Bir zamanlar annesi ile
yasayan genç bir kız Kayseri iline bağlı Gesi kasabasına gelin gitmiş.
Zamanın şartlarında ulaşım zor şehir kızı için köy gelinliği ağır yükmüş. Annesine
olan özlemi gün geçtikçe artmış ama kocası çaresizmiş. Üstelik kaynanası da ona yapmadık eziyet bırakmıyormuş.
Gesi bağlarında bir top gül idim / Yağdı yağmur güneş vurdu eridim / Ezel yarin sevgilisi ben idim
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim / Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
Aradan
zaman geçmiş ve bir çocukları olmuş gelinin. Onunla avunmaya çalışıyormuş ama annesine olan özlemi de bir türlü dinmiyormuş. Annesinden hiç haber alamadığı için çok üzülmekteymiş.
Gül koymuşlar menekşenin adını / Dünyada almadım anam ben muradımı / Ben ölürsem dertli koyun adımı
Aylar yıllar geçmiş sonunda kötü haber gelmiş annesinden. Onun öldüğünü
öğrenen gelin artık Gesi'nin güzel bağları arasında hem ağlıyor, hem de
bir türkü söyleye söyleye dolaşıyormuş:
(Of) Gesi
Bağları'nda Dolanıyorum / Yitirdiğim Yarimi
Aman Aranıyorum / Bir Çift Selamına
Güveniyorum
Gel Otur Yanıma
Hallerimi Söyleyim / Halimden Bilmiyor
Ben O Yari Neyleyim
Atma Anam Atma Şu
Dağların Ardına / Kimseler Yanmasın
Anam Yansın Derdime
(Of) Gesi
Bağları'nda Üç Top Gülüm Var / Hey Allah'tan
Korkmaz Sana Bana Ölüm Var / Ölüm Varsa Şu
Dünyada Zulüm Var
Gel Otur Yanıma
Hallerimi Söyleyim / Halimden Bilmiyor
Ben O Yari Neyleyim
Bu güzel ve acılı Kayseri Türkünün bilinen 64 beyiti var. Ahmet Gazi
Ayhan tarafından derlenmiş. Hem melodisi hem de şiiriyle günümüze kadar ulaşan klasik türkülerimizden.
Gesi bağlarında bir top gülüm var / Hey Allah'tan korkmaz sana bana ölüm var / Ölüm var da şu gençlikte zulüm var
Gel otur yanıma hallerimi söyleyim / Halimden bilmiyor ben o yari neyleyim
Bilinen bir şey varsa o da bu türkünün nağmelerinde yurt
hasreti var, ayrılık acısı var, gurbet var, ana sevgisi var. Pazarörenli Afşar kadının
anlattığına göre kaderi toprak rengi, kendisi bağ gülü kadar evcil bir İstanbul
kızı söylemiş bu türküyü. Sevdadan çok yabancılığı, garipliği, umarsızlığı dile
getirmiş onu.
Gesi, Kayseri'nin ırağında sapa bir kasabayken,
yaz gelince gurbet ellere çalışmaya gidermiş buranın gençleri. Ellerinde bir
küçük bavul, ceplerinde üç beş kuruş yol parasıyla İstanbul'a, İzmir'e doğru
yollara koyulurlarmış.
Gesili Mustafa da bir küçük evciğin en büyük oğluymuş. Yaz bahar ayı kendini gösterende bavulunu, yolluğunu alıp ana babasına veda etmiş, yaz boyu çalışıp para kazanmak, başka diyarlar görüp iş öğrenmek amacıyla binmiş kara trene, düşmüş İstanbul yollarına.
Gesili Mustafa da bir küçük evciğin en büyük oğluymuş. Yaz bahar ayı kendini gösterende bavulunu, yolluğunu alıp ana babasına veda etmiş, yaz boyu çalışıp para kazanmak, başka diyarlar görüp iş öğrenmek amacıyla binmiş kara trene, düşmüş İstanbul yollarına.
