15 Mayıs 2020 Cuma

15 Mayıs 2020 Cuma 13:30 CORONA GÜNLERİ...................................Corona, ramazan ve dua

Corona ve ramazan

Coronanın ülkemize girişinin üzerinden iki ay geçti. Son yirmi gününü ramazanla birlikte yaşadık. Her ikisi öyle birbirine karıştı ki, corona mı ramazanı sınav haline getirdi yoksa ramazan mı coronaya oruç tutturdu kestirmek zor. Her hâl-u kârda iyi ki ramazan var, iyi ki oruç ve sabır ayındayız diye düşünüyorum.

Ramazanın sabır, direnç ve düşünce iklimi corona musibetine karşı mücadelemize destek oluyor. Manevi bir koruyucu elbise, maske, ya da eldiven gibi virüsün cirit attığı bu alacakaranlık tünelinde bizi yalnız bırakmıyor, koruyor.

Sabretmemizin, direnmemizin mükafatını inşallah bayramla birlikte alacağımız müjdeleniyor bize. Bir yanda gittikçe harareti düşen salgın, öbür yanda rahmet ve mağfiret günleri. Ölümün kol gezdiği bir dünyada bizi sarıp sarmalayan ramazan adlı bir merhamet ve bağışlanma iklimi. Elbet bu yan yana gelişte gören göz, hisseden kalpler için ne hikmetler var.

Şimdi ramazanın son on gününe, azaptan kurtuluş düzlüğüne çıktık. İçinde bin aydan daha hayırlı Kadir gecesinin olduğu final kısmına. İnanırız ve ümit ederiz ki müminler oruçla kazandıklarını, iftarla heba etmezler. İnşallah corona virüse karşı kazandıklarını da öyle heba etmeyecekler. Oruç bize bu gayreti tahkim etti sağlamlaştırdı. Corona vesilesiyle bir kere daha musibetlere karşı direnmeyi öğrendik. Böylesine sinsi düşmanlara karşı maddi manevi bağışıklığımız güçlendi. Bu az bir kazanç değil.
Dua ve corona

Corona günlerinde 'dua'yı da yeniden keşfettik galiba. Ramazan ayı içindeyiz ya doğal olarak tümden dua halindeyiz. Orucumuz dua, namazımız dua, Kur'an okurken ve dini sohpet dinlerken de hep dua üstüne düşündüklerimiz. Corona virüsü nedeniyle camiler kapalı ama minarelerden dua ve salavatlar yükseliyor. Neden? Çünkü inancımıza göre kime dua etmek nasib edilmişse, kendisine  karşılık verilecek. Allah Kur'ân'da, 'Bana dua edin, size icabet/kabul edeyim. Duânıza cevap/karşılık vereyim' buyuruyor.“(Mü’min Suresi 60. Ayet) Dua halinin zıddı kibir ve büyüklenme. Oysa insanoğlunun karşı karşıya olduğu gerçekler ise kendini bilmeyi ve haddi aşmamayı işaret ediyor. Dua etmeyen ve duaya sığınmayan insanın akıl sağlığından zoru olmalı.

ABD'de yayınlanan ünlü haber dergisi Newsweek,"Yaradan ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor?" başlığı altında dinin iyileştirici etkisini kapak konusu yapmış. Yaradan inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığı ifade ediliyor. Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inandıklarını beyan etmişler.

Michigan Üniversitesi'nin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, Duke Üniversitesi'nin anjiyo operasyonu geçiren 750 hasta üzerinde yaptığı araştırmada da 'duanın iyileştirici gücü' bilimsel olarak kanıtlanmış. Üç yıl süren bu çalışmada kardiyaloglar dünyanın çeşitli yerlerinden, aralarında Amerika’da yaşayan Müslümanların, Nepalli Budist rahiplerin ve Manchester’li Hıristiyanların oluşturduğu 26 ayrı grubu incelemişler ve birbirlerinden haberdar olmadığı halde dua eden hastaların daha hızlı iyileştiğini kanıtlamışlar.  Ayrıca dua okuyan kalp hastalarının, ameliyattan sonraki birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde 30 daha az olduğu tespit edilmiş. St Luke's Hastanesinde tedavi gören kalp hastalarından, 466 tanesine din adamları dua okumuş, sonuç olarak kendileri için dua okunan hastaların %11 oranında daha çabuk iyileştiği ve rahatsızlık belirtilerinin azaldığı görülmüş.

San Francisco Hastanesi'nde 393 kalp hastası üzerinde yapılan başka araştırmada, 150 hasta için düzenli olarak dua edilmiş, tanımadıkları kişilerin kendilerine dua ettiği bu hastaların, ilaç tedavisine daha çabuk cevap verdikleri ortaya çıkmış. Harvard'lı bilim adamı Dr. Herbert Benson da dua eden kişilerin beyin Emar’larını çekerek vücudun ve beynin dua ederken değiştiğini ortaya koymuş. "Yaptığımız beyin taramalarında, düzenli şekilde ibadet eden kişilerin, diğerlerine nazaran daha düşük tansiyona sahip olduklarını, daha az gerilim içinde olduklarını görebiliyoruz" diyen Benson’ın bulgularına göre, dua ya da ibadet esnasında vücut fonksiyonları rahatlıyor ve beyin büyüyormuş. Bu bağlamda duaların stresi gideren, bedeni sakinleştiren ve iyileşmeyi hızlandıran bir etkisi var. Bu şekilde inanmanın hastalıkların yüzde 90'ında iyileştirici etkisi olduğu ortaya konmuş. Chicago’daki Rush Üniversitesi’nin araştırmasına göre, düzenli dua edenlerdeki erken ölüm oranının, dua etmeyenlere göre yüzde 25 daha az olduğu tespit edilmiş. Dua eden kalp hastalarının ameliyattan sonraki birkaç yıl içindeki ölüm oranlarının, etmeyenlere nazaran yüzde 30 daha az olduğu ortaya cıkmış.

