12 Eylül 2020 Cumartesi

12 Eylül 2020 Cumartesi 23:00 CORONA GÜNLERİ..............................Alarm ve darbe

Fırtına öncesi 

Sağlık bakanımız bugün bizi tam can evimizden vurdu. Söyledikleri çok önemli ve yürekten. Adeta fırtına öncesi sessizliği yırtan bir feryattı: "Bugün 56 can sevdiklerini geride bırakıp aramızdan ayrıldı. Birbirimizi korumak için sevdiklerimizi korumak zorundayız." 


Sayın bakan neden bunları, bu  avazda söylüyor ? Çünkü gidişat iyi değil. Tedbir almazsak, tedbirlere uymazsak daha çok canımız yanacak.

 

11 Eylül Türkiye Günlük Korona Tablosu son 24 saatte 1.671 kişinin daha virüs kaptığını gösteriyor. Diğer taraftan 1.117 kişinin Kovid-19 tedavisi tamamlanarak iyileşmiş. Aradaki fark 554. Dün 10 eylülde bu fark (1.512 - 1.219) 293 idi. Farkın bu şekilde iyileşme değil de hastalanma yönünde büyümesi hayra alamet değil.

 

Bu durum Eylülün ilk haftasından beri böyle. Daha önceki günler de dalgalı bir seyir izlemekle birlikte zaman zaman neredeyse 700'e yaklaşmıştı. 9 Eylülde (1.673 - 1.219) 454, 8 Eylülde (1.761 - 1.093) 668,  7 Eylülde (1.703 - 1.047) 656 , 6 Eylülde (1.578 - 1.013) 565, 5 Eylülde (1.673 - 984) 684, 4 Eylülde (1.612 - 1.021) 591,  3 Eylülde (1.642 - 1.211) 431, 2 Eylülde (1.596 - 947) 649 ve  1 Eylülde (1.572 - 1.003) 569. Bu sayılar toplam vaka ile toplam iyileşenler arasındaki farkı her geçen gün biraz daha büyütüyor.

 

Oysa toplam vaka ile toplam iyileşenler oranı Temmuzda %93'lere kadar yükselmişti. Bu orana Nisan ayı sonunda, %40,7 (48.886 / 120.204), Mayıs ayı sonunda %78,1 (127.973 / 163.942) lerden gelerek, Haziran ayı sonunda %87,9 (173.111 / 196.906) ye ve nihayet Temmuz ayı sonunda da %92,9 (214.565 / 230.873) gelerek ulaşmıştık. Oranın yeniden aşağıya doğru inişi Ağustos ayı sonunda önce %90,7 (244.926 / 270.133) a düşerek başladı. Bugün yani 11 Eylül itibariyle de %89,1 (256.524 / 288.126 ) oldu.

 

Bakan koca bu konuda "pandeminin başladığı aylarda alınan sıkı önlemler sayesinde vaka sayısını azaltmaya başladıklarını, kısıtlamaların tamamını katı bir şekilde sürdürmenin hiçbir ülke için mümkün olmadığını, Türkiye'de de haziran ayında "Kontrollü Sosyal Hayat" diyerek toplumsal ve çalışma hayatının sürdürülmesine izin veren bir tedbir dönemi başlatıldığını, kaydetti. Ancak alışkanlıklarımız, geleneklerimiz ve sosyokültürel yapımız, toplumsal ilişki ve sorumluluklarımızın bizleri 'kontrollü olmayan' bir sosyal hayatla yüz yüze getirdi. Bunun yansımalarını da hemen gördük. Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz, sıkı aile bağları ve sosyal ilişkileriyle öne çıkarken, tedbirlerin göz ardı edildiği ve dolayısıyla vaka artışının yüksek seyretmeye başladığı bölgeler olarak öne çıktı" şeklinde konuşuyor.

 

Kuşkusuz Türkiye salgın sürecinde güçlü sağlık altyapısı, tecrübeli ve özverili sağlık çalışanlarıyla başarılı bir sınav verdi. Türkiye erken başlanan etkili ilaç tedavileri ve etkili hastane bakımları sayesinde tedavi açısından en başarılı ülkeler arasına girdi. Bu sayede iyileşme oranı %90'lara çıktı, vefat oranları da %2 gibi oldukça düşük bir seviyede tutulabildi. Ayrıca Türkiye yerli üretim kapasitesiyle, tüm dünyanın malzeme ve ilaca erişimde zorluklar yaşadığı bir dönemde, 150'den fazla ülkeye tıbbi malzeme, ilaç ve hatta solunum cihazı yardımında bulundu.

 

Elbette bütün bunlarla gurur duyduk, duyuyoruz. Ancak kontrollü hayat tarzı ile neticede ağır hastalık ve can kayıplarının asgari seviyede tutulması gerekiyor. Zira koronavirüsün yol açtığı hastalığın aşısı ve kesin tedavisi henüz yok. Bu arada 10 Eylül'de Bakan Koca kulak verilmesi gereken başka bir uyarı daha yaptı: "Aktif hastaların yaş ortalaması 42. Yoğun bakım hastalarının yaş ortalaması ise 65. Virüsün sevdiklerimizi bizden ayırmaması için birlikte tedbirlere uymakta ısrar edelim" dedi.

 

Peki bunu nasıl yapacağız? Bunu ancak birlikte mücadele ile başarabiliriz. Gerçekten de virüsle etkin mücadele ancak hep birlikte aynı tedbirlere uymakla mümkün. Özellikle de büyüklerimizi koruma konusunda daha fazla hassasiyet ve çaba sarf etmeliyiz.


On iki Eylül

Bugün yapılan yaklaşık 100 bin (98.326) testte 1.509 yeni hasta tespit edilmiş.  48 kişi Kovid-19 nedeniyle hayatını kaybederken 1.207 kişi ise iyileşmiş. Vaka sayısı/Test sayısı oranı % 1,53 olmuş yani her 1000 kişide 15,3 kişi enfekte durumda. 


