11 Aralık 2020 Cuma

11 Aralık 2020 Cuma 23:30 CORONA GÜNLERİ....................................Corona mizah

Coronalı şiirler

Corona gibi oldukça ciddi bir konuda “mizah” da neyin nesi diyebilirsiniz. İlginçtir ama toplum hemen her konuyu bir şekilde mizaha dönüştürebiliyor. Özellikle de baş edemedikleri meseleleri. Bu da bir tür altta kalmama, atışma-didişme vesilesi. Mizah, genel olarak komik bir dürtüyle başlayan, gülümseme veya gülme gibi bir sonuç doğuran bir olay. Genelde insanlara eğlenceli bir an geçirtiyor, hoş bir tad bırakıyor.

 

Ülkemizde başta aşıklık geleneği olmak üzere genelde şiir dünyası da bol bol mizah içeren ögeler üretmiş. Toplumda kendisinden önce olmuş ya da zamanında yaşanan kıtlık, yangın, sel felaketi gibi son derece acılı doğa olaylarını, salgın hastalıkları ve benzerlerini mizahi bir dille yansıtmışlar. Düşünce ve duygular bazen hiciv, bazen dram, bazen de mizahla ifade edilmiş.

 

Pek çok kişinin ölümüne sebep olan salgınların halk âşıkları tarafından uzun uzun anlatıldığı destanlar vardı eskiden. Şimdi ise böyle mizahi anlatımlar medya organlarını aştı,  twitter, Facebook, Instagram vb. sosyal ortamlara taşınmış oldu. Bu sanal dünyada her gün salgın konulu yüzlerce mizahi fıkra, karikatür, şiir ve görüntü dolaşıyor.

 

İletişim araçları ve internetle birlikte bir tür dijital mizah ortaya çıktı. Kendisini ifade etmek isteyen her birey gülme ve güldürme ihtiyacını da sosyal medyada giderebiliyor. Böylece Covid-19 isimli virüsün oluşturduğu salgın da kaçınılmaz olarak “sosyal medya mizahı” içerisinde yerini almış oldu. Halbuki bu pandemi toplumun tümünü etkilemesi ve yıkıcı gücü bakımından İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanmış en büyük olay olarak nitelendiriliyor. Ülkemizde de 16 bini aşan can kaybına rağmen bir şekilde sosyal medyada mizahi şiirlere, fıkralara, karikatürlere konu olmakta gecikmedi.

 

Özellikle sosyal medyada, salgının ilk günlerinden itibaren halk şiiri tarzında yazılmakla beraber şairi belli olan veya anonimleşmiş birçok şiir paylaşıldı. Kuşkusuz salgının sona ermesinin ardından “salgın mizahı” da şekil değiştirip başka bir alana sıçramakta gecikmeyecektir.

 

Salgının ülkemize ulaşması ve etkisini arttırması ile sosyal medyada paylaşılmaya başlanan ilk mizahi şiir şöyle: “Oy Korona Korona/Herkes girsin horona/Horona girmeyenler/Yesin sizi Korona/Eller çok yıkanacak/Dirseğe hapşurulacak/Sarılmak öpüşmek yok/Uzaktan bakılacak”. Mâni tarzında yedili hece ölçüsü ile yazılmış bir halk şiiri bu.

 

Aşağıdaki şiir ise yukarıdaki şiirin bir çeşitlemesi: “Virüs gelmiş Korona/Yârim girmiş horona Acaba bizi de çeker mi/El sallasak drona/Virüs kaptım Korona/Yaşar mıyım sor ona/Gurbette bir yârim var/Ben ölürsem kor ona”

 

Bu şiirde de koronanın ölümcül etkisi savaşlardaki “hilal tekniği” ile birleştirilmiş: “Hilal tekniği ile geliyor/Herkese korku saçıyor/Ama Türk’ün gücünden korkuyor/Ey korona sen kimsin/Kellepaça sirke bunun ilacı/Durma ye bol bol acı/Elbet bir gün ölücez be hacı/Ey korona sen kimsin”. Şiirde yer alan ve mizahi bir dille ifade edilen “kelle paça içme” ve “bol bol acı yeme” halk arasında bağışıklığı güçlendirdiğine inanılan antibiyotik uygulamalar.


Bu konu başka anonim halk şiirlerinde de konu ediliyor. Meselâ; iyileştirici gücüne inanılan “bol bol meyve yemek” de bunlardan biri. Ayrıca soğuk havanın virüsü, bakteriyi genel olarak mikrobu azalttığı, öldürdüğü de halk arasında yaygın bir inanış. Ama maksat mizah olunca şiir gülümsemeye bahane oluyor: “Korkar olduk gezmeye/Kahve koydum cezveye/Yüklen evde meyveye/Bir kar yağsa kırılır corona virüs/Ne sandın sen ölmeyi/İhmal etme yürümeyi/Al çantanı yanına burberry/Temiz havada kırılır corona virus”.


Sen neymişsin corona

Herhangi bir düşünce ya da duyguyu şiirle ifade etmek başlangıçta bir mesaj kaygısı taşır. Ancak süreç ilerledikçe güzel bir şiirin yapısı, ahengi ve dili maksadının önüne geçer. Tıpkı zamanında bir acı üzerine yakılmış ağıtların, bir zaman sonra türkü olup dinleyenleri şıkır şıkır oynattığı gibi.  Mizah da böyle. Bir an geliyor ki ne dediğinden çok ne kadar güldürdüğü ile ilgilenir oluyoruz.

 

Corona üzerine yazılmış şiirlere de böyle oldu. İnsanlar bir noktadan sonra salgına değil güldürme becerisine odaklandılar. Twitter, face gibi sosyal paylaşım sitelerinde geleneksel âşık atışmalarına benzer şiirler paylaşılmışsa da en fazla “beğeni” alanlar en çok güldürenler oldu. Mesela şu şiirde şair Âşık Şifai esas olarak virüsün ilk çıktığı Çin’i hedef seçmiş: “Geldin uzak yerlerden/Yıkanmayan ellerden/Artık sen de dillerden/Düşmez oldun corona/Çıktın Wuhan ilinden/Anlamayız dilinden/Ta Allah’ın Çin’inden/Çıkıp geldin corona/Sana maske çare mi?/Yaktın ciğerparemi/Yarasa mı fare mi?/Nerden çıktın corona”

 

Şiir paylaşıldığı iki gün içinde sosyal medyada en çok tıklananlar arasına girdi. “Yayıldı hep dizi dizi/Sakın bulaştırma bizi/Sen neymişsin be Corona/Wuhan’dan Washington’a/Duyanlar hep kaldı dona/Sakın buraya uğrama/Bırak bizi be Corona/Çinliler yer yarasayı/Çorba yapmaz pırasayı/Salladılar piyasayı/Sal bizi artık Corona.”

 

Aşağıdaki şiirde ise itici bir kavram olan “otopsi” beklenenden farklı olarak mizahi bir üslupla aktarılmış. Tedbirlere uymamanın sonuçları, virüsün ve yaşanan sıkıntılı günlerin etkileri üzerinde durulmuş. Olumsuz durumları beklenenden farklı hatta gülünç bir sona bağlamış: “Bu virüs neyin nesi/Gelmedi bunun gibisi/Hepimiz yedik ev hapsi/Sonunda yapmasalar bari otopsi/Geçmiyor günlerin böylesi/Gelip gitmiyor birisi/Bana bir şey olmaz diyor kimisi/Sonunda yapmasalar bari otopsi/Bilmiyorum bu geçen kaçıncı cumartesi/Tükeniyor hepimizin yavaş yavaş enerjisi/Kalmadı sağlıktan başka hiçbir şeyin albenisi/Sonunda yapmasalar bari otopsi Yenileniyor sürekli sayı bilgisi Gerekiyor bir an önce aşının üretilmesi Yok mu bunun bir hal çaresi/Sonunda yapmasalar bari otopsi/Köpürtmekten kalmadı el derisi/Bu iş oldu ölüm kalım meselesi/Hepimizin öbür tarafa ermesi/Yakındır bak bu gidişle benden demesi”

 

Bu tür şiirlerde salgının olumsuz sonuçları ifade edilmekle birlikte konuyu ele alış tarzı itibariyle sosyal bir mesele, mizahi biçimde okuyucuya sunulmuş. Sebebi basit: Korkan, acı çeken, zor duruma düşen, çıkmaza giren bireyler, bu hislere sebebiyet vereni gülerek cezalandırırlar. Onunla alay etmek intikam almanın dolayısıyla da üstün hissetmenin bir yolu.