Amerikan Bilimler Akademisi için 212 araştırmayı inceleyen bilim adamları, bu araştırmaların yüzde 75'inde inanmanın insan sağlığı üzerinde pozitif etkilerinin tespit edildiğine dikkat çekmişler. Araştırmalar, ayrıca, inanmanın sadece depresyon gibi psikolojik sorunlara karşı değil, yüksek tansiyon, kalp hastalığı gibi bedensel sorunlara karşı da koruyucu olduğunu, hayat kalitesini yükselttiğini gösteriyormuş. Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü NIH'den psikolog Micheal E. Mc.Cullough'un araştırması da,125 bini aşkın kişiyi kapsıyor. Daha önce bu konuda yapılmış araştırmaları topluca analiz eden araştırmacı, inanan insanların daha uzun ve daha sağlıklı bir ömür geçirdiklerini kesin bir dille ifade etmiş. İçinde Müslümanların da olduğu bu araştırmaların toplam sonucu, düzenli olarak namaz kılan ya da kiliseye giden ve dinî cemaatlere dahil olan kimselerin ömürlerinin yüzde 29 daha uzun olduklarını gösteriyormuş.

Kişinin ümit sevgi bağışlama yaratıcının ona yardım edeceği onun ellerine kendini bırakma ona güvenme yalnız ona inanma yalnız ondan yardım isteme duyguları iyileşme beklentisini artırıyor. Artan iyileşme beklentisi beyinde serotonin, noradrenalin, nöropeptid gibi ruh halini düzenleyen salgıları artırıyor. Bu salgılar limbik sistem hipotalamus, hipofiz ve hormonal sistem ve kemik iliği yoluyla savunma sistemini kuvvetlendiriyor. Böylece organizmamız kendi kendine yardım ve tamir işlevini başlatıyormuş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmalarında “dua” ya vurgu yapıyor ya. Hemen birilerinde başlıyor dini bilimle çatıştırma gayreti. Her şeye muhalefet etmenin, her şeyi eleştirmenin de ötesine geçerek sürekli kışkırtıcı çatışma ortamları harlatanlar nasıl bir ruh hali içindeler acaba? Bunlar sadece bize özgü değiller. ABD Başkanı Trump'ın Corona nedeniyle bilim insanları ile yaptığı bir basın  toplantısında yöneltilen soru da aynen bizimkilerin kumaşından: "Pandemi nedeniyle duaya başvurarak bilimi inkar etmiş olmuyor musunuz? Dua ederek virüsle nasıl baş edeceksiniz?" Bu soruya Trump değil yanındaki bilim kadınlarından birisi şöyle cevap veriyor: "İşte dua edildiği için bilim var ve salgına karşı onunla mücadele ediyoruz." Şu cevaptaki isabete bakınız. Dua ile mücadeleyi, din ile bilimi karşıymış gibi gösterenlere en tesirli cevap yine bir bilim insanından geliyor.

Şayet bizim ülkemizde de yapıldığı gibi: Bilimin gerektirdiği her türlü tedbir alınırsa, bilim insanlarının önerilerine uyulursa, bilimsel yöntemlerle çalışılırsa, bilimin rehberliğinde davranılırsa...Ve tüm bunları yaparken dua da edilirse “Bilim” ve “dua” neden bir çelişki olsun ki? Aksine onlar birbirinin karşıtı ya da düşmanı değil, birbirlerinin doğal bir parçası olurlar. Bu kadar basit. Her mevzuda din-bilim kavgası alevlendirmeye çalışanlar nasıl iflah olmaz bir hastalığın taşıyıcısı durumundalar acaba?

Hazreti Peygamber Aleyhisselâm bakınız ne demiş: "Herhangi bir kul, koltuğunun altı görülecek şekilde ellerini kaldırır ve Allah'dan bir dilekte bulunursa; acele etmediği takdirde kesinlikle duasına icâbet edilir." Acele nasıl olur yâ Rasûlullah? demişler. O da "Dua ettim, ettim; kabul olmadı der (de vazgeçer)…" demiş. İşte size çağlar üstü bir öğüt. Demek acele etmemek, hele de asla umutsuzluğa düşüp isyan etmemek gerek. Hem ne biliyorsun ki; belki zamanı var, belki bir başka şekilde hayırlısı verildi onu da göremiyorsun. Vazgeçmemek, ısrar ele etmek ayıplanmıyor ki. Aksine "Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm…".(Bakara Suresi 186. Ayet) denmiş. Belki de bizzat dua hali acele sonuç almaktan çok daha faydalı. Baksanıza dünya bile corona vesilesiyle duanın gücünü yeniden keşfediyor. Hem bilimsel yöntemlerle.

İnşallah biz zaten doğru yoldayız. Dua iyi günde de kötü günde de, namazımızda da iftarımızda da bizim yar ve yardımcımızdır. Görülmeyen gücümüz kuvvetimizdir. Şimdi de minarelerimizden yükselen ve her gün eşlik ettiğimiz dua metniyle bitirelim yazımızı:

"Bütün dünyayı kuşatan salgın hastalık karşısında bizlere inâyetini lütfeyle Allah’ım. Gazabından rızana, azabından affına sığınıyoruz. Bizleri muhafaza eyle Allah’ım! Şu anda huzurunda ellerini açarak âmin diyen kardeşlerimizi, iki cihanda aziz eyle Allah’ım! Her daim mağdurların, mazlumların, gariplerin yanında yer almış; çaresizlere kucak açmış necip milletimizden rahmetini esirgeme Allah’ım! İlâhi Ya Rabbi! Hastalarımıza şifa, dertlilerimize deva, borçlularımıza kolaylıklar nasib eyle Allah’ım! Ya Rabbi! Devletimizi, milletimizi, İslam beldelerini ve bütün insanlığı her türlü afetlerden, musibetlerden, kötülüklerden, salgın hastalıklardan muhafaza eyle Allah’ım!"