Vaka sayısı ile iyileşen kişi sayısı arasındaki fark bugün 302'ye düşerken (11 Eylülde 554 idi) toplam iyileşme oranı da (257.731/289.635) %89 olarak düne göre değişmemiş.

 

Diğer taraftan 12 Eylül itibariyle ağır hasta sayısı 1.241 görünüyor. Dün bu rakam 1.223, evvelsi gün 1.209 idi. Ağır hasta sayısı 9 Eylülde 1.181, 8 Eylülde 1.159, 7 Eylülde 1.118, 6 Eylülde 1.102, 5 Eylülde 1.091, 4 Eylülde 1.076, 3 Eylülde 1.041, 2 Eylülde 1.017, 1 Eylülde ise 991 olmuştu. Görüldüğü üzere Eylül ayı başından bu yana ağır hasta sayımızdaki artış devam ediyor. Öyle ki 12 günlük artış şimdiden %25,2'yi buldu.

 

40 yıl önce bu gün ülkemiz çok farklı bir konuda, siyasi açıdan bir "darbe" yaşamıştı. 12 Eylül Darbesi veya 1980 İhtilaliydi yaşanan. Atlantik ötesinde birilerinin "bizim çocuklar başardı!" dediği bir müdahaleydi. 12 Eylül 1980  Bayrak Harekâtı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği üçüncü ve son ihtilaldi. 


O gün bizim  için de unutulmazdı. Büyük kızımız Elif henüz yeni doğmuştu. Aile büyüklerimiz de bizdeydiler. Cuma günüydü ama sokağa çıkma yasağı olduğu için camiye bile gidememiştik. Ülke marşlarla dakka başı anonslarla bir karabasan altına girmiş gibiydi. Kenan Evren'in devlet başkanı olduğu bu dönemde, hükûmet görevden alınmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedilmiş, 1961 Anayasası kaldırılmış, Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askerî bir dönem başlamıştı.

 

Yaklaşık dokuz yıl süren bu dönemde 650.000 kişi gözaltına alınmış, 230.000 kişi askeri mahkemelerce yargılanmış, cezaevlerinde işkence sonucu 171 olmak üzere, yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetmiş, 50 kişi de idam edilmişti. Aradan 40 yıl geçti, unutulmadı ama Türkiye üzerinde gerek siyasette, gerek ekonomide ve gerekse sosyal hayatta çok derin izler bıraktı.


10 Eylül 2020 Perşembe

10 Eylül 2020 Perşembe 22:30 CORONA GÜNLERİ..............................İzmir, İzmir

İzmir'in kurtuluşu

Bugün Kurtuluş Savaşımızın başladığı ve bittiği yer olan İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 98. yıldönümü. Kentin 15 Mayıs 1919'da Yunan ordusu tarafından işgaliyle başlayan süreç 3 yıl 4 ay sürmüştü. 


İzmir'in Kurtuluşu, 26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz sonucu Türk ordusunun Yunan işgali altındaki İzmir'e 9 Eylül 1922'de girmesiyle gerçekleşmişti. İşte bu tarihi olay her yıl olduğu gibi bu yıl da coşku içinde anıldı. Kutlu olsun.  


26 Ağustos 1922'de başlatılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın son aşaması idi. Beş gün içinde kesin sonuç elde edilmiş ve Yunan ordusu mağlup edilmişti. 30 Ağustos'ta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!" emrini vermesi üzerine 2 Eylül'de Uşak'a girildi. Ardından Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde Yunanistan Küçük Asya Ordusu'nun başkomutanlığına getirilmiş olan General Nikolaos Trikupis tutsak edilmiş oldu.

 

Yunan birlikleri ve Rum siviller Anadolu'dan çekilirken Türk birlikleri de İzmir'e doğru hızla ilerlediler. 9 Eylül 1922 sabahı 2.nci ve 1.nci Süvari Fırkaları İzmire girdi. Sonrasında 5. Süvari Kolordu Komutanı Mirliva Fahrettin Paşa da birlikleriyle saat 10.00'da İzmir'deydi. Yüzbaşı Şerafettin Bey, yaralanmış olmasına rağmen Konağa girip balkona Türk bayrağını dikti. Hükümet Konağı'na bayrağın dikilmesinin hemen ardından Sarıkışla'ya ve Kadifekale'ye bayrak çekildi. Böylece İzmir'in işgalden kurtuluşu ilan edilmiş oldu.

 

Mürsel Paşa bir Fransız harp gemisi telsizi vasıtasıyla, İzmir'e girildiğini Ankara'ya bildirmişti. Belkahve'den tarihi günü izleyen başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Fevzi ve İsmet paşalar olduğu halde İzmir'e girdiler. Fahrettin Paşa ile doğruca Hükümet Konağı'na gittiler. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Konağın balkonundan, o meşhur; başarıyı millete mal eden kısa konuşmasını yaptı.


Bursa'nın kurtuluşu

Bugün corona günlerinin 185.nci günü. Artık evimize, Ankara'ya dönüyoruz. tobüsümüzde yalnızca 8 kişi var. Tedbirlere uygun seyahat ediyoruz. İki şoför bir muavin görevlerini en güzel şekilde yerine getiriyorlar. Keyfimiz yerinde, 3-4 numarada etrafı seyrede ede gidiyoruz. 


Yalnız bugünlerde Ankara lafı geçince hemen herkes "Aman Ankara çok fenaymış" diyor. Bu da bizim moralimizi bozuyor tabi. Ne yapalım, evimiz orada torunlarımızı da özledik. Gidince bir hafta on gün kendimize karantina uygulayacağız. Sonrasında bile zorunlu olmadıkça çıkmayız, çıktığımızda da tedbirli oluruz inşallah.

