21 Mart 2020 Cumartesi

21 Mart 2020 Cumartesi 22:00 CORONA GÜNLERİ..............................Yapıp ettiklerimiz


Yapıp ettiklerimiz
Kur'an büyük bir hikmet kaynağı. Her seferinde daha önce dikkatimi çekmeyen, üzerinde düşünemediğim bazı olağanüstü ayetler (işaretler) görüyorum. Bugün dinlediğim Rûm Suresi 41.ayet de bunlardan biri oldu. Bugünlerde yaşamakta olduğumuz sıra dışı olaylar, küresel coronavirüs salgını, ölümler, korku, panik ve neredeyse dünya çapında uygulanan karantina ile bir bağlantısı var gibi geldi bu ayetin.

Ayetin meali şöyle:
"İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Vazgeçmeleri için Allah, yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını dünyada onlara tattıracaktır." (Rûm Suresi, 30/41)

Gerçekten de bu yeryüzü, üzerindeki sayısız nimetler ve güzellikler insan olarak bizlere emanet değil mi? Peki, bir emanete, nasıl riâyet edilebilir? En azından onu, aslını, değerini korumak gerekmez mi? Elbette. Ama insanoğlu ne yaptı? Kendi eliyle yeryüzünün tabii dengesini ifsad etti. Sözde refah ve gelişmeler haddinden fazla çevre sorunu üretti. Ekolojik dengeyi bozdu. Toprak, su ve hava kirlendi ve zehirlendi. Nice hayvan ve bitki türleri yok olup gitti. Temizlik yerini kirliliğe bıraktı. Bu bozulmalar genetik oynamalara, mutasyonlara bile yol açtı. Bütün bunlara bir de insandaki ve sosyal hayattaki bozulmalar da eklenince insanın, Allah'ın emanetini yeterince koruyamadığı ortada.

Peki, bu emaneti korumamanın, yaratıcının insan ve çevresini donattığı değerleri dikkate almamanın bir faturası var mı? İşte Rûm Suresi 41.ayet bu soruyu çok çarpıcı şekilde cevaplıyor. Ayette, yeryüzünün bu şekilde bozulmasına sebeb olan insanın, bunun acı sonuçlarının bir kısmını dünyada tadacağına, asıl cezasının ise ahirette olacağına işaret ediliyor.

İnsanın kendi ellleriyle yapıp ettikleri sonucu yeryüzünde ortaya çıkan bu bozulma ve sonuçlarına Kur'anda asırlarca önce işaret edilmiş olması ne kadar ilginç değil mi?

Bu gece Recep ayının 27. günü, yani Miraç gecesi. Bu gece yapılan ibadetlerin makbul, edilen duaların kabul ve herbirimİz için tek tek Miraç olarak yaşanmasını diliyorum. Şahsen ben evlerimizden çıkamadığımız, temizliği yeniden keşfettiğimiz, ailelerimizle birlikte olduğumuz, bol bol ölümü hatırladığımız bu gün ve gecelerde Rûm Suresi 41.ayeti bol bol düşüneceğim.


Miraç kandil
Neyse, biz 'Corona günlüğü’ müze kaldığımız yerden devam edelim. 21 Mart günü büyük oğlum küçük kızının hamur açarken videosunu çekip göndermiş. [17:52) Altına da şöyle bir not koymuş: "Evinde kal ve hamur aç Türkiye!" Kendisi iyi bir mizah yazarı olduğu için baktığı her şeyde komik bir taraf bulabiliyor. Bense zaten torunumun her halini özlemişim: "Maşallah" demekten başka söz bulamadım. 

Bu gece Miraç kandili. Annemle birlikte tv de kur'an ve mevlüt dinledik. Ona teyemmümle oturduğu yerden namaz kılmayı öğrettim. Yapmaya çalışıyor. Sağdan soldan kandil mesajları geliyor. Bir iki kelime ile cevap verdim. Bu akşam her kandilde âdetim olduğu üzere telefonla büyükleri aramak hiç içimden gelmedi.

Küresel salgın maalesef hızını kesmiyor. İlkbaharın başlangıcı kabul edilen hafta sonunda dünya genelinde hasta sayısı 304 bini geçmiş ve en az 13 bin kişi hayatını kaybetmiş. İtalya ise 1444 ölümle en büyük can kaybını bu hafta sonunda yaşamış. Bu haberle de moralimiz bayağı kötü etkiliyor. 

Dikkatimi anneme ve bu geceye vermeye çalıştım. Ama küçük oğlum da kandilimizi kutladıktan sonra önemli haberi verdi: 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı gelmiş. Bir de "Reis 66 yaşında, ona da sokağa çıkmak yasak" mesajı çekmiş. Kafa kâğıdıma göre ben daha 63 yaşındayım. Ama yine de dışarı çıkmıyorum. 20:38'de çocuklarıma "Rabbim ibadetimizi makbul, dualarımızı kabul, gecemizi Miraç eylesin" diye bir kutlama mesajı gönderdim.