13 Mayıs 2020 Çarşamba

13 Mayıs 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı161..................................Güçlü ve Zayıf yanlar(I)

Güçlü ve Zayıf yanlar(I)

Bu bölümün ilk yazısı yine Susurluk için stratejik önemde olan 'TARIM VE HAYVANCILIK’ üzerine. Daha sonraki yazılarda sırası geldikçe diğer 'GÜÇLÜ' ve 'ZAYIF' yönlerin karşılaştırılmalı olarak ele alındığını okuyacaksınız. Daha önce Whatsapp grubumuzda yapmış olduğumuz istişare ve tarama çalışması sonucu sektörün Tarım boyutunun güçlü yanları: Güçlü bir Tarım faaliyeti, Zengin su kaynakları ve sulu tarım imkânı, Organik tarım potansiyeli, Sağlıklı ve taze sebze meyve kapasitesi, Zengin biyo çeşitlilik, tıbbi ve aromatik bitkilerin varlığı, Önemli miktarda orman varlığına sahip olma ve Yaygın ve güçlü tarımsal örgütlenme” şeklinde belirlenmişti. Aynı şekilde; Canlı Hayvancılık, Kırmızı et ve süt üretimi, Süt ve süt ürünleri üretimi ile Kanatlı hayvan üretimi” yine sektörün Hayvancılık boyutunun güçlü yönleri olarak öne çıkmaktaydı. Diğer yandan sektörün mevcut durumda zayıf yönleri de grubumuzda: “Tarım arazilerinin ve işletmelerin küçüklüğü, verim düşüklüğü, Hayvancılık işletme ölçeklerinin küçük olması, İşletmelerin kurumsal olarak gelişmemiş olması, Markalaşmadaki yetersizlik ile İhracat ve markalaşma potansiyeli yüksek ürünlerin olmaması” şeklinde tespit edilmiş ve sıralanmıştı.
2016-2017 sektör raporlarından da anlaşılacağı üzere Susurluk yöresi tarım ve hayvancılıkta Türkiye’nin öncü bölgelerinden birisi. Balıkesir zaten Türkiye’yi doyuran il olarak biliniyor. Tarım sektörünün Türkiye ortalaması %9,5 iken bölgemizde bu oran %20’ler seviyesinde ölçülmüş. “İklim, sulanabilir arazi varlığı tarım ve hayvancılığa uygun”. Ayrıca “sözleşmeli üretim kültürü de gelişmiş” durumda. Üretim alt yapısı ve “çalışacak insan sayısı yeterli”. Zengin tarımsal üretim sahip olduğu dinamikler sayesinde gelecek için de bir artış potansiyeli gösteriyor. Bu itibarla ilimiz Türkiye’deki tarım ve hayvancılığın odak noktalarından birisi ve önemli miktarlarda üretim yapılarak ülke ekonomisine katkıda bulunuyor. Nitekim hayvancılık konusunda devletin 2023 planında ve GMKA’nın bölge planında önemli bir yere sahip olduğumuz açıkça belirtilmiş. Süt işleme ve gıda işleme fabrikalarının bölgedeki faaliyetleri ise önemli bir diğer avantaj. Özetle hem tarım ve hayvancılıkta, hem de “sektöre dayalı sanayi oluşumları konusunda güçlü bir potansiyel ve yüksek bir rekabet gücü”ne sahibiz. Bu çok çok önemli. Dolayısıyla ilçemizin yakın ve orta vadede sahip olduğu güçlü yanların geliştirilerek çoğaltması bölge için de stratejik bir önem taşıyor.   
 Halen yörede mevcut geniş ve verimli tarım arazileri ile uygun iklimsel şartlar zengin bir ürün çeşitliliği oluşturuyor. İlçemiz de elverişli iklimi, bitki örtüsü, verimli ve sulanabilir arazi varlığı ile bölgede öne çıkmakta. Meselâ Buğday (yeşil ot) üretimi” sadece Susurluk bölgesinde yapılıyor. 
   Aynı şekilde ilçemiz sahip olduğu iklim şartları, sulama imkânları ve uzun hasat süresi ile “tohum yetiştiriciliği için de en uygun bölge. Bu nedenle bölgemizde çok sayıda özel teşebbüs, resmi üretici ve ıslah kuruluşu var. İlçemizde de bu firmalar tarafından işletilen alanlarda tohumluk üretilmekte. 
   Özellikle ilçemiz ova köyleri olarak adlandırılan kısımda “sulu tarımla meyve-sebze üretimi” gerçekleştiriliyor. Ayrıca mikro klima bölgelerinin varlığı sayesinde çok çeşitli meyve türleri de yetiştirilebiliyor. “Gelişen meyvecilik faaliyetleri” bir anlamda alternatif kazanç yolları da demek. Meselâ halen ilçemizde “mantar üretimi” konusunda faaliyet gösteren ve kompost üretimi yapan işletmeler de bulunuyor.      Bunun gibi örtü altı üretim de birçok köyümüzde yapılmakta ve sera sayısı hızla artmakta. Çünkü ilçemiz “seracılık yatırımları için de uygun arazi varlığı ve jeotermal kaynaklar”a sahip. Bölgenin bu kaynaklara sahip olması, taşıdığı sıcaklık ve debi seracılık için son derece uygun bir ortam sağlıyor. 
     Arıcılık faaliyetleri için de elverişli ormanlık alanlara sahibiz. Ayrıca bölgemiz orman köylerinin cam fıstığı, yosun mantar ve defneyaprağı gibi değişik üretim alanlarında farklı kazanç imkânları var. 
İlçemiz özellikle büyükbaş, küçükbaş hayvancılık ve arıcılık için elverişli arazi, geniş meralar ve zengin doğal ortamlara sahip. Bu nedenle geçmişinden bu yana “ülke büyükbaş hayvan varlığında ilk sıralarda” yer alıyor. “Küçükbaş hayvancılıkta da kendine özgü ırklar” söz konusu. Bölgede büyükbaş ve küçükbaş hayvan beslenen, besi ve süt üretimi odaklı, irili ufaklı pek çok işletme var.      Bu yüzden Susurluk ilçesi ve bu bölge Türkiye’deki ve özellikle İstanbul’daki “kesik kırmızı et sektörünün en önemli tedarikçilerinden”. Bu yüzden bölgemizde “bir çok entegre et tesisi” faaliyet gösteriyor. Et ve et ürünlerinin pazarlanması bu merkezlerde gerçekleştiriliyor. 