 

Bu kış salgınla birlikte yaşayacağız. Kaçacak yerimiz yok. Büyütüp virüsten önce kendimizi hasta etmenin alemi yok. En iyisi başka şeyler düşünmek. Yolda giderken pandemiyle ilgili düşünceleri zihnimden atmaya çalışıyorum. Mesela bugün 10 Eylül büyük kızımızın doğum günü. O bizim ilk göz ağrımızdı. 12 Eylül ihtilalinden iki gün önce doğmuştu. Onu düşünüyorum, meziyetlerini, ahlakını, ailemize düşkünlüğünü. Güzel siması, torunlarım gözlerimin önünde, dua ediyorum sessizce. 


Bu arada bakıyorum Bursa'dayız. Bursa da, 2 yıl, 2 ay 2 günlük işgalden sonra 10-11-12 Eylül 1922'de düşman elinden kurtarılmıştı. 9 Eylülde Orhaneli, 10 Eylülde Orhangazi, 11 Eylülde Bursa ve Gemlik, 12 Eylülde de Mudanya yeniden özgürlüğe kavuşmuştular. Anadolu içlerine ilerlemeye çalışan işgal güçleri, 20 Temmuz 1920 tarihinde Bursa’yı işgal etmişti. O gün Mustafa Kemal’in talimatıyla meclis kürsüsüne siyah bir örtü serildi. “Puşide-i Siyah” olarak bilinen bu örtü, Bursa düşman işgalinden kurtulana kadar orada kaldı. Bursa'da denetim aslında 10 Eylül gecesi sağlanmış ancak resmi tören sabah yapıldığı için kurtuluş günü olarak 11 Eylül biliniyor.

 

Araştırmacı Yazar Hacı Tonak'ın anlattıklarına göre: Batı’dan ilerleyen Yunan kuvvetleri, 20 Temmuz 1920 tarihinde Bursa’yı işgal ederler. Ardından Mudanya, Gemlik, İznik ve Orhangazi gibi ilçeler işgal edilir. İznik’te halk direnç gösterir ve bölge birkaç kez el değiştirir. Bölgede geçmiş dönemde Osmanlı Ordusu’nda görev yapmış fakat daha sonra Mustafa Kemal ve Ankara’ya bağlılıklarını bildirmiş, genç subaylardan oluşan milisler de vardır. Gemlik ve Mudanya’da ise İngiliz varlığı mevcuttur. Gemlik’te bölgenin ünlü isimlerinden Dr. Ziya Kaya önderliğinde toplanan halk, sahil kısmına yerleştirdikleri patlayıcıları işgalcilere karşı tehdit olarak kullanırlar. Dr. Ziya Kaya İngilizlere, eğer işgal gerçekleşmeye başlarsa Gemlik’i teslim etmek yerine yakıp yıkacakalarını haber verir.


Sakarya Muharebesi’nin ardından işgal birlikleri daha fazla ilerleyemeyeceklerini anlamışlardır. Zaten 30 Ağustos 1920 tarihinde zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz’da da işgal kuvvetleri’nin askeri varlığı tamamıyla çökmüştür. Geri çekilmenin başlaması ile 3. Kolordu kuzeyden, Kocaeli grubu ise Güney Doğudan Bursa’ya ilerlemeye başlarlar. 3. Kolordu 6 Eylül’de Yenişehir ve İnegöl’ü kurtarır. Yunan ordusunun Bursa İnegöl arasındaki Kazancı Yokuşu’nda mevzileri vardır. O direnç de kırılır. Aksu köyü çatışma yerlerinden biridir. Hacivat Köprüsü civarında şehit olan askerlerimiz, bu gün Tophane’deki şehitlikte yatmaktalar.


3. Kolordu, 10 Eylül gecesi Bursa’da denetimi ele geçirir. Ancak bu arada Irgandı Köprüsü, düşman bombardımanı ile yıkılmış, Fransız görevlilerin çabasıyla Yunan askerlerinin kenti yakıp yıkması engellenmeye çalışılmıştır. Aynı gece, dağda fırsat kollayan milisler inerler. Yunan ordusu Mudanya, Karacabey yönünde çekilmiştir. Belediyede saat 23:00, 00:00 arası bir bayrak töreni düzenlenir. O saatlerde de 3. Kolordu Süvari Alayı’ndan Yüzbaşı Rüştü (Dinçer) Bey de şehre girer. Ortaya çıkabilecek asayiş sorununa karşı önlem alınır ve resmi tören 11 Eylül sabah 8:20’de belediye binasına bayrak çekilmesiyle yapılır.


Artık Bursa ile birlikte Gemlik de kurtulmuştur. İşgal kuvvetleri Mudanya istikametinde çekilirler. 11 Eylül gecesi Mudanya’da şiddetli çatışmalar yaşanır. Aslında o çatışmaların amacı Mudanya’ya çekilişi güvence altına almaktır. Ama bir defa düzen kaybedilmiştir. Türk ordusu bir an bile Yunan askerlerinin hat oluşturmasına fırsat vermez. Gece Mudanya’ya girilir ve 12 Eylül’de de kurtulur. 14 Eylül’de Mustafakemalpaşa ile yakılıp yıkılmış bir köy olarak Karacabey de kurtulur. Böylece 14 Eylül’de Bursa’nın kurtuluşu tamamlanmış olur.”