20 Mart 2020 Cuma

20 Mart 2020 Cuma 13:30 CORONA GÜNLERİ.....................................Haberler anaforu


İşler giderek ciddileşiyor

O gece 20 Mart saat 01:46'da annemle ilgili olarak kendisine ilettiğim gelişmeleri okuyan Sibel kızımız bir doktor olarak bana şu uyarıları göndermiş: "Tamam babacım, kendinizi ve babaanneyi korumak için dışarıya çıkarken maske takın. Ellerinizi yüzünüze değdirmeyin ve eve gelince tüm kıyafetlerinizi etrafa değdirmeden çıkarıp 60°C de 2 saat yıkayın. Marketten aldıklarınızı sabunlu su veya çamaşır suyuyla silmeden eve sokmayın. Babaanne zaten KOAH, virüsten etkilenirse kötü olur. Selamlar ve sevgiler."

Anlaşılan işler giderek ciddileşiyor. Bir taraftan annemin hastalığı, öbür yanda corona salgını, iki yandan baskı altındayım. Cuma kılmak da, camilerde cemaatle namaz kılmak da yasaklanmış.

Bu duygular altında sabah evlatlarıma şöyle bir mesaj çektim: "Evlatlarım cuma günündeyiz. Bu gün kutlu bir gündür, övülmüştür ve müminlerin devletinin işaretidir. Hutbeyi dinlemek bu nedenle özellikle vurgulanmıştır. Ancak cuma kılmanın şartları da var. Bunlardan bazıları meselâ; özgür olmak, hastalık, can ve mal emniyeti gibi şeylerdir. Bu sebepten ilk defa namazı evde kılacağız. İnşallah Cuma günü yapılan duaların kabul edildiği de rivayet edilmiş. O halde "Rabbim bu virüs belasını da en kısa zamanda üzerimizden gidersin, sağlık ve selamet üzere olalım" duasıyla ona yöneliyorum. Selamette kalın."[12:57] 

Bu gün itibariyle dünya genelinde Corona virüsünden etkilenenlerin sayısı 209 bini bulmuş, 8 bin 700'den fazla kişi de hayatını kaybetmiş. Sadece Avrupa'da can kaybı sayısı 5 bini geçmiş durumda. Sokağa çıkma yasakları ve asayişin sağlanması için orduyu göreve çağıran hükümetler arasına Bulgaristan da eklenmiş.

Güzel bir haber

Türkiye'de can kaybı maalesef dokuza çıkarken, vaka sayısının da 670 olduğu bildirilmiş. Gece saat 23:47'de oğlum Cüneyt yeni kitabının nihayet basıldığını haber vermiş (https://www.babil.com/seruvengiller-kitabi-bahadir-cuneyt-yalcin) "Haydi hayırlı olsun" diyerek. Biz de "Hayırlı olsun, tebrik ederiz" dedik. Oğuzhan "Bugünlerde aldığımız tek güzel haber" demiş ilave olarak.

Büyük oğlumuz Cüneyt bir yazar, bununla 4. kitabını çıkarmış oldu. İlk üçü romandı, bu ise görünüşe göre bir çocuk kitabı. Ancak mizahi dili, geniş birikimi ve hayal gücü sayesinde bu kitapta da çok başarılı olduğuna eminim. Hemen internetten sipariş vereceğiz.

Bugün Cuma

Cuma günündeyiz. Bu gün kutlu bir gündür, övülmüştür ve mü'minlerin devletinin işaretidir. Hutbeyi dinlemek bu nedenle özellikle vurgulanmıştır.

Ancak cuma kılmanın şartları da var. Bunlardan bazıları meselâ; özgür olmak, hastalık, can ve mal emniyeti gibi şeylerdir. Bu sebepten ilk defa namazı evde kılacağız.

İnşallah Cuma günü yapılan duaların kabul edildiği de rivayet edilmiş. O halde "Rabbim bu virüs belasını da en kısa zamanda üzerimizden gidersin, sağlık ve selamet üzere olalım" duasıyla ona yöneliyorum.

Genelde cuma kutlaması yapmam. Yeteri kadar var zaten. Gördüğümde de kalben 'Amin' derim o kadar. Farz değil, vacip değil, sünnet değil. İnsanların bu gibi vesilelerle birbirleriyle iletişim kurmaları, iyilik ve güzellik dilemeleri kötü bir şey değil. Ancak bazen işin suyunun suyunu çıkardığımızı da düşünmüyor değilim.

Demin gözüme ilişti biri sosyal medyada "Cuma mesajları da karantinaya alınmış gibi kesildi" demiş, birileri de kahkahayla gülmüş. Onlar kalplerindekini açığa vurmuşlar. Meselem onlarla değil. Bir salgın hastalık var ve biz sabrediyoruz. Sabır; Tedbir, metanet, direnç ve tevekkül etmektir. Virüse inat bu defa ben cuma kutluyorum işte. Cumamız mübarek olsun. Sağlık ve selamette kalın inşallah.

