10 Ekim 2020 Cumartesi

10 Ekim 2020 Cumartesi 22:00 CORONA GÜNLERİ...............................Dünyada salgının seyri

Dördüncü dalga

Dünya salgında 4.ncü dalgayı yaşıyor. İlk kabarma 15 Martta sadece günlük 10.983 vaka ile başlayıp 11 Nisanda 89.657 kişiye ulaşmıştı. İkinci hareket 25 Nisandan 27 Temmuza kadar üç ay içinde 93.576'dan adeta merdiven şeklinde zigzaglarla inip çıkarak 328.808 zirvesine kadar ulaştı. Bu noktadan sonra 3 Ekimde 342.013 günlük vaka sayısı ile salgının o güne kadarki en yüksek rekor seviyesi görüldü.

 

Görünüşe bakılırsa Ağustos Eylül ayları en az 200 bin ile en çok 342 bin arasında yatay istikamette büyük yarıklar çizerek seyretmiş. Özellikle 5 Eylülde görülen 298.727 vaka sayısından itibaren yukarıya doğru bir eğilim var. Görünen o ki şu anda 4.ncü dalga hafif yükselerek halen devam ediyor. 


9 Ekim itibariyle dünyada vaka sayısı 36,5 milyonu aşmış (36.542.723) durumda. 23 Eylülden bu yana son ondört gün içinde artış 4.172.777 olmuş. Bu da %12,9’a denk geliyor. Yani salgının başından bu yana toplam 1000 vakanın 129’u bu son 14 gün içinde gerçekleşmiş.

Öte yandan şu anda bütün dünyada can kaybı toplam 1 milyonu aşmış (1.062.360) durumda. Salgın sürecinde 17 Martta günlük 820 ölüm ile başlayan yükseliş 30 Nisanda 9.796 ile ilk zirvesini görmüştü. Ardından 24 Temmuza kadar 2 bin ile 7 bin arasında değişen derin yarıklar halinde yatay bir seyir izlemiş. Fakat 24 Temmuzda 9.753 ile ikinci zirve yaşanmış. Daha sonra 4 bin ile 7 bin arasında inip çıkan yeni bir yatay hareket izleniyor. Bu dönemin zirvesi de 8 Eylülde 9.566 kişinin ölümü oluyor. Son aşamada dünyada günlük ölüm sayıları yine 3 bin ile 6 bin arasında değişen yatay bir seyir izlemekte. Bu safhanın zirvesi de 3 Ekimde 8.756 olmuş.Anlaşılan o ki salgının günlük ölüm grafiği bazen büyük zirveler görse de ortalama 2 bin ile 7 bin arasında devam ediyor.

Ölüm oranına bakacak olursak tüm dünyada yaşanan can kayıplarının toplam vaka sayısına bölünmesiyle %2,9 gibi bir değer bulunuyor. Bu şu demek: virüs bulaştığı her 1000 kişinin 29'unu öldürüyor. Dünya genelinde bu değer 26 Eylülde 30, 20 Ağustosta 35, 20 Temmuzda 42 idi. Türkiye’de ise bu oran uzun süredir %2,5 yani 1000 vakada 25 ölüm olarak devam ediyor.

Dünya sarsılıyor

Biliyor musunuz dün 9 Ekim itibariyle dünya genelinde günlük vaka sayısı tüm zamanların en yüksek rakamına ulaştı. Son 24 saat içinde virüsün tam 350.766 kişiye bulaştığı açıklandı. Böylece Kovid-19 olduğu tespit edilenlerin toplam sayısı 36 milyon 954 bine, salgında hayatını kaybedenlerin sayısı ise 1 milyon 69 bine yükseldi.

 

Bu arada iyileşenlerin sayısı da 27 milyon 783 bini geçmiş durumda. Bu bilgiler ölüm oranının %2,9 olarak devam ettiğini, iyileşme oranının ise %75,2 olduğunu gösteriyor. Bu rakamlardan vakalardan geriye kalan %21,9’unun halen tedavi görmekte olduğunu anlıyoruz. Bu da aşağı yukarı 8 milyon 92 bin kişiye tekabül ediyor.

 

Son dalgayla dünya adeta tepeden tırnağa sarsılıyor. Özellikle Amerika, Hindistan ve Rusya rekor üstüne rekor kırmaktalar. Dünyada ilk üç sıra bu ülkelerde. Vaka sayıları ABD'de 7 milyon 861 bine, Hindistan'da 6 milyon 957 bine, Brezilya'da 5 milyon 35 bine, Rusya'da 1 milyon 272 bine ulaştı. Ayrıca Güney Amerika ve Avrupa kıtası adeta virüsün gemi azıya aldığı coğrafyalar.


Virüs bulaştığı kişinin zengin fakir, zayıf güçlü olduğuna bakmıyor. Hatta mazlum zalim bile ayırd etmiyor. Örnek ABD Başkanı Donald Trump da virüs mağduru oldu. Hem de tam da seçimlere şurda 20 gün kalmışken.Trump kendisini iyi hissettiğini belirterek, yarım kalan mitinglerine devam etmek istediğini söylemiş. Eh, kolay gelsin. Zaten ülkesi Amerika da aynen böyle kovboyluk yaparak bu noktaya geldi zaten.