9 Eylül 2020 Çarşamba

09 Eylül 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı178..................................Bir gazete haberi

Bir gazete haberi

Aziz dost, Bir önceki mektubumu 5 Eylül 2027 etkinlikleri için geldiğim Susurluk’tan yazmıştım. Mektup dediysem eskisi gibi değil tabi ki. Bu mektupların ne zarfı var ne de pulu. Kâğıda kaleme de ihtiyaç yok. Dijital ortamda, sanal kâğıda yazılıp, yine internetin sihirli bulutlarına bir tıkla gönderiliyor. Öyle bekleme felan da yok, bir iki saniye sonra alıcısının posta kutusuna düşüveriyor. Sen de bilirsin bu işleri ya, ama yine de hayretimi gizleyemiyorum. “Nerede o eski mektuplar, ne oldu kalem kâğıda,  niçin göremez olduk pullu zarfları?” demeyeceğim kızma. Fakat postacıların yerini çokluk kargocular aldı farkında mısın? Onlar da ya sipariş getiriyorlar ya da poşete konmuş evrak. Olsun, her dönemin farklı güzellikleri var değil mi? Bizim neslimiz 50-60 yıl içinde çok fazla şey gördü, yaşadı. Dünya da ülkemiz de eskiye göre çok çok değişti. 

Bugün ah vah etmenin hiç bir manası yok. "Eskiye rağbet itibar olsa bitpazarına nur yağardı" demişler, çok doğru. Biz önümüze bakalım, şimdi sana bu mailimin ekinde bir gazete kupürü gönderiyorum. Haftalık REİS gazetesinde yayınlanan bir haber. Tabi o da elektronik ortamda. Susurluk 5 Eylül kutlamaları sırasında Belediye Başkanının konuşması. Okursan anlayacaksın Susurluğun yedi yılda nasıl değişip geliştiğini. Buraya geldiğimiz akşam eski dostlar biraz anlatmıştı. Gelirken yolda gördüklerim de bana yetmişti zaten. Başkan konuşmasında öyle şeyler anlattı, öyle şeyler söyledi ki, inan sen bile bu kadarını hayal edememiştin. Ama dur, sana önce 5 Eylül etkinliğinde gördüklerimi aktarmaya çalışayım. Bilirsin eskiden 5 Eylüller parkın karşısında Kaymakamlığın önünde yapılırdı. Şimdi de orada ama kaymakamlık çok güzel bir bina olmuş. Önündeki yol da geniş bir bulvara dönüştürülmüş. Çınar ağaçlarını korumuşlar. Parkın girişiyle birlikte şimdi orası küçük şirin bir meydan. Kaymakamla da tanıştım. Genç, güleç yüzlü, idealist ve çalışkan biri. Belediye Başkanıyla da iyi bir ikili olmuşlar. 

5 Eylül etkinlikleri Susurluk parkının her köşesini renklendirip hareketlendirmiş. Sergiler, hediyelik eşya stantları, konserler, imza günleri, spor yarışmaları ve daha pek çok şey. Park bana sanki eski günlerine dönmüş gibi geldi. Ulu ağaçlar var, her taraf çiçek ve çim. Çay bahçeleri çoluk çocuk dolu. Bilirsin Susurluk halkı parkı sever, orada zaman geçirmeyi de. Kurtuluş korteji çok renkliydi. Süslenmiş açık kasalı kamyon, kamyonet ve traktörlerle yapıldı. Kortejden geçmeyen ağır araçlar için parkın yan tarafındaki cadde boydan boya fuar alanı gibi düzenlenmiş. Kortej epey uzundu, müzik eşliğinde ağır ağır geçerken üstündeki esnaf ve gençler halka yine eskisi gibi hediyeler attılar. Arada eski boyalı at arabaları da geçti. En çok alkış alan kortej ise Susurluk’ta yetişen rahvan atlar ve müzisyenler bandosu oldu. Bando ayrıca törende mini bir konser verdi. Doğrusu onları seyrederken hem güldüm hem ağladım. Ne bileyim yaşadığım duygu yoğunluğundan olsa gerek gözyaşlarımı tutamadım işte. Yapılan törende kürsüye önce Belediye başkanı çıktı. İlişikte gönderdiğim konuşmasını dikkatlice oku. Sıkı dur, çünkü çok şaşıracaksın söylediklerine. Akıcı ve dolu dolu bir konuşma. Ama aynı zamanda şunu da söyleyebilirim ki bu sözleri söyleyen kişi senin pek önem verdiğin inanmış, kararlı ve samimi biriydi. Sanki seneler sonra tam da duymak istediklerini anlatıyordu:

   “Sayın Kaymakamım, değerli misafirler, sevgili Susurluklular. Bugün Susurluğun kurtuluşunun 105.nci yılı. Hatırlıyorum, 2022’de yine böyle bir araya geldiğimizde moralimiz pek iyi değildi. Geleceğe dair umudumuzu yitirmiş gibiydik. Şevksiz ve isteksiz başladığımız Stratejik Plan yolculuğunun bize yeni ufuklar açabileceğinden açıkçası şüpheliydik. Yarınımızın ne olacağını, nereye gittiğimizi bilmez durumdaydık. Buna rağmen yüzümüzü geleceğe çevirip harekete geçtik. “Ayağa kalk Susurluk! Gelecek ellerinde” diyerek çağrımızı Susurluğa duyurduk. “Bismillah” diyerek başladığımız o yürüyüş işte bizi bu günlere eriştirdi. Allaha hamd olsun. Önce elimizde ne olup olmadığını gözden geçirdik. Sonra da ne yapabileceğimizi. Kâğıt üzerinde aldığımız her mesafe cesaretimizi arttırdı. Bir avuç insan davranıp yürümeye devam ettik. Çok zorluk çektik, özellikle de birlik beraberliği sağlama noktasında. Ama şurası bir gerçek ki lokomotif nereye giderse vagonlar da oraya gidiyor. Sonunda başardık; Kaymakamımızın liderliğinde, Ticaret odası, Borsa, Siyasi partiler, Sivil toplum kuruluşları ve bir avuç gönüllü Kent Konseyinde bir araya geldik. Sonunda, geç te olsa bir plan yapabildik. Çok iyi hatırlıyorum Cumhuriyetimizin 100. Yılında yine böyle bir 5 Eylül günü Stratejik Planımız elektronik ortamda yayınlanmıştı. Bugün planımızın 4.üncü uygulama yılı. Ülkemiz 2023 hedeflerini geride bıraktı, 2053 vizyonuna odaklanmış durumda. Biz de çok çalıştık, Rabbim de önümüzü açtı.
            Önce Üniversite kampüsümüze kavuştuk. Şimdi iki fakülte 2 yüksekokulumuz var. Yakında bir de Türk müziği konservatuvarımız olacak inşallah. Deremiz Susurluk boyunca ıslah edilip yüksek taş duvarlarla kontrol altına alındı. Susurluğu boydan boya kat eden atık su kolektörümüz artık deremizin kirlenmesini engelliyor. Çocuklarımız, gençlerimiz eskiden olduğu gibi bu derede yüzebiliyor, balık tutabiliyorlar. Geçtiğimiz yıl eski panayır yerinden fabrika altına kadar dere boyu tümüyle kamulaştırılarak bölgenin en güzel millet parklarından birine sahip olduk. Çok yakında koca derede sandallarla gezinti yapabileceğiz. Yörsan ve Şeker fabrikası halkımızın elini taşın altına koyması ve yeni yatırımcılar sayesinde adeta küllerinden yeniden doğuyorlar. Bu arada İstanbul sanayisinden bir gurup yatırımcı Ömerköy’deki OSB’mizi hayata geçirmek üzereler. Sağ olsun Büyükşehir’imiz alt yapısını yaptı, şimdi sıra 3 fabrika 4 tesis olmak üzere 2000 kişilik yeni istihdam kapısının açılmasına geldi. Plana göre 2029 yılında OSB’miz tam kapasite çalışmaya başlayacak inşallah. Şimdiden Endüstri Meslek Lisemiz ve Meslek Yüksek Okulumuz iş garantisi ile onlara eleman yetiştirmeye çalışıyor. Susurluk inançla istedi, çalıştı, Cenab ı Allah da veriyor çok şükür. Bakınız Bandırma’dan bu yöne doğru yatırımcı akışı yaşadık son üç yıl içinde. Okçugöl-Yahyaköy arasında kurulan lojistik bölge de bu süreçte ortaya çıktı. Şu anda orada en az 1500 kişi istihdam edilmiş durumda. Tepelerimiz, boş yamaçlarımız daha fazla rüzgârgülü ve güneş paneliyle donandı. Üç yıldan beri kendi elektriğimizi kendimiz üretip kullanır olduk. Sadece bu sektörün Susurluğa yıllık katkısı 200 milyar lira. Kepekler ve Yıldız’daki jeotermal su kaynağının konutların ısınmasında kullanılması için proje çalışmaları son aşamada. 5 pilot köyümüzde uygulanan biyoenerji üretim tesisleri, artan hayvancılık faaliyetleri sayesinde o köylerin gaz ihtiyacını karşılayabilir duruma geldi. Demirkapı civarındaki bor rezervi, önce vatana kadar devam eden Sultançayır taşı ve Çatal dağdan çıkarılan granit kaynağımız için şu ana kadar 5 tesis ve işletme ruhsat almış durumda. İki yıl içinde üretim başlamış olacak. Size bir müjde daha vereyim; sağ olsun Sayın Cumhurbaşkanımız Susurluğa bir yüksek teknoloji tesisi söz verdi. Onun da yer seçimi ve planları yapılıyor şu anda.

Bütün bu yoğun süreç içinde bizim yaptığımız ise “Stratejik Plan çerçevesinde Susurluğun değişim ve dönüşümüne çalışmak” oldu.  Değerlerimize bağlı kalarak ve ilkeli davranarak “Planlı kalkınmayı başaran, gelişmiş bir Susurluk” vizyonumuza ulaşmaya gayret ettik. Bu yolculuk sırasında Susurluk nüfusu ilk üç yıl içinde 50 bini aştı. Köylerimiz her geçen gün büyük şehirlerden dönüş yapan insanlarla şenleniyor. Dışarda yaşayan Susurluklu yetişmiş insan gücümüz de yavaş yavaş geri dönüp kalkınmamıza destek verir hale geldi. Girişimci gençlerimizin tarım ve hayvancılık sektöründeki çabaları nihayet ürün vermeye başladı. Sera ürünlerimiz, yaş meyve ve sebzemiz kurulan soğuk hava ve paketleme tesisleri vasıtasıyla anında pazar bulup değeriyle işlem görebiliyor. Dondurulmuş ve kuru gıda ürünlerimiz artık dış pazarlarda. Gençlerimiz ve kadınlarımız internet üzerinden satış yapmanın bilincine vardı. Bu alanda oluşan yeni Pazar payı ve katma değer Susurluk ekonomisine adeta bir sıçrama yaptırmış durumda. Susurluğumuz, içerdiği doğal güzellikler, termal ve butik tarzı konaklama tesisleriyle her geçen gün daha fazla turist ağırlıyor. İki yıl önce başlattığımız “Kendin topla, kendin pişir, kendin ye” sloganlı kampanyamız için değişik illerden tur teklifleri alıyoruz. Şu sıralarda Belediye olarak bu misafirleri taleplerine göre köylerimizde gezdirecek, ağırlayacak ve eğlendirecek kombin çalışmalarla meşgulüz. Burası Susurluk. Burası iyi ve güzel insanların yaşadığı yer. İnsana değer verilen, şehrinin özenle korunup geliştirildiği, ama illa ki “önce vatan!” denilen yer. Misafirperverliğimiz herkese, her yolcuya yetecek cömertlikte. Buraya gelen misafir tabi ki meşhur köpüklü ayranımızı içecek, tabi ki özel peynirli tostumuzu yiyecek. Mümkünse kuzu kokorecimizden tadacak. Yeter mi, hayır. Buradan geçen her yolcu bizim için aziz birer misafirdir. Elbette dinlenecek, gezecek, yiyecek, içecek. Ama giderken de bagajı; etimiz sucuğumuzla, lorumuz peynirimizle, domatesimiz biberimizle, fasulyemiz nohutumuzla dolacak. Kadınlarımızın göz nuru el işlerini de Susurluk hatırası olarak yanlarında götürecekler. Buradan ayrıldıklarında kalpleri bizde kalacak. “Bir gün yine mutlaka” diyerek gidecekler.

