Sevgili
torunlarım,
Size en son 19 Ocakta
yazmışım. Üzerinden iki haftadan fazla zaman geçti. Bu
süre içinde birkaç defa Cumartesi Pazar nöbetlerimiz de oldu ama genellikle
hafta içi Salı-perşembe günleri İncek'teydik. Tabi ki de yatılı olarak. Bugüne kadar daima çocuklarımızın yanında
olmaya çalıştık. Bize ihtiyaç olduğunda da inşallah
hep olacağız.
Emekli insanların
birbirlerine selam sabahtan sonra "Nasılsınız, ne yapıyorsunuz? Hiç işte torun bakıyoruz" muhabbeti meşhurdur. Bizde de aynen böyle oldu tabi. Gençken hesap edilmeyen,
sonrasında da torunlarla birlikte hayatımızı dolduruveren emrivaki bir olgu bu.
Belki de yaşlanmanın işareti, kaçınılmaz sonuçlarından birisi. Eller
ayaklar tutar, henüz işe
yararken yapılabilen son görevlerden. Ama yüce Allah öyle bir sevgi vermiş ki zorluğu
varsa da önemsizleşiyor. Torun sevgisi adeta
ikinci bir bahar daha yaşatıyor
dedelere, nenelere.
Güne dönersek
"Torun bakma" denilen şeyin
elbette bazı zorluklarını biz de yaşıyoruz.
Bilhassa gidiş gelişler. Gölbaşı İncek arasında 25-30 kilometre mesafe var, ancak
aynı yol üzerinde değil. Dikmen kavşağından
ayrılan yoldan iki otobüs bir taksi üç vasıtayla gidip gelebiliyoruz. Hele de
apartmanlarına inen dar, dönemeçli ve dik yokuşlu yolları hiç mi hiç sevemedim. Selma hanım için bu yokuştan çıkıp otobüs durağına ulaşmak çok
zahmetli. Özellikle de kışın
kar yağdığında sürücüler için bile oldukça korkutucu.
Sağolsun Selma hanım illa bir şeyler yapıp götürmek istiyor. O yüzden her
seferinde ellerimiz çantalarla dolu gidiyoruz. Genellikle yemek yapıyor. Bazen
de poğça kurabiye gibi şeyler. İhtiyaç oldukça peynir,
tereyağı, et kurumundan aldığımız hazır inegöl köfteleri vb. şeyleri de taşıdık.
Bir ara pazardan aldıklarımızdan da götürmüştük. Ama sonra Ece hafta sonları bize geldiği için Pazar alışverişine onunla gittik. Sonra
da aldıklarımızı babası Ece'yle birlikte alıp götürür oldu. Hasılı neyimiz
varsa çocuklarımızla ve torunlarımızla paylaştık.
Bunları almak için
imkanları olmadığı için değil, vakitleri olup alamadıkları için yardımcı
oluyoruz. Oğlumuz da gelinimiz de
zahmet etmeyin deseler bile teşekkür
ede ede bitiremiyorlar. Çalışan
insanların çocuk büyütmeleri, hem de ikisi ikiz üç çocuk yetiştirmeleri hiç de kolay değil bunu görebiliyoruz. Günleri ev-kreş-işyerleri
arasında koşuşturmayla geçiyor. Çocuklar hasta olduğunda işleri
daha da zorlaşıyor.
Sibel doktor olmasına rağmen yemek konusunda oldukça zevkli ve becerikli. Ancak görüyoruz ki çoğu zaman evde yemek yapmaya fırsat bulamıyor. Görüyoruz alınan sebze meyveler bile bazen buzdolabında çürüyor. Üstlerine biz de üç gün onlardayız. Kahvaltı etmeden, yemek yenilmeden de olmuyor ki. Götürdüklerimizi yiyoruz hep birlikte. Selma hanım orada da gerektiğinde yemek yapıyor, mutfak toparlıyor. Bütün bunlar torun bakmanın doğal eklentileri oluyor elbette.