Mustafa askerliğini yeni bitirmiş, yirmi
beşinde bir Anadolu delikanlısı. İnce iş gelirmiş elinden, sıvacıymış. İnmiş
Haydarpaşa Garı'na. Sisler arasında kaybolan ulu minareleri, yüksek kuleleri, görkemli evleri
seyredip kendisini büsbütün garip hissetmiş.
İstanbul'da Gesili Mustafa'ya da bir inşaatta iş vermişler. Yaptığı işi beğenmiş işveren. İşçiyken kalfa, kalfayken de usta olmuş. Bu
ağırbaşlı, namuslu Anadolu genci, arkadaşlarının arasında hem yaptığı iş, hem
de güvenilirliğiyle seçilmiş olmalı ki işveren onu günün birinde kenara çekip
bir cigara uzatmış ve ailesini sormuş. Utancından tutuk tutuk konuşarak cevap
vermiş Mustafa. "Kayseri'de bir koca kadın anam, beş kardeşim var. Yazın
çalışıp kışın yeriz. Bizim oralar bağlık bahçeliktir. Erkek kısmına kış günü de
olsa evde oturmak yakışmıyor. Geldim buralara...
Evlenmeyi düşünüp
düşünmediğini sormuş işveren. "Nasip" diye yanıtlamış Mustafa.
İşvereni ona İstanbul'un kıyıcığında eski bir evde yaşayan dört
kızdan birini teklif etmiş. "Ben bu kızı bilirim, tanırım her haline
kefilim. Anası eşini yitireli çok oluyor. Dört kıza hem analık yaptı hem
babalık. Yoksulluk kınanacak bir hal değildir oğlum, bu kızı seninle baş göz
edelim" demiş. O an bir şey diyememiş Mustafa. Beklemediği bu teklif
şaşırtmış onu. Akşam kara gecenin içine büzülüp düşünmüş. Teklifi uygun bulmuş,
her ne kadar o zamana dek bu yabancı diyarlardan evlenmeyi düşünmediyse de
kabul etmiş.
Bir gün iş arkadaşları ve patronu gidip
çalmış eski evin boyası aşınmış kapısını. Leyla'yı görüp beğenen Mustafa'nın
evlilik dileğini kadıncağıza bildirmişler, Allah'ın emriyle kızını istemişler.
Yaşlı kadının tek derdi, gözü görür eli tutarken kızının mürüvvetini görmek
olmalı ki ikiletmemiş kendisine gelen teklifi. Madem tanıdıklar bu yabancı
gence kefil oluyor, huyu güzel, çalışkandır diyorlar, "Hayırlı işi
uzatmanın manası yok. Kıysın nikahı alsın götürsün" diye cevap vermiş.
Leyla duraksayıp bakmış anasına. "Ne tez bıkmışsın benden ki alıp kızını
bilinmedik diyarlara atıyorsun," diyecek olmuş ama sesi düğümlenmiş
boğazında. Anasının uygun gördüğünü geri çevirememiş. Biraz da kahredip kabul
etmiş kısmetini.
Mustafa evleneceğini
kısacık ve utangaç bir telgrafla bildirmiş Kayseri'ye. Basit
bir alyans, üç beş parça hediye, birkaç takı ile gitmiş kız evine. Çabucak
kıymışlar nikahı. Sonrası Mustafa Leyla'yı alıp memleketine doğru yola
koyulmuş. Delikanlının cebinde yaz boyu çalışıp kazandığı paralar, kızın elinde
birkaç parça çeyizini sıkıştırdığı bavulla geçmişler Anadolu yakasına. Kara
trenin Kayseri istasyonuna Haydarpaşa'dan iki bilet almışlar.
Leyla doğup
büyüdüğü eski İstanbul'a gözleri dolu dolu bakmış, adını duyup yerini bilmediği
Kayseri'yi düşlemiş. Korkup ağlayacak olmuş önce, sonrası kocasının elini tutup
onun varlığına sığınmış. Ama zor iş göz açıp gördüğü diyarları bırakıp
bilinmeze doğru yola çıkmak. Bu yüzden boğazın karşı kıyısında bütün görkem ve
göz alıcılığıyla yükselen tanıdık İstanbul'a bakıp içinden geldiğince
yakınmadan da edememiş.