      İlçemiz ayrıca süt ve süt ürünleri konusunda da öne çıkmış durumda. Özellikle “süt işleme fabrikalarının bölgedeki faaliyetlerinin fazla olması” güçlü bir yönümüz. Böylelikle üretilen sütler hem ilçedeki, hem de yakın çevredeki süt işleme merkezlerine pazarlanmakta. Bu bağlamda ilçemizden ülkenin dört bir yanına ve dünyaya süt ve süt ürünleri gidiyor. Diğer taraftan bölgemiz “Beyaz et üretimi”nde de ön sıralarda. İlçemiz çok sayıda tavukhaneye ve Türkiye’nin beyaz et ihracatında önde gelen bir markasının kesim ve işleme tesisine yer vermesi sebebiyle beyaz et sektöründe de söz sahibi.        
           Bunların dışında besi ve süt yemleri ile silaj ve küspe” türünden maddelere en çok ihtiyaç duyulan ve üretimi yapılan bölgelerden birisi Susurluk. Besi sektörü için önemli bir maliyet durumundaki yem hammaddeleri” konusunda oldukça zenginiz. İlçemiz, çok çeşit ve miktarda yem üretiminin gerçekleştirildiği bir bölgede. Bu bağlamda özellikle hububat, ayçiçeği, silajlık ve dane mısır üretim alanları geniş yer kaplıyor. Bitkisel ve hayvansal üretimin yoğunluğu nedeniyle aynı zamanda tarıma dayalı sanayinin gelişmekte olduğu bir bölge” burası. İlçemizde ve bölgemizde yoğun pancar üretimine dayalı olarak “Susurluk şeker fabrikası” meselâ bunlardan en önemlisi. İşlenen pancar, şeker, küspe ve melas gibi farklı pek çok ürün ortaya çıkarmakta ve tarım ve hayvancılığa katkıda bulunmakta. Ayrıca bölgemizde yer alan bazı Gıda işleme fabrikaları”nın varlığı da güçlü bir diğer yönümüz. Bu bağlamda bölgemizde birçok salça, donmuş gıda ve konserve fabrikaları bulunuyor. İlçemiz ve bölgemiz bu fabrikaların temel ham madde üretim merkezi konumunda.
TARIM VE HAYVANCILIK alanında güçlü yönlere sahip olduğumuz kadar “ZAYIF” olduğumuz ya da günden güne zayıflamakta olan başka taraflarımız da var. Meselâ; “Maliyetlerin yüksek olması” önemli bir sıkıntı. Bu zafiyet bazı konularda ulusal çapta yaşanan enflasyon, kur artışı ve girdilerin pahalanması nedeniyle bize yansıyor. İşin bu tarafı dış çevreden yönelen tehditlerle ilgili. Ancak, ekonomik olmayan faaliyetler, verimsizlik ve kötü yönetim” gibi sorunlar ilçemiz için de geçerli zayıf noktalar. Aynı şekilde ilçemizde üretilen bitki ve hayvanlarda görülen “Hastalıklar” da bizim için dikkate alınması gereken olumsuzluklar. Güçlü bir yaş meyve sebze üretim potansiyeline karşılık “pazarlamaya yönelik paketleme tesisleriyle entegre soğuk hava depoları eksikliği” ilçemiz için önemli bir boşluk.  Bir yandan da kırsal alanda giderek “boşalan köyler ve yaşlı nüfus” gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu sorun sanayileşme ile ortaya çıkan genel bir tehdit aslında. Çevremizde kümelenen sanayi tesisleri ve büyük kentler gençlerimiz için çekim merkezi olmuş durumda. Bu olgunun ilçemize yansıması “Tarım ve hayvancılıkta çalışacak insan gücünün azalması” olarak ortaya çıkıyor. Emek yoğun bir sektör olan tarım ve hayvancılıkta bilinçli ve girişimci bir genç kitleye ihtiyaç gittikçe artıyor. Bu sorunun üzerine gidilmesi ve orta vadede güçlü hale dönüştürülmesi gerekiyor. Bölgemiz şu ana kadar yoğun bir sanayileşme görmedi. Doğal olarak hava, toprak ve sularda meydana gelen kirlenme” henüz alarm seviyesinde değil. Ancak, ilçemizin içinden geçen Susurluk deresinde ve diğer su kaynaklarımızda gözle görülür kirlenmeler de yok değil. En güçlü yanlarımızdan biri olan sulanabilir arazi varlığımız bu kirliliğin artması ölçüsünde olumsuz etkilenecek. Konunun giderek zayıflama temayülü gösteren bir sorun olarak gündemimizde yer almasından daha tabii bir şey olamaz.
Tarımda Ziraat mühendislerimizin, Hayvancılıkta da Veteriner hekimlerin sahaya inmesi ve üretim faaliyeti içinde aktif olarak yer almaları gerekiyor. Bu anlamda Tarım ilçe Müdürlüğünde çalışan “Ziraat mühendisi ve veterinerlerin masada oturup evrak işleriyle uğraşmaları” zayıf bir yön olarak ortaya çıkıyor. Onların arazilerde, köylerde, çiftçilerle ve hayvancılıkla uğraşan üreticilerimizle omuz omuza uyum içerisinde çalışması lazım. Evrak işleri Ziraat odasınca veya düz memurlar eliyle de yapılabilir. Bu arada çiftçilerimizin ihtiyacı olan “bilgi ve danışmanlık desteği” 3 ayda bir yapılacak seminerlerle etkinlikle sürdürülebilir. Bir başka zayıf konu ise tarımsal arazilerin sulanmasında yaşanıyor. “Pahalı sulama” tarımsal üretimde oldukça önemli bir zayıf nokta. Üretilen ürünlerin maliyetinin düşürülebilmesi için sulama alanlarının kapalı sisteme alınması bir çözüm yolu olabilir. Böylece önemli bir maliyet oluşturan mazot ve elektrik tüketimi olmadan çiftçilerimiz vanayı açtıklarında tarla ve arazilerini sulayabilmeliler.
Hayvancılık konusundaki deneyimler “seçilen büyükbaş hayvan ırkı” konusunda da bir sorun olduğuna işaret ediyor. Bölgemizde yetiştirilen holstein cinsi hayvan nihayetinde bir süt ırkı. Doğrudur, çok süt veriyor ancak yavru sayısı az ve hastalıklara dayanıklı değil. Bir holstein ırkı yavru ne kadar yem verilirse verilsin 300 kilogram civarında oluyor. Fakat semental gibi başka bazı ırklar daha uzun ömürlü ve dayanıklılar. Ayrıca 20-25 kilo civarında süt verirken, 8-10 buzağı, 400 kilogram civarında et alınabiliyor.  Hayvancılıkta bir diğer önemli konu bölgemizde bulunan meraların değerini bilememek bu “meralardan yeteri kadar yararlanamamak”. Sadece Göbel bölgesinde 4000 dönüme yakın mera var ama verim ömrü çok kısa. Bu bağlamda mevcut meralarımızın kıymetini bilip koruyarak, ıslah edilip sulayarak yıl içerisinde hayvancıya olan katkısını arttırmamız mümkün.
yyalcin3@gmail.com