"Torun bakıyoruz"
desem de aslında ben daha çok konu mankeni olarak oradayım. Eğer bir torun bakma olayı varsa o da daha çok
nenneye ait. Bense çoklukla Selma hanımı götürüp getiren, ona eşlik eden, söyleneni yapan bir pozisyondayım.
Altlarını değiştiremem, oyun oynamayı oldum olası beceremem.
Zaten yapmaya çalıştığımda da illa bir sakarlık oluyor. Benim için en
zor geçen saatler anne babalarıyla birlikteyken tamamen devre dışı kalmamız. O kadar düşkünler ki onlara, aynı anda üçü birden kucaklarında
oturmak istiyorlar. Salondalarken onlarla rekabetimiz imkansız.
Salon tepeleme oyuncak
dolu. Ne kadar düzeltsek de anında dağılıyorlar
her yana. Bu arada televizyonda sürekli Baby TV izleniyor. Uyku zamanı yaklaştığında
da Cbeebies'de "Gece bahçesini" seyretmeyi seviyorlar. Onlar varken
normal tv kanallarını açmak, telefonlarımızla meşgul olmak, bilgisayara geçmek yok. Arada kaçak göçek bakabiliyoruz
ancak. Selma hanımın rahat sabah uykusu uyuyamaması onun en önemli sorunu. Çünkü
sabahın 7-7,5'unda uyanıp geliyorlar. Onlarla ilgilenmemiz gerekiyor ki anne
baba kahvaltı edebilsin, gitmek için hazırlanabilsinler. Saat 9-9,30'da
kucaklarında üç çocuk bir hay huy çıkıp gidiyorlar. Bunlar sabırla katlandığımız işin
zor yanları.
Yine de torunlarımı
kucağıma almayı, onlarla konuşup sevmeyi ise torun bakmadan saymıyorum. Kollarımı
açtığımda koşup
kucağıma sokulmaları, öpmem için yanaklarını uzatmaları,
"deddem!" diyerek sarılmaları benim için en büyük ödül.
Emeklemelerinden tay tay durmalarına, yürümelerinden koşmalarına kadar büyümelerinin her aşamasına şahid
olmanın ise herhangi bir bedeli yok. O yüzden benimkisine torun bakmaktan çok,
"torun sevme" nöbeti de denilebilir.
Ece iyiden abla kız
oldu. Kardeşlerine sarılması, onlardan
sevgiyle bahsetmesi dikkatimi çekiyor. Çok akıllı, bazen bizi hayretler içinde
bırakan konuşmaları var. Meselâ benim
pek hoşlanmadığım ancak onun ısrar ettiği hallerde "Dedeciğim seni çok seviyorum ama böyle istiyorum"
diyor. Öyle olunca da nasıl istiyorsa o oluyor tabi ki. 4,5 yaşındaki akranlarına karşılık bir hayli boylu. Neredeyse 6 yaşında ayakkabı ve kıyafetler giyiyor. Çok düzgün
kurala uygun konuşuyor. Ona baktıkça
gayriihtiyari "Sen ne zaman okula gideceksin?" sorusunu soruyorum. O
da "önce ana okulunu bitireceğim,
sonra da ilkokula gideceğim"
diyor. Bence annesi gibi resim ve matematiğe,
babası gibi mizaha yeteneği
var.
İkizler Ocak ayının 23'ünde
19 aylık oldular. İkisi de ayakta ve koşturuyorlar. Anne, baba, nenne, Ece, mama ve bitti
gibi kelimeleri zaten söylüyorlardı. Birbirlerine de "Eye" diyorlar
onu da anladık. İnci "dedde"
demeyi çözmüştü, geçtiğimiz hafta Selim de dede demeye başladı. Şu
farkla ki o biraz daha şeddeli
"Deddea!" diye söylüyor. Pek çok şeyi söylemeseler de biliyorlar. Konuşulanları anlıyor, resimli kitaplardan sorduklarımızı gösteriyorlar.