Gemiden indim de
yollar ayrıldı / Bindim kara
trene başım çevrildi / Bize kısmet gurbet
elden verildi.
Atma anam atma, beni
dağlar ardına / Kimseler yanmasın,
anam yansın derdime...
Kara tren aşmış dereleri dağları. Anadolu'nun kıraç bozkırlarını geçip bir yüce
dağın eteğine yaslanmış Kayseri'ye ulaşmış. Mustafa'nın ailesi karşılamış
gelinlerini. Sarmaş dolaş olmuşlar.
Leyla'nın içindeki ürkeklik geçmiyormuş yine de. Girmiş Mustafa'nın alçacık damlı, tek katlı, önünden tozlu bir yol geçen evine. Henüz alıştığı bildiği gibi bir yerle karşılaşamamanın ürkekliğini üzerinden atmadan konu komşu gelmiş İstanbul'lu gelini görmeye. Hediyeler getirip uğur dilemişler.
Leyla'nın içindeki ürkeklik geçmiyormuş yine de. Girmiş Mustafa'nın alçacık damlı, tek katlı, önünden tozlu bir yol geçen evine. Henüz alıştığı bildiği gibi bir yerle karşılaşamamanın ürkekliğini üzerinden atmadan konu komşu gelmiş İstanbul'lu gelini görmeye. Hediyeler getirip uğur dilemişler.
Ama, iki ayrı dünya gibi
zıt gelmiş Gesi ile İstanbul Leyla'ya. Koca şehrin ruhuna tanıdık köşelerini
bırakıp yad ellere gelin gelmenin acısını bir türlü atamamış üzerinden. Gün
boyu işe, aşa, suya, ateşe koşturup hizmet etmiş yeni yuvasına ama ille de
kapısını çekip çıktığı evini özlermiş, ille kocamış anasını, kimsesiz
kardeşlerini anarmış. Başka hiçbir şeye benzemeyen yurt özlemi sarmış gönlünü.
Kimselerden yüz bulamamış dertleşmek için. Ancak akşam olunca odasına çekilip
Mustafa'nın göğsüne başını dayar, içinden geldiği gibi yakınıp ağlarmış.
Çırpını çırpını
yuvamdan uçtum / Ağlayı ağlayı
gurbete düştüm / Ayrılık zehrini
gençlikte içtim.
Örtün pencereyi
esmesin yeller / Algın olduğumu
bilmesin eller.
Mustafa yerinden
yurdundan edip getirdiği bu garip kuşu yeni yuvasına alıştırmak için uğraşmış
durmuş. Günbegün sevmişler birbirlerini. Yürekleri birbirine ısınmış. Eşini
incitmemiş Gesili delikanlı. Anadolu'da adet olduğu üzere anasının,
kardeşlerinin yanında ona pek yakınlık göstermese de bakışlarıyla,
davranışlarıyla sezdirmiş sevdasını. Tenhalaşınca moral vermiş, destek olmuş.
Akşam saatleri onu yanına alıp Gesi bağlarında gezintiye çıkarmış, unutturmaya
çalışmış karısına gurbet acısını. Dolaşırken de türkülerle dile getirmişler
hallerini,
Gesi'ye giderken
yolun sağında / Güller açmış nazlı
yarin bağında / Gurbetteyim daha
gençlik çağında
Gel otur yanıma boyu
boşu güzelim / Dost düşman yanında
gülüp gezelim.
İki tazenin arası
iyiymiş ama Mustafa'nın anası, kız kardeşleri pek de sevememiş Leyla'yı. Köy
işinden anlamaz, koyun keçi sağamaz, iki avuç bulguru aş yapıp ortaya getiremez
bir cahilmiş onların gözünde yeni gelin. Güler yüzleri çok sürmemiş. Evin içinde
yaban gezer gibi irdemişler, dışlamışlar, itip kakmışlar sahipsizi. Fakir
kızıysa da görgülü evin çocuğu olduğu için sesini çıkarmamış Leyla.