13 Mayıs 2020 Çarşamba 12:00 CORONA GÜNLERİ............................Corona mizah

Corona mizah

Corona günleri mizah yeteneğimizin de sınırlarını zorluyor. Her gün ne inciler okuyorum; güleceğim ayıp olacak, ağlamak ta bayağı absürd olur. Ne yapayım şimdi? Yazayım bari, paylaşırsam rahatlarım. 2021'e ulaşabilirsek onu kutlamayacağım zaten "o bizi kutlasın, siz 2020'den nasıl çıkabildiniz?" diye.

Virüs Çin'de çıktı ya ev muhabbetlerimizde en çok kulağı çınlatılan onlar. Bu arada dikkatimi çekmiyor değil. Çin cenahından fazla ses gelmiyor. "Mahallenin delisi gibi ortalığı karıştırıp kenara çekildiler" galiba. Sahi bu Çin'den gelen her şey çakma değil miydi? Nasıl oldu da "bu korona virüsü orijinal çıktı?" Allah Allah! Yıllarca bizi "üç harfliler çarpar diye korkuttular meğerse o cin değil Çin miş!" iyi mi? Sadece bizi değil bütün dünyayı iyi çarptılar hani. Şimdi de Çin'de bir "hanta virüsü çıkmış" diyorlar. Aman, aman! Şu "Cengiz Han'ın mezarını bulup çıkarsak mı acaba?" Bu gidişle biz bu Çinlilerle başa çıkamayacağız diye düşünüyorum.

Corona günlerinde bazen fıkra gibi olaylar duyuyoruz. Aslında acı yaşanmışlıklar. Ancak işin o tarafını değil de mizah tarafını görmek istiyoruz galiba. Meselâ; "testi pozitif çıktı diye tüm köyle helalleşen" adamın halini bir düşünün. Bütün köyün karantinaya alınmasına neden olmuş. Fıkra gibi değil mi? Borçka böyle karantinaya alınmıştı. Van'daki muhtarımızın yaptığı işgüzarlığa bakın: "Taziye çadırı kurmuş", şimdi tüm köy karantinada, hasta sayısı 93. Corona günlerinde, üstelik virüslü iken birinin ailesi ve bütün akrabaları ile sarılıp şapur şupur öpüşmesi "giderken yalnız gitmeyeyim" düşüncesinden mi acaba? Böyle traji komik olaylar sade bizde değil dünyada da yaşanıyor tabi ki. Ürdün'de bir adam "koranadan öldüğü için aracı ile birlikte defnedilmiş!" Aracını çok seviyor olabilir, ama böyle gömülmekle tarihe geçtiği kesin.