"Şunu getirir misin?"
dediğimizde getiriyor, "yapma!" dediğimizde duruyorlar.
Geçen hafta sonu bakıcı
kız Merve'nin sınavı olduğu için
Cuma günü Susurluk'tan doğru İnceğe
geldik. Birkaç gün önce Ece de İnci de hastalanmışlar, doktora gidilmiş ilaç
kullanmışlar. Biz geldiğimiz gece Selim de kustu, ateşi vardı. Gece saat 3'ten 6'ya kadar yüksek sesle
ağladı. Hep ayaktaydık. Ona da ilaç verildi. Neden
sonra sabah namazına doğru
uyudu. Ortam da sakinledi. Ama Cumartesi günü iyiydi. Ece'nin de kulak ağrısı geçmiş. Şimdi sadece ikizlerin burnu koyulaşmış şekilde akıyor.
Sevgili torunlarım,
Ocak ayında iki önemli şey gündemimizdeydi. Biri 2023 yılı ilk altı ayı için
alacağımız zam, diğeri
de Oğuzhan dayınız/amcanızın İstanbul'daki nişanı. Her ikisi de peş peşe sonuçlandı. %30 zam farkımızı ayın 27'sinde aldık,
nişanımız da
28'inde yapıldı. Şükür
ki böylece mutlu bir son yaşadık.
Zammımız pahalılık yaramızı tam kapatmadıysa da yine de bizi memnun etti. Nişanımızsa pek güzel geçti. Salon Fenerbahçe
orduevinin eklentisi güzel bir işletmeydi
ve yemekliydi. Hem istedik, hem yüzükleri taktık, hem de eğlence yapıldı. Adeta 100 kişilik küçük çapta düğün gibi geçti. Nişan
takılarımızı da bu arada vermiş
olduk. Allah tamamına erdirsin.
Nişana giderken önce Gerede'ye uğradık. Perşembe
gecesi orada kaldık. Cuma günü Aydın bizi İstanbul'a
götürdü. Yağız da bizimleydi.
Cumartesi günü Cüneyt'le birlikte Nazlı da YHT'le nişana geldiler. Aynı gün akşam da döndüler. Nazlı artık kendi başına yaşayan
bir genç kız havasında. Yağız da
da tam ergen halleri var. Gazete çıkaracakmış. Tanıdık bir çaba. Şimdilik
benim ve dayısının yolunu izliyor. Merakla bekliyorum. Para kazanmak için her
yolu deniyor. İnşallah hayırlı başlangıçlara yol açar.
Nişandan sonra İstanbul'dan
Pazartesi günü birkaç günlüğüne
Elif'le birlikte Susurluğa geçtik.
Evimizin elektriği ve doğalgazı bağlandığından artık rahatça kalabilirdik. Öyle de oldu. İlaveten Perşembe
günü bahçemizin bakımını yaptık ve ilaçladık. Hava güzeldi. Evde de akrabalar
kur'an okudular. Pide söyledim Allah kabul etsin yendi, içildi. Cuma günü
Ankara'ya yolculuğumuz başladı. Böylece de dönüp dolaşıp yine kürkçü dükkanına, yani mesaimize dönmüş olduk işte.
Bu arada Türkiye'nin seçim
gündemi giderek kızışıyor. Herhalde 14 mayısta
olacak. Gerçi şimdilik sadece Cumhurbaşkanımızın adaylığı belli. Diğerleri
daha bir aday belirleyip açıklayamadılar. Bu arada garip garip müdahaleler görüp
izliyoruz. Şimdiden suları bulandırmak,
bulanık suda avlanmak isteyenler var. Dilerim karışanı, çomak sokanı, provakatörü olmayan dürüst bir
yarış olur.
Dedeniz.