Gesi bağlarında bülbüller öter / Ateşim yanmadan aman dumanım tüter / Bana bir şey oldu ölümden beter
Örtün pencereleri aman değmesin yeller / Dertli olduğumu aman bilmesin eller
Sorup anlamadan öz kızını koparıp
bilinmedik diyarlara atan anasına da gün geçtikçe gönül koymuş, sitem etmiş,
ilenmiş. "Ne var idi Mustafa'yla İstanbul'da kalaydık. Koca kalabalıklara
yer buluyorlar da biz sığamadık mı oralara?" diye söylenmiş.
Gesi bağlarında üç ırgat işler / Anamdan mı gelir şu uçan kuşlar / Analar doğurur ele bağışlar
Atma garip anam beni dağlar ardına / Kimseler yanmasın anam yansın derdime
Sıvacı Mustafa
önceleri karısıyla anasının anlaşıp geçineceğini düşünmüş. Leyla kocasının
evine, anası da yeni geline ısınacaktı hepsi bu. Ama dallı güllü şalvar giyen,
boncuklu tülbentle yaşmaklanan Afşar karısı kadın anası insaf edeceğe
benzemiyormuş. Günbegün sertleşmiş İstanbullu gelinine. İşe ocağa sokmaz olmuş.
Ağzını açacak olsa, "Kendi gelen sen sus. İyi bir şey olaydın anan
göğsünden söküp azıtmazdı seni" diye paylıyormuş onu. Leyla kızın içini
yalaz yalaz yakıyormuş bu sözler. Gurbet elde tutunacak dalı yok, arkasını
dayayacağı akrabası yokmuş ki baş kaldırıp cevap versin. Atmış içine hep, ama her akşam da sızım sızım sızlanır ağlayıp içini dökermiş eşine. Kaynanasından
işittiği kötü sözleri bir bir anlatırmış.
Gesi bağlarında bir
top gülüm var / Hey Allah'tan
korkmaz, sana bana ölüm var / Ölüm varsa bu
dünyada zulüm var
Gel otur yanıma,
hallerimi söyleyim / Halimden bilmiyor,
ben o yari neyleyim.
Mustafa "Ben İstanbul'a
varıp bir yer bakmayım. Bir iş bulup çalışayım. Bir mevsimden tezi yok, seni
yanıma alırım. İstanbul'a yerleşiriz" demiş Leyla'ya. Onu yaşlı gözlerle
bırakmış evin eşiğinde. Bavulunu alıp yine düşmüş gurbet yoluna.
Yazmam gül yaprağı
karanfil ırak / Aksine vuruyor,
devranı felek / Gesi bağlarında
Leyla diyerek,
Devşirdim çiçeği,
dalda ne kaldı / Gurbete gidiyom
burda nem kaldı.
İşittiği sözler içini yakıyormuş ama ne yapsın, bir başınaymış. Alıp başını Gesi bağlarında geziyormuş komşu kızlarıyla. Gezerken de için için ağlayarak söylüyormuş türküsünü.
Ooff, Gesi
bağlarında dolanıyorum / Yitirdim yarimi aman
aranıyorum / Bir çift selamına
güveniyorum.
Gel otur yanıma,
hallerimi söyleyim / Halimden bilmiyor,
ben o yari neyleyim.
Konu komşu acıyormuş Leyla kızın garipliğine. Gidip kaynanasıyla konuşacak olmuşlar. Ama nafile...Gelenler çıkıp gitmiş üzülerek, alıp içlerine teselli etmişler İstanbullu gelini.
Bu sefer alıp kalemi eline ak
kağıtlara nakış nakış yazmış derdini Leyla.
Gesi bağlarında dolanıyorum / Yitirdim yarimi anam aranıyorum / El kadar mektuba güveniyorum
Yaz yaz mektubunu anam postaya bırak / Felek bizi ayırdı anam yolumuz ırak
Yari ile mektuplarda dertleşmiş.