19 Mart 2020 Perşembe

19 Mart 2020 Perşembe 23:30 CORONA GÜNLERİ..............................Garip bir 18 Mart


Garip bir 18 Mart

Ertesi gün 18 Mart'ta ajanslar Corona Virüsü vaka sayısının tüm dünyada 200 bini aştığını bildiriyorlardı. Can kaybı ise 8 binin üzerine çıkmıştı.  3 bin 421 ölümün yaşandığı Avrupa, pandeminin beşiği olan Asya'yı geçmiş durumdaydı. Aynı anda Asya'da 3 bin 384 ölü sayısına ulaşılmıştı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB'nin mücadelede çok geç kaldığını itiraf ediyordu.

18 Mart Türkiye için önemli bir gün, Çanakkale Deniz Zaferinin 105. yıldönümü. Her yıl Çanakkale şehitler anıtında görkemli törenlerle anılır. Ancak bu yıl corona salgını yapılacak törenleri de etkilemiş durumda. Bu yıl 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi Törenlerini takip etmek isteyen basın mensupları için bile akreditasyon uygulanmış. Akreditasyon kartı olmayan görevli uplink ve teknik donanım araçlarının tören alanlarına girişine izin verilmemiş. Törenler bu kısıtlılık altında biraz garip biçimde yapılmış.

Nitekim akşam haberlerinde Sağlık Bakanının verdiği bilgiye göre Türkiye’de bir can kaybı daha yaşanmış. Koca, 93 yeni vakayla hasta sayısının 191'e ulaştığını da açıklamış.

19 Mart Perşembe günü öğleyin sonucu almak ve hocayla görüşmek için maskelerimizi takarak hastaneye gittik. Hastanede alınan tedbirler ve tenhalık daha otoparka girerken gözümüze çarptı. Neyse, önce çıkan Pet-CT sonucunu alabilmek için o bölüme gittim. Danışmadaki görevliler kâğıt olarak verilmediğini, internette e-nabız'a girerek alınabileceğini söylediler. Biraz uğraştım, sonunda girdim; annemin sonucu çıkmış görünüyordu.

Nasıl olsa hoca da sonucu bilgisayarından görebilir diye gastroloji bölümüne yan kapıdan girdik. Hocanın odası hemen beş metre mesafede koridorun başındaydı. Ama kapısı kilitliydi. Bize Perşembe günü görüşebileceğimizi söylemişti. Biraz bekledik gelmeyince sekretarya olduğunu anladığımız girişteki odaya gidip hocanın gelip gelmeyeceğini sorduk. Herkes maskeliydi. Hoca pazartesi günü gelecekmiş, görüşme olmadı. Bize de "siz de buralarda pek dolaşmayın" uyarısında bulundular. Bu arada İlker hocayı da orada gördük ve teşekkür ettik. O da Sibel’e selam söyledi.

Akşam saat 19:40 da büyük kızım "Sağlık çalışanlarına minnettarlık için bu akşam saat 21:00 de 1 dakika balkonlarımızdan onları alkışlıyoruz" diye bir paylaşım yaptı.  Gerçekten de saat 21 de birçok kişi balkonlarına çıkmış alkışlıyorlardı.

O gece TV lerde Corona virüsünün başladığı Çin'in Hubei eyaleti ve Wuhan kentinde yeni vakanın sıfıra indiği yani hiç görülmediği ilk gün olduğu duyuruluyordu. Haydi inşallah, bu haber sonun başlangıcı olur.  Çin genelinde yeni görülen 34 vakanınsa yurt dışından ülkeye girenler olduğu açıklanmış.

Bugün 147 vakanın görüldüğü Rusya'dan da ilk ölüm haberi geldi. Avrupa'da ise salgın kötüye gitmeyi sürdürüyor. İtalya'da bir günde 427 kişi hayatını kaybetmiş ve can kaybı sayısı Çin'i geçerek 3 bin 405'e ulaşmış. Vaka sayısı da 41 bini geçmiş. İran Sağlık Bakanlığı sözcüsü ülkede her 10 dakikada bir Corona virüsüne bağlı bir can kaybı gerçekleştiğini açıklamış.

Üç can kaybının yaşandığı 191 vakanın bildirildiği Türkiye'de ise 9 bin 800 kişi karantina altındaymış.

18 Mart 2020 Çarşamba

18 Mart 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı153.....................................Coronavirüs

Coronavirüs

Bu hafta Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek bir 'Fırsat’ olarak Ziraat fakültesi açılmasıyla ilgili yazacaktım. Planım buydu. Ancak, korona virüs ile ilgili gelişmeler bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de gündemin ön sırasında.  WhatsApp grubumuzdan bir arkadaşımızın "Sizce Susurluğun gelişmesini zorlaştıracak, engelleyecek ve zarar verebilecek dış 'Tehdit' ler nelerdir?" sorusuna bir korona virüs videosu göndererek katkıda bulunması üzerine bu yazı yazılmış oldu. 

