta poliçesinin yenilenmesinde mevzuata aykırılık tespit edilememiştir. Bu bilgiler uyarınca Başvuru Sahibinin talebinin reddine karar verilmiştir.”

Yani kısaca; her ne kadar daha önce aksine karar vermişlerse de ölürsem banka borcunu tahsil edemeyeceği için bundan ben de zarar görebilirmişim.

Banka Genel Müdürlüğünden gelen cevapta ise şöyle deniliyordu:” Sayın YILMAZ YALÇIN, şikayetiniz ile ilgili yapılan değerlendirme sonucunda;

Bankamızca, kredi tamamen tahsil ve tasfiye edilinceye kadar, söz konusu krediyle bağlantılı hayat sigortası, poliçe vade bitimlerinde, azalan bakiye esasına göre, yıllık olarak yenilenmektedir. Diğer taraftan, hayat sigortasının bir başka sigorta şirketinden yaptırılmak istenmesi halinde, poliçeye Bankamız lehine rehin alacaklısı sıfatının (dain-i mürtehin) tesis edilmesi ve  poliçe vadesi ile sigorta bedelinin Bankamız uygulamaları doğrultusunda düzenletilmesi kaydıyla, talebiniz kabul edilebilecek olup, başka bir sigorta şirketinden yaptırılan poliçelerin kredi vadesi boyunca her yıl yeniletilerek Şubemize getirilmesi gerekmektedir. Talebinizin devam etmesi durumunda, bankamız yanıt tarihini izleyen altmış gün içinde Türkiye Bankalar Birliği nezdindeki Bireysel Müşteri Hakem eyetine başvurabilirsiniz. Konuyu bilgilerinize sunar, esenlikler dileriz.”

Esenlikler dilermiş ! Güleyim mi, ağlayayım mı ? Banka o kadar laf kalabalığı arasında özetle “Benim dediğim dedik, çaldığım düdüktür” diyordu. Görünen o ki Bankalar birliği de adalet yerine sahibinin sesi olmayı tercih etmişti. İlaveten mesajlarında “Sayın İlgili, Türkiye Bankalar Birliği tarafından gönderilmekte olan bu mesaj otomatik olarak üretildiğinden lütfen yanıt göndermeyiniz” uyarısı da ihmal edilmemişti. Önümde bir duvar vardı sanki. “Kimse yok mu ?.. Kimse yok mu ?.” diye bağırmak istiyordum.

Konuyu belki Bankacılık Denetleme Kuruluna veya Kamu Denetçiliği Kurumuna da götürebilirdim. Ya da artık kafayı sıyırmış biri olarak ilgili ilgisiz bakanlıklara, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına, Meclis Dilekçe Komisyonuna da gönderebilirdim. Ama yapmadım, yapamadım. Rahmetli üstadın diliyle, sessiz bir çığlıkla şöyle haykırdım içimden “Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!”

İnanıyorum ki, onların bilmedikleri ya da hatırlamadıkları bir yer daha var ve orada kul hakkı gözetiliyor. Bundan eminim. Bu yüzden, ben elimden geleni yaptım, artık gerisini onlar düşünsün.

Fakat vicdanım rahat değil. Ülkemde iyi kötü eğitim görmüş, internet kullanabilen, kanunlardan haberdar, bürokrasiye aşılı biri bunları yaşarsa, garip, hakkını arayamayanlar ne yapsın ?  Utandım, birileri adına yüzüm kızardı. Ey yöneticiler, ey makam sahipleri haberiniz var mı bu olup bitenlerden ? Bunca kul hakkının altından nasıl kalkacaksınız ?

Kulaklarımda, gençliğimizde yıllarca kürsülerden birlikte dinlediğimiz Hz. Ömere atfedilen bir söz çınlayıp duruyor: “Kenar-ı Diclede bir kurt kapsa koyunu, Gelir de adl-i ilâhi Ömer'den sorar onu!"

Hatırlıyor musunuz ? Bu sessiz yakınışımı duyan var mı aranızda ?