30 Mayıs 2020 Cumartesi

30 Mayıs 2020 Cumartesi 20:00 CORONA GÜNLERİ..............................Geçmişten geleceğe

Geçmişten geleceğe

Siyaset kolay iş değildir. Bana ne deyip arkamızı dönebileceğimiz bir konu da olamaz. Onlar padişah da olsa, halkın seçtiği başbakan ya da başkan da olsalar ülkenin yönetimi için siyaset yapmak zorundalar. Siyaset nedir ne değildir ya da güncel politika ile arasındaki farklar başka bir bahis. O konulara girmeyeceğim. Ancak bu yazımda siyasetin üzerinde durduğu kaypak zemin ve geçmişle gelecek arasındaki taşıyıcılık vazifesinden söz etmek istiyorum. Bizim ülkemizde siyaset yapanların neden "kefenini üzerinde taşıdıklarını" anlatmam lazım. Milletin teveccüh edip seçtiği insanların neden onların bir nevi geleceği demek olduğunu izah etmeye çalışacağım.

İki gün evvel 27 Mayıs 1960 darbesinin 60. yılı idi. Tarihimiz gizli ya da açık bir çok darbe, ihtilal, babı ali baskını, yeniçeri isyanı ve saray entrikasına sahne olmuştur. Bir düşünürün dediği gibi adeta "bu tür oldu bittiler siyasi geçmişimizde arada sırada olan istisnalar değil de gerçekte aslî bir çizgi" gibi görünürler. İstisna olan şey sanki darbe ya da askerin olmadığı normal siyaset halidir. Bu konudaki ipucu görevini yeniye devreden bir başvekilin; "Askeriyeye, Hariciyeye ve Dahiliyeye karışma, gerisini istediğin gibi yap!" tavsiyesinden anlayabiliriz.

Çok şükür ve inşallah o günler geride kaldı. Ancak Türk demokrasi tarihinde bu tür "kara bir lekeler" pek çok. Bunların içinde en acısı hiç şüphesiz halkın 60 ihtilali dediği 27 Mayıs 1960 darbesi ve ardından olanlar. Darbe şartlarının önceden nasıl oluşturulduğunu bugün artık sağır sultan biliyor. İnsaf sahibi herkese bir başbakanın yakasına yapışan gencin "özgürlük istiyoruz" hezeyanına "Ellerin bir başvekilin yakasında, daha nasıl özgürlük istiyorsun?" cevabı aslında durumu gayet iyi açıklar. Ancak yapılan darbenin ardından kurulan Yassıada mahkemesini ve orada yaşananları hangi vicdan sahibi kabullenebilir ki? Hele hele millet iradesiyle seçilmiş bir Başbakanın, Dışişleri ve Maliye Bakanının "sizi buraya tıkanlar böyle istiyor" denilerek idam edilmesi hangi hukukla izah edilebilir? Böyle bir mizansen ve ağır sonuç hastalıklı olmayan hangi akla sığar?

Ömrünü siyasete adamış Cumhurbaşkanımız hepimizin çok iyi hatırladığı 70'li, 80'li, 90'lı yıllardan, bir sürü badireden çıkıp gelmiş biri. Siyaseti bir dava inancıyla yapıyor. Nasıl çıktığına, hangi istikamet üzere olduğuna ve kararlı yürüyüşüne yakından şahit olanlardan biriyim. Ülkemizdeki kara lekeleri bilerek, kendisi de böyle bir çok saldırının, tuzağın ve hainliğin çirkinlikleriyle mücadele ederek bugünlere geldi. Ama bir siyasi lider umduklarıyla değil bulduklarıyla iş yapmak zorunda. İşte şimdi de bugünlere kadar ardında pek çok başarı hikayesi bırakmış biri olarak Corona virüsü ile başetmek durumunda kaldı. Pek çok kişiye göre öngörülemez bir küresel salgın dünyayı kasıp kavuruyor, o ise ülkesini bu felaketten en az zararla çıkarabilmenin olağanüstü mücadelesini veriyor. Hem de bir çok cephede ve alanda.Siyaset işte budur, kuru laf kalabalığı ya da demogoji cambazlığı değil. 

Perşembe günü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Huber Köşkü’nden video konferans yöntemiyle yapılan kabine toplantısı sonrası normalleşme süreci kapsamında alınan yeni kararları açıkladı. Erdoğan; "Şehirler arası seyahat kısıtlamasının 1 Haziran'dan itibaren kaldırıldığını,  Kamu personellerinin iş başı yapacaklarını ve 65 yaş üstünün sokağa çıkma sınırlandırılmasının  devam edeceğini" anlattı. Salgın sebebiyle uygulanan sokağa çıkma kısıtlamasının gönüllere uygun bir bayram yapmaktan mahrum bırakmış olsa da kalplerdeki sevginin ve umudun hep korunduğunu, hatta güçlendirildiğini ifade eden Erdoğan, yaklaşık 2,5 aydır yaşanılan bu musibetin hayata, elimizdekilere dair bir muhasebe yapma imkanı verdiğini de dile getirdi.

Erdoğan, geleceğe dün olduğundan çok daha berrak ve olgun şekilde bakılabilen bir gönül ve zihin dinginliği kazanıldığını vurgulayarak, "Hele hele salgının çok büyük kıyımlara yol açtığı ülkelerle kendimizi mukayese ettiğimizde hep birlikte elimizdeki nimetlere şükrettiğimizi gayet yakından biliyorum. Elbette alınan tedbirler sebebiyle işine ara verdiği, işi yavaşladığı, geliri azaldığı için sıkıntı çeken vatandaşlarımız olmuştur. Özellikle de devletin tüm imkanlarını bu vatandaşlarımızın hizmetine sunarak zor zamanlarında yanlarında olduğumuzu gösterdik" diye konuştu. Ülke genelinde 5,5 milyon kişiye karşılıksız biner lira dağıtarak sıkıntılarını hafifletmeye çalıştıklarını, yine 4,5 milyon vatandaşın istihdamını kısa çalışma ödeneği, asgari ücret desteği, nakit desteği gibi yöntemlerle desteklediklerini anlatan Erdoğan, vergi ve sigorta primi ertelemeleriyle, düşük maliyetli kredi desteği gibi daha pek çok yöntemle büyüklü, küçüklü tüm işletmelerin ayakta kalmasını temin ettiklerini kaydetti.

Erdoğan, önümüzdeki dönemde de vatandaşların ve iş dünyasının yanında olmayı sürdüreceklerini belirterek, şöyle devam etti"Türkiye'nin salgının önlenmesinde ve can kaybında dünyada örnek alınan bir konuma gelmesi 83 milyon olarak hepimizin ortak başarısıdır. Bu süreçte fedakarca görev yapan sağlık personelimize bir kez daha teşekkür ediyorum. Aldığımız tedbirlerin uygulamaları 81 il ve 922 ilçede valilerimiz, kaymakamlarımız, emniyet ve jandarma teşkilatlarımız tarafından yürütüldü. Sokağa çıkma kısıtlaması getirilen yaklaşık 8 milyon, 65 yaş üstü vatandaşımız ile 25 milyondan fazla 20 yaş altı gencimizin her türlü ihtiyaçları Vefa Sosyal Destek Grupları tarafından karşılandı. Bugüne kadar Vefa Sosyal Destek Grupları toplam 6 milyon 240 binin üzerinde talebe cevap verdi"dedi.