Aslında küresel çapta doğal felaketler ve salgın hastalıklar sadece Susurluk gibi bir belde için değil ülkeler, hatta kıtalar için de dikkate alınması gereken büyük tehditler arasında. Kuşkusuz dünya çapında ve ülkeler bazında da gereken tüm tedbirler alınıyor ve alınacak. Bu tür doğal felaketler ve salgın hastalıklar gelecekte Allah göstermesin bizim ülkemizde, hatta bizim şehirlerimizde de olabilir. Böyle salgınlar çıkabilir, deprem, yangın, toprak kayması ve sel basması yaşanabilir. Böyle durumlarda elbette ki hem ekonomik, hem sosyal hem de insani kayıplar söz konusu olacaktır. Bu nedenle yaşanabilecek ‘Doğal felaketler ve salgın hastalıklar’  Susurluğun gelişmesini zorlaştıracak, engelleyecek ve zarar verebilecek dış 'Tehdit' ler arasında sayılabilir.

Neden? Çünkü; böyle hallerde adeta hayat yoğun bakıma alınıyor. Ekonomik yatırımlar erteleniyor ya da vazgeçiliyor, mevcut tesisler çalışmıyor, üretim, ticaret ve ulaşım aksıyor, insanlar can ve mal derdine düşmüş oluyor. Sosyal hayat kısıtlanıyor, para dönmüyor ve en önemlisi insanların ruh dünyasında derin travmalar oluşuyor. Yaralar sarılıp hayat normale dönünceye kadar da belli bir süre geçiyor doğal olarak. Bunlar elbette tabiatı icabı gelişmeyi zorlaştıran, engelleyen, mal ve can zararlarına yol açan felaketler.  Bu sebeple Susurluk için sadece korona virüs gibi salgın hastalıklar değil, özellikle deprem ve su basması gibi potansiyel tehlikelere karşı da yapılabilecekler üzerinde düşünmek gerekiyor. Çözümleri, bu çözümlere ulaştıracak stratejileri, amaç, hedef, proje ve faaliyetleri ortaya koymak gerekiyor. Zira, bu riskleri dikkate almayan bir plânlama eksik olur, gerçekçi de olmaz.