"Tez gel" demiş sevdiğine. "Tez gelip al beni buralardan, daha
dayanamıyorum." Komşu kızlarına söylediği türküyü de iliştirmiş mektuba.
Gesi bağlarının
gülleri mavi / Ayrıldım yarimden
anam gülemem gayri / Yarden ayrılanın
böyle olur hali,
Ne deyim ağlayım ah
alnımın yazısı / Söyle bana söyle be
yarinin kuzusu...
Üstü kara yazılı ak
kağıtlar gurbet elde varıp bulmuş Mustafa'yı. Derdini bir iken bin eylemiş. Çaresiz kalmış İstanbul'un orta yerinde. Çünkü daha ne iş bulabilmiş ne
de ev. Ne dese ki yarine ? Bir of çekip savurmuş cigarasının dumanını. Kalemi eline alıp yazmış içindeki efkarı. Teselli olsun diye de bir yüzük alıp göndermiş aynı mektupla. Onun yakınışına uydurup karşılık
vermiş gönlünce:
Gesi bağlarında bir
oylum kaya / Düşmüşüm sevdaya
anam ne diyon bana / Bir yüzük yaptırdım
bergüzar sana
Takın parmağına
yarim yadigar olsun / Bize sebep olan,
onmasın da sürünsün.
Artık geçmek bilmiyormuş Leyla için vakit artık. Bir taraftan Mustafa'yı bekleyip öbür yandan kendisini yad
ellere gelin eden anacığına sitem ediyormuş söylediği türkülerde. "Gesi
bağlarını bekleyen gelin" diyordu konu komşu ona. Türküsü dilden dile
söyleniyor, ağız ağız yayılıyordu Kayseri'ye. Leyla'yı yalnızlığın acısı
büsbütün sarıyor, büsbütün eritiyordu. Nur parçası oğlu bile acısını azaltmaya yetmiyormuş.
Anam yok ki ağıdımı
dinlesin / Yarim yok ki
şikayetim dinlesin / Şu garip gönlümü
kimler eylesin.
El kadar anlımda
türlü yazım var / Evvel bir basımdı
şimdi körpe kuzum var.
Bu öyküyü
anlatan Pazarörenli kadın, Leyla'nın bekleyişinin ne kadar sürdüğünü bilmiyor.
Bir mevsim mi, bir yıl mı, bir ömür mü? Ama herhalde Mustafa memleketine dönüp Leyla'yı almış, baba ocağına veda edip İstanbul'a gitmişler.
Kim bilir hangi semtine yerleştiler, nasıl bir evleri oldu, Gesi'yi özlediler mi? Leyla kız daha ne mısralar dizdi, İstanbul'a dönünce söndü mü içindeki sıla hasreti? Kaç çocukları oldu, ne kadar yaşadılar ?
Bir mevsim mi, bir yıl mı, bir ömür mü? Ama herhalde Mustafa memleketine dönüp Leyla'yı almış, baba ocağına veda edip İstanbul'a gitmişler.
Kim bilir hangi semtine yerleştiler, nasıl bir evleri oldu, Gesi'yi özlediler mi? Leyla kız daha ne mısralar dizdi, İstanbul'a dönünce söndü mü içindeki sıla hasreti? Kaç çocukları oldu, ne kadar yaşadılar ?
Gül koymuşlar menekşenin adını / Dünyada almadım anam ben muradımı / Ben ölürsem dertli koyun adımı
Örtün pencereleri anam değmesin yeller / Dertli olduğumu aman bilmesin eller
Acaba
onların çocukları torunları bir yerlerden bu türkünün nağmelerini duyunca vaktiyle
analarının çektiği özlemi anlayabiliyorlar mı? Bunları bilmiyor
Pazarörenli kadın, "alıp götürdü karısını İstanbul'a, bize de türküsü
kaldı" diyor.
Gesi bağlarının gülleri mavi / Ayrıldım yarimden anam gülmeyim gayri / Ayrılık yaşını silmeyim gayri
Yas tutsun ellerim kına yakmayın / Kör olsun gözlerim sürme çekmeyin