 

Aşağıdaki şiirde yaşlı genç ayırmadan herkese bulaşan ve pek çok kişinin ölümüne yol açması dolayısıyla can alan Azrail’e benzetilen korona virüse karşı bireyin çaresizliği görülüyor. Ancak yine de maske takılmasına, tedbir alınmasına rağmen öpüşmek, sarılmak, temas etmek gibi durumlarda bulaşıcılığı artan virüse karşı mizah yoluyla rahatlama, üstün çıkma gayreti var: “Maske taksak keser mi/Öpüşmeynen geçer mi/Yaşlı genç seçer mi/Bu korona vürüsü/Azrail oldu can aldı/Nice gözlere yaş çaldı/Yarasa aşıyla baş kaldı/Bu korona vürüsü”

-----------------

Kaynak: SOSYAL MEDYA SALGINI: TÜRKİYE’DE KORONA’NIN MİZAHİ YÖNÜ, Makale, İlkyaz YILDIZ

9 Aralık 2020 Çarşamba

09 Aralık 2020 Pazartesi 21:30 CORONA GÜNLERİ...............................Nasıl bakmalı, ne görmeli?

Salgının metafiziği

Coronavirüs dünyanın öncelikli gündemi olduğundan beri bir çok soru üşüştü aklımıza: “Bu virüsü kim çıkardı?”, “Acaba bir biyolojik silah olarak mı üretildi?”, “Yeni dünya düzeni denilen şey böyle virüslerle mi şekillenecek?”, “Nasıl oluyor da bu günkü bilim ve teknoloji küçücük bir virüsle baş edemiyor?”, “Yoksa bu salgınla cezalandırılıyor muyuz?” Bu konu başta birçok komplo teorisine olmak üzere doğru yanlış pek çok tartışmaya neden oldu. Üzerinde yazıldı, çizildi, konuşuldu. 

Bütün komplo teorilerini bir yana bırakıyorum. Bu bahis sonu, dibi olmayan çıkmaz bir sokak. Manevi açıdan bu meseleye nasıl bakmalı ona dair düşüncelerimi yazacağım. Bilgi kirliliğine ve sonu gelmez tartışmalarda kaybolmanın bir yararı yok. Neden? Çünkü bütün bu kafa karışıklığının ötesinde gerçek bir hastalıkla, üstelik hızla yayılan bulaşıcı bir salgınla karşı karşıyayız. Tam olarak ne olduğunu bilmesek, devasını henüz bulamamış olsak bile dünya üzerinde neredeyse 70 milyona yakın insanı hasta eden, öldürdüğü kişi sayısı 2 milyona yaklaşan bir virüsten söz ediyoruz. Bu bir gerçek.   

Kur’an bizi sık sık “…Şüphesiz ki bunda düşünen insanlar için ibretler var” diye uyarıyor. Bundan dolayı yaşadığımız her olayı, içinde olduğumuz dünyayı ve kainatı birer ayet gibi okumak gerektiğine inanırız. Bir Müslüman için Coronaya öncelikle bir hastalık olarak bakmak ve sebebe tevessül etmekten doğal bir şey yok. Olur olmaz yere “Allahın gazabından bahsetmek” pek isabetli bir şey değil.

Evet, zamanımızda olağandışı bazı hadiseler yaşanıyor! Corona salgınında dünyanın süper devletleri aciz kaldı; virüs on milyonlarca insana ulaştı, yüz binlerce insan öldü. Dünyanın düzeni sarsıldı, milyarlarca insanın hayatı alt-üst oldu. Tüm sosyal etkinlikler iptal edildi, sağlık sistemleri çöktü, ekonomiler dibe vurdu. İşyerleri, okullar, sosyal tesisler kapatıldı. Sokağa çıkma yasakları, karantina uygulamaları yaşandı.

Ancak böyle bir musibet dünyanın başına ilk defa gelmiyor. Bizden önceki nesiller de başta savaşlar olmak üzere, büyük felaketler ve salgın hastalıklarla karşı karşıya kaldılar. Aradaki fark insanlığın geldiği noktada her şeyi her an canlı yayında gibi izleyebiliyor olmamız. Sanki koca dünyamız bir avucumuza sığmış gibi olan biteni görebiliyoruz. Bizim neslimize de büyük yangınlar, sel ve deprem felaketleri ile bu corona virüsü denk geldi işte.

Dünyada bu kadar zulüm, bu kadar şımarıklık, bu kadar kibir ve şükretmeme varken geldi bu büyük bela başımıza. Suriyeli bir bebeğin yüzü koyun kıya vurmuş cansız bedeni ile entube hastaların yüzükoyun yatırılmış halleri bize bir an için adaletin tecellisi gibi gelebilir. İşte görüyoruz ki dünya tüm varlığına rağmen küçücük bir virüse karşı çaresiz kalabiliyor. Bu acziyeti de Allahın gazabı olarak görülebilir. Fakat şunu da biliyoruz ki insanoğlunun bütün suçlarına rağmen Allah kullarına asla zulmetmez!

İnsanoğlu karşılaştığı musibetlerden ders alıyor mu almıyor mu ona bakmak lazım. Kuşkusuz koronavirüs belası da pek çok benzeri gibi bir çeşit uyarı. Yüce yaratıcının kullarını yapıp ettiklerine  karşı ilahi bir ikazı. Bu konuda “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder” [Şura 30] ayetini delil gösterebilirim.

Tarihte gerçekleşmiş büyük felaketler de böyle derslerle dolu. Misal: “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın. Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi” (Rum/42) ayeti de bize bunu hatırlatıyor. İnsanların ekseriyeti tarih boyunca kendilerine gelen bütün İlahi kitaplara ve ikazlara, Allah’ın elçisi olan bütün peygamberlerin davetine rağmen, gaflet, dalalet hatta küfür ve nifaktan maalesef vazgeçmemişler. Firavun ve Nemrutlar tarih sahnesinden hiç eksik olmamış. Dünya sevgisi, makam, şan, şöhret, kibir ve şehvet uyarılardan ders almalarını önlemiş.

İşte koronavirüs de bir uyarı olarak bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Unutmamalıyız ki, bu tür afetler, kendi yaptıklarımızın bir neticesi olarak karşımıza çıkıyor. Zira Rabbimiz şöyle buyurmakta: “İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum Sûresi 41. ayet). Demek bu tür İlahi ikazlar; uyanmak ve tevbe için de bir fırsat veriyor insanoğluna.

Bu virüs çok güçlü gibi görünen devlet ve toplumların aciz kalabileceğini gösterdi. Kuşkusuz bütün insanlık bir anda “Künfeyekün” da olabilir. Ancak Rabbimiz merhametlilerin en merhametlisidir. İnsanoğluna sürekli mühlet vermekte. İnsanlığın kendine gelmesi, pişmanlık gösterip yaradılış gayesine uygun davranması için fırsat tanımakta.

O ki “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmadı mı? Bizler bu gaye için doğmadık mı? “İşittik ve itaat ettik” demedik mi? O halde Allah’ın yeryüzündeki halifeleri ve “eşref-i mahluk” olarak kulluk görevimizi hakkıyla yapmak zorundayız. Çünkü kısa bir dünya hayatında çok önemli mükellefiyetler, sorumluluklar üstlendik. Allah’ın sonsuz nimetleriyle donatıldık. Ebedi bir hayata da inandık. Bize düşen O’na, sadece O’na kulluk etmek, O’nun emir yasaklarını yerine getirmek değil midir?

