24 Haziran 2015 Çarşamba

235 24 Haziran 2015 Çarşamba 14:50 ANKARA HASTALIKLARI.........Ankara'yı didiklemek (6)

Ankara'yı didiklemek (6)


Konu iktidar ve güç olduğunda sömürü kavramının gündeme gelmemesi mümkün değil. Nitekim 'Bizi Batı değil, başımızdakiler sömürüyor !' hükmü tam da bu noktada geliyor. Ancak, bu başlık oldukça ürkütücü. Adeta ezber bozan bir çıkış. 

Konu Türkiye'nin etrafındaki kaos, kargaşa ve yıkım. Gazeteci soruyor: "Sömürgeci Batı’nın bugün bölgemizdeki kargaşayı körüklediğine katılıyor musunuz?" Normalde bildiğimiz, bu ülkedeki hemen hemen herkesin hemfikir olduğu şey bu. Cevabın kestirmeden "Evet" olması beklenirken…

"Hayır !",  genç yazarımızın cevabı tam tersi istikamette oluyor: "Hayır. Batı, Afrika’yı sömürdü, Hindistan’ı sömürdü, doğru. Fakat Türkiye’de devlet kendi öz evlatlarını, vatandaşlarını sömürdü. Biz emeği, zamanı, istikbali çalınan bir halkız. Üstüne bir de duygularımız, inançlarımız, umutlarımız sömürülüyor."

Bu sözler son derece çarpıcı olmakla birlikte tarihi açıdan, ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan ele alınıp değerlendirilmesi gereken iddialar. Fakat, konumuz o değil. Aslında soru kendi içinde basit ve aydınlatıcıydı; "Sömürgeci Batı ve onun bölgemizdeki olumsuz etkileri." Buna rağmen meselenin nasıl olup ta yine kendimize döndüğünü anlamaya çalışıyorum.

Genç yazarımız iddialarını destekleyecek örnekler ve rakamlar veriyor: "13 milyon insan asgari ücretle çalışıyor, halkın yüzde 62’si, 1200 liranın altında aylık gelirle yaşıyor. Yani 46 milyon 500 bin kişi bu ülkede sefalet içinde. Bu yoksul halktan 270 kalem vergi alıyorsun." 

Bu dil bir muhalefet söylemi olmasına rağmen, söyledikleri tamamen yanlış sayılmaz. Gerçi "sefalet" edebiyatına tam olarak katıldığımı söyleyemem, ama asgari ücretin bu ülkede hala bir sorun olduğunu kabul ederim.

Rakamlara bakılırsa nüfusumuzun nerdeyse üçte ikisi açlık sınırı altında yaşıyormuş. Gerçek böyle mi acaba ? Hayatın içine girdiğinizde bizim halkımız için bu rakamlar gerçekten bir açlık ve sefalet göstergesi midir ? İşte o biraz göreceli. Bakana göre, doyma anlayışına göre değişir diye düşünüyorum. 

Büyük şehirlerde de görülebilir ama, küçük il ve kasabalarda hatta köylerde asgari ücretle çalışan insanların bile evleri, arabaları var. Peki bu nasıl oluyor ? Benim yaşlı annem 700 liralık bağkur maaşıyla geçiniyor. Yalnız ama kimseye muhtaç değil, devletin muhtelif yardım tekliflerini kabul etmiyor, üstelik torunlarına para bile biriktiriyor. Hala kışlık tarhanasını, turşusunu, konservesini kendi yapar.

Demek ki benim insanımı ayakta tutan yalnızca maaş ya da rakamlar değil ? Birkaç dönüm tarlasından gelen destek, bahçesinde yetiştirdiği sebze meyve, beslediği evcil hayvanlar ve akraba dayanışmasını nereye koyacağız ? 

En önemlisi bu ülkenin sahip olduğu "iyilik" zenginliğini unutmayalım. Hükümetin yaptığı sosyal yardımları, belediyelerin dağıttığı kömür vb. şeyler de çok önemli ama, bunlar sadece ramazan ayı ve kurban bayramında gerçekleşen zekat, fitre ve infak hareketleri yanında hiç kalır. 