Bazılarına göre "korana yüzyılın son kabadayısı". Bana göre de öyle. Baksanıza dünyada ne kadar bar, pavyon, kumarhane varsa tek başına hepsini kapattı. Ona bu yönüyle saygılar sunuyoruz. Ama "bizi evlere hapsedip kendisi dünyayı gezince biraz da kıskandık" yani.

Ev tiyatrosu

Bu nasıl bir zaman, nasıl bir dünya? "Deprem var içeri girmeyin, virüs var dışarı çıkmayın!" Bir dışarı, bir içeri.  Onlarla yaşamaya alışalım da nasıl? İçerde mi, dışarda mı? Hayırlısıyla geçse şu günler. 

Bu sene sadece Mart değil Nisan da kapıdan baktırdı zaten. Mayıs'a girdik ama ürkek kediler gibi arada sırada dışarı çıksak da hemen geri kaçıyoruz. Bu gidişle dışarda dolaşmayı unutacağız. Haziran'da heyecandan elimiz ayağımıza  dolaşacak diye tırsıyorum. İnsanlarla konuşmaya konuşmaya bir müddet dilimiz de dönmeyebilir. Kelimeler yarma çıkacak ağzımızdan diye korkuyorum. Yine de espri yapmaya devam ediyoruz. Arkadaş ne olur ne olmaz diye "yeni gelen arkadaşlık isteklerini 14 gün karantinada bekletiyormuş". Herhalde içerdekilerin sağlığını düşünüyor.

Eskiler kışın evlerinden çıkamayınca ocak başında binbir gece masalları uydururmuş. Şimdi de bir tür sanal kış yaşıyoruz. Uydurduklarımız, dinlediklerimiz hep corona üstüne. Hani yemeklerde vardır ya; yumurtalı, kremalı, sebzeli, etli vs. İşte aynen onun gibi bu corona günlerinde de virüsle ilgili türlü çeşit fıkra, esprik dönüyor ortalıkta. Domatesin bol olduğu zaman nasıl her yemekte, salatada, turşuda hatta tatlıda o varsa, corona virüsü de hayatımıza o kadar girdi. Ne kadar tedbir alsak sanki aramızda hep o varmış gibi yaşıyoruz. Öyle olunca da coronasız laf olmuyor.

Meselâ yarın hava güzel mi olacak, aklımızdan şu geçebiliyor: "çocukları da alıp salona mı geçsek acaba? Biraz da balkonda otururuz". Şehirler arası gidemiyoruz ya, olsun; "Oturma odasına Ankara, mutfağa İzmir, salona İstanbul,  yatak odasına da Körfez ismini koydum. Her gün şehir şehir dolaşıyorum" ohhh! Sefam olsun. Bazen canım sıkılıyor kapıyı açıp "ooooo kimler gelmemiş" deyip kapatıyorum. Kendi kendime eğlenceler icad ediyorum. Meselâ size de şöyle bir şeyler oluyor mu? "Ne eğlenceli bir gün! Dur biraz da şu koltukta oturayım, sonra diğer odaya geçer duvarlara felan bakarım, olmadı belki biraz da salona geçerim" gibi  abuk şeyler. Ramazandan önce bir ikindi üstü ailecek balkona çıkıp kahve içtik, bir ara hafif üşümüşüm "geç oldu artık eve gidelim" diyecektim az daha.

Kadın muhabbetleri de nasibini aldı tabi bu corona musibetinden. Hafif sitemtrak:"Şekerimizi kolonyamızı aldık, görücü bekleyen gibi oturduk evde virüs bekliyoruz canım" diye konuşuyorlar telefonda birbirleriyle. İyi tarafı da varmış meğerse bu günlerin "tarihte ilk defa tüm dünyadaki kadınlar kocalarının nerede olduklarını biliyorlarmış". Bazıları ev tedbirlerini bayağı abartmış duydunuz mu: "Kolonya şişesini çamaşır suyu ile, çamaşır suyu şişesini kolonya ile, kolonya şişesini sirke ile siliyorum ayol! Çıldıracağım neredeyse" diye yakınıyorlarmış. "İki ay sonra bugün ilk defa çöp atmaya çıkıcam, ay o kadar heyecanlıyım ki! Ne giyeceğimi bilemiyorum" diyenler mi ararsın, "Yaz geliyor fit olayım derken, karantinaya girdim fil gibi oldum. Korkudan sadece sokağı değil, tartıya da çıkamıyorum" diye şikayetlenenler mi. Dertlendikleri şeye bakılırsa şayet "kuaförler açılmazsa sarışınların yüzde doksanı yeryüzünden silinecekmiş". O değil de acaba "güzellik salonları daha böyle kapalı kalacak olsaydı koranadan daha korkunç şeylerle karşılaşabilirmiydik?" bilemiyorum.

İyi bildiğim bir şey var; bu virüs erkeklere bir iyilik, kadınlara da bir kötülük yaptı. Evde kalmak kesede bayağı tasarruf yaptı sayılır. Ama bu iş kadınların hiç de hoşuna gitmedi tabi ki. Bilenler internetten alışverişi çoğalttılar. Bu çalım da erkeklerin hiç hoşuna gitmiyor farkındayım. Annelerin olaya bakışı ise olağanüstü: "Anneme virüs var biraz alışveriş yapalım diyorum, oda dur belki ölürüz masraf yapmayalım diyor". Ölürüm ben onlara. İyi ki varlar pambuk güzeller.