Onun emir ve yasakları en başta kendi bedenimizi, ailemizi, komşularımızı, ana baba ve akrabalarımızı korumayı da kapsıyor. Tedbir almak, çare aramak, fennine ve icabına uygun hareket etmek hastalıklar için de geçerli. Bir müslümanın musibetlere karşı sabretmesi demek; ye'se ve ümitsizliğe düşmeden, hastalığa karşı mücadele etmesi, sağlıklı ve hayatta kalması demektir. Her şeye olduğu gibi hastalıklara karşı da ibret nazarıyla bakıp ders alabilmek de mümin ferasetinin icabıdır.  

Dinde zorlama yok, insan için inanma mecburiyeti de yok. Ancak ahiret yurdundaki hesap ve ebedi hayat eninde sonunda herkesin karşısına çıkacak. İnancımız budur; işittim ve itaat ettim diyorsak da gereğini yapmalıyız. Gelecekte virüs belasından çok daha büyük bela ve musibetlerle de karşılaşabiliriz. Allah’ın gücü ve kudreti her şeyin üstündedir. Buna iman etmemiz icap eder.

“En çok korkman gereken varlık Allah’tır” ve “Allah kuluna kâfi değil midir.” Sadakallahul azim (Azim olan Allah ne güzel ne doğru söyledi) Rabbim her şeye hikmetle bakmayı, baktığımız şeylerde de hakikati görebilmeyi nasip etsin. İhlastan ayırmasın. Korona belasıyla birlikte bütün maddi manevi sıkıntılardan kurtulmak ve yüce Rabbimizin rızasına nail olmak dileğiyle...

Bir virüsün ettikleri

Bugün Corona salgınının ülkemizde görülmesinin 273.nci günü. 9 ay geride kaldı. Türkiye’de İlk Korona Virüs Vakası 11 Martta tespit edilmiş, haberi Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca gece 00.30’da düzenlediği basın toplantısında duyurmuştu.

İlk defa Çin'in Vuhan kentinde 12 Aralık 2019'da ortaya çıkan yeni tip koronavirüs 1-2 hafta içinde pek çok başka ülkeye bulaştı. Ardından da çok hızlı bir şekilde dünyaya yayıldı.  Virüs maalesef bugün (9 Aralık) itibariyle tüm dünyada 68,5 milyon (68.469.834) insana bulaşıp 1,5 milyondan (1.561.953) fazla insanın ölümüne yol açtı. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 8.805, ölüm sayısı ise 201 seviyesinde. Buna göre ölüm oranı da (1.561.953/68.469.834) %2,3 görünüyor.

Bu gün yani 9 Aralık itibariyle ülkemizde de son 24 saatte 204.411 Kovid-19 testi yapılmış. Bunlardan %15,5’u yani 31.712 kişisi pozitif çıktı. Maalesef vefat edenlerin sayısı 217’ye Yeni vakaların 6.213’ü yani %19,6’i ise aktif hasta. Ağır hasta sayısı ise 5.901 oldu. Başından beri toplam hasta sayımız 558.517’i buldu. Her ne kadar bunların 447.361’i (%80,1)  iyileşip taburcu olmuş ise de vefat edenler de 15.531’u (%2,78), hastanede tedavi gören aktif hastalarımız da 95.625’i (%17,1) bulmuş durumda. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 10.747, ölüm sayısı ise 299 seviyesinde.

Görüldüğü gibi virüs hem dünyada hem de ülkemizde tahribatını sürdürüyor. Bir yandan da aşı haberleri gittikçe yoğunlaştı. Ancak Hazirandan evvel açık bir sonuç beklenmiyor. O zamana kadar ne kadar daha zayiat vereceğiz Allah bilir. Alınan bütün tedbirlere, gelişmiş sağlık teknolojilerine, devasa hastanelere, hatta başarılı bir aşı uygulamasına rağmen ellerimizi yaradanımıza açıp dua etmekle baş başayız. Bu hal kendimizi sorgulamamıza yol açıyor. Demek her şeye, bütün iddiasına rağmen insanoğlu aciz ve neticede yaradanına sığınmaya muhtaç.

Yaşadıklarımıza göre kesin olan insanları hasta eden bir şey var. Özellikle aynı ortam paylaşıldığında çok bulaşıcı. Yaşlılar ve bazı kronik rahatsızlıkları olanlarda daha ölümcül. Yine de kime nasıl etki edeceği hiç belli olmuyor. İnsanlar ağırlaşıp; çok öksürüyor, ağrı çekiyor ve aşırı ateşleniyorsa hastaneye gidiyor. Çok şükür ki bu imkanlarımız var.  Ancak bu virüsün yol açtığı enfeksiyonun bilinen bir tedavisi olmadığı da biliniyor. Hastanede bile olsa yapılan şeyler vücudu desteklemek, bazı etkilerini önlemek veya azaltmak, virüsü yenmesi için biraz zaman kazandırmakla ilgili şeyler.

İlk başlarda virüse dair pek çok komplo teorisi atılmıştı ortalığa. Bugünlerde bitkisel bazlı pek çok üründen bahsediliyor corona virüsüne karşı. Bazıları da aşı için benzer komplolar üretiyorlar durmadan. İddia edilen şeyler çok da akla ve mantığa uygun değil. Fırsatçı, komplo teorisyeni kafalardan çıkma şüpheli ve ortalığı bulandırıcı varsayımlar. Hastalık gelirse o komplo teorilerinin kimseye hiçbir faydası olmaz. Konuşmaya devam mı ederiz, ilaç mı kullanırız, macun mu? Ağırlaşırsak evde mi kalırız hastaneye mi koşarız o zaman belli olur.

Rabbim bu süreçte ölenlere rahmet etsin. Elbette yakınları için yeri doldurulamayacak kayıplar. Hastalara da hemen acil şifalar lutfetsin. Bizler ancak sebebe tevessül etmekle mükellefiz. Bu süreçte başta salgınla mücadele tedbirlerine tam destek vererek kurtuluşumuz için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.Bilinenlerle önlemimizi alalım gerisi tevekkel Allah. 

Duayı sadece yalvarmak olarak mı bilirsiniz? Rabbimiz Kur’an ı Kerimde acaba niçin: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 155) diyor. Düşünmeye ve anlamaya çalışmalı. Bu da bir dua halidir sonuçta.

8 Aralık 2020 Salı

09 Aralık 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı191.................................Enerji ve doğal kaynaklar

Enerji ve doğal kaynaklar

‘GZFT.06-ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ başlığı üzerinde yapılan tarama ve durum analizi çalışmasında bu sektörde Susurluk için ’Güçlü yönler’: ‘GY.06.1-Rüzgâr enerjisi kapasitesi’, ‘GY.06.2-Güneş enerjisi, ‘GY.06.3-Biyogaz potansiyeli’ ve ‘GY.06.4-Jeotermal kaynaklar’ olarak belirlenmişti. Bu başlık altında önümüze gelecek ‘Fırsatlar’ise‘FRS.06.1-Rüzgâr enerjisi üretiminin yaygınlaşması’, ‘FRS.06.2-Bölgemizde biyogaz kapasitesi varlığı’ ve ‘FRS.06.3-Güneş enerjisi projeleri’ olarak görülüyordu. Öte yandan aynı sektörde tespit edilen Zayıf yan’larımız; ’ZY.06.1-İlçenin maden çıkarma bakımından geride kalması’, ‘ZY.06.2-Doğal kaynakların yeterince değerlendirilememesi’, ‘ZY.06.3-Dereköy Maden suyu kaynağının atıl durumda bırakılmış olması’,’ZY.06.4-Susurluk çayı kumunun sağlıklı işletilememesi’, ‘ZY.06.5-Rüzgâr enerjisi türbinlerinin çevreye olan etkisi, yaban hayatına verdiği olumsuzluklar’ ile ‘ZY.06.6-jeotermal enerjinin kullanılması sonucu açığa çıkan atık suların ve havaya karışan zehirli gazların neden olduğu çevre kirliliği’ olarak öngörülmüştü. Burada son iki unsurun zayıf yönden ziyade gelecekte birer risk oluşturabileceklerini kabul edecek olursak karşımıza ‘THD.06.1- Rüzgâr enerjisi türbinlerinin çevreye zararları ile yaban hayatına verebileceği olumsuzluklar’ ve ‘THD.06.2- Jeotermal enerjinin kullanılması sonucu açığa çıkan atık suların ve havaya karışan zehirli gazların neden olacağı çevre kirliliği’’  şeklinde iki ‘Tehdit’ ortaya çıkar. 