Sadece kurban etinin komşular, muhtaç insanlar ve yakın akraba arasında paylaşılması bile başlı başına toplumumuzda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutan, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkı sağlayan önemli bir ibadet. Bütün bunların yanında kanaat, şükür, israf etmeme ve iktisatlı hareket etme gibi bize has özelliklerimiz de var.

Konu sömürgeci Batı’dan açılmıştı nerelere geldi. Genç yazarımızla mülakat yapan gazeteci de bunun farkında, bütün bu olup bitenlerde "Batı’nın hiç mi dahli yok?." diye soruyor. Maddi ve manevi sefaletimizde, geri kalmışlığımızda, sıkıntılarımızda, başımızın bir türlü beladan kurtulamayışında kabahatli kim ? Biz miyiz yani bütün bunların müsebbibi, batının hiç mi dahli yok üzerimizde, bölgemizde ?
 
Genç yazarımızın da geri adım atmaya niyeti yok. Ona göre "Sen kendi çocuğunu öldüresiye dövüp sokağa atarsan, yoldan geçen Batılı’nın da o çocuğu tekmelemesi veya sana karşı kullanması, senin suçunu ortadan kaldırmaz." Yani, iş sende başlıyor, kavgayı sen başlatıyorsun, batı da bunu kullanıyor diyor. Verdiği örnek de enteresan; "çocuk ve şiddet." 

"Sen" kelimesiyle kasdettiği anlam da muhtemelen tüm islam coğrafyası oluyor. Yani, Filistin'de, Mısır'da, Afganistan'da, Miyanmar'da, Çeçenistan'da, Bosna'da, Irak'ta, Suriye'de tekmelenen çocuklar. Bombalanan, zehirlenen, yakılan çocuklar, gençler. Hepsi bizim suçumuz ! Tabi bu ülkede birbirine kırdırılan, terörist olup insan öldüren gençler de 

Gazeteci hala ısrarlı: "Yani ‘dış güçlerin oyunu’ ifadesine katılmıyorsunuz, öyle mi?" Görünen o ki senaryo kurulmuş, her şey onun mizanseni. Genç yazarımız da maalesef cephanesini onun istediği yönde tüketiyor. 

"Siyasi sorumluluk diye de bir şey var. İktidar, hiçbir konuda sorumluluk üstlenmiyor. 'Paralel yapı, dış güçler, faiz lobisi, iç düşmanlar, bizi çekemeyenler…'gibi ifadeler kullanıyor. İyi de sen ne iş yapıyorsun? Neden iktidardasın? Niye hiçbir sorumluluk kabul etmeden sadece saltanat sürüyorsun?"

Gördünüz mü ? İşte, sonuç: "bu iktidar suçlu !" Çocuktan örnek verdi ya, yargısını ona dayandırıyor: "Bak, çocuğun doğar, onu kucağına aldığın anda senin için tüm dünyanın anlamı değişir. Ömür boyu o çocuğu koruyacak, seveceksin artık. Onun başına bir iş gelince, kendini sorumlu hissedersin…"

Çocuk, anne-baba ve sorumluluk. Bundan daha tabii ne olabilir ki ? İktidar olmayı çocuk sahibi olmaya benzetiyor genç yazarımız. Kulağa hoş geliyor, duygusal bir çağrışım. Gerçi devlete, hükümete baba deme dönemi artık gerilerde kaldı ama, siyasi sorumluluk açısından verilen örnek çok da yanlış sayılmaz.

"Sefalet içindeki bu yoksul halktan 270 kalem vergi alıyorsun ve sen 700 bin liralık saat takıyorsun !" Bu sözler kurşun gibi ağır, yenilir yutulur cinsten değil, ama bir yandan da oldukça şiirsel. Abartılı, sloganvari. Ancak genel ve özel doğruları da var, içindeki abartıları göz ardı ettiren. "Dur bakalım, gelir vergisi, kurumlar vergisi, özel tüketim vergisi vs. de mi bu yoksul (!) halktan alınıyor" diyemiyorsun. Değil mi ki bir yanda sefalet öbür yanda 700 bin liralık saat var, gerisi teferruat.
 