Türkiye'nin, milletin verdiği destekle süreci, sağlık hizmetleriyle ve diğer tedbirlerle en az sıkıntıyla geçiren ülkelerin başında geldiğine işaret eden Erdoğan, şöyle devam etti: "Sadece ülke içindeki insanımıza sahip çıkmakla kalmadık, 126 farklı devletten 75 bin vatandaşımızı, 365 uçak, 34 karayolu ve 10 deniz yolu seferiyle ülkemize getirdik. Moritanya'dan Bolivya'ya kadar, nerede olursa olsun hiçbir vatandaşımızı sahipsiz bırakmadık. Bunun yanında ülkemizden yardım veya ürün talep eden 135 ülkeden 100'üne cevap vermeyi başardık. Salgın sürecinde dünya genelindeki 246 misyonumuzla yurt dışındaki vatandaşlarımız ve muhatap ülkeler nezdinde çok güçlü bir koordinasyon sağladık. Ülkemiz içinde ise 65 yaş üstü büyüklerimiz ile 20 yaş altı evlatlarımız başta olmak üzere getirdiğimiz kısıtlamalara hassasiyetle riayet eden tüm vatandaşlarımıza şahsım, ailem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, alınan tedbirler sayesinde yeni hasta sayısı ile yoğun bakım ve solunum cihazına bağlı hasta sayısının sürekli azaldığını aktararak, "Testleri yaygınlaştırarak, takipleri tavizsiz sürdürerek, salgını kontrol altında tutuyoruz. Hastalığın tedavisinde ihtiyaç duyulan ilaçların ve cihazların üretimi konusunda da epeyce mesafe kat ettik. Yurt dışı temininin ve özel sektörün desteğinin yanı sıra Milli Savunma Bakanlığı ilaç fabrikaları da üretime başladı." diye konuştu. Solunum cihazı üretiminin özel sektör ile Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu vasıtasıyla sürdürüldüğünü aktaran Erdoğan, "Şu ana kadar ürettiğimiz 3 bin 626 solunum cihazının 1000 adedini de ihraç ettik. Makine ve Kimya Endüstrisi kurumumuz, üretim kapasitemizin artmasına büyük katkı sağlayan maske cihazı ile termal kamera imalatına da başladı. Dikkatle takip ettiğimiz tüm bu gelişmeler bize yeni normal dediğimiz süreçte gereken adımları atma imkanı sağladı" dedi.

Halkın yaptığı hiçbir fedakarlığın boşa gitmediğinden emin olmasını isteyen Erdoğan, şöyle konuştu: "Allah'ın izni, milletimizin gayreti, devletimizin katkısıyla son 2,5 aydaki kayıplarımızın hepsini de hem de çok kısa sürede ziyadesiyle geri alacağımızdan en küçük bir şüphemiz yoktur. Ülke ve millet olarak birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi, dayanışmamızı güçlü tuttuğumuz müddetçe Rabb'im bizlerin önünde nice kapılar açacaktır. Nitekim siyasi ve ekonomik bakımdan yeniden yapılanma sürecinde olan küresel sistemde Türkiye'nin gerçekten çok iyi bir yere geleceğinin işaretlerini şimdiden almaya başladık. Sanayide, teknolojide, ticarette, tarımda, enerjide, ulaşımda sağlıkta, eğitimde, sporda, savunma sanayisinde, velhasıl hayatın her alanında Türkiye parlayan bir yıldız olarak öne çıkıyor."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Şu üç kavram çok önemli: Maske, mesafe ve temizlik. 20 yaş altıyla ilgili sokağa çıkma uygulamasını da 18 yaşa indiriyoruz ve 0-18 yaş grubunun tamamı, çarşamba ve cuma günleri, 14.00-20.00 saatleri arasında sokağa çıkma sınırlamasına tabi olmayacak. Yani ikili sistem yok. Artık bunu teke indiriyoruz. Önümüzdeki pazartesi, yani 1 Haziran tarihi itibarıyla restoran, kafe, pastane, kıraathane, çay bahçeleri, dernek lokali, yüzme havuzu, kaplıca türü işletmeler belirlenen kurallar dahilinde saat 22.00'ye kadar hizmet vermeye başlayacak. Eğlence mekanları ile nargile satışı bu kapsamın dışındadır. Sadece kendi müşterilerine hizmet veren turizm tesislerinin bünyesindeki işletmeler saat sınırlamasına tabi değildir. Yol güzergahlarındaki dinlenme tesisleri de 1 Haziran'da hizmet vermeye devam edecek."

Erdoğan, normalleşme programı ayrıntılarının ilgili kurumlarca kamuoyuyla paylaşılacağını söyledi. Erdoğan, "Aldığımız kararların, ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Yeni normal düzeninde, yine bu üç kavramı söylüyorum: Maske, mesafe, temizlik... Bu hususları aman ihmal etmeyelim. Muhakkak maskeyle dolaşalım, muhakkak fiziki mesafeye dikkat edelim, muhakkak temizliğe dikkat edelim ki bunlar bizim üç vazgeçilmezimizdir." dedi.

Erdoğan, son 18 yılda demokraside ve ekonomide kat edilen büyük mesafenin geleceğe güvenle bakmada en önemli güç ve moral kaynağı olduğunu dile getirerek, bu süreçte milletin önüne kurulan tüm tuzakları birer birer bozarak 2023 hedeflerine ulaşma konusundaki kararlılığını gösterdiklerini kaydetti. "Rabb'imizin 'Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır olabilir' emri ilahisine inşallah bir kez daha mazhar olacağımız bir süreç yaşıyoruz" diyen Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti: "Bir asır önce 'hasta adam' yaftasıyla tarihten silinmeye çalışılan Türk milletinin bugün, hastaların ümidi olarak öne çıkması dahi başlı başına bir ibret vesikasıdır. İnşallah bundan sonrası daha kolaydır. Kendimize güveniyoruz, halkımıza ve devletimize güveniyoruz. Aydınlık bir geleceğin bizi beklediğine yürekten inanıyoruz."

İstanbul'un fethinin 567. yıl dönümünde milletle birlikte çok güzel programlara şahitlik edeceklerini aktaran Erdoğan, "Önce, Sancaktepe'de iki ayda inşa ettiğimiz 1008 yataklı Prof. Dr. Feriha Öz Acil Durum Hastanesi'nin açılışını yapacağız. Akşam saatlerinde Okçular Vakfı'nın Fetih Kupası yarışmaları gerçekleştirilecek. Bunun ardından ise Kültür ve Turizm Bakanlığımızın düzenlediği Fetih Şöleni kapsamında, Ayasofya'da Fetih Suresi okunacak ve dualar edilecek. Milletimizin fetih sevincini bu programlarla hep birlikte yaşamaya çalışacağız. Bu vesileyle Fatih Sultan Mehmet Han başta olmak üzere bu toprakları bize vatan kılan tüm gazilerimizi, şehitlerimizi, kahramanlarımızı hürmetle yad ediyorum." diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığı önemli dönüm noktaları olduğuna değinerek, bunların bir kısmının üzüntüyle bir kısmının mutlulukla hatırlandığını belirtti. 27 Mayıs 1960 darbesi ve sonrasında yaşananların, üzüntüyle hatırlanan dönemlerden biri olduğunu ifade eden Erdoğan, dün açılışını yaptıkları eski adıyla Yassıada, milletin verdiği isimle Yaslıada, 2013 yılında verdikleri isimle Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nın bu dönemin adeta sembolü olduğunu söyledi.

27 Mayıs'ın, Türkiye'ye darbe virüsünün ilk girdiği tarih olduğunu belirten Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti: "Maalesef bu tarihten sonra darbe, cunta, muhtıra, bildiri veya darbe girişimi şeklinde demokrasimize yönelik pek çok saldırıyla karşı karşıya kaldık. En son 15 Temmuz'da darbe girişimini hep birlikte yaşadık. Milli iradeyi esir alma amacı taşıyan bu tür darbelerin veya girişimlerin ülkemize çok ağır maliyeti olmuştur. Daha da çarpıcı olanı milli iradeye yönelik hemen her saldırının Türkiye'nin büyük kalkınma hamleleri başlattığı dönemlerin ardından gelmesidir. İlk darbenin ardından geçen 60 yıla baktığımızda bu durumu inkarı mümkün olmayan bir gerçek olarak görüyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında çok zor şartlarda başlatılan kalkınma hamlesinin kazanımları, Gazi Mustafa Kemal'in sağlığını kaybetmesi ve vefatının akabinde tek parti CHP'si döneminde tamamen heba edilmiştir. Milletin baskısıyla geçilen çok partili siyasi hayatın ardından demokrat partinin iktidara gelmesiyle Menderes ve arkadaşları yeni bir kalkınma hamlesi başlattı. Türkiye daha önce birer ikişer tanesine sahip olduğu hidroelektrik barajlarına 18 tane, sulama barajlarına 8 tane, limanlarına 11 tane, havalimanlarına 5 tane, rafinerilerine 3 tane ilave etti. Ayrıca ülkemizin dört bir yanında 13 şeker fabrikası, 19 çimento fabrikası, 82 hububat silosu, 88 büyük ölçekli fabrika kuruldu. Milli geliri 3 kat artan Türkiye 2. Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanan küresel ekonomide hak ettiğini alma yolunda ilerliyordu."