‘GZFT.06-ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ alanında bugün değilse bile orta vadede Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacak ‘Güçlü yönler’; ‘GY.06.1-Rüzgâr enerjisi kapasitesi’, ‘GY.06.2-Güneş enerjisi’, ‘GY.06.3-Biyogaz potansiyeli’ ve ’GY.06.4-Jeotermal kaynaklar’ olarak görülüyor. Günümüzde kişi başına tüketilen enerji, refahın önemli göstergelerinden birisi. Üretim artışı ve yükselen toplumsal ihtiyaç sebebiyle dünyada enerji tüketimi hızla artıyor. Enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 78,5’ini ithalat ile karşılayan Türkiye bu konuda büyük ölçüde dışa bağımlı. Doğal olarak da bu bağımlılık başta cari açık ve enerji güvenliği olmak üzere birçok ekonomik ve stratejik olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla yerli enerji üretimi ülke açısından en kritik konular arasında yer almakta. Rakamlara bakılırsa Türkiye’de yerli enerji üretimine sadece hidrolik ve yenilenebilir kaynakların katkı sağladığı görülebiliyor. Bu nedenle gerek enerji arz güvenliği ve gerekse kaynak çeşitliliğini sağlamak üzere yakın ve orta vadede yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması bekleniyor. 2010 ile 2019 yılları arası kurulu güç analizine bakıldığında yenilenebilir kaynaklar bakımından ilerleme net olarak görülebiliyor. Önümüzdeki 15-20 Yıl içerinde ise çok daha önem kazanacak. 2018 yılında doğalgazdan elektrik üretimi %34’ler düzeyinde iken 2019 yılında %17 seviyesine kadar düşmüş. Çünkü bu süreçte yerli kaynaklara yönelinmiş ve rüzgâr, jeotermal, güneş gibi kaynakların kullanma oranı artmış. Nitekim 2012 yılında yenilenebilir kaynaklar %3,5 iken 2919 yılında bu oran %14,7 ye çıkmış. 1980 yılında 5 GWh olan Türkiye’nin kurulu gücü 2019 yılı itibari ile 90,7 GWh olmuş. 2023 sonu itibari ile de 109 GWh olması planlanmakta. Bu artışların çok büyük bir bolumu de yenilenebilir kaynaklardan gerçekleşecek. Buna göre önümüzdeki yıllarda ülkemizdeki enerji dağılımının hidrolik, yenilenebilir, kömür ve nükleer enerji olarak şekillenmesi bekleniyor. Aynı zamanda çevresel olumsuz etkileri de en alt düzeyde olan kaynaklar bunlar. Hem ucuz hem de temiz enerji üretilebilecek alternatifler. Bu bağlamda içinde bulunduğumuz bölge rüzgâr, güneş, jeotermal ve biyogaz gibi yenilenebilir enerji kaynakları bakımından oldukça zengin bir potansiyele sahip. Nitekim rüzgâr alan yüksek rakımlı tepelerde her yıl daha fazla rüzgârgülü görüyoruz. Yerli enerji kaynaklarının giderek stratejik değer kazandığı bir ortamda, Güney Marmara Bölgesi ülkemizde rüzgâr enerjisi üretimi alanında Türkiye’nin lideri durumunda. Zira Temmuz 2013 verilerine göre; Türkiye’de 2.619 MWh olan rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 800 MWh ile yüzde 30,6’sı bölgemizde yer alıyor. Bu miktarın 666 MWh’sı Balıkesir’de,  133 MWh’sı da Çanakkale’de kurulu.  Bölgenin rüzgâr enerjisi gücünün 2019 yılı itibariyle 1.200 MWh artışla 2.000 MWh’e çıkarılması hedeflenmişti. Yakın bir zamanda Marmara ve Ege Bölgelerinin yaklaşık 4.800 MWh’lık kapasite artışıyla birlikte toplamda yüzde 70’i bulan 6.808 MWh Kurulu güce ulaşması mümkün olacak. Bu şu anlama geliyor: Marmara ve Ege Bölgelerinin kesişim noktasında yer alan Güney Marmara Bölgesi yakın zamanda ekonomik ve coğrafi hinterlandı ile birlikte Türkiye’de rüzgâr enerjisi pazarının odak noktasında yer alacak. Mevcut ve öngörülen rüzgâr enerjisi kapasitesi özellikle de lisanssız elektrik üretim alanı bu konuda faaliyet göstermek isteyen KOBİ’ler için de çok güçlü bir potansiyel. Bu sebeple gelecek 2-5 seneyi iyi değerlendirebilirsek ilçemize rüzgâr enerjisi alanında yatırım yapacak birçok firma gelebilir.

Güneş enerjisi konusunda da bölgede yıldan yıla gelişmekte olan bir pazar söz konusu. Ancak bu enerji kaynağından şu an için çok fazla yararlanabildiğimiz söylenemez. Bunun temel nedenleri; ilk yatırım maliyetlerinin çok fazla olması, depolama sorunu, elektrik üretmede kullanılan sistemlerin teknolojisinin yeteri kadar gelişmiş olmaması vb. gibi faktörler. Ancak lisansız GES (Güneş enerjisi santralleri) gittikçe yaygınlaşıyor. Tahminen önümüzdeki 10 yıl içerisinde çok daha fazla ilerleme kat edilmiş olacak. Nitekim ilk panel fabrikası da Türkiye’de kuruldu. Bu yılın ağustos ayında Türkiye'nin ilk, Avrupa ve Orta Doğu'nun tek entegre güneş paneli üretim tesisi olan Kalyon Güneş Teknolojileri Fabrikası Ankara’da üretime başladı. Yatırım tutarı 400 milyon doları bulan tesis, yıllık 500 megavat güneş paneli üretim kapasitesine sahip olacak ve gerçekleştireceği üretimle her yıl yaklaşık 100 milyon dolarlık panel ithalatını önleyecek. Tesiste üretilen panellerin yerlilik oranı ise yüzde 70'in üzerinde olacak. Bu gelişme söz konusu sektörün önümüzdeki yıllarda ülke sathına yayılacağının da işareti. Teknik sorunlarda ilerleme kaydedildikçe kullanımı çok daha artacak. Kaldı ki son zamanlarda giderek artan bireysel elektrik üretim düzeyi ve bu teknolojiyle ilgili gelişmeler bu alanın orta vadede daha fazla işlev yükleneceğini gösteriyor. Nitekim çevremizde bu işi yapan firma sayısı ve bireysel olarak bu sistemi kurup kendi ihtiyacını karşıladıktan başka fazla elektriği satan kişi sayısı da giderek artmakta. Muhtemelen kurulması öngörülen OSB’de de bu konuda çalışacak firmalar olacaktır. O zaman bu sektör ilçemiz için de önemli bir kazanım ve güçlü bir yön haline gelecek. Tabii ki tercih yapma gücümüzle ve firmaları yönlendirecek yetkili kişilerin basiret ve dirayetiyle. 