Sıkı tedbirler sonucu kısmen kontrol altına alınan Covid-19 salgını yaz aylarındaki normalleşme adımlarıyla birlikte Avrupa'da yeniden hız kazandı. Yeni vaka sayısında görülen artış bazı ülkeler için ikinci dalga olarak niteleniyor. Pandeminin bahar aylarında en fazla vurduğu ülkelerden İtalya'da görülen yeni vaka sayısındaki artış henüz ilk dalgadan daha az düzeyde (9 Ekim itibariyle günlük vaka: 4.458) seyretse de Belçika (6 Ekim itibariyle günlük vaka: 4.601) ve İngiltere'de (9 Ekim itibariyle günlük vaka: 17.540) vakalarda rekor artışlar görüldü. Özellikle yüksek can kaybıyla dünya sıralamasında en üst sıralarda yer alan İngiltere'de 5 Ekimde 22.961 vaka ile tüm salgın sürecinin en yüksek noktasına ulaşıldı.


Fransa, Polonya, Hollanda ve İspanya'da ise çok korkulan ikinci dalga ile mücadele için kısıtlama tedbirleri uygulanmaya başladı. Fransa'da 9 Ekim cuma günü 18 bin 129 yeni vaka tespit edildi. Fransada 13 Eylülden (10.561) bu yana günlük vakalar sık sık 10 binin üzerine çıkmaya başladı. Son olarak 8 Ekimde salgın sürecinin en zirve noktası olan 18.746 görüldü.

İspanya'da 20 Temmuzdan bu yana vaka sayıları istikrarlı olarak her hafta bir iki bin artarak 8 binler seviyesine yerleşmiş görünüyor. Şu farkla ki çok ilginç bir şekilde her hafta birer kere zirve yaparak. Örneğin 17 Ağustosta 16.269, 24 Ağustosta 19.382, 31 Ağustosta 23.572, 7 Eylülde 26.560, 14 Eylülde 27.540, 21 Eylülde 31.428 ve 28 Eylülde 31.785 olmuştu. Son olarak 5 Ekimde de 23.480 di. Hükümet, Kovid-19 vakalarındaki yüksek artıştan dolayı yaklaşık 6 milyon kişinin yaşadığı Madrid özerk yönetiminde olağanüstü hal ilan etmiş bulunuyor.

Almanya’da da 6 Ağustostan (1.740) bu yana vakalar düzenli olarak artıyor. 21 Ağustosta 2.327 olan günlük vaka sayısı bir ay sonra 26 Eylülde 2.507 oldu. Son olarak 2 Ekimde 2.673, 7 Ekimde 2.828, 8 Ekimde 4.058 ve 9 Ekimde de 4.516 zirvesini görmüş durumda. Bunun üzerine artış görülen büyükşehirlerde, salgının yayılmasını önlemek için tedbirler sıkılaştırılacak. Almanya Başbakanı Angela Merkel, bu şehirlerde, sosyal mesafeye uyulması mümkün olmayan kamusal alanlarda maske takma zorunluğunun getirilmesi, restoran ve lokantaların belirli saatlerde kapatılması ve alkol satışının kısıtlanması gibi tedbirlerin alınacağını söylemiş.

8 Ekim 2020 Perşembe

08 Ekim 2020 Perşembe 23:00 CORONA GÜNLERİ................................Yaptığımız, yapamadığımız şeyler

Ne yapmıyorum? 

Corona günlerinde bilhassa yaptığımız şeyler gibi yapmadığımız, yapmamaya çalıştığımız şeyler de var. Mesela maskesiz dışarıya çıkmıyorum. Zorunlu olmadıkça keyfi olarak gezmeye gitmiyorum. Kalabalık ortamlara girmiyorum, bahardan bu yana hiç AVM'ye gitmedim. Mümkün olduğunca diğer insanlara bir metre mesafeden daha yakın olmuyorum. Karşılaştığım dostlarımla el sıkışmıyorum, musafaha etmiyorum. El öpmüyorum, evlatlarıma ve torunlarıma dahi elimi vermiyorum.

 

Altı aydır hiçbir düğüne gitmedim. Çok istediğim halde davetlerine icabet edemedim. Sevdiğim değer verdiğim arkadaşlarım üst makamlara geldi hayırlı olsuna bile gidemedim. Her hafta meclise gider eski mesai arkadaşlarımla görüşür, hiç değilse birkaç ziyaret yapardım uzun zamandır bunu da unuttum. Bazı sorunlarım oldu meclis hastanesine bile gitmek içimden gelmedi. Birkaç dostum, çok kıymetli bazı büyüklerim virüs kaptı ancak kuru bir "geçmiş olsun" mesajı çekebildim. Hasta ziyaretleri benim için çok önemliydi, gidemedim yapamadım.

 

Bu arada annem vefat etti cenazesine kimseyi çağıramadım. İzinle cenazesine gittik. Duyanlar telefon etti, başsağlığı mesajı gönderdiler. Haberleri olmadığını söylediler, "durum meydanda kimseye haber vermedik" dedik üzülerek. Çocuklarım ve bir elin parmaklarını geçmeyen sevenlerimizle alel acele toprağa verip aynı gün içinde de döndük. Oysa bizim oralarda en az bir hafta kur'an okunur cenazenin ardından, okuma yeri yapılır eş dost akraba ile. Yapamadık, herkes kendisi okudu dua etti ardından. İnternet üzerinden infak ettik elimizden geldiğince.