Planımız çerçevesinde son üç yıl içinde kentsel dönüşüm hazırlıklarımızı tamamladık. Öyle zannediyorum ki önümüzdeki plan dönemi sonunda nüfusumuz 70 bin dolayında olacak. Bu sebeple, sadece artan nüfusa yeni konut alanları açmak değil, şehrimizin alt ve üst yapısını da muhtemel bir deprem afeti karşısında sağlam bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyoruz. İşimiz çok, yolumuz uzun. Nefesimizi ve enerjimizi iyi ayarlamamız gerekiyor. Şehrin yol, su, kanalizasyon, doğalgaz ve diğer temel hizmetlerini en az 100 bin nüfusa göre planlayıp yenilemeliyiz. Susurluk kendi nüfusunun da üstünde bir kentsel hizmet kapasitesine sahip olmalı. Yolcu misafirlerimiz hariç şu anda sadece üniversite öğrencisi olarak aramızda 2500 genç yaşıyor. Bunların da barınma, sosyal ve manevi yönden ihtiyaçlarını karşılamak üzere çalışıyoruz. Bu güne kadar iki yurt yapıldı, millet parkında gezinti yerleri ve cafelerde vakit geçirebiliyorlar. Allah nasip ederse en az 10 bin eserlik güzel bir şehir kütüphanesi planlanıyor. Muhtemelen 2029 yılında Millet parkında hizmete açılabilecek. Aynı binada bölgenin en büyük kongre ve konferans salonu da olacak. 17 Eylül üniversitemizin ve Hukuk fakültemizin de katkısıyla 2030’dan itibaren ulusal ve uluslararası Hukuk kongrelerinin burada, yani “Hukuk ve adaletin kalbi Susurluk”ta yapılmasını istiyoruz.

 Sayın Kaymakamım, değerli misafirler. Sizlere çaylak mesire yeri, Gürece göleti ve Çataldağ’ı içeren Doğal Milli Park projesinden bahsetmek isterdim. Nostaljik tahta masa sandalye ve at arabası imalatından, sevgili süpürge imalatçısı kardeşlerimiz için açılacak olan atölye-satış yerinden de. Ancak heyecanımı mazur görün burada noktayı koymam gerekiyor. Yalnız size son bir müjdeyi de vermeden edemeyeceğim. Biliyorsunuz eski 5 Eylül ilkokulunun yerine çok güzel, sağlam bir okul yapıldı. Eski inebey binası da korumaya alınmıştı. Uzun süren çabalar sonucu bu binanın da Susurluğun tek ve özel etnografya müzesi olarak değerlendirilmesi onaylandı. Şimdi kendini bu işe vakfetmiş çok değerli bir hocamızın da desteğiyle obje toplanmasına başlandı. İnşallah önümüzdeki yıl onu da Susurluk kültürüne kazandırmış olacağız. Bugün 5 Eylül, kurtuluşumuz kutlu olsun. Kurtuluş savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve aziz şehitlerimizi şükran ve minnetle anıyoruz. Onlar kurtuluşumuzu canlarını ortaya koyarak sağladılar. Ancak her neslin kurtuluş mücadelesi farklı. Bizim de Susurluğumuzu geri kalmaktan kurtarma ve kalkınma mücadelemiz sürüyor. Çok şeyler başardık, hamd olsun. Ancak yürüyüşümüz devam ediyor. Şairin dediği gibi“ Sen bir devsin/Yükü ağırdır devin/ Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”diyor hepinize saygılar sunuyorum.”

yyalcin3@gmail.com


8 Eylül 2020 Salı

08 Eylül 2020 Pazartesi 15:30 CORONA GÜNLERİ...............................Sayıların dili

Sayılar ne söylüyor?

Son bir hafta içinde test sayımız 100 bin seviyesine çıktı. Hatta 4 Eylül günü şimdiye kadar yapılmış en yüksek sayıya 117.113'e ulaşıldı. Bu sayı 1 Eylülde  109.443, 2 Eylülde  107.927, 3 Eylülde  110.225, 5 Eylülde  99.497 olmuştu. Bugün de 96.842 olarak açıklandı. Ayın ilk haftası vaka sayıları da yüksekti. Bu rakamlar 1 Eylülde  1.572, 2 Eylülde  1.596, 3 Eylülde  1.642, 4 Eylülde  1.612,5 Eylülde  1.673 idi. Bugün de 6 Eylül itibariyle 1.578 olarak duyuruldu. 

 

Bana göre önemli bir gösterge olan vaka sayısı/Test sayısı oranlarına baktığımızda ise: 1 Eylülde %1,44, 2 Eylülde  %1,48, 3 Eylülde  %1,49, 4 Eylülde  %1,38,5 Eylülde %1,68, bugün de %1,63 olarak gerçekleşmiş bulunuyor. Bu şu demek: bu günlerde test yapılan her 1000 kişiden 14 ila 17'si pozitif çıkmış.  Hatırlayacaksınız Haziran ayında her gün 50 bin civarında test yapılıyordu. O günlerde 1400 vaka sayısı % 2,8, 1500 vaka sayısı %3,0 ve 1600 vaka sayısı ise %3,2 oranını işaret ediyordu. Yani üç ay önce test yapılan her 1000 kişinin yaklaşık 28 ila 32'si pozitif çıkmıştı.