27 Mayıs darbesiyle bu sürecin kesintiye uğratıldığını, Türkiye'nin yeniden uzun yıllar boyunca sürecek siyasi ve ekonomik istikrarsızlık bataklığına sürüklendiğini belirten Erdoğan, "Menderes ve arkadaşları, ülkemize ve milletimize yaptıkları hizmetlerin bedelini, ağır işkencelerle hakaretlerle hapis yatarak ve idam sehpasına yürüyerek ödemiştir." dedi. Yassıada'da kurulan ve tam bir hukuk katliamı örneği olan düzmece mahkemelerde aylar süren yargılamaların yapıldığını hatırlatan Erdoğan, şunları kaydetti: "Sonuçta, Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilirken yüzlerce kişi de uzun yıllar hapis yattı. İdam sehpasına yiğitçe yürüyen Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın milletimizin yüreğinde bıraktığı acı, hala tazedir. Rahmetli Özal, bu üç kahramanın mezarlarını İstanbul'a taşıyarak, ilk adımı atmıştı. Biz de Türkiye'nin, 60 yıl önceki kara günlerine şahitlik eden Yassıada'yı, istiklalimizin ve istikbalimizin sembolü haline dönüştürmeyi istedik. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğimizle birlikte burayı Demokrasi ve Özgürlükler Adası haline getirecek yatırımları 5 yılda tamamlayarak, dün resmen hizmete açtık. Oteli, kongre salonu, müzesi, camisi ve diğer tesisleriyle Demokrasi ve Özgürlükler Adası'nı, rahmetli Menderes ve arkadaşlarının hatıralarını yaşatacak bir mekan haline getirdik. Tabii burası ulusal, uluslararası her türlü toplantıya ev sahipliği yapacak olan bir ada. Rabb'ime, bize 60 yıl sonra bu dönüşümü gerçekleştirme imkanı sağladığı için hamd ediyorum. Menderes ve arkadaşlarını bir kez daha rahmetle yad ediyorum. Ülkemizin yeniden aynı acıları yaşamaması konusundaki kararlılığımızın altını da tekrar çizmek istiyorum. "

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: "Milletimizin 15 Temmuz'da ortaya koyduğu güçlü irade ve cesaret, Türkiye'de darbeler, cuntalar, vesayet dönemlerinin inşallah artık kapandığının işaretidir. Milli iradeden güç alarak yönetime gelmek yerine hala darbelerden, terörden, kaostan, sokak olaylarından medet umanlara milletimiz asla fırsat vermeyecektir. Rahmetli Menderes'le bizim fotoğrafımızı yan yana koyarak akıbetlerimizi hatırlatan faşistlere bugün de rastlanması teyakkuzu elden bırakmamamız gerektiğini gösteriyor. Bu ülkede ezanları susturmaya, bayrakları indirmeye, milletin vermediği gücü gasp etmeye, halkına hizmet edenleri idama göndermeye artık kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu yıl 949. yıl dönümüne ulaştığımız Malazgirt Zaferi'ndeki, yarın 567. yıl dönümünü kutlayacağımız İstanbul'un fethindeki ruh, heyecan ve kararlılıkla mücadeleye devam edeceğiz. Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023'ü milletimiz için yepyeni bir şahlanış vesilesi haline getirmek için gece gündüz çalışmaktan bir an bile geri durmayacağız. Büyük ve güçlü Türkiye hedefine doğru demokrasimizi ve ekonomimizi sürekli daha ileriye taşıyarak yürümeyi son nefesimize kadar sürdüreceğiz."

İşte bunlar geçmişten geleceğe uzanan kutlu bir fetih yolculuğunun bugünkü yansımaları. Alpaslan gibi, Fatih gibi,Yavuz gibi, Abdülhamit gibi, M.Kemal gibi inanmış adamların "kefenlerini giyerek" milletin önüne düştükleri kutlu bir yolculuk bu. Menderes gibi, Özal gibi, Erbakan gibi canlarını ortaya koyarak mücadele eden liderlerin bu topraklarda hiç bitmeyeceğini gösteriyor. Erdoğan da selefleri gibi siyaset sahnesinde ateşten gömlek giymiş bahadırlardan. Onlar geçmişten gelen fetih ve gaza ruhunu geleceğe taşıyan milletin adamları. 

Rahmetli Menderes de bunlardan biriydi. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından milleti 'yaslı ada' dediği Yassı adada sözüm ona yargılandı ve iki arkadaşıyla birlikte idam edildi. Ama ne oldu? İşte 60 yıl sonra, Türk demokrasi tarihine "kara bir leke" olan geçen 27 Mayıs 1960 darbesinin 60. yılında o ada, Demokrasi ve Özgürlükler Adası adıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından halkın hizmetine açıldı. Adadaki yapıların korunarak yenilenmesi ve bu adaların halkın hizmetine sunulması amacıyla 2015 yılında temeli atılan proje tamamlandı. Böylece 2013 yılında Demokrasi ve Özgürlükler Adası haline getirilen Yassıada, bugün artık darbe döneminin karanlığına ışık tutacak bir merkez. Çehresi son 5 yılda değişen 103 bin 750 metrekarelik alana sahip adada 27 Mayıs Müzesi, Demokrasi Feneri, çeşitli bal mumu heykelleri ve müze bulunuyor.

Kuşkusuz bugünlere kolay gelinmedi. Yolda bir çok ağır bedel ödendi. Üstüne üstlük toplum ve siyaset hayatımız daha bir çok yaramız gibi çok uzun yıllar 27 Mayıs darbesiyle açılan Yassıada yargılamalarıyla derinleşen böyle bir yarayla da yaşamak zorunda kalmıştı. Bedel ödeyenler geçmişle gelecek arasında köprü olup yolculuğu aksatmadılar. Bu şekilde cihad yolunda, ilâ-yı kelimetullah yolunda, vatan ve millet yolunda şehid olmuş ecdadımıza şükran borçluyuz. Demokrasi deyip o yollarda da tuzaklar, darbelerle anılanlar layık oldukları cehennem-i kübrayı boyladılar. Mücahitlerimiz, gazilerimiz, şehitlerimiz ise ölmediler, Cenab-ı Hakkın müjdesinde ve milletin yüreğinde yaşıyorlar. 'Kamil odur ki; koya dünyaya eser'. Bu ülkede kim  faydalı bir iş yapmışsa, her kim ki ardında eser bırakmışsa Allah razı olsun. Onları ayrım yapmadan rahmetle anıyorum, mekanları cennet olsun.

29 Mayıs 2020 Cuma

29 Mayıs 2020 Cuma 14:30 CORONA GÜNLERİ...................................Fetih ve Cuma

Fetih ve Cuma 

Bugün cuma namazını cemaatle ve açık alanda kıldık. Özlemişiz. Bir hafta önce uygun olan yerlerde cemaatle Cuma kılınacağı belli olmuştu. Karar üzerine müftülükler harekete geçmiş ve nerelerde Cuma kılınacağı tespit edilip açıklanmıştı. Semtimiz için yapılan büyük kapalı pazar yeri bunun için düzenlenmiş. Herkes kendi seccadesi ile gelmişti. Pazar yerinde belediye tarafından gerekli temizlik vs. yapılmış müftülük elemanları ile birlikte Cuma saatine hazır hale getirilmişti. Belediye görevlileri ayrıca plastik seccadeler de verdi gelenlere. Maskeli ve mesafeli olarak kıbleye duruldu. Arkaya baktım hava biraz serin olmasına rağmen herkes hazırlıklı gelmiş. Bayağı da kalabalık olmuşuz.

Gittiğimizde hatim duası yapılıyordu. Çevredeki 4 caminin imamı da oradaydı. Ardından ezan ve hutbe okundu. Ahşaptan 3-4 basamaklı bir minber yapmışlar. Ses tertibatı iyiydi. Cuma namazını kıldıktan sonra kısa bir dua yapıldı ve dağıldık. Son sünnetleri evde tamamladık.

Bugün hem yeniden cuma kılmanın sevincini yaşadık, hem de 29 Mayıs İstanbul'un fethini kutladık. 567 yıl önce genç sultan Mehmedin liderliğinde Bizans'ın yani doğu Roma'nın kalbi, Müslümanların kızıl elması konstantinopolis'e kutlu bir ordu girmişti. Cuma kılarken kendimi Ayasofya'da imiş gibi hissettim. Şehrin fethini müteakip orada kılınan ilk cumayı hatırladım. Rabbim kabul etsin.