        Öte yandan tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin de bölgemizde oldukça yoğun olduğunu biliyoruz. Yapılan hesaplar büyükbaş, küçükbaş ve kanatlı hayvan gübrelerinin, diğer organik atıkların ve gıda sanayii atıklarının biyogaz tesislerinde işlenerek ülkenin toplam elektrik üretiminin yüzde 5,9-11,6’ini karşılayabileceğini ortaya koymuş. Bu durumda biyogaz potansiyelinin ilçemiz için hiç değilse orta vadede güçlü bir yön olarak belirginleşeceği öngörülebilir. Biyogaz tesisleri başta çöpler olmak üzere maden, orman ürünleri, süt, mezbaha, Sığır gübresi, Tavuk gübresi ve diğer organik atıklara dayalı olarak kuruluyor. Şu anda yakın çevremizde Bağfaş Gübre Fabrikası Biyogaz Santrali (9,92 MW), Eti Maden Bandırma Atık Isı Santrali (12 MW), Mutlular Biyokütle (Orman Atığı) Enerji Santrali (30 MW), Karacabey Sütaş Biyogaz Tesisi(6,40 MW), Gönen Biyogaz Tesisi(3,62 MW), Mauri Maya Bandırma Biyogaz Santrali (2,33 MW) ve Edincik Biyogaz Santrali(2,13 MW) gibi biyogaz tesisleri halen faaliyette. Meselâ bunlardan TÜBİTAK ve Boğaziçi Üniversitesi işbirliği ile projelendirilmiş Gönen Yenilenebilir Enerji ve Gübre Üretim tesisleri Türkiye’nin en büyük entegre biyogaz ve organik gübre üretim kuruluşu. Hammaddeleri; Sığır gübresi, Tavuk gübresi, Mezbaha atığı, Pirinç sapı, Kostikli süt atığı ve diğer organik atıklardan oluşuyor. Tesislerde kullanılan hammaddelerin tamamı yakın çevredeki büyükbaş hayvan ve tavuk çiftliklerinden, mezbahalardan, tarım işletmelerinden ve gıda fabrikalarından sağlanmakta. Elektrik, sentetik petrol, sıvı ve katı gübre üretimi yapılıyor. Toplam 55,000 m2 arazi üzerinde kurulu bulunan Gönen Enerji sıfır sıvı atik deşarjı prensipli işletme hedefi ve uygulanan son derece gelişmiş baca gazi arıtma ve isi geri kazanım sistemleriyle tamamen çevreye saygılı bir işletme. Üretilen elektrik enerjisi ve organik gübrenin sağladığı ekonomik değere ilave olarak gerçekleştirilmekte olan 400 ton/gün organik atik bertarafı Gönen ve havalisinde çevre kirliliğinin azaltılması konusunda çok etkin bir görev üstlenmiş durumda. Benzer bir projelendirme ile benzeri bir tesisisin Susurluk’ta kurulması neden mümkün olmasın ki?

Jeotermal kaynaklar bu bölge için önemli bir avantaj. Fakat büyük yatırım gerektirdiğinden Devletin bu alana öncülük yapması ya da teşvik vermesi gerekiyor. Nitekim önümüzdeki yıllarda bu konuya yatırım yapacak firmalara devletin önemli katkılar sağlayacağı da bekleniyor. Çünkü enerji politikasında bu kaynaklar on sıralara çıkmış durumda. Öte yandan Jeotermal ile ilgili verilere GMKA’nın yenilenebilir araştırma raporunda da yer verilmiş. Bu verilere göre termal olarak Gönen ve Edremit Güre bize kıyasla çok çok ileri düzeyde. Örneğin oralarda 15-20 tane kuyu açılmış iken bizde sadece bir tane açılmış durumda. Buna karşılık sıcaklık ve debi olarak Yıldız’daki kaynak bu iki bölgeyi de geçiyor. Ancak tanıtım ve yatırım eksiği nedeniyle Yıldız’da, Kepekler’de çok zayıf kalıyoruz. Maalesef bu bölgelerde henüz kaplıcadan ileriye geçilemedi. Hâlbuki Sındırgı ve Simav gibi yakın çevrede jeotermal kaynak hem binaları, hem de seraları ısıtma amacıyla kullanılıyor. Şu an ve orta vadede sahip olduğumuz jeotermal kaynaklar bölgemiz açısından hem tarım, hem de ısıtma amaçlı değerlendirilmeyi bekleyen güçlü bir rezerv durumunda. Susurluk atak yapabilirse bu alanda aslında oldukça avantajlı bir konumda.

Güçlü yönlerin daha güçlü hale getirilmesi ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ ve ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ Stratejik amacımız için önemli. Nitekim bu maksatla ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi izlenmesi gerekiyor. Bu sebeple Susurluğun mevcut Rüzgâr enerjisi kapasitesinin geliştirilmesine yönelik HDF.1.1.1.14-İlçemizde yapılan Rüzgâr enerjisi yatırımını en az üç katına çıkarmak’gibi bir hedef öngörülebilir. Aynı şekilde ilçemizde Güneş enerjisi üretimini arttırmak üzere ‘HDF.1.1.1.15-Güneş enerjisi üretim işletmelerini teşvik etmek’ hedefi düşünülebilir. Öte yandan yaygın hayvancılık faaliyetleri sebebiyle bölgemizde zengin bir Biyogaz potansiyeli var. Ancak bu potansiyel henüz değerlendirilebilmiş değil. Bu açıdan mesela uygun olan noktalar için ‘HDF.1.1.1.16-Biyogaz enerji üretimi için GMKA desteğinde projeler yapmak’  hedefi pekâlâ yararlı olabilir. Son olarak yine ilçemizde var olan Jeotermal kaynakların değerlendirilmesi için ‘HDF.1.1.1.17-Jeotermal kaynak rezervleri ve özelliklerine uygun yatırımcılar bulmak’ hedefi söz konusu enerjinin ilçemiz kalkınmasında üretim ve kazanca dönüşmesine imkân verebilir. Böylece Susurluğun yenilenebilir enerji kaynakları açısından daha da güçlü hale gelmesi mümkün olacağı gibi bu çabaların başta Tarım ve Hayvancılık olmak üzere Sanayi ve Turizm sektörlerine de katkısı olacağını bekleyebiliriz.  Bunlar da neticede ‘Sosyal ve ekonomik kalkınma’mızı olumlu etkileyecek şeyler.

Kaldı ki GZFT.06-ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ sektörüyle ilgili önümüzdeki süreçte ilçemize dış çevreden yönelmiş ‘Fırsatlar’ da var. Bölgemizdeki FRS.06.1-Rüzgâr enerjisi üretiminin yaygınlaşması’ , hayvancılık faaliyetine bağlı olarak mevcut ‘FRS.06.2-Bölgemizde biyogaz kapasitesi varlığı’ ve gelişmekte olan ‘FRS.06.3-Güneş enerjisi projeleri’ bu bağlamda Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek birer dış 'Fırsat’ örneği. Zira son yıllarda Türkiye’de izlenen enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi politikaları çerçevesinde bazı uygulamalar bölgemizde de giderek yaygınlaşmış bulunuyor. Bu bağlamda yakın çevremizde rüzgâr gücünü yenilenebilir enerjiye dönüştüren pek çok ilçe var. Aynı şekilde önümüzdeki yıllarda da artan şekilde güneş enerjisinden yararlanma projeleri görebileceğiz. Şimdiden güneş gören bazı kıraç ve yamaç arazilerde güneş panelleri çoğalıyor. İleriki dönemlerde bu tip projelerin yaygınlaşması hiç de şaşırtıcı olmaz. Aynı şekilde bölgemiz yüksek tarım ve hayvancılık birikimi ile ülkenin en önemli biyogaz/biokütle üretim merkezlerinden olmaya aday. Özellikle bizim de yakın olduğumuz Bandırma Alt Planlama Bölgesi bu açıdan öne çıkıyor. Gönen’de ve Edincik’te biyogaz/biokütle enerji santralleri kurulup faaliyete geçti bile. Biz niye böyle bir santrale sahip olmayalım ki? Susurluk bir fırsat olarak önümüzdeki orta vadede bu rüzgârı görüp değerlendirebilir. Devletimizin bu yönde attığı her adım ilçemiz için de bir fırsattır.