 

Çok şükür cami yakın, gidiyorum. Ancak maskesiz seccadesiz girmiyorum. Yere işaret koymuşlar, birer buçuk metre mesafe ile seccademizi serip namaza duruyoruz. Eskiden namazdan önce, sonra üç beş cümle de olsa muhabbet ederdik. Şimdi olmuyor, ezan okununca camiye giriyor, namaz bitince dağılıyoruz. Cuma namazları semtimizdeki boş bir Pazar yerinde kılınıyor. Eskinin namazgahları gibi bir uygulama, değişik bir duygu. Şimdi hava müsait, açık havada Cuma hutbesi dinlemek, namaz kılmak güzel. Sonra hava soğuyacak, yağmur yaşlık olacak ilerde nasıl olur bilmem.

 

Dolmuşa otobüse bindiğimde dip dibe olmamaya çalışıyorum. Zorunlu alışveriş için markete girdiğimde etrafın sakin olan kısımlarında dolaşıyorum. Böyle durumlarda kullandığım maskeyi eve döndükten sonra bir daha kullanmıyorum. Maske takınca aksi gibi burnum, gözüm, yanağım kaşınıyor. Sabrediyor hemen elimi atmıyorum. Özellikle maskenin ağzıma gelen kısmına değmemeye çalışıyorum.


Ne yapıyorum?

Tabi ki virüsle mücadele için söylenen tedbirlere uyuyorum. Maske-Mesafe-Temizlik üçlüsü kendimizi korumanın en basit yolu. Biraz zahmetli, alışkanlıklarımızı zorlayan şeyler. Özellikle de maske ve mesafe işi. Hijyen ya da bizim bildiğimiz şekliyle temizlikte sorun yok. Zaten alışkınız. Daha sık elimizi yıkar olduk, araya dezenfektanlar girdi filan. Bu konuda esas hanımların iş yükü arttı. Hatta bu işi biraz abartanlar da onlar.  Eve giren her poşetin temizlenmesi, havalandırılması onlara bakıyor. İşi abartıp her malzemenin çamaşır suyuyla silinmesi ne kadar doğrudur bilemem. 


Evet, elimi yüzümü yıkamaktan, abdest almaktan başka ellerimi de sık sık sabunluyorum. Bu özenime rağmen dışardan her eve girişimde eşimin "Ellerini yıka!" uyarısına da alıştım artık. Lavaboya her yönelişimde sanki virüs elimdeymiş de onu yıkayıp atıyormuş gibi düşünüyorum.Neden? Çünkü kendimi ve ailemi korumak zorundayım. Maske takmak, mesafeye dikkat etmek korunmak için bilinen en etkili yol. Virüsle mücadele etmenin yolu, hastanelere düşüp tedavi olmak değil ondan korunabilmek.


Maske almak, epey zamandır evin ihtiyaç listeleri arasına girdi. Sadece eczanelerde değil, bakkalda, markette hatta seyyar satıcılarda bile var. Çeşit çeşit maske olduğu gibi. Rekabetten dolayı 60 kuruşa bile maske bulunuyor piyasada. Henüz yıkanabilen maske kullanmadık. Merak edip nasıl bir şeydir aramadım da. Normal olanı nasıl olsa ucuz ve lazım olduğunda bulunabiliyor. Kullanıp atmak daha zahmetsiz. 


Aslında mesafe konusu en kolay ama en zor olanı. Nasıl oluyor yani hem kolay hem zor? Şöyle; insanlarla araya mesafe koymak kolay, zor olan araya giren görünmez duvarlar. Yakınlaşmamak, dokunmamak, şöyle candan kucaklaşamamak zor olan. Daha az konuşmak insanların daha az sosyalleşmesi demek. Yalnızlıklarımızın daha da artması demek. İşte bütün bunlar öte yana, tedbirdir diye riayet etmek bu yana. Ne yapalım, geçecek bu günler.


Corona günlerinin benim için epey bereketli geçtiğini söylesem de dersiniz? Hayır, şaka yapmıyorum bu dönemde yazdıklarımı daha önce hiç yazmamıştım. Evde kalmanın, çok dışarı çıkmamanın bana böyle bir  faydası oldu. Bir defa her gün "CORONA GÜNLERİ" üzerine yazdım. Genellikle de gecenin bu saatlerinde. İşte bugün 212.nci yazımı yazıyorum. İki ya da üç günde bir blogumda birleştiriyorum yazdıklarımı. Bu yüzden konu bütünlüğüne dikkat ediyorum günlüklerimde.


Susurluk REİS gazetesi için yazdığım haftalık yazılar da devam ediyor. Bu hafta 172.sini gönderdim. 3,5 sene doldu, dörde doğru gidiyorum. Yalnız, corona günleriyle eş zamanlı olarak son yedi aydır sadece Susurluk için yazıyorum.Üstelik oldukça iddialı bir yazı dizisi bu. Susurluğun geleceği için bir stratejik plan önerisi yapıyorum. Şu anda yarısına gelmiş durumdayım, muhtemelen bahara kadar da sürecek. Yani salgın gibi olağanüstü bir süreçte belki de memleketim için rehber olabilecek bir eser ortaya çıkacak sonunda. Normal bir zamanda böyle bir işe girişebilir miydim, bilemiyorum. 