Peki burada sayılar bize ne söylüyor: "Evet vakalar 1000 seviyesinin altından tekrar 1600'ün üzerine çıktı, bu doğru. Ancak test sayıları da iki kat artmış görünüyor. Dolayısıyla vaka sayısı/Test sayısı oranına bakacak olursak şu anda çok da kötü durumda sayılmayız. Ancak, artışın devam etmesi endişelenmemize ve tedbirlerin sıkılaştırılması beklentilerinin artmasına sebep oluyor. 


Aktif hasta sayımız artmaya devam ediyor. Ağır hasta sayımız da öyle. İyileşen hasta sayımız ise maalesef yeni hasta sayımızın altında seyrediyor. Günlük hasta sayısı en çok artan illerimiz; Van, Karaman, Erzincan, Çankırı ve Kayseri. Ağır hasta sayısı en çok olan illerimiz ise; İstanbul, Ankara, Konya, Erzurum ve Yozgat. Bu hafta en çok hasta bulunan beş ilimizde pnömoni oranları da şöyleydi: Ankara: %4.7, İstanbul: %4.61, Konya: %8.78, Kayseri: %6.49 ve Diyarbakır: %8,37.

 

Sağlık bakanımızın bu hafta en fazla tekrarladığı uyarılar: "Sevdiklerimizi korumak için tedbirlere uymak zorundayız. Bu her birimiz için kimsenin bizi zorlamadan uymamız gereken bir ödevdir. Birlik olmalıyız. Ancak birlikte mücadele ederek virüsü yenebiliriz. Dönem mücadele ve tedbirde güç birliği dönemi. Güç tedbirde, gücümüz birlikte tedbirlere uymakta" oldu.


Aklım ne söylüyor?

Dünyanın diğer ülkeleriyle birlikte ülkemizde de yaşanan koronavirüs pandemisinde ilk vakadan bu yana geçen toplam 182 günde tam 6.730 vatandaşımızı yitirdik. 


7 Eylül itibariyle yapılan 103.925 test sonucu 1.703 kişi pozitif çıkmış, 57 hasta vefat ederken 1.047 kişi de iyileşmiş. Böylece tedavisi tamamlanıp taburcu olanların sayısı da 252.152'ye çıkmış durumda. Toplam test sayısı 7.883.464, vaka sayısı da 281.509'a ulaşmış görünüyor. Bu arada aktif hasta sayısı 22.627, ağır hasta olanlar 1.118, zatürre olmuş hasta oranı ise yüzde 7,6 seviyesinde.

 

Bu rakamları analiz edersek: öncelikle test sayısının nüfusumuzun %9,5'na ulaştığını söylememiz gerekiyor. Şu ana kadar gerçekleşen vaka sayısı/Test sayısı oranı ise ortalama %3,6 olarak görünüyor. Yani testi yapılan her bin kişiden 36'sı pozitif çıkmış. Ya da ülke nüfusumuza oranlarsak her 1 milyon kişiden 3.392'si kovid olmuş durumda. Öte yandan vakaların ortalama %89,6'sı iyileşmiş, %2,4'ü vefat etmiş. Geriye kalan %8'i de halen tedavi görmekte.  


Vaka sayıları yeniden tırmanışa geçti; doğru. 1500'leri geride bıraktık 1600'leri de aştık artık 1700'leri görmüş durumdayız; doğru. Yeniden her gün 50'nin üzerinde can kaybımız var; doğru. Ağır hasta sayımız yine 1000'in üzerinde; doğru. Zatürre oranı yavaş da olsa artık %7,5'ğun üstünü zorluyor. Maalesef bu da doğru.


7 Eylül itibariyle 1 milyon kişi başına vaka sayımız 3.392 olmuş. Bu rakam 6 Eylül itibariyle 3.371, 3 eylül itibariyle da 3.287 idi. Dünya genelinde ise 1 milyon kişi başına vaka sayısı bugün itibariyle 3.498, 3 Eylül itibariyle ise 3.353 idi. Bu rakamların karşılaştırılmasından da şu çıkıyor. 3 Eylülde  66 kişi olan 1 milyon kişi başına vaka sayısı farkı 7 Eylülde 106 kişiye çıkmış. Yani tüm dünyadaki vakalar nüfusa göre bizden daha fazla artıyor. 


Bu küçük tahlil salgında bizim dünya ile değil kendi kendimizle yarıştığımızı gösteriyor. Cumhurbaşkanımızın son konuşmasında ortaya koyduğu hedefler de bunun açık örneği: En kısa sürede vaka sayısını 100'ün altına, vefat sayısını 0'a indirmek. Özellikle de soğuk algınlığı ve grip mevsimi yaklaşırken bu hedefin önemi büyük. 


Hükümet ne yapıyor?

Bana öyle geliyor ki hükümet bizi sayılarla, uyarılarla, il bazında yapılan uygulamalarla yeniden yaşanması kuvvetle muhtemel zor günlere hazırlıyor. Salgın küresel, en az 80 önde gelen ülke bizden çok çok daha kötü bir durumda. Anlaşılıyor ki bu pandeminin aşısı ilacı gecikecek. En azından kitlesel üretim ve yaygın uygulama bir yıldan önce zor gibi.


Evet biz daha iyiyiz. Evet sosyal güvenlik ve sağlık sistemimiz sağlam. Evet tedavide başarılıyız. Ama bütün bunlar bile kişisel tedbirin gücüne ulaşamıyor. Üstelik çok daha ucuz, kolay ve etkili. Hükümet yetkilileri de asıl gücümüzün tedbirde olduğunu sürekli tekrarlıyorlar. Birlikte tedbirlere uyarsak inşallah sonunda yenilen virüs kazanan da biz olacağız. Tedbirlere birlikte uyarak ancak başarılı olabiliriz. 