Salgın hastalık dolayısıyla tam yetmiş gün olmuş cuma namazlarımızı kılmayalı. Elhamdülillah bu hafta uygun olan camilerimizin bahçeleri, avlular, alanlar, pazar yerleri ve dahi stadyumlar bile birer namazgâha dönüştü. Böylece ecdadın sefer güzergâhlarında, savaş meydanlarında, yol kenarı menzillerde düzenleyip yaşattığı bir geleneği daha hatırlamış olduk. Müslüman için bütün yeryüzü aslında bir namazgâhtı. Salgın hastalık bu gerçeği bir kez daha bize gösterdi. Rabbim camilerin, cuma namazının, cemaat olmanın hikmet ve nimetini bilmeyi daim eylesin. İnşallah bir süreliğine daha sadece öğlen ve ikindi namazlarını da yine kurallara dikkat ederek camilerimizde cemaatle eda edebileceğiz.

Evet "Camiye gitmeyi özledik / Cumalarımızı özledik / Cemaati, dostlarımızı arkadaşlarımızı özledik".  Bu yıl ramazan da bir garip geldi geçti. "Teravihi, mukabeleleri özledik / Her şeyde bir hikmet varmış / selamlaşmayı, musafahalaşmayı, kucaklaşmayı özledik!"  Bu cumayla birlikte şu salgın belasından hayra çıkarız inşallah.

Cuma çok özel bir gün. Daha çok bir düşünme, tefekkür etme, işitme, görme ve tasarruf edebilme fırsatı. Cuma her hafta böyle bir tezekkürle yenilenme ve diriliş vesilesidir bizlere. Adeta bir sonraki haftamızı istikamet üzere tutar. Cuma aslına bakarsanız hem istiklalimizi, özgürlüğümüzü haykırdığımız, hem de çaresizliklerimizi arz ettiğimiz bir meydandır. Cuma günüyle bir genişleme ve ferahlık, inşirah gelir dünyamıza. Sıkıntılarımızı unutturur, onarır, geleceğe yeniden umutla bakmamıza yardımcı olur. Bir yönüyle de Cuma vakti bir rahmet ve mağfiret sağanağı gibidir bedenlerimize. Bereket yağdırır ruhlarımıza. Sadece cuma namazı vakti değil "Dua, dua, dua..." saatleridir gün boyu. Mübarek olması da işte bütün bunlardan dolayı olmalı.

Ünlü Rus yazar Tolstoy'un  "İnsan Ne İle Yaşar "adlı kitabında, Çiftçi Pahom’ un hazin ve ibretlik bir hikayesi anlatılmış. Sıradan, kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.” Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken de cansız yığılır yere ve bir daha kalkamaz. Reis olanları izlemekte çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır ve Pahom’u gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!"

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar evimiz olsun istiyoruz. Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük. Tüketmeye de çok meraklıyız. Biriktirdiğimiz paranın, eşyanın, malın mülkün yanında bolca zaman ve söz de tüketiyoruz. Aslında biriktirirken, benliğimizi tükettiğimizi fark edemeyiz. Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytinin, ekmeğin ne büyük bir zenginlik olduğunu unuturuz. Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz aslında hepimiz. Bir nefes sıhhatin karşılığı ne olabilir ki şu dünyada ? Corona günleri elbette bir gün bitecek. Yeni bir musibetle sınanmadan önce acaba tükettiğimiz her günün özünü anlayabilecek, kıymetini bilebilecek miyiz?

Resûlullah (sav) "Kime dört şey verilmişse, ona dört şey daha verilmiş demektir" buyurmuş. Sonra da bu sözünü Kur'ân'dan âyetlerle açıklamış:  

"Kime Allah'ı zikretme nasib edilmişse, Allah da onu anar. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Beni zikredin ki, Ben de sizi rahmetimle anayım" buyuruyor.”
"Kime dua yapmak nasib edilmişse, kendisine cevap verilecektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Bana dua edin, size cevap vereyim" buyuruyor.
"Kime verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse, fazlası verilecek demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Şükrederseniz daha çok veririm" buyuruyor.
"Kime istiğfar etmek nasib edilmişse, o bağışlanacak demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Rabbinizden af dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır" buyuruyor. (İbni Mes'ud (ra)'dan rivayet edilmiş, Mu’cemu’s-Sağir 703)

Allahım!  Darda olanlara ferahlık, sıkıntıda olanlara selamet, hasta olana şifa, imtihanda olana metanet nasip eyle!

567 yıl önce o zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu yani diğer adıyla Bizans'ın başkenti olan Constantinopolis Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olan genç bir Fatih ve onun kutlu ordusu tarafından 29 Mayıs 1453 tarihinde fethedilmişti. Bu fetihle beraber Osmanlı Devleti bir İmparatorluk olurken tarihteki en önemli devletlerden biri olan Bizans İmparatorluğu da sona ermişti. Bu nedenle  II. Mehmedin 21 yaşında İstanbul'u fethi sadece Türk tarihinin dönüm noktalarından biri değil, dünya için çok önemli bir olay oldu. 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu'na son verilmiş olması birçok tarihçi tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edildi. Genç Osmanlı sultanı Mehmet Fetih'ten sonra önce fethin babası anlamına gelen "Ebû'l-Feth" daha sonraki dönemlerde de "Çağ Açan Hükümdar" ve "Kayser-i Rûm" (Roma İmparatoru) ünvanları ile anıldı.

Genç Mehmed'in "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u" sözü tarihe geçmiştir.  Fakat bu sözün arka planı pek bilinmez. Bütün barış kapılarını kapatarak görüşmeleri engelleyen Bizans imparatoru, kuşatma başlayınca işin ciddiyetini kavrar ve yeniden müzakere için bir heyet gönderir. Fakat artık ok yaydan çıkmış, karar verilmiştir. 21 yaşındaki genç hükümdar çok kararlıdır ve "Bizans artık hüsranına ağlasın!" diyerek elçileri geri gönderir. Onlara, kendi ordusuna ve mağrur Bizans imparatoruna ulaştırılmak üzere son sözleri söyle olmuştur: "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u!" Bu inanç ve kararlılık şehrin fethine kadar sürecektir. Kuşkusuz bu bir vizyondur Osmanlı ordusu ve tarih için. Kendini ortaya koyacak kadar gözükara bir aşk, inanç ve cesaret örneğidir. Bu azimle yıkılmıştır şehrin surları. İstanbul'un alınması basit bir şehrin zapt edilmesi değildir. İstanbul alınmasaydı Anadolu'da kalabilmenin ve barınmanın imkanı olmazdı. Bugün bile güvenliğimiz halâ bu kilidi elimizde tutmamıza bağlı. Bunca badireye bakarak İstanbul'daki bir zaafın bütün yurdu sarsacağını çok iyi biliyor olmamız lazım.  Öyle değil mi? 

Sen, ey fethiyle çağ kapatıp çağ açılan 'efsunlu şehir'. Komutanı ve askerleri efendimiz(sav) tarafından övülen ve müjdelenen kızılelma. Nebi'nin işareti, Fatih'in alınteri olan İstanbul! Şaire, "Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar / Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar" dedirten güzel belde. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın 'sevdam' dediği kutlu mekan. Bu ülkedeki herkesin bir parçasının orada yaşadığı, Türkçesi bülbül kokan, kültürümüzün mihenk taşı İstanbul! 

Bir Cuma günü ülke çapında kurulan namazgâhlarda bir bakıma Fethin 567. yıldönümünü de kutlamış olduk. Biraz garip, biraz hüzünlü, biraz buruk ama onurla ve şükranla. Bu vesile ile Fatih Sultan Mehmet Hanı ve fethinde görev yapmış şanlı ecdadımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

28 Mayıs 2020 Perşembe

28 Mayıs 2020 Perşembe 10:00 CORONA GÜNLERİ.............................Normale ulaşmak

Nefes nefese
Bayram da geride kaldı. İki hafta bir iki hafta derken bugün tam yetmişdokuz gün oldu corona nam Cobit-19 virüsü ile tanışmamız. Bilim insanları adına 'Yeni tip Korona virüsü' diyorlar. Ülkemizde inişe geçmekle birlikte yine de 159 bine dayanan bir vaka sayısına ulaştı. Bu rakam toplam 1 milyon 900 bin test sayısının % 8,4'ü oluyor ki bu oran Martın sonu Nisan başlarında %15'leri geçmişti.

Bu bağlamda vaka sayısının toplam test sayısına oranı 31 Martta %15,1 iken, 11 Nisanda %15,3 olmuştu. Bu noktadan itibaren düşüş başladı ve 17 Nisanda %14,2, 30 Nisanda %11,6, 2 Mayısta %11,2, 7 Mayısta %10,6, 14 Mayısta %9,3 ve en nihayet 26 Mayısta %8,4'e kadar geriledi. Dün itibariyle yapılan test 19.853 iken çıkan vaka sayısı 948 olmuş. Buradaki oran ise çok daha iyi, sadece %4,8. Artık günlük vaka sayılarının binin altına, vefat edenlerin sayısının da otuzun altına düştüğü bir aşamadayız. Aynı şekilde yoğum bakım (739) ve entübe hasta (338) sayıları da 1000 seviyesine inmiş durumda.