İma edilen rüşvet, zimmet, yolsuzluk suçlamasına katılmıyorum. Kabahatli adam özrünü göstere göstere bileğinde taşımaz. Ama bu benim durumdan rahatsız olmamı engellemiyor. Hatta ben daha radikal sayılabilirim bu konularda. Bana göre varlıklı bile olsa takıp takıştırmak, kibir ve gösteriş o kadar da masum şeyler sayılmaz. 

Değil 46 milyon 500 bin kişi, bir kişi bile sefalet içinde olsa, bu ülkede bir zenginin 700 bin liralık saat takması büyük ayıptır. Şayet bir inancı varsa günah olduğunu da bilir. Bu kişi hele de bir idareci ise bu daha büyük bir vebal demektir.

'Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste' denilmiş. Çıkar elbet, ama inanıyoruz ki, kul hakkı diye de bir şey var. Rabbimiz "Bana Kul hakkıyla gelmeyin" diyor. O halde bu zat ve onun gibiler dünyada bir şekilde paçayı kurtarsa bile öte yanda ne yapacaklar acaba ? Bu işin bir de ahiret tarafı, adli ilahi yanı var. Orada ne zenginlik, ne şöhret ne de mevki ve makam sökmeyecek. Adalet terazisi şaşmayacak, kimin hakkı varsa da alınıp verilecek. 

Bir an için şöyle düşünelim: 

'Siyasi sorumluluk gereği iktidar, her konuda sorumluluk üstlenmeli', öyle mi ? Mesela şöyle demeli: 'Paralel yapı, dış güçler, faiz lobisi, iç düşmanlar, bizi çekemeyenler…var ama asıl suçlu benim. Özür dilerim, bütün bunların kabahatlisi benim. Çünkü iktidarım, hiçbir iş yapmadan saltanat sürüyorum. Afedersiniz !..'

Bir baba da çocuğunun başına gelenler için aynı şekilde davranmalı. İtiraf etmeli mesela: "Çocuğumun dersleri kötü bana zayıf verin, okulda çeteler oluşmuş onu dövmüşler oysa kabahatlisi bendim, kötü eğitimin işsizliğinin de sebebi benim, benim yüzümden geçim sıkıntısı çekiyor, iş yerindeki ayak oyunlarının da  sorumlusu benim, ben olmasaydım mahallede onu çekemeyenler de olmazdıAsıl suçlu benim. Özür dilerim, çünkü babayım, hiçbir şey yapmadan sadece keyif sürüyorum. Afedersiniz !.."

O zaman demezler mi adama "İyi de sen ne yapıyorsun? Ne biçim babasın böyle ? Derhal istifa et ! Hatta seni hapse tıkmalı. Sürüm sürüm süründürmeli." Niye güldünüz ? Ben sadece verilen baba ve çocuk örneğinden yola çıktım.

Ama gazeteci pek bu örnekten memnun değil gibi. Sürekli konuyu iktidara getirip dayatıyor: "Siyasi sorumluluktan kaçış neye mal oluyor?" Genç yazarımızda bir maden bulmuş, belli. Kazdıkça kazandırıyor: "Sadece Soma’da 301 işçi öldü! Ermenek’te ölen 18 madenciden birinin eşi “1 lira için kapı kapı gezdim” diyordu! Muktedirler bundan utandı mı? Hayır. Gene yetimi itip kaktı, gene yoksulu tekmeledi!"

Genç yazarımız hem savcı, hem hakim; bir çırpıda iktidarı Soma'daki elim maden kazasının sorumlusu ilan ediveriyor. Yetmiyor 'Muktedirler' diyerek hedef büyütüyor ve 'utanmamakla, yetimi itip kakmakla, yoksulu tekmelemekle' suçluyor.