Bu çalışmamın dışında kitaplık çapta üç birikmişim daha var. Biri '70'li yıllar' başlığıyla toparlanacak. Bir diğeri 'Türkü ve Şiir' üzerine. 2013'ten beri bu konuda yazdıklarımı içerecek. Üçüncüsü yine bir şiir kitabı: 'Yüreğimin sesi II'. İlk şiir kitabımın devamı niteliğinde. Facebook şimdilik yazdıklarımı paylaştığım bir araç. Oradan Bloguma link vererek yazdıklarımın okunmasını sağlamaya çalışıyorum. Ancak herkese açık olmasına rağmen okuyan sayısı 20'yi geçmiyor. Gariptir profil değiştirdiğimde en az 70-80 kişi ifade bırakıyor. Bu hal okuma sıkıntımızdan mı yoksa yazdıklarımın okunabilir olmamasından mı, doğrusu onu da bilemiyorum.


Corona günlerinde en çok yaptığım şeylerden biri Türkiye'deki ve Dünya'daki salgınla ilgili istatistikleri takip etmek. Rakamlarla 40 yıllık bir birlikteliğim oldu. Veriler, oranlar ve grafikler mesleğimde en çok severek meşgul olduğum araçlardı. Bu konuda zengin bir birikimim var onun da farkındayım. Herkes baktığı şeyi kendi penceresinden görür. Ben de salgın sürecini izlerken onun bu tarafıyla ilgilenmeyi sürdürüyorum. 


Yapmayı sürdürdüğüm bir başka şey de "sabah yürüyüşleri". Corona günlerinde bazen aksasa da bırakmadım bu alışkanlığımı. Nisan Mayıs aylarında pek evden çıkamadık zaten. Hem corona, hem ramazan hem de annemin hastalığı bize göz açtırmadı. 2  Haziranda seyahat yasağı kalkınca yazlığa gittik. Oradaki sabah yürüyüşlerime bir de denize girme eklendi. Sonra günümüz genellikle evde, balkonda geçiyordu. Eylül başında Ankaraya dönünce yine bir on gün evden çıkmadık. Sonrasında yine yürüyüşe devam. En azından haftada 4-5 gün böyle. İnşallah da sağlığım elverdikçe vazgeçmeyeceğim. 


Salgın elbette ki yaşamımızdaki pek çok şeyi etkiledi, bazı şeyleri de tetikledi diye düşünüyorum. Çalışma hayatını etkiledi, eğitim öğretimi etkiledi, hatta siyaset yapma biçimini de etkiledi. "Evden çalışma" fantazi olmaktan çıktı sadece özel sektörde değil kamu çalışanlarında da yaygınlaştı. Yüz yüze eğitim yapılamayınca "uzaktan eğitim" uygulamaya girdi. Siyaset adamları "video konferans" yöntemiyle çalışır oldular. Evlerine kapanan aileler de akılllı telefonların "görüntülü görüşme" imkanını keşfedip bol bol kullandılar. Tabi bütün bu alternatif alanların hayatımıza girmesi internet ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi sayesinde oldu.Biz de aile olarak bu dönemde bol bol görüntülü görüşme yaptık. Küçük torunlarımız bile bu tür sanal bir araya gelişleri bekler ve ister oldular. 


7 Ekim 2020 Çarşamba

07 Ekim 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı182.................................Yeşilelma

Yeşilelma

Bu hafta sırada ‘Vizyon’ cümlemizin ‘Beş(N) Bir(K)’formülü uygulanarak irdelenmesi var. 5N 1K yöntemi daha önce de değindiğimiz gibi pek çok alanda konunun masaya yatırılması ve analizi için kullanışlı bir formül. Bu şekilde ele alınan her mesele beş temel soruda tahlil edilmiş ve daha iyi anlaşılmış oluyor. Yöntemin ilk adımı “Ne?” sorusu. Ele alıp incelediğimiz şey nedir?: Vizyon üzerinde çalışıyoruz. Bildiğiniz gibi geçen hafta Susurluğumuzun gelecek vizyonunu netleştirmiştik. Neticede önerdiğimiz vizyon cümlesi; ‘DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, GELİŞMİŞ, REKABETÇİ, ÜRETKEN VE İTİBARLI BİR CAZİBE MERKEZİ OLARAK; BÖLGESİNDE YÜKSELEN, İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’ olarak paylaşılmıştı. Ayrıca bu kısa cümlenin aslında bir baş levha olduğunu, onun altında daima: ‘Daha fazla değer üreten, Daha adil paylaşan, Değerlerini koruyup geliştiren, Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak mevcut üretim tesislerini çoğaltan, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran, konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek sosyal ve ekonomik kalkınmasını başaran, İnsan odaklı, Gençlerin ve çocukların önemsendiği, Çevre duyarlılığına sahip, Özgün, Öncü, Nitelikli insan yetiştiren..’ açıklamasının olacağı da belirtilmişti. Kaldı ki bu açıklamaların içinde bazı ‘Stratejik amaçlar’, ‘Stratejiler’, ‘Değerler’, ‘İlkeler’ ve ‘Hedefler’ de görebiliyoruz. Bu noktada dayandığımız ‘değerler’in: İyilik, vatana sadakat, Misafirperverlik, Yardımseverlik, Yetiştirdiğimiz değerli insanlar, Yöresel ürünlerimiz, El sanatlarımız, Fabrika, marka ve tesislerimiz, Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz, Cazip yatırım imkânları ve Bozulmamış doğal çevre’olduğunu hatırlayalım. Yine yolculuğumuzun ‘temel ilkeleri’nin de’: Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan, İstikamet üzere olma, Amaç Birliğine riayet, Planlı değişim dönüşüm ve Birlikte başarmak’ şeklinde sıralandığını belirtelim.