158762 olan toplam vaka sayısını hasta kabul edersek, bugüne kadar iyileşen toplam 121507 kişinin % 76,5'uğunun yani 4 kişiden üçünün iyileşip taburcu olduğunu söyleyebiliriz. Bu oranlar Amerika Birleşik Devletlerinde şu anda % 21,3 (364.797/1.716.612), Brezilya'da % 40,4 (158.593/392.360), Rusya'da % 38,4 (142.208/370.680), İspanya'da % 63,6 (150.376/236.529), İtalya'da %62,7 (144.658/230.555), Almanya'da % 90,3 (163.681/181.288) ve Fransa'da %45,3 (65.879/145.555) görünüyor. Tüm dünyada iyileşenlerin (2.287.152) Onaylanmış vaka sayısına (5.591.067) oranı ise daha %40,9'da.

Öte yandan ülkemizde toplam vakaya göre 4397 olan vefat edenler oranı ise % 2,8 (4397/158.762) olarak gerçekleşti. Oysa ABD'de bu oran %5,8 (100.191/1.716.612), Brezilya'da % 6,3 (24.549/392.360), İspanya'da %11,5 (27.117/236.529), İtalya'da %14,3 (32.955/230.555), Almanya'da %4,7 (8.498/181.288), Fransa'da ise %19,6 (28.530/145.555) olarak gerçekleşmiş. Tüm dünyada ölenlerin (350.458) Onaylanmış toplam vaka (5.591.067) sayısına oranı %6,3 görünüyor.

Belli başlı ülkelerdeki durumu daha iyi anlamak için vaka sayılarını nüfuslarıyla da oranlamak gerekiyor. Bunun için dünya ölçeğinde takip edilen kriter 1 milyon kişi başına vaka sayısı. Ülkemizde bu sayı 1.909. Fakat ABD'de 5.210, İspanya'da 5.022, İngiltere'de  3.992, İtalya'da 3.827, Rusya'da 2.526, Fransa'da 2.170, Almanya'da 2.180 olarak hesaplanmış. Bu rakamlar eğer bir şey ifade ediyorsa nüfusu küçük ülkelerde durum çok daha vahim denilebilir. Peru 4.038, Şili 4.080,  Belçika 4.997, İsveç 3.396, Singapur 5.764, BAE 3.143, İsviçre 3.584, İrlanda 5.026, Kuveyt 5.107, Bahreyn 6.069, Ermenistan 2.629, Lüksemburg 6.508, İzlanda 4.953, Maldivler 3.837, Tüm dünyada ise 1 milyon kişi başına vaka sayısı 722 görünüyor.

Görüldüğü üzere sayılar ülkemizdeki mücadelenin dünyanın diğer ülkelerine nazaran daha iyi durumda olduğunu gösteriyor. Ancak, ölen bir kişi bile olsa, bir kişi bile yoğun bakımda kalsa bu sevinilecek bir şey olmaz. Ölenin acısını, hastalananın derdini sayılarla unutamayız. Sadece elimizden gelenin en iyisini yaptığımızı söylememiz mümkün. Bir de henüz hiçbir şeyin henüz bitmediğini.

Normalleşme sayıklamaları

Bir şey kaybettiğinizde ne hissedersiniz? Ya da kırıldığında veya bozulduğunda? Allah göstermesin eviniz yansa, kaza yapıp arabanızda bir hasar oluşsa duygularınız ne olur? Ayağınız kayıp uçuruma düşmek üzereyken bir yerlere tutunmuş olsanız? Kendinizi derin bir kuyuda bulsanız ve oradan çıkmak için çabalıyor olsanız? Sele kapılıp sürükleniyor olsanız aklınızdan neler geçer? Bırakın ciddi bir hastalığı, basit bir baş ağrısı ya da soğuk algınlığında bile iyi olduğunuz hale dönmeyi ne kadar da istersiniz değil mi?

İçindeyken kıymetini bilmediğiniz, 'zaten cepte' diye düşünüp hep ileriye baktığımız anılar geride kaldığında ne kadar da tatlı ve güzel görünürler. Fotoğraflarla, nostaljik şarkılarla ve hülyalara dalarak tekrar tekrar yaşamaya çalışırız onları. Bir daha geri gelmeyeceğini bile bile geçmişi hatırlar, hiç olmazsa zihnimizde canlandırırız. Daha dün elimizin altında olan şeyler artık yerine konulması imkansız, hiçbir bedelle geri getirilemeyecek kıymetlere dönüşmüştür. Aslında onlar yaşanırken de öyleydiler. Ama biz görememiş, o anlarda değerini anlayamamıştık.

Kaybolan bir para, ziynet ya da eşyanızı bulabilirsiniz. Kırılan, bozulan şeyler tamir edilebilir. Yanan evinizi yeniden yapabilir, hasarlı arabanızı yenileyebilirsiniz. Belki düşmek üzere olduğunuz uçurumlardan can havli bir çabayla uğraşıp kurtulabilirsiniz. Derin bir kuyudan veya bir maden göçüğünden her dakikası ömür gibi geçen saatlerden sonra yeniden özgürlüğe çıkabilirsiniz. Sele kapılmış giderken biraz sonra öleceğinizi düşünürsünüz. Bataklığa düşmüşseniz an be an santim santim ayaklarınızın gömüldüğünü anlar fakat çırpındıkça batarsınız. Bu arada geride bıraktığınız her şey aklınızdan film şeridi gibi geçmiştir. Ama belki bir küçük dal parçası, bir taş ya da yoldan geçen biri çekip çıkarır siz oradan. Orada geçen dakikalarınızın, duyduğunuz korkunun tarifi olmaz. Peki ya kavuştuğunuz yaşamın değeri? Geri döndüğünüz anların kıymetini biçebilir misiniz?

Hasta olmak ya da salgın sebebiyle hayatımızın sınırlandırılması da benzer duyguları yaşatıyor hepimize. Hasta olmadanki sağlıklı halimize dönmeyi, normal yaşamımıza kavuşmayı ne kadar da istiyoruz değil mi? Yoğun bakımda olanlar var, ölenler oluyor. Onlar için bir anda, ne olduğunu bile anlayamadan hayat sönüp gidiyor. Tedavi olanlar uzun ve meşakkatli bir tünele giriyorlar. Tünelin sonunda ışık görmeyi ne kadar da istiyorlardır. Allahın ömür verdikleri sağlığına kavuşuyorlar, alkışlarla uğurlanırken neler hissediyorlardır acaba? Hz. Eyyub'un yıllarca tahammülü zor bir dert çektikten sonra Allahın lütfuyla yaralarının iyileşmesini ve yeniden ayağa kalkışını bir düşünün.  Şu anda bütün dünya böyle bir imtihanın içinde. Çıkabilenler var, normal bir cenaze işlemi bile yapılamadan alel acele ortadan kaldırılanlar var. Batıda mezar yeri bulunamayıp ne olacağı meçhul soğuk hava tırlarında depo edilenleri hiç saymıyorum.

Şimdi herkes bir 'Normalleşme'den söz ediyor. Hükümetler, yerel yönetimler, şirketler, küçük esnaf, eğitimci ve sivil toplum kuruluşları herkes (X) gününe hazırlanıyor. İnsanlar 'Ne zaman normalleşeceğiz?" sorusunun peşinde. Bu soruya net cevap veremeyen bilim insanları ise bu sürecin daha uzun süre devam edebileceğini, rehavete kapılmamak gerektiğini söylüyorlar. Hükümetler kademeli geçiş, kontrollü sosyal hayat nasıl olur diye düşünüp toplumları buna hazırlamaya çalışıyorlar. Hepimiz evlere hapsedilmiş umutları gelecek günler için canlı tutmaya çalışıyoruz. Çeşitli senaryolara göre planlar yapıyoruz kafamızda. Maskeli, sosyal mesafeli bir normalin aslında pek de normal olmayacağını düşünmemeye çalışarak.