Herşey gözümüzün önünde oldu. Günlerce hükümetin orada nasıl çırpındığını gördük. Sonrasında da gerek insani, gerek sosyal anlamda ve yasal kapsamda lazım gelenleri yaptığını biliyoruz. Utanacak ne yaptı ki, hele de yetimi itip kakmak, yoksulu tekmelemek ! Bunlar hızını alamamış son derece kastı aşan sözler. 

Aynı ülkede yaşıyoruz. Bu memlekette, böylesine bir acı varken, öyle şey olabilir mi hiç ? Hangi zalimlerden bahsediyorsunuz siz ?

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. İktidara muhalif olabilirsiniz. İktidarın işleyişinden, uygulamalarından rahatsızlık duyabilirsiniz. Bunu eleştirmek de en tabii hakkınızdır. Ancak, iki şeyi birbiriyle karıştırmamak lazım. İktidar bir mekanizmadır, insan ya da bir şahsiyet değildir. Onun haklı ya da haksız uygulamaları bir sürü insanın etkisiyle oluşmaktadır.

Örneğin, fizikteki F1 ve F2 kuvvetleri gibi hak ve haksızlık iki farklı yöne doğru çeker. Ancak, sonuç ne F1 kuvvetine ne de F2 kuvveti yönündedir. Sonuç, bileşke istikametine yansır.

Toplumun, kurumların, iktidar ve devletin de uygulamalarına böyle bakmak lazım. Suçlanacaksa da bileşke üzerine odaklanmak, belki biraz da bileşkeye etki eden anonim kuvvetlere atıfta bulunmak adil bir muhalefet olur. Ancak, genel bileşke üzerinden salt bir lideri, birkaç bakanı ya da toptan siyaseti suçlamak yanlış olabilir.

Özellikle de ahlak konusunda bir eleştiri yapılacaksa. Böyle hallerde muhalefetin doğrudan o kişiye yönelmesi, somut suçlamalar yapılması ve her şeye rağmen mesnetsiz, hakaret içeren bir dil kullanılmaması gerekir. İktidar, muhalefet, partiler yaptıklarının ve söylemlerinin demokrasi içindeki karşılığını sandıkta bulurlar. Ancak, kişilerin haklılığı ya da suçu hukuk içinde anlaşılır. Beğenseniz de beğenmeseniz de.

Mahkeme-i kübra mı dediniz ? Ha ! işte o başka bir meseledir. İnananlar için orada adalet asla şaşmaz. Zerre kadar bir iyiliğin ya da ustaca gizlenen her kötülüğün karşılığı görülecektir. İnanmayan kendini istediği kadar 'resmen' haklı çıkarsın, sonuçta rezil-i rüsva olacak, cezasını bulacak olan kendisidir.

Pişman olmak, tevbe etmek, helaleşmek dünyevi bir hal. Zira orada iş işten geçmiş olacak. Son pişmanlığın ya da yalvarıp yakarmanın orada hiç bir yararı olmayacak. 

O halde görelim kim ne yapıyormuş, ya da yapmıyormuş. Halep buradaysa arşın da orada.


21 Haziran 2015 Pazar

234 21 Haziran 2015 Pazar 15:45 ZAMAN DURAKLARI......................Ramazan sevinci

Ramazan sevinci


Her yıl büyük bir heyecanla beklediğimiz, her yanı ışıklı bir zaman durağına daha geldik. Artık mübarek Ramazan Ayı'nın içindeyiz. 

Özlendiği kadar farklıdır, renklidir ramazan. Geldiği bilinir ya yine de bir telaşla başlar. Değişik bir heyecan meltemi eser yüreklerde. Bu hava o kadar saridir ki çocuğu, genci, yaşlısı herkes hisseder. 

İftarı, sahuru,ramazan pidesi, teravihi, mukabelesi, fitresi renklendirir oruç ibadetini. Her zamanki yemekler içecekler daha bir bereketlidir bu ayda. Ezan sesi, top sesi beklenir donanmış sofralarda. Susamış, acıkmış dudaklarda dua kıpırdamaları sezilir. Ezanla birlikte adeta dünyanın en lezzetli suyu çorbası içilir. Ramazan pideleri yudumlanır şükür mırıltılarıyla.