Bakınız, aralık ayında Çin'in Wuhan kentinde çıkan korona virüs salgını hızla tüm dünyaya yayıldı. Çin’den sonra İran’da görülen salgın önce Avrupa’ya, sonra da Amerika’ya sıçradı. İtalya üzerinden kıta Avrupa’sına yayıldı ve oradan da dünyayı tehdit etmeyi sürdürüyor. Maalesef ülkemizde de görülen vakalar şimdilik İtalya’dan dönen bir vatandaşın etkileşimde bulunduğu yakın çevresi ve ailesiyle sınırlı. Dünyada bugün için korona virüsten ölenlerin sayısı 3 bini aşmış durumda. Ölenlerin kahir ekseriyeti Çin’de. Salgın İran'da 77, İtalya'da 79, Güney Kore'de 28, Japonya'da 12, Fransa'da 3, ABD'de 6, Avustralya, Tayland, Tayvan ve Filipinler'de de birer kişinin ölümüne sebep oldu. Çin'de salgın nedeniyle sadece son 24 saatte 38 kişinin öldüğü, 119 yeni vaka tespit edildiği bildirildi. Buna karşılık virüs bulaşma durumları şüpheli olan kişilerin sayısı 520’ye, müşahede altına alınan kişilerin sayısı ise 36 bin 432’ye gerilemiş durumda. Yapılan açıklamaya göre iyileşerek taburcu edilen hastaların sayısı 49 bin 856 imiş. Sağlık Bakanımız ülkemizde tespit edilen ilk hastanın virüsü Avrupa’dan aldığı ve kendisinin dış dünyadan tamamen izole edilmiş olduğunu açıkladı. Daha sonra aynı aile ve çevreden dört kişiye daha virüs bulaştığı anlaşıldı ve onlar da gözetim altına alındılar. Çok şükür ki şu ana kadar herhangi bir ölüm söz konusu değil.
Özetle; Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyada korku ve paniğe neden olan korona virüs salgını belirti veren bir hastalık olarak kabul ediliyor. Kuru öksürük, halsizlik, ateş, eklem ve kas ağrıları, solunum yolu sıkıntıları, nefes darlığı gibi pek çok grip benzeri belirtiler veriyor. Daha çok hayvanlarda görülse de bu salgınla ilk kez insanlarda da görülmeye başladı. Bulaşıcı olması sebebiyle mutlaka tedbir alınması gereken bu virüs halen tüm dünyanın gündeminde. Muhtemelen de havaların ısındığı Nisan Mayıs ayına kadar da hayatı olumsuz etkilemeye devam edecek. Muhtemelen tedavisi de bulunacaktır. Ancak bulunmasa bile virüsün güneş ısısı ve kuru hava ile birlikte yok olup gideceği biliniyor. Kuşkusuz hem dünyada hem de ülkemizde alınan tedbirler var. Ulaşım ve toplu etkinlikler kısıtlanıyor, okullar ve işyerleri kapatılıyor hatta metropol şehirler karantina altına alınıyorlar. 
Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Sağlık Örgütü vaka sayısı dünya çapında 120 bini aşan bu yeni tip Korona virüs (Kovid-19) tehdidini Küresel salgın (Pandemi) olarak ilan etti. Ancak aynı zamanda virüsün ‘Kontrol edilebilir bir pandemi’ olduğu açıklamasını da yaptı. Pandemi; en basit tanımıyla dünyada eşzamanlı olarak çok yaygın bir şekilde çok fazla sayıda insanı tehdit eden bulaşıcı hastalıklara verilen isim oluyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) tanımlamasına göre, bir hastalığın pandemi olabilmesi için kabaca üç kriter aranıyor: Yeni bir virüs olması, İnsanlara kolayca geçebilmesi ve İnsandan insana kolay ve sürekli bir şekilde bulaşması. 2009 yılında domuz gribi de pandemik hastalık ilan edilmişti. O zaman domuz gribi nedeniyle yüz binlerce kişinin öldüğü sanılıyor.  Korona virüsler (CoV), soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS-CoV) ve Ağır Akut Solunum Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome, SARS-CoV) gibi daha ciddi hastalıklara kadar çeşitli hastalıklara neden olan büyük bir virüs ailesinden. Hasta bireylerin öksürmeleri aksırmaları ile ortama saçılan damlacıkların solunması ile bulaşıyor. Hastaların solunum parçacıkları ile kirlenmiş yüzeylere dokunulduktan sonra ellerin yıkanmadan yüz, göz, burun veya ağıza götürülmesi ile de virüs alınabiliyor. Bu nedenle kirli ellerle göz, burun veya ağıza temas etmek oldukça riskli. Enfeksiyonun yaygın belirtileri solunum semptomları, ateş, öksürük ve nefes darlığı ile kişinin güçlükle nefes alıp vermesi.  Daha ciddi vakalarda, pnömoni, ağır akut solunum yolu enfeksiyonu, böbrek yetmezliği ve hatta ölüm gelişebiliyor.
Peki, ne yapılacak? Öncelikle el temizliğine dikkat edilecek. Eller en az 20 saniye boyunca normal sabun ve suyla yıkanacak. Sabun ve suyun olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptikleri o da yoksa her evde bulunan limon kolonyası kullanılabilir. Öksürme veya hapşırma sırasında burun ve ağızın tek kullanımlık kâğıt mendil ile örtülmesi, kâğıt mendilin bulunmadığı durumlarda ise dirsek içinin kullanılması gerekiyor. Toplu taşıma ve kalabalık ortamlara dikkat! Mümkünse kalabalık yerlere girilmemeli. Elbette tedbir alınacak, mutlaka derman da aranacak. Bugün bize garip gelen 'karantina' uygulaması insanlığın tarihi kadar eski kadim bir uygulama. Peygamber efendimiz zamanında da bizzat tatbik edilmiş. Zamanımızda çok daha etkili ve güçlü imkânlar var. Hem dünyada hem ülkemizde gereken yapılıyor, yapılacak da. Fakat, dikkat ediyor musunuz "TEMİZLİK" diyorlar, "ellerinize, aksırığınıza dikkat edin", “kalabalık yerlere bir müddet gitmeyin” uyarısı yapıyorlar, “belirtiler belli, dikkat edin, tedbirli olun” diyorlar. Tam da böyle günlerde soğukkanlı, sabırlı ve salim akılla hareket etmemiz gerekmiyor mu? Telaş, panik ve fırsatçılığın ne yeri ne de zamanı. Hatırlayın! Atadan, dededen bildiğimiz şeyler var. Temizlik de bunlardan biri değil mi? "Temizlik imandandır" denmemiş miydi? Çok basit tedbirlerle Allah’ın izniyle bu bela da atlatılacak. Nihayetinde bir aylık bir süreyle imtihandayız diye farz edelim. Baharın ilerleyen günlerinde hava sıcaklığı artacak ve güneş bu mikrobu yok edecek, bu kadar basit işte. Yetkililer ne söylüyorsa güvenip uyalım. İşi sulandıranların, bulandıranların, fitnebaz ve fırsatçıların kayığına binmeyelim. Sakin ve akıllı olalım. Tedbir almayı panik ve telaşla karıştırmayalım. İşin ciddiyetini mikroskopla büyütüp işi dünyanın sonu geldiye çevirmeyelim. Gerekeni yapıp ondan sonra Allah'ımıza sığınalım ve tevekkül edelim. Son kertede derdin de dermanın da sahibi odur.
Unutmayın, hayat devam ediyor. Peygamberimizin Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı eserinde geçen çok meşhur bir hadisi var: "Kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikiniz." Öyleyse biz de “Susurluk için ne yapılabilir?” sorusu üzerinde düşünmeye ve önerimizi şekillendirmeye devam edeceğiz. Şu anda Stratejik Plan yaklaşımının “Neredeyiz?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki hafta inşallah "Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek bir dış 'Fırsat’ olarak Ziraat Fakültesi açılması girişimini ele alacağız. Bu arada, Allah nasip ederse 21 Mart Cumartesiyi 22 Mart Pazara bağlayan gece Recep ayının 27’si, yani Miraç Kandili. Duaya da ihtiyacımız var. Kendi sağlığımız için, beldemizin ve ülkemizin sağlığı ve selameti için, hastalarımızın şifa bulması için bol bol dua etmeliyiz. Bu ‘Fırsat’ kaçmamalı ve değerlendirilmeli. Mübarek olsun.
yyalcin3@gmail.com