Düşünmediğimiz bir şey daha var: Normal nasıl bir şeydi? Tekrar (0) a ulaşmak için daha ne kadar çaba sarf edeceğiz? Bunun maliyeti ne olacak? Kuşkusuz bu salgının başta ekonomi olmak üzere hayatın pek çok alanına hasar vereceğini biliyoruz. Sosyal, siyasal ve teknolojik açılardan da bir çok değişime neden olacağı açık. Fakat insanoğlunun ruh dünyası, psikolojisi ve manevi yapısında da derin izler bırakacağı anlaşılıyor. Peki bütün bunların tam olarak telafisi mümkün mü? Hasarlarımızın herhangi bir para cinsinden karşılığı olabilir mi?  Salgın öncesi günler diğer anılarımız gibi geri gelmeyecek hatıralar arasına mı karıştılar?

Şimdi anlayabildik mi acaba o 'normal'imizin kıymetini. Daha da önemlisi şu halimizden kurtulmak için bir sürü özveride bulunup olağanüstü çaba harcarken, bu salgın geride kaldığında karşı karşıya geleceğimiz 'normal'in değerini bilebilecek miyiz acaba? Henüz elimizde iken bazı şeyler, ondan geriye düştüğümüzde o ana tekrar ulaşabilmenin nelere mal olduğunu hep aklımızda tutabilecek miyiz? 

27 Mayıs 2020 Çarşamba

27 Mayıs 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı163..................................Güçlü ve Zayıf yanlar(III)

Güçlü ve Zayıf yanlar(III)
“SANAYİ“ alanında bugün mevcut olan ve orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacağı varsayılan “Güçlü yönler” tarama çalışmasında; “Şeker fabrikası”, “Yörsan”, “İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli”, “Entegre et tesisleri” , “Beyaz et tesisleri “,“Gıda sanayinin gelişmiş olması ve Konserve tesisleri “ ve “Ahşap sandalye, masa imalatı” olarak tespit edilmişti. Yer darlığı nedeniyle bu haftaki yazımızda öncelikle “Şeker fabrikası”, “Yörsan”, “İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli” ile ilgili değerlendirmelerimizi ortaya koyacağız.
Sanayide diğerlerine oranla daha çok gelişme gösteren Balıkesir merkez ve ilçeleri Susurluk, Bandırma ile birlikte, Çanakkale’nin ilçeleri Biga ve Çan Güney Marmara Bölgesinin özellikle kuzeyinde uzanan sanayi aksını oluşturuyor. Bilhassa Bandırma büyük ölçekli sanayi tesislerine sahip. Ayrıca TCDD ve BAGFAŞ limanları ile demir yolu bağlantısının sağladığı avantajla bölgenin merkezi durumunda. Sanayinin hal-i hazırda Bandırma-Biga-Çan-Çanakkale aksı ile daha zayıf düzeyde Susurluk-Balıkesir-Edremit akslarında geliştiği görülüyor. Ancak orta vadede bu gelişmenin asıl olarak Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Bursa yönünde kuvvetli olacağı düşünülüyor. Susurluk 128 yıl önce 1892'de bucak, 94 yıl önce de 1926'da ilçe yapılmış. Şeker fabrikası kurulalı 65 yıl, Yörsan açılalı 36 yıl olmuş. Şeker Fabrikası ve Yörsan hem Susurluk ilçemizin hem de bölgenin köklü ve önemli sanayii kuruluşlarından. İlçede ayrıca özel sektöre ait ayçiçek yağı, dondurulmuş gıda, salça ve konserve fabrikaları da bulunuyor. İlçemizin sanayi açısından gelişmiş sayılması işte bu daha çok tarımsal üretime dayalı fabrika ve işletmelerimiz nedeniyle. Bunların da şeker, süt ve süt mamulleri, konserve, nebati yağ, yumurta, beyaz-kırmızı et, süt ve süt mamulleri ile diğer tarımsal ürünlere dayalı tesisler olduğunu biliyoruz. Bu kapsamda ilçemizde Şeker fabrikası dışında diğer tarıma dayalı sanayi tesisi olarak; 1 ayçiçek yağı fabrikası (Tunalı Yağ), 7 adet süt ve süt işleme tesisi (Yörsan, Özceylan Gıda, Aydoğan Süt Ürünleri, Dağistanlı Süt Ürünleri-Peynir paketleme, İlhanlar Mandıra İşletesi, Emirbey Süt Ürünleri, Mizey Gıda), 3 adet meyve-sebze işleme tesisi, (Assan Gıda, Oraklar Gıda Fide, Ahi Güven Gıda), 2 adet entegre et tesisi (Aydoğan Et, Dört Mevsim Et), 1 adet tavuk et işleme tesisi (Has Tavuk), 1 adet Kesimhane (Medist Hayvancılık İth. İhr. A.Ş.), 8 adet sakatat işleme tesisi, 1 adet yem üretim tesisi, 1 adet plastik esaslı madde ve 1 adet kültür mantarı üretim tesisi (Ran Mantarcılık) bulunuyor. Bu fabrika ve tesisler halen sanayide Susurluğun sahip olduğu güçlü yönler.  
         Öncelikle “Şeker Fabrikası’nı ele alalım. Zaten bitkisel ve hayvansal üretimin yoğunluğu nedeniyle tarıma dayalı sanayinin gelişmekte olduğu bir bölge burası. Özellikle ülkemizin öncü şeker fabrikalarından Susurluk şeker fabrikası ilçemizde ve bölgemizde yapılan yoğun pancar üretimine dayalı olarak ilçemizde faaliyet gösteriyor. Başlangıçta 1800 ton/gün kapasite ile çalışan fabrikada halen 7000 ton/gün pancar işlenmekte. 2018-2019 Yılı Üretim yılı itibariyle 70 gün süren kampanya döneminde Susurluk ve Eskişehir yörelerinde 108 köyde bin 648 çiftçiye 61 bin 110 dekar alanda 500 bin ton pancar ekimi yaptırılmıştı. İşlenen bu miktar pancardan yaklaşık 120 bin ton pancar posası, 45 bin ton kristal şeker, 25 bin ton melas elde ediliyor. Fabrika bölgeye yaklaşık 400 milyon lira katma değer sağladığı gibi 779 kişiye de istihdam sağlıyor. Temeli dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından 1954 yılında atılan Susurluk Şeker Fabrikası bundan bir yıl sonra dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından açılmıştı. O günden bu yana 65 yıldır fabrikada İşlenen pancardan öncelikle iyi kalite kristal toz şeker ve kesme şeker üretiliyor. Ayrıca, küspe ve melas gibi farklı ürünler de çıkıyor. Şeker, büyük ölçüde ülke içinde tüketilen ağzımızın değişmez tadı, halkımızın en temel gıda maddelerinden biri. Ayrıca gıda sanayiinde ve tatlı vb. üretiminde de çok önemli bir girdi. Öte yandan çıkan yaş küspe bölgenin hayvancılık faaliyetleri için olmazsa olmazlardan. Son yıllarda özelleştirilip özelleştirilmeyeceği, ya da üretimine son verilip verilmeyeceği yoğun tartışmalara neden oldu. Ancak, hükümetin desteğiyle özelleştirilme listesinden çıkarıldı ve polar oranı %12 ile sabitlenerek pancar ekicisine güçlü bir güvence verildi. Orta vadede Şeker fabrikamızın kapanma riski yok. Bölgede polar oranı düşük olmasına rağmen, çiftçinin ürettiği pancar alınacak, yetmediği takdirde yakın çevreden pancar getirtilerek fabrikanın üretimi sürecek. Bu şu anlama geliyor; Şeker fabrikası orta vadede sadece Susurluk için değil bölge için de güçlü bir sosyo ekonomik faktör olmaya devam edecek. 
Süt işleme fabrikalarının bölgedeki varlığı kuşkusuz bir diğer güçlü yönümüz. Ürün pazarlaması da yine bu işletmeler tarafından ülke içinde ve ülke dışına yapılmakta. Bölgemizde Türkiye’nin önde gelen markası olan “Yörsan” ve bunun yanında irili-ufaklı pek çok süt işleme tesisi bulunuyor.  Bunlar Yörsan A.Ş., Sütaş A.Ş., Ülker A.Ş., Mis Süt A.Ş., Özceylan A.Ş. Kay-Süt gibi büyük ölçekli tesisler ile bazı ufak çaplı mandıralar. Yörsan fabrikası bunlar arasında hem yöremiz hem de ilçemiz açısından önemli bir tesis.  107 bin 415 metrekare alanda günlük 1 milyon 200 bin litre süt işleme kapasitesine sahip tesislerde uluslararası standartlarda ve hijyenik üretim şartlarında üretim gerçekleştiriliyor. Bu fabrika aynı zamanda Orta Doğu ve Balkanların en büyük süt entegre tesisi. Ancak satıldığından bu yana zor günler geçiren Yörsan son bir yıl içinde önce konkordato, ardından da iflasını açıkladı. Satın alan yabancı sermaye uluslararası büyük bir kuruluştu. Ancak global çapta başka işlerindeki kötü yönetimi ve bankalara olan borçları sonucu Yörsan süt üreticilerine ve tedarikçilerine ödeme yapamaz hale gelmişti. Şimdilik mahkemenin atadığı kayyumluk müessesesiyle bu ara süreci atlatmaya çalışıyor. Ülkemizin en büyük 500 sanayi kuruluşu listesinde yer alan bu tesis hem bölgedeki süt üreticileri, nakliyeciler ve esnaf için hem de çalışan işçiler açısından çok önemli. İlçemiz ekonomisinin öne çıkan amiral gemilerinden biri. Gerek sağladığı istihdam, gerek ürettiği katma değerle şehrimizin can damarlarından biri. Kuşkusuz neler yapılabilir noktasında hala süren çalışmalar var. Umarız bir anlaşmaya varılır ve düzgün bir yatırımcı eliyle yeniden güçlü bir şekilde faaliyetine devam eder. Yörsan’ın çalışması ve her yönüyle şehrimize katma değer sağlamaya devam etmesi gerekiyor. Bu Susurluk için stratejik bir konu. Onun bu topraklardan aldığını bu topraklara verme misyonu kararmamalı. 
Her hal-u kârda daha güçlü bir şekilde Susurluğun sosyo ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya devam etmeli. Hatta orta ve uzun vadede daha da büyüyüp; Banvit’in Bandırma’ya, Vestel’in Manisa’ya yaptığı gibi Susurluğu da geliştirmesini bekliyoruz. Bizim için Yörsan hiçbir zaman yabancı sermaye olmadı. Bu şehrin idari yönetimi, sivil toplum kuruluşları, işçisi, köylüsü, çiftçisi, süt üreticisi ve esnafı Yörsan’a sahip çıkacaktır. Çünkü Yörsan, tıpkı Şeker Fabrikası gibi Susurluk’la özdeşleşmiş, onun güçlü bir diğer yönü olarak birbirlerinin kaderi olmuşlardır. 
Güney Marmara TR22 Düzey 2 Bölgesi olarak kodlanmış Balıkesir ve Çanakkale illeri aslında kültürel ve doğal zenginlikleriyle tam bir ‘yaşanacak bölge’ vizyonuna sahip.  Diğer yandan gerek coğrafi konum, büyük sanayi merkezlerine yakınlık ve gerekse de sahip olunan gelişme potansiyelleri bakımından da aşırı büyüyen merkezlere alternatif oluşturuyor. Bu bağlamda “İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli” Susurluk için şimdiden güçlü bir yön olarak ortaya çıkmış görünüyor. İstanbul Sanayisinin Bölgemize taşınmak için aradığı en önemli unsurlardan birinin ulaşım ve lojistik alt yapı imkânı olduğunu biliyoruz. Gebze-Orhangazi-İzmir ve Kınalı-Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir Otoyolları ile Bursa-Bandırma-İzmir hızlı tren projesinin tamamlanmasının bu anlamda bölgeye önemli bir güç kattığı ve katacağı çok açık. Ayrıca İstanbul-İzmir arası karayolu ve Ankara-Bursa-İzmir arası demiryolu ulaşımları bölgeyi giderek bir transit merkezi konumuna getiriyor. İlçemizi de içine alan bu merkez orta vadede Bandırma’daki limanlar yoluyla da dış dünya ile kesintisiz bir bağlantı içinde olacak. Ayrıca İstanbul, Bursa ve İzmir gibi üç büyük kente olan yakınlığın bize büyük bir avantaj sağladığını da görebilmek gerekiyor. Bütün bunlar kendisine yer arayan İstanbul sanayisinin dinamizmi için son derece cazip ve stratejik unsurlar.
Bölgede Balıkesir merkezde iki, Bandırma, Çanakkale ve Biga’da birer adet olmak üzere faaliyette olan beş adet; bunun yanı sıra Bölgede henüz faaliyete geçmemiş olan Gönen Deri ile Burhaniye Zeytincilik Organize Sanayi Bölgesi mevcut.  Sanayi parsellerinin yüzde 80’e yakını tahsis edilmiş olup, OSB’lerde üretimde olan firma sayısı 143. Bölge OSB’leri ulaşılabilirlik açısından oldukça iyi konumlarda. Söz konusu OSB’lerde altyapı çalışmalarının çoğu tamamlanmış olup, atık su ve doğalgaz kullanımı konusunda bazı eksiklikler var. Bölge OSB’lerinde 250’den fazla çalışanı olan 2 işletme bulunuyor. İşletmelerin ciroları da göz önüne alındığında OSB’deki işletmelerin çoğunun KOBİ olduğu görülüyor. GMKA TR22 Güney Marmara Organize Sanayi Bölgeleri Araştırmasına göre Balıkesir OSB’lerinde en çok faaliyet gösteren iş kollarının gıda ve yem 28%, makine ve teçhizat 12%, deri, plastik ve kimya 8% olduğu tespit edilmiş. Buna göre söz konusu işletmelerin yarısı gıda, yem ve makine teçhizat sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Günde ortalama 10 saat üretim yapılıyor, yüzde 60’ında vardiya uygulaması var ve personel sayısı ağırlıklı olarak 11 ile 25 kişi.