Akşam namazının ardından demli çaylar içilir keyifle. Abdestler tazelenir yatsı ezanından önce camiye yetişilir. Vaazü nasihat bile çoşkuludur bu ayda. Hele kalabalık cemaatle kılınan yatsının teravihin tadı bir başkadır. Arada getirilen selatü selamlar renklendirir teravihleri. Hele de ilk günlerde okunan "hoşgeldin ya şehri ramazan" kasidesini dinlemeye doyum olmaz. Gönüller neşe dolar, cilalanır adeta. Namaz bitimi erkekler, hanımlar, çocuklar bayram yerine çevirir cami önünü. 

Gecenin bir vakti sahur için kalkılır evcek. Amaç karın doyurmak, yarına hazırlanmaktır ama, kazandırdığı sevap çok daha fazladır aslında. Davulun sesini duyar duymaz fırlar çocuklar yataklarından. Annelerin terlik tıkırtısı, mutfaktan gelen mis gibi kokular sahur sofrasının kurulmakta olduğunun habercisidir. Uykulu mahmur gözlerle kaçırmak istemezler çocuklar bu bereket sofralarını. 

Annelerin hamaratlığı eşliğinde çeşit çeşit reçeller, hurmalar, kompostolar, börekler, yumurta çeşitlemeleri hepsi resmi geçit yapar masalarda. Hele de hep beraber yemek yemenin, imsak vaktine yakın hafiften telaş etmenin bir başkadır anısı. Sahur yemekleri Allah'ın izniyle ramazan bereketi yağdırmıştır evlerimize.

Sahur sırasında, ya da iftar saatinde televizyonlardaki programlar, okunan Kur'anı Kerim ve ilahiler arka planda bir fon oluşturmaktadır. Bütün bunlar bugüne değil yarına taşınacak güzelliklerdir. Bir ömür boyu o ilahiler, inleyen ney sesi ve dua sözcükleri hatırlanacaktır. 

Ramazan ayı, ay takvimine göre  Müslümanların oruç tutmakla yükümlü oldukları dokuzuncu ayın adı.

Ramazan Arapça bir kelime. Bir görüşe göre yaz sonunda güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına "ramdâ" kelimesinden alınmış. Bu yağmurun yeryüzünü yıkadığı gibi ramazanın da müminleri günah kirlerinden temizleyeceği, kalplerini pak edeceğine inanılmış.

Bir başka izaha göre Ramazan kelimesi, güneşin şiddetli hararetinden taşların yanıp kızması anlamına olan "ramad" kelimesinden alınmış. Nasıl ki, kızgın yerde yürüyen kimsenin ayakları yanar, bunun gibi oruç tutan kimse de açlık ve susuzluğun hararetine katlanır, zahmet ve meşakkat çeker, içi yanar. İşte sıcak zeminin ayakları yakması gibi Ramazanın da müminlerin günahlarını yakacağı, yok edeceğine [1]inanılmış. 

Böylece, mübarek Ramazan ayında oruç tutan ve ihlasla tevbe eden müminler günahlarından arınır, tertemiz olur. O yüzden bu ay boyunca, dünya üzerindeki tüm Müslümanlar oruç ibadetlerini yerine getirir, verdikleri nimetler için Rabbimize şükreder ve hatalarından dolayı tevbe ederler.

Yüce Allah'ın biz kullarına bir lütfu olan ramazan ayı, aynı zamanda tüm insanlığa bir rehber olarak gönderilen Kuran'ın indirildiği ve içinde "...bin aydan daha hayırlı" olduğu bildirilen Kadir Gecesi'nin bulunduğu bir bereket ayı.

Bununla ilgili Allah, Bakara suresi 185. ayette: “Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan Kur’an’ın indirildiği aydır...”  [2] buyuruyor. İslam dünyasında ramazan ayına bu yüzden “Kur’an ayı” da deniliyor.