17 Mart 2020 Salı

17 Mart 2020 Salı 00:00 CORONA GÜNLERİ.........................................İşler karışıyor

İşler karışıyor

16 Mart Pazartesi günü evi toparladım 2 otobüsüne yetişmek için hazırlanıp çıktım. Kedilere bol bol mama ve su bıraktım. Oğlum Oğuzhan "Bu sabah Bozüyükte kar var, Herkese güzel haftalar" diye yazmış. Sabah fabrikaya girişte ateşini ölçmüşler. Çiğlide inebilmek ve servisleri ile Şemikler’e gidebilmek için Uludağ firmasından bilet aldım. İzmir’e yolculuğumuz 14:11 itibariyle başladı. "Yola çıktım. İnşallah 5 gibi çiğlide ineceğim. Servisleri varmış" diye haber verdim kız kardeşime ve çocuklarıma. "Hayırlı yolculuklar" dediler. Büyük kızım "Dikkat et sen de baba" dedi ilave olarak. "Sağ ol kızım" dedim. Yolculuk iyi geçti 17:28 de İzmir Şemikler’de Annemleydim.

Akşam haberlerinde umut verici haber vardı. ABD'de Corona virüsüne karşı koruma sağlamak amacıyla geliştirilen aşının ilk denemesi Seattle'da bir gönüllü üzerinde yapılmış. Türkiye'de ise Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye'deki Corona vakası sayısına ilişkin güncel bilgileri paylaşmış: "29 yeni tanı konuldu. Toplam hasta sayımız 47 oldu."

17 Mart'ta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye'de Corona virüsü kaynaklı ilk can kaybını açıkladı. Açıklamaya göre hayatını kaybeden hasta 89 yaşında bir erkekti. Bu arada dünyanın öbür ucuna ulaşan salgın ABD'de 50 eyalete de yayılmış durumdaydı. Avrupa'da en yoğun salgının yaşandığı İtalya'da ise toplam vaka sayısıysa 31 bin 506’ya yükselmiş, son 24 saatte 345 kişinin hayatını kaybetmesiyle ölü sayısı 2 bin 503’e çıkmıştı. Nihayet beklenen olmuş Avrupa Birliği sınırlarını birlik dışı ülkelere kapatmıştı.

Sabah saat 10'da annemin Pet-CT randevusu için hastaneye gittik. Bir tekerlekli sandalye yardımıyla annemi arabadan indirip nükleer tıp bölümüne girdik. Sıra bize gelinceye kadar yaklaşık bir saat geçti. Sonra bizi aldılar, kolundan bir damar yolu açılarak ilaç verildi. Bir saat kadar hasta odasında içebildiği kadar su verilerek bekledi. Bizimle ilgilenen hemşire orta yaşlı, nazik, iyi kalpli ve tatlı dilli biriydi. Sırası geldiğinde annemi tarama makinasından geçirdiler. Bütün bunlar öğleye kadar sürdü. Annem iyi durumdaydı. Sonuçlar yarın öğleden sonraya çıkarmış. Arabamızla hep birlikte eve döndük.

Hastanede henüz salgınla ilgili bir hareketlilik ya da kısıtlılık görünmüyordu. Ancak haberlere göre Corona kâbusu iyiden üzerimize çökmek üzereydi. 12:59'da oğlum Oğuzhan "Bizi şirket geri çağırdı. İstanbul’a dönüyoruz, Evden çalışacağız artık" mesajı çekti. Denetim için Bozüyük'teydiler. Şirketi kapatıp herkesi evde çalıştırma planı varmış. "Keyifsiz oldu ama durumlar gergin" diye de duygularını ifade etmiş. Büyük kızım "Böylesi daha iyi" diye moral vermiş. 17:16'da Oğuzhan: "Sağ salim evdeyim" diye İstanbul’a döndüğünü haber verdi. 

Evinin ihtiyaçları için markete gitmiş. 18:20'de "Markette hiçbir şey yok ki, makarna bulamadım" diye yazmış. Adapazarı’ndaki büyük kızım abla olarak "Şehir dışına çıkabiliyorsan buraya gel" demiş. Oğuzhan da "Toplu taşıma kullanmamayı tercih ediyorum. Bir de hiçbir şey belli değil" diye cevaplamış onu. Ankara'dan küçük kızım "Babam gelir belki yanına" diye katılmış konuşmaya. Oğuzhan ona da: "Haftaya gel arabayı al dedi de..Bilmiyorum" diye karşılık vermiş. Bu küçük konuşma bile artık sorunun ne denli hayatımızı derinden etkilemeye başladığını ve belirsizliğin koyu bir sis halinde üzerimize çöktüğünü gösteriyordu.