26 Mayıs 2020 Salı

26 Mayıs 2020 Salı 11:00 CORONA GÜNLERİ.......................................Bayram gelip elime elimize

Şükür bayramı

Ramazan Bayramı 'Fıtr ve Fıtrat' bayramı. Bu yüzden 'Şükür' bayramı olarak da biliniyor. Eski yazı olarak şükür ve şeker aynı harfleri içerdiği için bazen şeker bayramı da denilmiş. Hatta bu konuda geçmişte tatsız münakaşalar yapıldığını hatırlıyorum. Sonuçta milletin sağduyusu galip geliyor tabi. Bugün 'ramazan bayramı' tabiri dilimize iyice yerleşti, o yersiz ileri geriler de geçmişte kaldı.

Yine de işin aslının Fıtr yani fıtrat olduğunu hatırlamak lazım. Fitre diye bildiğimiz Fıtr sadakalarının bedenlerimiz için verildiğini unutmazsak şükür bayramının ne demek olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Şükür ile teşekkür de aynı kökten geliyor çünkü.

Ramazanda tutulan oruçların o ayda insanlığa gönderilmiş risalet ve vahye teşekkür mahiyetinde olduğunu söyleyenler de çok. Kuşkusuz bu ayın bir “Kur'an" ayı olduğu ortada. Varlığımız, bedenlerimiz ve muhatap olduğumuz nimet ve hikmetler sebebiyle bu ayda ibadetlerimiz daha bir yoğunlaşıyor. Oruç tutuyor, fitre sadakaları veriyor ağırlıklı olarak bu ayda zekatlarımızı ödüyoruz.

Sırf Kur'anın o gece indirilmiş olması sebebiyle bin aydan daha değerli olduğu ifade edilen kadir gecesi de bu ayda. Allah Resulü tarafından ilk on günü rahmet, ortası mağfiret sonu da azaptan kurtuluş olarak müjdelenmiş. Bir arkadaşım kaynağı M.İslamoğluna ait bir paylaşım yapmış. "Ramazan şu dört şey olsa gerektir: kendini tanıma ve yönetmeözeleştiri ve yıllık özdenetim, paylaşma ve sevindirme, sorumluluk bilincini artırma. Bunları ömre yaymak, ömrü Ramazan kılar" demiş. Çok doğru.

Bütün bu manevi arınma sürecinden sonra bir de sonunda 'Bayram” sevinci lutfedilmiş. M.İslamoğlunun dediği gibi keşke "Ömrümüz ramazan ahiretimiz bayram olsa". Bütün bunlara şükredilip teşekkür edilmez de ne yapılır?

'O' kulları arasında rahmeti sebebiyle hiçbir ayrım yapmıyor. Herkesin, hepimizin sevinci bu yüzden ortak. Ama yine de inşallah bu günler bayramı hak edip etmediğimizi düşünmemize mani değil. Şükretmek, teşekkür etmek nankör olmayanlara, kendini ve yaradanını bilip zarif davrananlara ne de yakışır değil mi?