Bilhassa İslam'ın temel ibadetlerinden olan oruç da bu ayda tutuluyor. Bu husus Ramazan ayını önemli kılan en önemli unsurlardan biri. Nitekim, Allah tarafından farz kılınan oruç ramazan ayına özel bir önem kazandırmış. Bu nedenle Ramazan ayına Müslümanlar "on bir ayın sultanı" diyorlar.

Bu iltifat Ramazan ayının önemini ve diğer aylar arasındaki seçkin yerini açıklıyor. [3] Diğer bir sürü sebep yanında sadece ramazan ayında indirilmeye başlanan Kuran ve farz kılınan oruç ibadeti bile Müslümanların, ramazan ayına diğer aylardan daha çok önem vermesi için yeterli aslında. 

Şu açık ki; Kur’an, Allah tarafından insanlara öğüt vermek ve yol göstermek için gönderilmiş. Bu nedenle insan için hayati değerde. Onu okumak bile bir ibadet sayılıyor. Özellikle Peygamberimizin Allah’ın bildirdiği görev ve sorumluluklarımızı sıkça hatırlamamız için Kur’an’ı çok okumayı teşvik ettiğini biliyoruz.

Bu yüzden Müslümanlar, ramazan ayında Kur’an okumaya her zamankinden daha çok özen gösteriyorlar. Bunun için evlerde veya camilerde bir araya gelerek, her gün Kur’an’dan yirmi sayfa (bir cüz) okunuyor. Nihayet Ramazan ayının sonuna gelindiğinde Kur’an baştan sona bir kez okunmuş oluyor. Daha sonra yapılan dua ile de hatim denilen bu okuma taçlandırılıyor. 

Bu gelenek İslam dünyasında yüzyıllar boyu var. Sebebi, Allâhü Teâlâ tarafından Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) bir mucize olarak indirilen Kur’ân-ı Kerîm’i başından sonuna kadar okumanın, yani hatmetmenin sünnet olması.

Cebrâil (a.s.) her yıl geceleri gelir, Ramazan ayının sonuna kadar Kur’ân-ı Kerîm’i Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) mukabele eder; yani o okur, Peygamberimiz dinler, Peygamberimiz okur, Cebrail (a.s.) dinlermiş. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vefat ettiği sene, bu mukabele iki kere yapılmış.

Kadir gecesi ise daha çok ramazan ayının 27. gecesi olarak biliniyor. Yüce Allahın Kadir Gecesi’nin “Bin aydan daha hayırlı” olduğunu haber vermiş olması, Peygamber efendimizin de “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Kadir Gecesi’ni değerlendirirse geçmiş günahları bağışlanır” (Buhari) sözleri nedeniyle bu gecenin önemi oldukça yüksek.

Yüce Allah Kur’an’da “…Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun” (Bakara suresi, 185. ayet) buyurarak, ramazan ayında oruç tutulmasını emretmiş. Bu nedenle Müslümanlar ramazan ayı boyunca oruç tutuyor.

Ramazan ayı oruç, ibadet ve sabır ayı. Özellikle Allah’ın rahmet ve bağış kapılarının açıldığı ay. Sevgili Peygamberimiz, ramazan ayında içtenlikle yapılan dua, ibadet ve iyiliklerin Allah katında daha değerli olacağını bildirmiş.[4]

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevap,[5] özürsüz oruç tutmamaksa büyük günah sayılıyor. [6] Bu yüzden Namaz kılmayanın da oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekiyor. [7] Açıktan oruç yiyen kişi, diğer insanlara saygı göstermediği gibi, bu aya da hürmet etmemiş oluyor. 

Rabbimizin vermiş olduğu sayısız nimete karşılık bir şükür vesilesi olan oruç ibadetinin Allah'ın razı olacağı şekilde yerine getirilmesi, güçlü bir imanın, ihlasın, samimiyetin ve Allah korkusunun göstergesi. Çünkü oruç, Allah ile kul arasında çok yalın bir ibadet.