İkinci soru “Niçin?” Yani neden bir ‘vizyon’ cümlemiz var?: Vizyon kelimesi geniş görüş, gelecek öngörüsü anlamına geliyor. Sanki oradaymışız gibi, gelecekte ulaşmak istediğimiz durumu tanımlayan bir ideal tasviri. O tasavvura dair şimdiden paylaşılan bir resim gibi. İçinde bulunduğumuz mevcut sorunların üstesinden gelinebildiği takdirde arzu ettiğimiz geleceğin neye benzediğini anlatıyor. Ulaşılmak istenen yer ve durumu, bunun için ilerlenecek yönü tarif ediyor. Neleri yapmak istediğimizi, nasıl yapabileceğimizi dile getiriyor. Böylece neticede ‘Nereye ulaşmak istiyoruz?’ sorusunun cevabını özetlemiş, kendimiz ve şehrimiz için nasıl bir gelecek öngördüğümüzü özgün bir ifadeyle ortaya koymuş oluyoruz. Bir geminin açık denizde pusulasız yol alması mümkün mü? Aracınızın uzun farları olmadan gece yola çıkar mısınız? Bir şirket gelecek için hesap-kitap yapmazsa akıbeti ne olur sizce? Gelecek tasavvuru olmayan bir siyasi fikre ya da lidere taraftar olur musunuz? İşte vizyon yola çıkanlar için böylesine önemli. Bir tür ‘Kızılelma’ ya da bu kavramı Susurluğa uyarlarsak bizim için gelecek hedeflerimizi temsil eden bir ‘Yeşilelma’ gibi. Bizim bu noktada çerçeve önerimiz; ‘Susurluğun içinde bulunduğu olumsuz gidişi orta vadede durdurup olumluya çevirmek ve gelecekteki değişim ve dönüşümü planlayabilmek’tir. Bu nedenle 5018 sayılı yasadan sorumlu tüm kurum ve kuruluşlar gibi bir bütün olarak Susurluğun geleceği de stratejik planlama yöntemi ve stratejik yönetim yaklaşımı ile ele alınmalıdır.