Bu corona baya öz eleştirilere de sebep oldu. Tabi herkes kendi dünyasına göre. Geçen gün bir paylaşımda gördüm. Kadının biri diyor ki: "Yüzük partisi, Çiş partisi, Bebek geldi partisi, Bebek geliyor partisi, Cinsiyet belli oldu partisi. Adım adım sapıtıyordunuz, bak şimdi düğün bile yapamıyorsunuz". Bir adam da şöyle demiş: "Allah'ım dünyayı gezmek istiyorum dediğim için çok özür dilerim, mahalleyi gezsem yeter". O değil de bu gidişle "evde kalsak Bakırköy, dışarı çıksak tahtalıköy" olacak. Allah hayra çıkarsın sonumuzu. Bu arada sahi ölümüne sevenlere ne oldu? "Bakıyorum da sokakta el ele gezen çift göremiyorum". Dışarıyı boşverin, benden söylemesi "Beyler! Sakın evde eşlerinizle çekişmeyin. Gidecek yerimiz kalmadı. Sonra ne yaparsınız?" Hiçbir yer açık değil, dertleşecek arkadaş da bulamazsınız. Şu durumda evde kalmak en iyisi. "Kırk katır mı, kırk satır mı?" demiş eskiler. Durum vahim, binlerce erkek arkadaşımızı virüsten değil de, evdeki "kadın dırdırından" kaybetmemiz de mümkün.

Eskiden virüs telefona bilgisayara girmesin diye uğraşılıyordu. Virüs deyince onu anlardık. Şimdi "aman bize girmesin" diye uğraşıyoruz. Ne traji komik durum. Eskiden biri hapşırınca bıyık altından gülümser, genellikle çok yaşa diye dua edilirdi şimdi hapşırıldığında kaşlar kalkıyor, maskeler sıkılanıyor ve "git ileride hapşır vallahi 155'i ararım" edasıyla bakılıyor. Bu da bir değişim. Meselâ bir resmi daireye girerken kapıda güvenlikler gülümseyerek kolonya tutuyorlar. Bu samimi ortam gözlerimizi yaşartabilir. Sakın bu değişimin havasına fazla kaptırmayın kendinizi. "Ayakkabılarınızı çıkarıp terlik rica ederseniz" iki kolunuzdan tutulup dışarı da atılabilirsiniz. 

Değişim dedim de corona günleri işlevsel cinlikler de kattı hayatımıza. Örneğin hastaneye gidiyorsunuz varsayın. Sosyal mesafeyle daha da uzayan kuyruğa bakıp sıranın  size gelmeyeceğinden endişe ederseniz yüksek sesle "Hemşire hanım ben Çin'den yeni geldim çok hastayım" diyebilirsiniz. Emin olun ilk sizi alırlar. Denenmiştir, siz de uygulayabilirsiniz. Ama sonrasına karışmam. Testler filan iyi de en az 14 gün karantina var o nasıl olur bilmem. Daha az tehlikeli cinlikler de var. Diyelim markete gittiniz. Aceleniz var ama kasa kalabalık. İçeriye doğru "Ooo Ahmet abi, ne zaman geldin İtalya'dan?" diye seslenin emin olun markette kimse kalmaz.

Yalnız kim akıl ettiyse çok doğru söylemiş, "dışarı çıkana para cezası değil de evinde kalana para ödülü verirse biz 5 güne kalmaz bu virüsü yeneriz". Keseri hep kendine yontmak bu kadar olur yani. Her çiçekten bal, her sinekten yağ çıkarmayı biliyoruz. Yalnız şu karantina bitsin, orman alanları yasaklanmazsa herkesi pikniğe götürmek isterim "Herkes kesesinden yesin içsin, saltanatın var benim!" diye bağıracağım. Bir yerde okudum adamın biri ciddi ciddi şöyle demiş: "Şayet korona virüsüne yakalanırsam bütün kavgalı olduklarımla öpüşüp barışmayı düşünüyorum". Ne denir? Hayatta asla küs kalmamak lazım değil mi?

11 Mayıs 2020 Pazartesi

11 Mayıs 2020 Pazartesi 12:30 CORONA GÜNLERİ..............................Anneler günü

Anneler günü

Bugün anneler günü. Her yıl Mayıs ayının ikinci Pazar gününü bu adla kutluyoruz. Kuşkusuz böyle bir gün bütün anneleri onurlandıran özel bir gün. Değişik günlerde de olsa hemen hemen bütün dünyada kutlanıyor. Anneler hatırlanıyor, aranıyor, ziyaret ediliyor ve kendilerine çeşitli hediyeler alınıyor.

Bizim tarihimizde, geleneğimizde olmayan bir kutlama. Sebebi basit; bizim kültürümüzde "anne" zaten çok önemli ve değerli. Onun hatırlanması, aranması ve ziyaret edilmesi için özel bir güne ihtiyacımız yok. Onu yılda bir güne indirgemek başlangıçta bize ters gelmiş olmalı. Bizim için anne aileden ayrı bir kişi değil. Büyük aile kültüründe zaten iç içe yaşanmış geçmişte. Bizde hediyeleşme de sünnettir, karşılıklıdır ve böyle günlerle sınırlı kalmaz.

Yine de tüketim ekonomisinin desteklediği, popüler kültürün yaşattığı günlerden birisi anneler günü. Yılbaşı, sevgililer günü, kadınlar günü, babalar günü gibi. sıradan kutlanan günlerden. Artık kimse nereden çıkmış, aslı nedir diye merak etmiyor. Hele hele annelerin sahiplendiği bir konuda aykırı düşünmek hiç mümkün mü?

Ancak köprülerin altından çok sular geçti. O artık kabullenmiş olduğumuz, kendimize uydurduğumuz hediye günlerimizden birisi. En çok da onu çiçekçiler, giysi, zinet ve hediyelik eşya satıcıları gözlüyor. Bu da çok normal, nihayetinde bu vesile biraz para kazanacaklar değil mi? Yanlış anlaşılmasın karşı olduğumdan değil, ben kelimeler gibi böyle şeylerin de aslını, kökenini merak ederim.  Annelere adanan bu özel gün nasıl ortaya çıktı, ne zamandır kutlanıyor biraz araştırdım.