Vefa günleri

Bayramlar için söylenebilecek bir çok şeyin en öne çıkanı herhalde 'Bayram sevinci olmalı'. Bu kavram daha bayram gelmeden insanı sarar. Arafe günü doruğa çıkar ve bayram sabahı feyezana dönüşür. Osmanlıca-Türkçe Sözlük'te feyezan kelimesi "Suyun çok olup taşması, çoşması. Bolluk, fazlalık, Coşup taşma" olarak tanımlanıyor. Yani bir nevi manevi bereket hali. Bayram sevinci de duygularımızın kendiliğinden yoğunlaştığı ve coştuğu bir durum. Özellikle de çocuklarda en saf ve belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Bayram sevincini çıkarırsanız o bayramın adeta içi boşalıyor ve kuru törensel bir hale dönüşüyor. O yüzden ne kadar etkili sözlerle anlatırsanız anlatın bayramları en iyi tasvir eden kavramdır bayram sevinci.

Koca şair Yahya Kemal Beyatlı bu duyguyu; "Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede / Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de" diye açmış o meşhur şiirinde. "Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir / Bir geliş var! …" diye de anlatmaya devam etmiş 'Süleymaniye'de bir Bayram Sabahı' hissettiği coşkuyu ve feyezanı.

Evet bu bayram Corona günlerinde biraz buruk, biraz farklı, biraz da sınırlı. Doğrudur, ancak bütün yine de bayram sevincimizi hissetmemize mani olmadı. Yine klasik bayram hazırlıkları yapıldı evimizde. Arefeden varsa fitre eksiği yerine getirildi. Bayram namazı için camilere gidilemese de yine divana duruldu o saatde. Özlenen sabah kahvaltısı neşeyle yapıldı. Kimsenin gelmeyeceğini bile bile yine de harçlıklar, çukulatalar, tatlılar hazır edilip giyinilip beklenildi salonda. Zamanın teknolojisiyle görüntülü konuşmalar yapıldı evlatlarla, torunlarla. Büyükler, dostlar arandı gün boyu. Telefon sesi, masaj sinyalleri eksik olmadı bayram boyunca.

Bazı türküler bayram günlerinin değişmez klasikleridir. "Bayram gelip elime elimize" adlı azeri formundaki Kars yöresi türkü de bunlardan biri:

Bayram gelip elime elimize / Name düşüp dilime dilimize
Gönlüm gülür elim gülür gülür gözel civan / Çalar tarı çalar sazı gülür eller gülü

Her yan gül çiçeh gül çiçeh / Elvan gül çiçeh gül çiçeh
Gönlüm gülür elim gülür gülür gözel civan / Çalar tarı çalar sazı gülür eller gülü

Zahmet çekip hünernen minbir eller / Gonca tutup el içi gül derenler
Gönlüm gülür elim gülür gülür gözel civan / Çalar tarı çalar sazı gülür eller gülü

Her yan gül çiçeh gül çiçeh / Elvan gül çiçeh gül çiçeh
Gönlüm gülür elim gülür gülür gözel civan / Çalar tarı çalar sazı gülür eller gülü (*)

Tercümeye gerek yok ama yine de özetlersek: "Bayram geldi, bir türkü düştü dilimize. Sözleri, melodisi dilimize takıldı kaldı. Gönlümüz de gülüyor, yüzümüz de. Ey güzel civan! Çalan sazlar da neşelendirdi bizi" diyor kısaca. Bahane ne olursa, özde kim kastedilirse edilsin bayram sevincini dile getiriyor bu türkü.

Hani sözleri Ahmet Kutsi Tecer'e ait bir çocuk şarkısı vardır ya: "Orda bir köy var, uzakta / O köy bizim köyümüzdür….Orda bir ev var, uzakta / O ev bizim evimizdir…Orda bir ses var, uzakta / O ses bizim sesimizdir…" Bu şarkıyı söyleyen çocuklar gibi buruk bir bayram sevinci yaşadık, yaşıyoruz. Gün dediğin gelip geçiyor. İşte bugün de bayramın son günü. Hala bayramın coşkusu sürüyor evlerimizde, yüreğimizde. Biliyoruz ki "biz gidemesek de, göremesek de" bizim için birileri gitti, gördü ve sevindirdi mahzun olanları.

Vefa gruplarından söz ediyorum. Coronavirüs günlerinde bazı yeni kavram ve kurumlar gibi onlar da hayatımızın bir parçası oldular. Onlar sokağa çıkma kısıtlaması bulunan 65 yaş üstü büyüklerimizin ihtiyaçlarını karşılayan Vefa Sosyal Destek grupları.  Hatırlanırsa 21 Mart 2020 saat 24.00'dan sonra 65 Yaş ve Üstü ile Kronik Rahatsızlığı Olanların ikametlerinden dışarı çıkmaları, açık alanlarda, parklarda dolaşmaları ve toplu ulaşım araçları ile seyahat etmeleri sınırlandırarak sokağa çıkmaları kısıtlanmıştı.

İşte bu noktada muhtemel mağduriyetlerin oluşmaması için Vefa Sosyal Destek Grubu oluşturma kararı alınmış ve Vefa grupları; Polis, jandarma, bekçi, afad, diyanet, kaymakamlık personeli gibi kamu çalışanları ile halktan bazı gönüllülerden oluşturulmuştu. Söz konusu gruplarda vali ve kaymakamlar tarafından belirlenen kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, Kızılay ve ihtiyaç duyulacak sivil topum kuruluş temsilcileri de var. Yurt çapında 145 bin dolayında gönüllü bu şekilde hizmet veriyor.

Kaymakamların koordinasyonunda yürütülen İlçe Vefa Sosyal Destek Gruplarına başvurular çağrı merkezleri üzerinden yapılabiliyor. Vatandaşlar da 112, 155, 156 gibi numaralardan Vefa Sosyal Destek gruplarına ulaşarak ihtiyaçlarını iletebiliyorlar. Bu şekilde iki aydan bu yana yeni tip koronavirüs (Kovid-19) tedbirleri kapsamında sokağa çıkmaları kısıtlanan 65 ve üzeri yaştaki kişilerle kronik rahatsızlığı bulunan ihtiyaç sahibi vatandaşların talepleri karşılanıyor. Ayrıca gelen talepler dışında maske, kolonya, sabun ve dezenfektan kolilerini de  ulaştırıyorlar. Yine PTT aracılığıyla maaş alan 65 yaş ve üzeri ile kronik rahatsızlığı bulunan vatandaşlara ödemeler vefa destek grupları kanalı ile evlerine kadar gidilip teslim ediliyor.

Basında çıkan haberlere göre vatandaşların taleplerinin ayrım yapılmaksızın alınmasına yönelik hizmet veren Vefa İletişim Merkezlerine 112, 155, 156 ve diğer numaralarla bugüne dek toplam 6.699.837 talep ulaşmış. 7/24 hizmet veren Vefa Sosyal Destek Grupları şimdiye kadar bu çerçevede şimdiye kadar toplam 3.124.580 haneyi ziyaret etmişler ve toplamda 6.240.309 kişinin taleplerini yerine getirmişler. Öte yandan bankalardan maaş alan 65 yaş ve üzeri vatandaşlara evlerinde ödeme yapma şeklindeki işlem sayısı da 960.887 olmuş.

Vefa grupları son bir aydır çalışmalarını ramazanla birlikte yürüttüler. Ramazan ayının manasına ve ruhuna uygun işler yaptılar. Evlerinden çıkamayan bütün bir toplumun vicdanı, gönlü, cömert eli oldular. Corona günlerinin musibet havasında hayatı döndüren, ezik vicdanlarımızı rahatlatan kahramanlardı onlar. Heybelerinde 'Biz bize yeteriz Türkiyem' kampanyasına katılan milyonlarca insanın katkısı ve duası da vardı. Götürdüklerinden daha fazlasıyla, yaşlı ve hasta insanlarımızın dualarıyla yüklü döndüler. İnşallah o dualarda hepimizin nasibi vardır. Bence bu bayram sevince layık en önemli olaylardan biriydi bu iyilik hareketi. Zor günlerde bir şekilde yolunu bulup darda kalanı unutmama, yardım ve paylaşma hasletimizin güzel bir örneğiydi. O yüzden bu corona günlerini böyle iyi bir tarafından görüp 'Vefa günleri' olarak da anacağım. 
------------
(*) Fikret Emirov. TRT Repertuvarında yöre Kars, kaynak Hüseyin Muratoğlu bilgisiyle son iki bölüm olmadan veriliyor. 22.04.1984 tarihinde Sami Yılmaztürk tarafından derlenmiş.