Bu arada ben annemin yanında İzmir'deyim. Bir gün önce eline kına yakılmasını istemiş. Umreden getirdiğim Mekke kınası yakılmış ellerine. Bu akşam keyfi yerinde. Oturduğu yerden yine bize (21:38) eskilerden anlatmaya başladı. Anlattığı hikâye gelin olduğu günden bir anı. Gelin alma bir at arabası ile yapılmış. Önce davul zurna olup olmayacağı iki aile arasında küçük bir kriz çıkarmış. Neyse araya sözü dinlenen büyükler girmiş çalgıcılar getirtilmiş Susurluk’tan. Sonra da gelin inerken o zaman henüz yaşı küçük olan dayım bahşiş istemiş. Küçük dede dediğimiz dedemin kardeşi onu kolundan tuttuğu gibi bir tarafa fırlatmış. Tabi dayım daha çocuk, salya sümük ağlamış. Yine kalbi merhametli bir aile büyüğü araya girip 10 lira bahşiş vermiş de olay daha büyümeden önlenmiş. 

Anlattığı şeyler işte böyle önce tatlı başlayıp sonunda hep acı izler bırakmış hikâyeler. Onu dinlerken kafam karma karışık oluyor. Öncelikle çok hoş bir Gürcü şivesiyle anlatış tarzı var. Kayda alıp dinlemek lazım. Yazıyla o etkiyi aynen yansıtabilmek neredeyse imkânsız. Ağzım açık dinlerken hikâye epey ilerlemiş, kayıt için artık geç kalmış oluyorum. Bir yandan da anlatılanların çoğu ölüp gitmiş, onların arkasından konuşulması beni rahatsız ediyor. "Sus artık, yeter!" de diyemiyorum. Yaşlı ve hasta bir kadını bu son demlerinde üzmek asla istemem. Çok çok "Anne kul hakkından bol bol alacağın var. Onları günaha girerek heba etme" diyebiliyorum ancak. Kız kardeşlerim de yanındaysa onların bu muhabbetini kesip konuyu başka yönlere çekebilmek hiç de kolay değil. 

15 Mart 2020 Pazar

15 Mart 2020 Pazar 00:00 CORONA GÜNLERİ......................................İnsanlığın 'virüsle' imtihanı

İnsanlığın 'virüsle' imtihanı

Doğal olan her şeyi kirlettik, bozduk, değiştirdik. Hem de bunu gelişme, ilerleme ve refah adına yaptık. Acaba yaşadıklarımız tepetaklak ettiğimiz dünyanın bizden intikamı mı? Yoksa aklımızı başımıza getirmek için arada sırada dürtülüyor muyuz? Depremlerle, iklim değişikliğiyle, kasırga sel baskını ve toprak kaymalarıyla, küresel çapta yangın ve salgın hastalıklarla uyarılıyor muyuz? Biz bozdukça onlar bize bozmanın ne demek olduğunu daha çarpıcı bir şekilde mi gösteriyor? Olağanüstü bir zamandan geçiyoruz. Birçok normal dışı haller ve aykırılık yaşadığımız bu günler gerçekten düşündürücü...

Çin ve adına gelişmiş ülke adını verdiğimiz birçok ülke bugün küçücük bir virüs korkusundan adeta bloke oldu. Bırakın o dev ekonomileri, insan hayatı adına göklere çıkarılan bilim ve teknolojiler dahi çaresiz. İnsanları üretim ve tüketimden, ulaşımdan, toplu eğlence ve etkinliklerden, AVM'lerden, turistik faaliyetlerden uzak tutan bu korku ve panik neyin nesi? Dünyanın savaş, gözyaşı, acı, göç, terör ve zulüm gündemi nasıl oldu da birden bire değişiverdi? Acaba gören gözlere, düşünen beyinlere, hisseden gönüllere şu mu denilmek isteniyor: "Dünyanın büyük çoğunluğu fakirlikle, açlıkla, susuzlukla, hastalıkla, ölümle ve zulümle kırılırken siz kılı kıpırdamayanlar,siz!  Korku nasıl oluyormuş, çaresizlik neymiş işte görün bakalım!"

Bir de madalyonun öteki yüzü var. Duydunuz mu; İnsanlar evlerine kapanınca, fabrikalar çalışmayınca, mega kentler karantina altına alınınca, milyonlarca araç trafiğe çıkmayınca hava kirliliği de önemli oranda azalmaktaymış. Küresel ısınmanın çevreye dayattığı zararları daha bir farkına varıyormuşuz. Maske kullanan insanlar bir nefeslik taze ve temiz havanın ne kadar değerli olduğunu anlamışlar.

Zalim politika ve ideolojilerin, geçmişteki aşağılık örnekleri gibi yeniden tüm dünyada artmaya başladığı bir zamanda Corona virüs çıkıverdi ve bizzat o müsebbipleri dışlanan, tecrit edilen, sınırlarda bloke edilen ve hastalık taşıyanlar yaptı. Üstelik hiçbir ayrım yapmadan, suçlu suçsuz tüm sarı benizli çekik gözlü, beyaz tenli sarışın mavi gözlü business class yolcularının hepsini.