Neden mi ? İnsanın bu farzı [8] yerine getirirken ne niyette olduğunu, samimiyetini, ihlasını, haram ve helalleri uygulamada gösterdiği titizliği yalnızca herşeyden haberdar olan Allah bilir. Onun dışında orucun çevreye gösteriş amaçlı mı, yoksa samimi bir niyetle mi olup olmadığını hiç kimsenin bilmesi mümkün değil.

Zaten bu yüzden oruç tutan kişinin ödülünün ancak Allah Katında olduğu bildirilmemiş mi ? Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadisinde "Bu ayı oruç tutarak, ibadet ederek ve hayır için harcamada bulunarak geçirenlere ne mutlu!" demiş. 

Elbette oruç ibadetinin Müslümanlar için birçok önemli hikmeti var. Ama belki de en önemli hikmeti, kişinin gün boyunca Allah'ı ve ahlaki sorumluluklarını aklından çıkarmamasını sağlaması. 

İnsanlar, günlük hayatın karmaşası içinde çoğu zaman gaflete düşebiliyor. Ancak açlık ve susuzluk insanın gün boyu dikkatini yaptığı ibadete vermesine sebep oluyor. Böylece kişi her acıktığı ya da susadığı an oruçlu olduğunun bilinciyle sabır gösteriyor. Neticede, esas itibariyle Allah için yapılan bu ibadet oruçlu kişiye de manevi bir güç kazandırmış oluyor. 

Orucun bir diğer faydası da insanların kötülüklerden uzak durup, nefislerini terbiye etmelerini sağlaması. Oruç vesilesiyle Allah'a samimi bir kalple iman edip, onun emir ve tavsiyelerine uymuş oluyor. Vicdanının sesini dinleyip, nefsinin kışkırtmalarından uzak durabiliyor. Hiç kuşkusuz kişinin böyle bir terbiye içinde ahlakının da zaman içinde güzelleşmesi beklenir. Ayrıca, imanı olgunlaşır, Allah korkusu ve sevgisi daha da güçlenir. 

İmam-ı Rabbani bir eserinde Mübarek Ramazan ayının çok şerefli olduğunu [9] yazmış. Ayrıca “Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer. Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir” demiş. Dikkate alınması gereken önemli sözler bunlar.

Ramazan ayı her halukarda çok kazançlı ve bereketli. Niye ? Çünkü, oruçlu kimsenin uyuması ibadet, oturması ibadet, kalkması ibadet de ondan. Toplum için de faydalıdır bu ay. Ramazan günleri genellikle sakin geçer. Kavga gürültü olmaz pek. Zira engeldir ramazan kötülüklere. 

Açılmıştır af, tevbe ve cennet kapıları ardına kadar. Cehennem kapıları ise kapalıdır. Şeytanlar zincire vurulmuştur bu ay. Nasıl kötülük olsun ki... 

Müminler bir ay boyunca Allah'ın Kuran'da bildirdiği emri uyguluyor ve oruç ile birlikte diğer ibadetlerini de yerine getirirken nefislerini terbiye etmiş oluyorlar. 

Ayrıca kişi, hayatının her alanında, Ramazan Ayı'nda aldığı bu özel terbiyenin nimetlerinden yararlanıyor. Çünkü nefsini terbiye etmiş, yani elindeki nimetlerin Allah'a ait olduğunu ve acizliğini de fark etmiş oluyor. Doğal olarak böyle bir insanın hayatında de birtakım olumlu değişikliklerin meydana gelmesi doğal. 

Örneğin, oruçla nefsini terbiye etmiş bir insanın dünya görüşü, olaylar karşısındaki tepkileri ve yorumları farklılaşabiliyor. Bu farklılaşma öncelikle kendisine, sonra da ailesine ve içinde yaşadığı topluma yansıyor. 

İftar yemekleri uzun zamandır görüşmemiş komşuların, akrabaların ve dostların birbirlerini ziyaretlerine vesile olur. Fakirlerin hatırlanmasına, onların da karnının doyurulmasına sebep olur. 

Akşama doğru trafikte, sokakta bir telaş. Evlere doğru, eller kollar dolu giden insanlar. Fırınların önünde bir yoğunluk, mis gibi Ramazan pidesi kokusu taşıyor caddeye. 