    “Nasıl?” sorusu ele alınan konuyu neredeyse test ediyor. Nasılını izah edemeyen bir fikir güven eşiğini geçemez. Bu anlamda bizim Susurluk için önerdiğimiz vizyon kendi içinde bu açıklamayı yapıyor zaten. Öncelikle vizyonumuzu oluşturan ‘DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, GELİŞMİŞ, REKABETÇİ, ÜRETKEN VE İTİBARLI BİR CAZİBE MERKEZİ OLMAK’ ile ‘BÖLGESİNDE YÜKSELEN, İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’ cümleciklerini ele alalım. Burada özetlenen ve açıklamasında da dile getirilen hususlar bizatihi vizyonun gerçekleşmesi için ifade edilmiş belli başlı bazı ‘STRATEJİK AMAÇ’ ları da içeriyor. Neden? Çünkü bu amaçlar gerçekleşirse vizyona da ulaşılmış olur da ondan. Bu anlamda dizilimde yer alan her bir kavram başlı başına ‘Stratejik’ bir ‘Kızıl(Yeşil)elma’ gibi. Ulaşılmak istenen, varılmak istenen ülkü ve idealleri ifade ediyorlar. Biraz düzelterek yeniden yazacak olursak buradan üç adet temel Stratejik amaç çıkarmak mümkün: ‘Bir cazibe merkezi olarak BÖLGESİNDE YÜKSELEN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’, ‘Nitelikli insan yetiştirerek; DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, REKABETÇİ, KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’ ve ‘İnsanların sağlıklı, mutlu, umutlu ve huzur içinde yaşadığı; itibarlı ve YAŞANABİLİR YEŞİL BİR SUSURLUK’. Öte yandan ‘Daha fazla değer üreten, daha adil paylaşan, değerlerini koruyup geliştiren’, ‘Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak Mevcut üretim tesislerini çoğaltan’, ‘OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran’,’Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek sosyal ve ekonomik kalkınmasını başaran’, ‘İnsan odaklı, Gençlerin ve çocukların önemsendiği, Çevre duyarlılığına sahip, Öncü, Nitelikli insan yetiştiren’ cümlecikleri de yukardaki Stratejik amaçlara hizmet eden bir dizi ‘STRATEJİ’ olarak değerlendirilebilir. 
           Bu stratejilerden bir kısmı daha ziyade ‘sosyal ve ekonomik kalkınma’nın, ‘İstihdam’ın ve ‘cazibe merkezi olma’nın öne çıktığı ‘BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ ideali ile ilgili. Bunun için; ‘Güçlü yanları ve fırsatları kullanarak üretim tesislerinin çoğaltılması, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamın arttırılması, konum, doğal kaynak ve çevre imkânları değerlendirilerek, bölgede cazibe merkezi olmayı başarmak’ teklif ediliyor. İkinci grup stratejiler ‘KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’ Stratejik Amaç başlığı altında kümelenebilir. ‘Değerleri’,’Nitelikli insanı’,’Üretimi’,’Rekabetçiliği’,’Özgünlüğü’, ‘İlerlemeyi’ ve ‘Güçlenme’yi  öne çıkaran stratejiler bunlar. Sonuç olarak; ‘Daha fazla değer üretmek, Daha adil paylaşmak, Değerlerini koruyup geliştirmek, Nitelikli insan yetiştirmek, Üretken olmak, Rekabetçilik,  Özgün olmayı, Her alanda ilerleme’ ve ‘Güçlenme’ öneriliyor. Üçüncü ve son grup stratejilerse ‘İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’la ilgili.  ‘Yaşam kalitesine, çevre duyarlılığına ve Kalkınmaya’ odaklı ‘Sürdürülebilir kalkınmayı başarma’, ‘Yeşil ve yaşanabilir bir Susurluk’ şeklinde ifade edilen bazı Stratejik amaçları içeriyor.  Bunun için ‘Amaç ve güç birliği yaparak sürdürülebilir kalkınmayı başarma’, ‘Büyüme’,’Sürekli değişim-dönüşüm ve gelişimle yaşam kalitesini arttırma’, ‘huzur içerisinde yaşanabilen, çevreye duyarlı iyi insanlar şehri olma’, ‘İnsan odaklı olma, gençlerini ve çocuklarını önemseme’,  ‘İnsanları sağlık, huzur ve refah içinde; mutlu, huzurlu ve umutlu’, ‘çevreye duyarlı’ ‘Müreffeh, itibarlı bir şehir’ yapma stratejileri teklif edilmiş. Neden olmasın ki? ‘Amaç ve güç birliği yapılarak, sürekli değişim-dönüşüm ve gelişimle’, ‘İnsan odaklılık, gençlerin ve çocukların önemsenmesi’ suretiyle hem ‘kalkınma, büyüme, refah ve itibarın başarılması’ hem de ‘İnsanların sağlıklı, mutlu, huzurlu ve umutlu olması’ sağlanabilir. Böylece ‘iyi insanların yaşadığı bu şehir’ aynı zamanda ‘Kalkınmış, yeşil ve yaşanabilir’ bir Susurluk olabilir. Bu stratejilerin içinde ‘DEĞERLER’le ya da ‘TEMEL İLKELER’le bağlantılı ifadeler de var. Örneğin; ‘Güçlü yanlar’ içerde sahip olduğumuz değer, üretim ve kaynaklara işaret ediyor. ‘Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek’ şeklindeki bölüm de bu konuyla ilgili. ‘İtibarlı ve iyi insanların şehrizaten başlı başına bir değer ifadesi. ‘Daha fazla değer üretme, Daha adil paylaşma ve Değerlerini koruyup geliştirme’ şeklindeki birleşik cümle de değerlere dayalı bir strateji olarak öne çıkıyor. Son olarak vizyonda yer bulan ‘Çevre duyarlılığı’ da önemli bir değer. Aynı şekilde stratejiler içinde ifade edilen: ‘insan odaklılık’ Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan’ ilkemizle, ‘Daha ileri nitelemesiİstikamet üzere olma’ ilkemizle, ‘Amaç ve güç birliği’ stratejisi Amaç Birliğine riayet’ ilkemizle, ‘Sürekli değişim-dönüşüm ve gelişim’ önerisi ‘Planlı değişim dönüşüm’ ilkemizle, cümle içinde geçen ‘..Başarmak’ kelimesi de Birlikte başarmak’ şeklindeki temel ilkemizle ilgili. 