O halde ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ için StrA.1.3-Cazibe merkezi olma’ şeklindeki Stratejik amacımız doğrultusunda ‘Str.1.3.2-Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirmek’ stratejisi izleyeceğiz. Odaklanmamız gereken şey bu fırsatlardan azami ölçüde yararlanabilmek. Bu bağlamda ilk hedefimiz; ‘HDF.1.3.2.13-Rüzgâr, güneş ve biyogaz enerjisi üretim alanlarını belirlemek’, ikincisi ise  ‘HDF.1.3.2.14-Bu alanlarda yatırım yapılmasını kolaylaştırıp desteklemek’ olmalıdır. Ayrıca bölgemizde kurulacak bu gibi tesisler için ilçemizde bir an evvel montaj, bakım, onarım ve işletme yan sanayisinin oluşumu da önemli. Bu nedenle ‘HDF.1.3.2.15-Bu sektörde faaliyet gösterecek esnafı yönlendirip teşvik etmek’, ayrıca ‘HDF.1.3.2.16-Meslek lisesinde sektöre eleman yetiştirilmesini sağlamak’ stratejik hedefler olarak öne çıkıyor.

Daha önce yapılan tarama çalışması ve durum analizi sonucu ‘GZFT.06-ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ sektöründe tespit edilen Zayıf yanlar’ımız; ’ZY.06.1-İlçenin maden çıkarma bakımından geride kalması’,’ZY.06.2-Doğal kaynakların yeterince değerlendirilememesi’ ile ZY.06.3- Dereköy Maden suyu kaynağının atıl durumda bırakılmış olması’ ve ZY.06.4-Susurluk çayı kumunun sağlıklı işletilememesi’ olarak belirlenmişti.

Balıkesir ili ülkemizde yenilenemeyen maden ve doğal kaynaklar anlamında zengin yer altı rezervleri ile biliniyor. Bölgede çıkarılan başlıca endüstriyel hammaddeler bor, kil, zeolit, halloysit ve kaolin. Granit rezervleri bakımından da Erdek-Kapıdağ, Ayvalık-Bağyüzü ve Susurluk-Çatal Dağ öne çıkıyor ki inşaat sektörünün gelişmesi oranında doğal taş kullanımının arttığı bir gerçek. Ayrıca Susurluk ve Kepsut ilçelerinde vollastonit; Dursunbey, Susurluk ve Gönen ilçelerinde de sırasıyla manyezit, jips ve kükürt oluşumlarına da rastlanıyor. Bu sebeple bölgemiz tarih boyunca madencilik faaliyetlerinin kesintisiz olarak yürütüldüğü bir yöre olmuş. Türkiye’de işletilen ilk bor yatağının Sultançayır’da olduğunu pek çok kimse bilmez. Öte yandan halen Demirkapı Köyünde cevheri kalomanit olan ve Ömer Köyünde cevheri pandermit olan iki bor rezervi daha bulunuyor. Söz konusu maden bölgemizden bugüne kadar çoğunlukla hammadde olarak ihraç edilmiş, katma değeri yüksek uç ürünlerin üretimi bölgede gerçekleştirilememişti. Halen de günümüzde alınmış 16 dolayında maden ruhsatı bulunmasına rağmen ZY.06.1-İlçenin maden çıkarma bakımından geride kalması’  ve ZY.06.2-Doğal kaynakların yeterince değerlendirilememesi’ zayıf yönlerimiz. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde sahip olduğumuz madenlerin yine ülkemizde işlenerek katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülmesi yaklaşımı benimsenmiş durumda. Bu öncelikten yararlanmak ilçemiz için de mümkün. Böylece mevcut doğal taş ve madenlerin işlenerek hammadde ya da ara mamul olarak değil de nihai ürün halinde satılması Susurluk için yeni istihdam alanları açılması anlamına gelecek. Aynı şekilde geçmişte oldukça faal bir şekilde işletilen Dereköy maden suyunun yeniden aktive edilmesi mümkün olabilir mi? Bu konunun araştırılması gerekiyor.  Acaba rezerv ekonomikliğini mi yitirdi, yoksa işletme sorunları yüzünden mi atıl kaldı? Piyasa rekabeti nedeniyle çalıştırılmasına mani mi olunmuş?  Her hal-u kârda ’ZY.06.3-Dereköy Maden suyu kaynağının atıl durumda bırakılması’ Susurluk için ele alınması gereken zayıf bir yön. Aynı değerlendirmeyi ZY.06.4-Susurluk çayının kumu’ için de düşünmek mümkün. Bir zamanlar ilçe için önemli ölçüde bir gelir ve istihdam kaynağı durumundaki bu potansiyeller bugün neden atıl vaziyette?  Bu sorular ışığında gerek maden suyu için gerekse dere kumu hakkında mevcut potansiyeli, kapasitesi, neden işletilmedikleri ve gelecekte işletme imkânının olup olmadığının araştırılması gerekiyor. Bulunulan nokta hakkında bilgi sahibi olmazsak, nereye gideceğimize ve nasıl yürüyeceğimize dair stratejik öneriler geliştiremeyiz. Stratejik plan tekniğinde Zayıf yönlerin durum analizi kapsamında ele alınması; bu konularda gelişme ve güçlendirme şansımızın olup olmadığını anlamak için zaten. Bu manada bölgede çıkarılan endüstriyel hammaddeler arasında Susurluk’ta da bulunan bor madeni en ön sırada yer alıyor. Şu anda işletilmiyor olması işletilemez anlamına gelmiyor. Yatırımcısı olması ve uygun projelerle gelinmesi halinde Susurluğun yeniden madencilik sektöründe yerini alması mümkün. Zira geçmişe nazaran Bor madeninin kazandığı stratejik önem şu an ülkemizin gündeminde. Bor kaynağının sadece çıkarılması değil, işlenerek katma değerli pek çok ürüne dönüşmesi de artık hayal değil. Bu gün itibariyle bor konusunda alınan mesafe hiç şüphesiz ilçemiz için de yararlanılması gereken bir fırsat. Eskiden taş toprak olarak vagonlarla Bandırma’ya geçen bor madeni belki de gelecekte ilçemizde işlenebilir. Bu bir hayal değil, neden olmasın ki? Borun, sanayide çok sayıda kullanım alanına sahip olması ve yeni tüketim alanlarının artması bölge ekonomisi için bir avantaj. Meselâ artan petrol ve enerji maliyetine bağlı olarak ısıtma ve soğutma amaçlı izolasyon sektöründeki büyüme potansiyelinin bor ürünlerine olan talebi arttıracağı düşünülüyor. Aynı şekilde inşaat sektörünün gelişmesi oranında doğal taş kullanımı da artıyor. Çataldağda mevcut granit rezervi ile Sultançayır Tüf taşı potansiyeli değerlendirilmeyi bekliyor. Madencilik ve doğal kaynak sektöründeki bu gibi fırsatların değerlendirilmesi ile kalkınmamıza ilave katkı sağlanması pekâlâ mümkün. 

            
O halde öncelikle maden kaynaklarımızla ilgili hedeflerimizi ortaya koymaya çalışalım. ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ içinStrA.1.2-İstihdamı arttırma’ Stratejik amacımız doğrultusunda ‘Str.1.2.1-Üretim tesislerini çoğaltmak’ şeklinde bir stratejimiz vardı hatırlayalım. İşte bu çerçevede özellikle Bor madeni konusunda Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Bor Teknolojileri Uygulama Ve Araştırma Merkezi ile Bandırma Bor Ve Asit Fabrikaları İşletme Müdürlüğü ile bağlantılı ‘HDF.1.2.1.04- Bor üretim ve pazarlama tesisi kurulmasını sağlamak’ hedefi için çalışmak yararlı olur. Öte yandan bu sektörde Susurluk’ta bulunan Çataldağ graniti ya da Sultançayır tüf taşı gibi doğal kaynaklarımızın üretime açılması için ‘HDF.1.2.1.05-Taş kırma ve kesim işletmelerinin oluşumuna katkıda bulunmak’ şeklinde bir hedef de takip edilebilir. Maden suyu, dere kumu, granit ve tüf taşı gibi “HDF.1.2.1.06-Tabii kaynaklarımızın değerlendirilmesine yönelik projeler yapmak” ve “HDF.1.2.1.07-Yapılan projelerin istihdam sağlayan ekonomik işletme ve tesislere dönüşümüne çaba sarf etmek” de akla gelen diğer çözümler.