Sağlık ordumuz elinden gelenin en iyisini yapıyor. Sağlam bir sağlık sistemimiz ve altyapımız var. Bakan Koca'nın yaptığı açıklamaya göre; Türkiye genelinde yatak doluluk oranı yüzde 51, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 68, solunum cihazı doluluk oranı yüzde 31. Bu dönemde 6 ile daha; Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak ve Mardin’e yeni hastane açılacakmış. Bunlardan 3'ü şehir hastanesi statüsünde, diğer 3'ü de 500 yataklı hastaneler. 


Bilgilenme konusunda da herhangi bir sorun yaşamıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı uzman ekibi tarafından her gün yeni vaka, ağır hasta, iyileşenler, günlük test ve vefat sayıları çıkarılıyor. Sağlık Bakanı Fahretttin Koca tarafından sosyal medya platformu Twitter'de ve Bilim Kurulu Toplantısı yapılan günlerde de televizyonlarda canlı yayınla güncel tablolar halinde duyuruluyor. 


Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, son günlerdeki bir paylaşımında, "Günlük en çok hasta görülen ilimiz Ankara. Son haftada günlük hasta sayısı en çok artan illerimiz; Van, Karaman, Erzincan, Çankırı ve Kayseri. Ağır hasta sayısı en çok olan illerimiz ise; İstanbul, Ankara, Konya, Erzurum ve Yozgat. En çok hasta bulunan beş ilimizde pnömoni oranları; Ankara: %4.7, İstanbul: %4.61, Konya: %8.78, Kayseri: %6.49, Diyarbakır: %8.37.  Türkiye genelinde son bir haftada zatürre oranı artan ilimiz olmadı. Ağır hasta sayısı ise halen yükselmeye devam ediyor" dedi. Bu bilgiler hükümetin tün yurda odaklandığını ve mücadelede daha yerel çalışacağını gösteriyor.


Toplamda 8 milyona yakın test yaptıklarını ifade eden bakan: "Bugün aktif hasta sayımıza 546 kişi daha eklendi. Kaybettiğimiz hasta sayımız toplamda 7.000’e yakın. Can kayıplarımızın üzüntüsünü sözcükler de rakamlar da ifade edemez. Aktif hasta ve ağır hasta sayımızda artış devam ediyor. Bu durum kaybettiğimiz canların sayısını da artırıyor. Kayıplarımızın ve ağır hastalarımızın sayısını azaltacak olan da bitirecek olan da tedbirlere tam uyumdur. Mücadeleyi ancak hep birlikte yürütürsek başarabiliriz.Tedbirlere uymada gevşek olamayız. Güç tedbirde. Sevdiklerimizi korumak için tedbirlere uymak zorundayız. Bu zorunluluk her birimiz için kimsenin bizi zorlamadan uymamız gereken bir ödevdir.  Gücümüz tedbir almaya ve sevdiklerimizi korumaya yeter" dedi. 


Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmalarında sürekli uyarıyor. Salgında günlük vaka ve vefat sayılarındaki artışa dikkati çeken Erdoğan, koronavirüs ile mücadele kapsamında denetimlerin artırılacağını, toplu taşımada ayakta yolcu alınmasına kesinlikle müsaade edilmeyeceğini ve maske kullanımı başta olmak üzere kurallara uymayanlara kesilen cezaların da muhakkak tahsil edileceğini vurguluyor


Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısı sonrası açıklamalarda bulunan Erdoğan, şunları söyledi: "Türkiye hem sağlık altyapısının gücü hem de aldığımız tedbirler sayesinde oldukça iyi bir noktada bulunuyor. Ancak mevcut durum bizim için kabul edilebilir değildir. Vaka ve vefat sayılarındaki kısmi yükselişten derin üzüntü duyuyoruz. Kafe ve restoranlar kurallara uygunluk bakımından çok daha sıkı şekilde denetlenecektir. Toplu taşımada tüm illerimizde ayakta yolcu alınmasına kesinlikle müsaade edilmeyecek. Riskli illerde il hıfzıssıhha kurulu kararıyla kapasite sınırlamasına gidilebilecek. Maske kullanımı başta olmak üzere kurallara uymayanlara kesilen cezalar muhakkak tahsil edilecek. Esnek ve kademeli mesai usullerinin yaygın şekilde tatbiki sağlanacaktır. Şeffaf şekilde yürüttüğümüz bu sürecin başarısı vatandaşlarımızın vereceği desteğe bağlıdır. Kalabalık etkinliklerden uzak durmadığımız, sokakta, işyerinde hatta evde belirlenen kurallara uymadığımız sürece ne açtığımız hastaneler ne cezai tedbirler tek başına bizi virüsten koruyabilir. Daha iyi bir çözüm bulunana kadar hayatımızı temizlik, maske, mesafe tedbirlerine göre yeniden düzenlemeliyiz. Sonbaharın yaklaşmasıyla birlikte soğuk algınlığı ve grip gibi mevsim hastalıklarının yükü üzerimize binmeden günlük vaka sayılarını yüzün altına, vefat sayılarını mümkünse sıfıra indirmeliyiz.


Öte yandan eğitim alanında ABD örneğinin endişe verici olduğunu belirten bazı uzmanlar, çocuklarda vaka artışı olabileceğine dikkat çekerek okulların açılmasının oluşturacağı riske dikkat çekiyorlar. Cumhurbaşkanı bu konuda da şunları söylüyor: "Uzaktan eğitim sistemimizi en iyi şekilde idame ettirdik. Yeni dönemde eğitim öğretime salgın şartlarını dikkate alarak hem yüz yüze hem uzaktan eğitimi birlikte gerçekleştireceğimiz bir sistemle devam edeceğiz. Ailelerin tercihine göre okul öncesi ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerinden başlayarak okullarımızı eğitim öğretime açıyoruz. Bu uygulama salgının seyrine göre şehirlerimizde farklılık gösterebilecek. Çocuklarımızın eğitim öğretim hayatlarının aksamadan devam etmesi tek gayemizdir."