Onlar ki; daha fazla üretim, patlayasıca tüketime dayalı bir toplumda, günde 14 saat ne olduğu belli olmayan bir amacın peşinde soluksuz koşuyorlardı. İnsan olduklarını unutmuş, bir şarkıda ifade edildiği gibi "yatçez, kalkçez, yatçaz kalkçez.." türü bir hayat içindeydiler. Ölüm varmış, hiç umurlarında değildi. Bir anda "DUR!" denildi o dünyaya. Karantinalara kapatıldılar, evlere tıkıldılar. Günlerce beklediler, daha da bekleyecekler korkuyla. Bu arada her şeyi para ile ölçmeye alışan bu çağdaşlar gerçek değerini hatırlamadıkları bir ‘zaman’ kavramı ile de burun buruna geldiler. Hatta bir tür hesaplaşma başladı aralarında. Bakalım belki bu hesaplaşma sonucunda onunla hala neler yapılabileceğini hatırlayanlar çıkar aralarından.

Çocuklarını büyütmeyi başka kişilere, kurumlara devreden anne babalar üretti bu çağdaş yaşam. Çocuklar anne baba dede nene kokusunu unuttu. Ebeveynler bir aile olmanın ne demek olduğunu kaybettiler. Böyle bir zamanda ne oldu? Dünyanın öteki ucundan bir virüs çıkageldi ve o kreşleri, okulları kapattırıverdi. İnsanları "ne yapacağız biz şimdi?" telaşı sardı. Çaresiz alternatif bulmaya, anne ve baba olmaya yöneldiler. Aile olmayı keşfettiler, çocukları ile birlikte olmayı öğrendiler. Dedeyi neneyi hatırlamaya mecbur kaldılar.

İlişkiler yapmacıklı ve yalan dolan haline gelmemiş miydi? Yüz yüze konuşmak yerine sözde gelişen iletişim araçlarıyla sanal dünyada sohpet etmiyor muyuz? Sosyal medya kanallarıyla sosyalleşme çabası aslında bizi yakın olduğumuza dair bir yanılsamaya itmiyor mu? Bu şekilde gerçek yakınlığın anlamını, sıcaklığını, samimiyetini ve önemini ne kadar da göz ardı etmiştik. İşte tam da bu sırada o virüs gelip gerçek yakınlığı da elimizden çalıverdi. Kural şu: "Kimse birbirine dokunamayacak, öpemeyecek ve sarılamayacak…" Nasıl bir ceza bu?.. Birbirine uzak ve dokunamamanın soğukluğuna mahkum oldu insanlar.

Herkesin kendisini, kendisinin olanı düşündüğü bencil bir dünyada yaşıyoruz. Bir virüs belki de bize çok açık bir mesaj yolluyor: "İnsanlığınıza dönüşün yolu aitlik duygusu, topluluk bilinci, başkasını düşünmek, kendinden daha büyük bir şeyi korumak ve onun tarafından korunmaktan geçiyor." Gerçekten de atılan her adım sadece kendi kaderimizi değil etrafımızdakilerinkini de şekillendirmiyor mu? Aynen bizimkinin de başkalarına bağlı olması gibi.

Karşılaştığımız musibetler bize çok şey öğretir. Hayat birdenbire durduğunda "Kim, neden, ama…" lar görece önemsizdir. Sorunun çevresinde dolaşmak yerine tam merkezine, buradan hangi dersin çıkarılabileceğine bakarsak belki de öğrenecek ve yapacak çok şeyimiz olduğunu görebiliriz. Belli ki dünyamıza ve onun yaratılışına borcumuz çok ve bize bunu küçücük bir virüs bedelini ödeterek hatırlatıyor olamaz mı?
--------------
15 Martta saat 12:36 gibi kız kardeşim kahvaltı sofrasından bir fotoğraf gönderdi. Altına "Mutfaktayız kahvaltı yaptık" diye yazmış. Ben de "Maşallah anneme. Afiyet şeker olsun" diye karşılık verdim. Aynı gün akşam Sağlık Bakanımız Umre ’den dönen bir kişinin Corona virüsü testinin pozitif çıktığını açıkladı. Umre ziyaretinden Türkiye'ye gelenler karantinaya alınmaya başlanmıştı. Twitter'dan paylaştığı mesajda Corona virüsü vaka sayısının arttığını açıklayan Koca yeni vaka sayısının 12, toplam vaka sayısınınsa 18 olduğunu açıklamış. 

Öte yandan İspanya bir günde 2 bin yeni vaka tespit edildiğini ve 24 saatte 100’den fazla can kaybı olduğunu bildirmiş. Ülkede ölü sayısı 288’e vaka sayısı 7 bin 700’ün üzerine çıkmış. Almanya Corona virüsünün yayılmasını önlemek için sınırlarını kapatma kararı almış. İran’da da 24 saatte 1209 Corona virüsü vakası doğrulanmış. Böylece İran’da virüsten ölenlerin sayısı 724’e çıkmış. Kız kardeşim saat 20:20'de "Yemek yedik, Çay istedi biz içerken" diye yazmış. "Afiyet olsun. Ellerinden öperim" diye cevap verdim.