Sıradaki “Nerede?” sorusunun cevabı gayet açık ve net: Elbette Susurluk’ta. Yola çıkarken ‘Susurluk için ne yapılabilir?’ diye düşünmüştük. Bir çıkış yolu olarak da ‘Susurluk için orta vadeli Bölgesel özellikli bir Stratejik Plan’ önerimiz bu noktaya kadar geldi. Yürüyüşümüz bir şehrin içinde olduğu çemberi kırıp çıkma çabası olarak gelişiyor. Neticede ortaya çıkan vizyon öngörümüz de Susurluğun 2023-28 döneminde yükselmesini arzu ettiğimiz seviyeyi tasvir etmekte. Sorun nerede?: Susurluk’ta. Şehir merkezinde mi?: Hayır, tüm Susurluk’ta. O halde çözümü nerede arıyoruz?: Elbette ki çözüm de ‘Güney Marmara’nın iki ilinden biri olan Balıkesir’in alt bölgesi olan Susurluk ilçesinden çıkacak. Ancak, vurgulanması gereken fark şu: yapılmasını önerdiğimiz plân tüm Susurluğu kapsayan Bölgesel bir plân olmalı. Yani Güney Marmara Kalkınma plânıyla uyumlu bir alt plân olarak Susurluğun bütün köyleri, mahalleleri ve şehir merkezini kapsamalı. Peşinden gelen “Ne Zaman?” sorusu ise vizyonun gerçekleşeceği zamanı netleştiriyor. Kendi örneğimize dönersek; 2023'e Susurluk için bir alt bölge stratejik plânıyla girmeliyiz. Bunun için şu anda dolu dolu iki yılımız var. İlk plân 2023-2028 dönemi için 5 yıllık olmalı. Sonra da beşer yıllık aralarla güncellenmeli. Buna göre ikinci plân dönemi 2028-2033, üçüncü plân dönemi 2033-2038, dördüncü plân dönemi 2038-2043, beşinci plân dönemi 2043-2048 ve nihayet altıncı plân dönemi de 2048-2053 olmalı. Beşinci ve son aşama “Kim?” sorusu ile cevap buluyor. Bu noktada konuyla ilgisi ve sorumluluğu olanların belirlenmesi söz konusu. Sorular şöyle sıralanıyor: Plân hazırlığını kimler yapacak, Katkı verecekler ve paydaşlar kim, Planın yazılması, izlenmesi ve güncellenmesinden kim sorumlu, Kimler uygulayacak, Sorumlular kim ve kimler etkilenecek?  Bu soruların cevapları da şöyle: Planı Susurluğun bizzat kendisi, gençleri ve gelecekteki nesilleri için yapacak. Sayın Kaymakam’ın başkanlığında, Kent Konseyinin sahipliğinde, Ticaret Odasının, İlçe hizmet birimleri, Belediye, Siyasi partiler, Sivil Toplum örgütleri ile diğer paydaş gönüllülerin katılım ve katkısı ile olacak. Planın yazım, uygulama, değerlendirme ve güncelleme çalışmaları için bir sekretaryası bulunacak. Bizim bu yoldaki çabalarımız ise sırası geldiğinde harekete geçecek mekanizmaya bayrağı devretmekten ibaret. Biz bir öneri ortaya koyup Susurluğun gelecek vizyonuna, yani bizim ‘Yeşilelma’mıza giden bir istikamet göstereceğiz. Bayrağı devralacaklar bu çizgiyi temize çekecek ve gerçekleştirecekler.  Unutulmamalı ki gelecek bizlerden çok gençlerimiz, çocuklarımız ve torunlarımız içindir.

yyalcin3@gmail.com

6 Ekim 2020 Salı

06 Ekim 2020 Salı 23:00 CORONA GÜNLERİ.........................................Salgın ve hayat

Küçük/Büyük Şeyler

Corona günleri sade salgın konusunda değil neredeyse her alanda olağandışı gelişmelerle dolu dolu geçiyor. Gönlüm kendime dair, günlük hayata dair önemsiz, küçük şeyleri yazmak istiyor. Aklımsa ortada dönüp duran bu devasa olaylarla meşgul.

Mesela ayrılmaz bir parçamız haline gelen maskeyle ilgili bir sürü küçük şeyler var hayatımızda. 65 yaş üstü insanların korkuyla infial arasında sıkışan hayatları gözümüzün önünde. Ömürleri tükenip gidiyor, çaresiziz. Okula gidemeyen çocukların evde baş edilememesi gibi daha bir sürü küçük şeyle uğraşıyoruz günboyu. Torunlar ışık oluyor sıkışan dünyamıza. Çalışan çocuklarımızın sorunlarına ise deva olamıyor, üzülüyoruz.

Dünyaya bakıyorum orada da büyük şeyler var. Bir taraftan İspanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler günlük 10 bini aşan vakalarla sarsılıyor, öbür yanda ABD, Hindistan, Brezilya ve Rusya dünyada ölüm sayılarıyla birbirleriyle yarışıyor. Bir yanda ölüm kol geziyor, öbür yanda küresel devler, ilaç şirketleri aşı geliştirme mücadelesindeler. Salgın sebebiyle ekonomiler bocalarken, normalleşme çabaları da salgının hararetini arttırıyor. 

Biz neticede insanız; yerine göre küçük, yerine göre "dev" olabilen. Dünyanın dalgalanmalarına meydan okuyup, sahili selamete çıkabilen. Bugün galiba madalyonun yazı tarafındayım, tura tarafıyla yüzleşmeye gücüm yok. 209 gündür corona bahanesiyle her akşam yazıyorum. Yazdıklarım bir ordan bir burdan şeyler. Adeta Corona iniş çıkışları gibi. Ama kendime göre yaşanan sürecin izlerini kelimelere, satırlara döküyorum işte. İyisiyle, kötüsüyle, küçüğüyle büyüğüyle.

2020 yılı başlı başına çok farklı bir yıl oldu. Bir tarafıyla "kayıp yıl" denecek kadar ezildi bu pandemi altında. Onca felakete, krize, soruna sahne oldu. Ülkeler sarsıldı, ekonomiler eridi, insan hayatları bir cendere altına girdi bu 270 gün içinde. Aile hayatımıza, iş yaşamımıza, sosyal ilişkilerimize dek etki etti. Cebimizdeki paraya da ruhumuzdaki bin kilitli goncaya da dokundu. Halen düşüncelerimiz ve duygularımız üzerindeki ipoteğini sürdürmekte. Ne zamana kadar böyle? Bilmiyoruz. Sonrasında hayatımız nasıl olacak ona dair de bir fikrimiz yok.