Şimdi de genel olarak maden rezervlerimiz ve doğal kaynaklarımız açısından zayıf yönlerimizin telafisi ve güçlendirilmesine yönelik ne gibi hedefler öngörülebilir, buna bakalım. Öncelikle bu konuların ‘AMAÇ.2-KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’’ ve ‘StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik’ stratejik amacımızla ilgili olduğunu ve tedavisinin de ‘Str.2.3.1-Üretken olma’ stratejisiyle mümkün olabileceğini belirtelim. Meselâ ilçemizin maden çıkarma bakımından geride kalması konusunu ele alalım. Bu konuda ‘HDF.2.3.1.02-Alınmış maden ve doğal kaynak arama, çıkarma ve işletme ruhsatlarını gözden geçirmek’ bu noktada ilk yapılacak şey olmalı. Yapılan değerlendirme sonucunda; ‘HDF.2.3.1.03-Ekonomik olmayan maden ve doğal kaynak rezerv sahaları ile ilgili ruhsatların iptal edilmesini sağlamak’, ‘HDF.2.3.1.04-Ekonomik maden ve doğal kaynak rezervlerinin neden işletilmediğini sorgulamak’, ‘HDF.2.3.1.05-Maden çıkarma ve doğal kaynak işletme ruhsatı bulunan firmaları üretime ve istihdama zorlamak’ ve ‘HDF.2.3.1.06-Çıkarılacak Maden ve doğal kaynakların ilçemizde işlenmesiyle ilgili girişimleri teşvik etmek’ ile  ‘HDF.2.3.1.07-İşletilebilecek maden ve doğal kaynak rezerv sahaları için yatırımcı bulup davet etmek’ hedefleri ilave olarak akla gelenler. Böylece gerek Bor vb. madenlerde, gerek granit, tüf taşı, dere kumu, jeotermal ve maden suyu gibi doğal kaynaklardaki zayıflıklarımızı telafi etme yönünde önemli adımlar atılmış olur. 

Yukarıda belirtildiği üzere ‘GZFT.06-ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR başlığı altında karşımıza çıkması muhtemel ‘Tehditler’ de var. Bu sebeple zayıf yönlerimizi telafi etmeye harcadığımız gayret kadar ‘THD.06.1-Maden arama ve çıkarma faaliyetlerinin çevreyi kirletme riski’, ‘THD.06.2-Rüzgâr enerjisi türbinlerinin çevreye zararları ile yaban hayatına verebileceği olumsuzluklar’ ile ‘THD.06.3-Jeotermal enerjinin kullanılması sonucu açığa çıkan atık suların ve havaya karışan zehirli gazların neden olacağı çevre kirliliği’’  gibi çevresel tehditlerle de mücadele etmemiz gerekiyor. Çünkü güçlü yönler ve fırsatlar kapsamında değerlendirdiğimiz ilçemiz Rüzgâr enerjisi kapasitesiyle ilgili türbinlerin çevreye ve yaban hayatına verebileceği bazı olumsuzluklar olabilir. Aynı şekilde jeotermal enerjinin gerek tarımsa gerekse turizmde kullanılması sonucu açığa çıkan atık suların ve havaya karışan zehirli gazların neden olduğu bir çevre kirliliği de mümkün. Kuşkusuz bunlar için benzer uygulamalar araştırılarak risk değerlendirmesi yapılabilir. Meselâ rüzgâr türbinlerinin çevreye verdiği zararın doğal gaz, kömür gibi fosil kökenli yakıtların verdiği zararın yanında hiç mesabesinde olduğu biliniyor. Jeotermalde de çevreye su atımı sorununun çözümü basit. Alınan su tekrar re enjeksiyon yöntemi ile yer altına veriliyor. Hem çevre kirlenmiyor hem de kaynağın ömrü uzuyor. Yine de bu konularda muhtemel olumsuzlukların göz ardı edilerek önemli çevresel zararlara neden olunmasına daha işin başlangıcında iken meydan verilmemeli. Tabii ki enerji konusunda devletin politikaları ve öncelikleri ihmal edilemez. Enerji ve doğal kaynaklar konusunda da 2023 ten sonra yapılacak ulusal planda yenilenebilir enerji kaynaklarının önemini koruması ve doğal kaynakların değerlendirilmesi yaklaşımının sürdürülmesini bekliyoruz. Hiç kuşkusuz bu konuda da siyasi partilerimize ve vekillerimize çok görev düşüyor. Bu bağlamda inanıyoruz ki; dış çevreden yönelen Fırsat ve tehditler ile mevcut Güçlü ve Zayıf taraflarımızın gözden geçirilmesi; ilçemiz ile ilgili önceliklerin belirlenip bunlar üzerinde yoğunlaşarak stratejik çıkış noktaları bulunmasını kolaylaştıracaktır. Bu çalışmaları tamamlamamız 2023 sonrası dönem için önümüzün görülebilmesi ve maksimum kazanç istikametinde gerçekçi bir plan yapılabilmesi açısından çok önemli. Bu çalışma sayesinde daha plan aşamasına geçmeden olduğumuz yeri görmemiz, öncelikler ve hedefler konusunda mesafe almamız mümkün olabilecek. En azından ortak bir bilinç oluşturulması ve plan yapacaklara belli bir zemin sağlama görevini yerine getirmiş olacağız.

Şayet ‘AMAÇ.3-İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’ arzu ediyorsak ‘StrA.3.1-Sürdürülebilir kalkınmayı başarmak’ stratejik amacımız doğrultusunda öncelikle ‘Str.3.1.1-Amaç ve güç birliği yapma’ stratejisi izlememiz gerekiyor. Bu ne demek? Kalkınma ve gelişme adına da olsa en büyük zenginliğimiz olan doğamızın bozulmasına, çevremizin kirlenmesine, hava ve suyumuzun zehirlenmesine razı olamayız. Kendimize olduğu kadar aynı doğayı paylaştığımız yaban hayatına da hassasiyet göstermemiz gerekiyor. Bu manada ‘HDF.3.1.1.03-Enerji, Maden ve doğal kaynak yatırımlarında özenli ve seçici davranmak’öncelikli hedefimiz olmalıdır. Fakat bu hedef sözde kalmamalı, amaç ve güç birliği yaparak hayata geçirilmelidir. Bu itibarla StrA.3.3-Yeşil ve yaşanabilir bir Susurluk’ stratejik amacımız çerçevesinde Str.3.3.4-Yaşam kalitesini yükseltme ve çevre duyarlılığı’ stratejimizi de göz ardı etmememiz şart. Bu yüzden ‘HDF.3.3.4.02-Enerji ve doğal kaynaklar alanında genel bir çevre duyarlığı içinde olmak’ hedefi olmazsa olmazlarımızdandır. Böylece söz konusu hedeflerle hem tabii kaynaklarımız değerlendirilmiş, hem de doğal çevremizin korunması güvence altına alınmış olacaktır. Bu hedefler aynı zamanda gelişmek istediğimiz bu sektörde de olabilecek tehdit ve risklere karşı proaktif bir kalkan vazifesi görecekler.

yyalcin3@gmail.com 

7 Aralık 2020 Pazartesi

07 Aralık 2020 Pazartesi 22:30 CORONA GÜNLERİ..............................Seferberlik

Kısıt’lı saatler

Kısıtlanmış ikinci hafta sonunu geçirdik. Evden çıkamamak, yürüyüşe, camiye namaza bile gidememek tabi ki zor bir durum. Ancak, hasta olmaktan çok daha iyidir. Hele de başka insanlara bulaştırıp onları da hasta etmekten. Ya sevdiklerini yoğun bakıma gönderip 10-15 gün içinde toprağa verenlere ne demeli? Allah kimseye böyle bir vebal, öyle bir acı vermesin.