Bu nevi günlerin kaynağı diğerleri gibi batı kültürü. Ama bu günün kökenleri taa antik yunan mitolojisine kadar dayanıyormuş. Meğerse mitolojiye göre pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan Rhea onuruna verilen yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başlamış. Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa'nın doğumundan 250 yıl öncesinden beri ana tanrıça Kibele onuruna kutluyorlarmış.

Bir de 1600’lerin İngiltere’sinde “Anneler Pazarı” kutlaması var. “Lent” adı verilen ve Paskalya’nın 40 gün öncesinden başlayan sürecin dördüncü pazarında kutlanılan “Anneler Pazarı” ile bütün İngiliz anneler onurlandırılırmış. O zamanlar yoksul İngilizler’in çoğu, varlıklı ailelerin yanında hizmetçilik yapmakta olduklarından ve çalıştıkları evler çoğunlukla kendi evlerinin çok uzağında kaldığından, işverenlerinin yanında yaşamasına izin verilirmiş. İşte bu “Anneler Pazarı”nda o hizmetçilere izin verilir, evlerine gidip günü annelerinin yanında geçirmeleri teşvik edilirmiş. “Anneler Pastası” denilen özel bir pasta da bu kutlamanın olmazsa olmazıymış.

Hristiyanlığın Avrupa’da yaygınlaşmasıyla kutlama biçim değiştirerek “Kilise Ana” gününe dönüşmüş. Kendilerine hayat veren ve kötülüklerden koruyan gücün “Kilise Ana” olduğuna inanıldığından zamanla kilise festivali ile “Anneler Pazarı” kutlamaları birbirine karışmış. Böylece Avrupa'daki insanlar, kiliseyle birlikte annelerine de şükranlarını sunar olmuşlar.

ABD’de ise Anneler Günü ilk defa 1872’de Julia Ward Howe tarafından, barışa adanan bir gün olarak önerilmiş. Bayan Howe her yıl Boston’da Anneler Günü kutlamaları organize etmiş. Derken 1907 yılında Philadelphia’da Ana Jarvis adında bir kadın, ulusal bir Anneler Günü için kampanya başlatmış. Bayan Jarvis, West Virginia eyaletinde annesinin bağlı olduğu kiliseyi, annesinin vefatının ikinci yıldönümü olan mayısın ikinci pazarında, Anneler Günü’nü kutlamaya ikna etmiş. Böylece ertesi yıl Anneler Günü, bütün Philadelphia’da kutlanmaya başlamış. 1908 yılında başlatılan bu uygulama 1914 yılında Kongre'nin onayıyla Amerika Birleşik Devletleri çapında genişlemiş.İşte bugün bütün dünyaya yayılmış bulunan "Anneler günü" nün hikayesi bu.

Neyse ne, ben de bütün annelerimizin bu gününü kutluyor, vefat etmiş olanlara da rahmetler diliyorum.

Teneffüs saati

Dün 65 yaş ve üzeri büyüklerimizin teneffüs günüydü. Onlar başından beri Sokağa çıkma yasağı bulunduğu için yedi haftadır evlerinden dışarı çıkmamışlardı. Diğerleri için hafta sonu yasağı olan bir günde, bilhassa da anneler günü olan özel bir günde ilk defa 4 saatliğine evlerinden dışarı çıkmalarına izin verildi.

Parklar, sahiller, meydanlar ve banklar teneffüse çıkmış öğrenci heyacanı yaşıyan yaşlılarımıza özeldi dün 11.00-15.00 saatleri arası. 10 Mayıs Pazar günü 4 saat boyunca evlerine yürüme mesafesiyle sınırlı olmak, sosyal mesafe kuralına riayet etmek ve maske takmak kaydıyla dışarı çıkabildiler. 24 ilde sokağa çıkma 

kısıtlaması olduğu için dışarda kimseyle karşılaşmadan rahatça dolaşabildiler. Hepsi heyecanlı ve mutluydu. Kimisi yürümeyi, kimisi doya doya bahar havasını teneffüs etmeyi, kimisi eşiyle ya da dostlarıyla sohbeti tercih etmişti. Torunlarını özleyenler yakın mesafedeki çocuklarının evlerinin önüne gidip pencereden de olsa onları görebildi, konuşabildiler.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Twitter'dan paylaştığı mesajda Koronavirüsle mücadelede evde kalarak ve kurallara uyarak en büyük desteği veren aziz büyüklerimize teşekkür etti. Şöyle hitap etti onlara: "Beklenen gün geldi. Bugün çıkıp dolaşın, hava alın ve güzelce vakit geçirin. Ama bu güzel günde bile maske takmayı ihmal etmeyin. Çünkü maske artık kıyafetimizin bir parçası. Her dakikanız güzel geçsin'' dedi.

Özellikle yaklaşık iki aydır evlerinden çıkmayan büyük anneler için dün çok çok özel bir anneler günü hediyesi oldu aynı zamanda. Belki de bu yüzden 10 Mayıs Pazar günü seçilmişti onlar için.

Şimdi sırada çocuklar ve gençler var. 14 yaş ve altındakiler 13 Mayıs Çarşamba günü; 15-20 yaş arası gençler de 15 Mayıs Cuma günü saat 11.00-15.00 arasında, yürüyüş mesafesiyle sınırlı olmak üzere dışarı çıkabilecekler.Sosyal mesafe kuralına uymak ve maske takmak onlar için de zorunlu olacak.