Annelerin becerikli ellerinde hemencecik hazırlanıyor iftar sofraları. Ramazan mükâfatıyla, ikramıyla, bereketiyle gelmiştir. Ama o sofralar da misafirsiz, fakirsiz olmaz. İşte beklenen misafirler de yavaş yavaş geliyorlar. Her şey hazır, sofra donanmış, nimetler çeşit çeşit. Ama kimse elini uzatmıyor, neden ? 

Seni durduran biri mi var ? Niyetin, Allah'a yönelişin o nimetleri yemene mani oluyor, sabrediyorsun. Şimdi tam da açın halinden anlamanın yeri. Yokluğun, susuzluğun ne demek olduğunu en bütün hücrelerinle fark etme anı. İftara az kalmış, dua zamanı...Başlar önde, dudaklar kıpır kıpır. Biliyorsun böyle vakitlerde duaların geri çevrilmeyeceğini. 

Ve özlenen ezan sesi nihayet duyuluyor. Minarelerin ışıkları yanıyor tüm görkemiyle. İlahi izin veriliyor oruç açmak için. Duayla, besmele birbirine karışıyor sofrada. Eller uzanıyor hurmaya, suya çorbaya. Evin büyüklerinde bir gülümseme, ailesini bir arada görmenin, sağlık ve huzur içinde bir ramazan daha geçirmenin hamdini yaşıyor içinden.

Yemekler bitti, şimdi de teravihe gidilecek. Teravih kılmak çok özel bir hazz verir oruç açmış gönüllere. Bu kadar nimeti veren, açken onu doyuran, bir oruç gününü daha ona lutfeden yaradana şükür halidir teravih. Kimi camide, kimi de evinde kılar. Ama cemaatle kılınır çokluk. Evde ailesiyle, misafirlerle bile olsa.

Hep aynı haz, aynı neşe, aynı düşünce egemendir. Hele de çocuklar...Onların kıkırdamaları, koşuşturmaları bile kuş cıvıltısı gibi gelir bu ayda. Ramazan daha yeni başlasa bile bir sonraki Ramazana ulaşmak içindir bütün dualar. 

Ramazan neden bu kadar sevilir ? Ramazan gelince neden içimizi bir sevinç kaplar. Bayramın müjdesi adeta bir ay boyunca gönlümüzü coşturur. Dillerde hep aynı nida, keşke her günümüz Ramazan gibi olsa..Keşke her müslüman aynı coşkuyu, aynı neşeyi, aynı sevinci duysa yüreğinde.

"Bu mübarek ayda bağışlanmayan kimseye yazıklar olsun !" denilmiş. İnsanı şok eden, sarsan ağır bir cümle bu. Fırsat günleri devam ediyor. Çok şükür ki ramazan daha, yeni başladı. 

Hamd olsun bizi bu günlere ulaştırana...Hoşgeldin evimize, beldemize, yurdumuza Ey Şehri Ramazan ! Gönlümüze, yüreğimize hoş geldin.

Bütün Müslümanların, ülkemizin, İslam Aleminin bu mübarek ayını kutluyorum. İnşallah bereketiyle geldi, hayırlarla yaşanacak. Bağışlanmamıza, kurtuluşumuza vesile olsun, dünyamıza da huzur ve barış getirsin İnşallah.


[1]Nitekim Enes b. Mâlik (r.a.)´dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber: "Bu aya ramazan isminin verilmesi günahları yaktığı içindir."(3) buyurmuştur.
[2] Yüce Allah, Bakara Suresi'nde, Ramazan Ayı ile ilgili şu şekilde buyurmaktadır: "Ramazan Ayı” İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kuran onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz." (Bakara Suresi, 185)
[3] (Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]
[4] (Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]
[5] (Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]
[6] Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizi]
[7] (Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]
[8] Allah, orucun farz olduğunu Bakara Suresi'nde "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız." (Bakara Suresi, 183) şeklinde bildiriyor.
[9] “Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur…” İmam-ı Rabbani