İşin bir de toplumsal sorumluluk boyutu var elbette. Bizden tedbirlere uymamız, elbirliği güç birliği yapmamız isteniyor, uymak gerek. Toplu yapılan işlerin, seferberlik ruhuyla hareket etmenin gücü her zaman her konuda etkilidir. Böyle salgınlarda, görünmeyen bir virüsün saldırısı karşısında toplum olarak geçit vermemek hem en kolay hem de en tesirli müdafaa.

Biz şanslıydık; bu günleri çocuklarımla birlikte geçirdik. Evde kaldık çıkamadık ama yalnız da kalmadık. Pazar günü bizim semtte kurulan pazar yoktu. Fakat marketler açık olduğundan ihtiyacımızı karşılamak da sorun olmadı. Hafta içinden beri evimizin her odası "uzaktan eğitim" ve "evden çalışma" faaliyetiyle doluydu.

Büyük kızım öğretmen, büyük torunum üniversiteye hazırlanıyor. Onlar günün büyük bölümünde bilgisayar ve tabletleri başındaydılar. Küçük oğlum da çalıştığı şirket için hafta boyu evden çalıştı. Üç numara ikinci kızım da bir yaşındaki küçük torunumla ilgileniyordu.Bense haftalık yazımı gazeteye yetiştirmeye çalışıyordum. Bereket ki evimiz müsait genişlikte. Herhangi bir sorun yaşamadık.

Çocuklarım memnundular; içinde bulundukları daralmadan bir hafta için de olsa kurtulup ana baba ocağına gelmişlerdi. Eşim de mutluydu. Çünkü evlatları yanındaydı ve onlara çeşit çeşit yemekler yapıp yedirmekle, içirmekle meşguldü. Ben de en büyük keyfim olan sabah kahvaltısında çocuklarımla, torunlarımla birlikteydim.  

Alınan bu tedbirlerin önümüzdeki haftadan itibaren sonuçları görülebilecektir. Muhtemelen de Ocak ayına kadar sürer. Sonrası alınan neticeye bağlı. Bu arada aşılar da başlayabilecek gibi görünüyor. Ve nihayet 2020 de bitmek üzere. Dileriz ki 2021 yılı daha güzel geçsin. Neticede böyle seferberliklere can kurban. Rabbim daha kötüsünü yaşatmasın.  

Gidişat hakkında

Son aylarda tüm Dünyada kasırga gibi esen yeni tip koronavirüs vakaları Türkiye'de de ürkütücü bir tırmanış gösterince yeni önlemlerin alınması kaçınılmaz olmuştu. Açıklamayı da bizzat Cumhurbaşkanımız kabine toplantısı ardından yapmıştı.

Erdoğan açıklamasında Kovid-19 ile mücadeleye ilişkin olarak: "Salgının olumsuz etkisini azaltmak için, insan hareketliliğini en aza indirmeyi amaçlayan tedbirler dışında çare yok. 83 milyon hep birlikte seferberlik ruhuyla hareket etmemiz gerekiyor. Vatandaşlarımızın salgın tehdit olmaktan çıkana kadar mecbur kalmadıkça kalabalığa karışmamasını, dikkatli hareket etmelerini istiyoruz. Nice mücadelelerden alnının akıyla çıkan Türkiye, salgın karşısında verdiği mücadeleyi de Allah'ın izniyle mutlaka kazanacaktır" şeklinde konuşmuştu.

Ayrıca aynı açıklamasında Erdoğan: "İnşallah önümüzdeki aydan itibaren sağlık çalışanlarından başlayarak bu aşının uygulaması başlayacak. Aşı tamamen ücretsiz" diyerek aşı sürecinin başladığını da ilan etmişti.

Bugün salgının ülkemizdeki 271.nci günü. 7 aralık itibariyle kısıtlamalar konusunda yeni bazı kararlar alındı. Buna göre; lokantalar hafta içi ve hafta sonu saat 10.00 ila 24.00 arası paket servis yapabilecek. Yakın temaslılarında 14 gün olan karantina süresi 10 gün olarak güncellendi.

Ailelerinin yanında olmayan 18-20 yaş arası gençler, sadece şehirler arası toplu ulaşım aracı (uçak, tren, otobüs vb.) kullanmak kaydıyla tek başlarına ailelerinin bulunduğu yere seyahat edebilecek. Bunun dışında 20 yaş altı gençler ve çocuklar yanlarında ebeveynleri, veli veya vasisinin bulunması şartıyla herhangi bir belge aranmaksızın şehir içi ve şehirler arası yolculuk yapabilecek.

Apartman ve sitelerin temizlik, ısınma gibi işlerini yerine getiren görevliler de apartman/site yönetimince düzenlenen görevli olduklarına dair belgeyi ibraz etmek ve ikametleriyle görevli oldukları apartman veya sitelere gidiş-geliş güzergahıyla sınırlı olmak kaydıyla sokağa çıkma kısıtlamasından muaf olacaklar. Aynı şekilde inşaatlarda çalışanlar ise ikametleriyle inşaat sahası arasındaki güzergahla sınırlı olmak üzere sokağa çıkma kısıtlamasından muaf tutulacak. 

Öte yandan yine bugün Sağlık Bakanlığının açıkladığı Türkiye Günlük Korona Tablosu'na göre; son 24 saatte 196.902 Kovid-19 testi yapılmış. 32.137 kişinin testi (%16,3) pozitif çıkmış. Bunlardan 6.420’si (%20,0)hastanelerde tedavi gören hastalar, 25.717’si (%80,0) ise semptom göstermeyen vakalar. Aynı tabloya göre de maalesef bugüne kadarki en yüksek ölüm (203 kişi) gerçekleşmiş.  Bu vefatların seyri ağır hasta sayıları ile yakından ilişkili. O da bugün ne yazık ki 5.836 oldu.

Bugün itibariyle yapılan test sayısı toplam 19.888.747’ye (Nüfusumuzun %23,9'u) ulaşmış oldu.  Tedavi altına alınmış toplam hasta sayısı 545.711’e, vefat edenler de 15.103’e (%2,78) yükseldi. Bu arada 5.017 kişinin tedavisinin tamamlanmasıyla iyileşenlerin sayısı da 436.270'e çıkmış (%79,9) oldu. Diğer yandan zatürre oranı %3,1, Yatak doluluk oranı %55,1 ve yoğun bakım doluluk oranı da %72,1’i gösterdi.

Dün 6 Aralık itibariyle 174.761 Kovid-19 testi yapılmıştı. 30.402 kişinin testi (%17,4) pozitif çıkmış; bunlardan 6.093’ü (%20,0) hastanelerde tedavi gören hastalar, 24.309’u (%80,0) ise semptom göstermeyen vakalar. Aynı tabloya göre 195 kişi vefat (14.900/539291)= %2,76)  ederken ağır hasta sayısı da 5.805 olmuştu. Zatürre oranı %3,3, Yatak doluluk oranı %55,7 ve yoğun bakım doluluk oranı da %71,7’i gösteriyordu.

Bakan Koca bu tabloya ilişkin yaptığı açıklamada, "Ağır hasta sayısındaki artış hızı azalıyor. Kısıtlamaların etkisi görülmeye başladı. Yakında daha çok hissedeceğimizi ümit ediyoruz. Hepimizin görevi kendi kısıtlamalarımızı uygulayarak kalabalıklardan uzak durmak" demiş.