3 Y formülü: "Yap, Ye, Yıka!"

Bugün Corona günlerinin 210.ncusu. Tam yedi aydır üstümüze çöken bu puslu havada yaşıyoruz. İnsanlar sade virüsle değil bu puslu havada başka başka hastalıklarla da içli dışlılar. Öyle saçma sapan tartışmalar görüyor duyuyorum ki, böyle bir salgın ortamında bunların ne yeri ne zamanı.

Neredeyse dakka başı yapılan uyarılara, afişlere, kamu spotlarına rağmen bazı insanların herkesi tehlikeye atan tedbirsizlikleri akıllı işi midir yoksa cahil cesareti mi? Bu işin okumuşu okumamışı da yok. Bugün dünyada 30 milyonu aşan vaka, 1 milyona ulaşan ölüm yalnızca “bir kişinin tedbirsizliğinden”, o “bir kişilerin” taşıyıcılıklarından çıkmadı mı?

Bir zaman şöyle bir kıssa okumuştum: Geçmiş bir zamanda alim bir zat kavmine demiş ki; "Filan zamanda bir yağmur yağacak. Sakın ola ki o sudan içmeyin. İçerseniz zehirlenir, aklı şuurunuzu kaybedersiniz. Sabredin geçecektir." Gerçekten de söylenen vakitte o yağmur yağmış. İnsanlar daha önceden uyarıldıkları halde tedbirsizlik yapıp o sudan içmişler. Tabi ki söylenen olmuş, akıl sağlıkları bozulmuş. O hale gelmişler ki kendilerine; "İçmeyin, yapmayın, etmeyin!" diye mani olmaya çalışan adama "Deli!" demeye başlamışlar.

Şimdi böyle bir manzarayı bir an için dondurup düşünelim. Sizce komik bir fıkra mı anlattım. Ya da gülümseyip geçilecek küçük bir olay mı yaşananlar. Sizce kim deli, kim akıllı acaba? Bakıyorum da işin vahametini bir yana bırakıp; "vaka-hasta" tartışması yapanlar var.

Sırası mı bu iddialaşmanın? Diyelim ki büyük bir yangın çıkmış sokağımızda; yangın sönmezse belki biraz sonra bizim de evimiz yanacak. Biz ne yapıyoruz: "İtfaiye ile tartışıyoruz", "Nerde bu devlet?" yaygarası yapıyoruz ya da "Yangın şu sebeple çıktı, yok hayır o sebeple değil bundan çıktı" münakaşasına dalmışız. 

Ortada bir gerçek var: Koronavirüs bir salgın ve öldürüyor. Sayıların üzerinde tartışmanın ne yararı olabilir ki? Vaka ya da hastalarımız var, hastanede yoğun bakımda olanlar var, ölenler var yahu! Oturup "Melekler dişi mi yoksa erkek mi" benzeri münazaralara girmek saçmalıktan başka bir şey değil. Tıpkı "Kıyamet ne zaman kopar?" sorunsalı(!) üzerinde uzun uzun bilimsel fikirler beyan etmeye benziyor.

Oysa ölen her kişinin zaten kıyameti kopmuş oluyor. Onu bir sayı zannedenlerin hariçten gazel okuması ne kadar "küçülmüş" bir durum. İnsan için ölmekten daha gerçek, daha ciddi, daha "büyük" ne olabilir ki? Öyleyse ölümcül bir virüsle mücadeleye odaklanmak, güç birliği yapmak yerine, birbirimize "Deli deli, deli! Kulakları küpeli" demenin ne anlamı olabilir ki, anlamıyorum.

Bugün eşimden bir söz duydum. Kadınların bu salgın sırasındaki bozulan psikolojilerini tarif etmek için dedi ki: "…Yap, Ye, Yıka! İşte Coronanın bize getirdiği bu…"  Basitleştirecek olursak "3Y" diye özetleyebiliriz kadınların başına geleni. Hele de o kadın hem çalışıyor hem de birden fazla çocuk sahibi ise. Eşim tüm kadınları genelleyerek kendi penceresinden Corona günlerini  üç kelimeye indirivermişti.

Düşünerek, kurgulayarak sarf ettiği bir söz değildi aslında bu. Hesapsız, makyajsız yalın bir dert yanmaydı. Anladım ki "Hayat eve sığar" davetiyle yaşadığımız yoğun ev bereberliğinin onlardaki karşılığı işte böyle bir şey. "Büyük" büyük konuşan-yazanların hayatın içindeki böyle "küçük"dersleri göremediklerini düşünüyorum şimdi. Hele de insanların ruh dünyalarındaki dalgalanmaları hiç kaale almadıklarını da.   


4 Ekim 2020 Pazar

04 Ekim 2020 Pazar 21:30 CORONA GÜNLERİ......................................Aşı çalışmaları

Bir müjde daha

Bugün Sağlık Bakanımızdan bir müjde daha aldık: "Önümüzdeki hafta itibarıyla çalışmaları yürütülen 3 yerli aşıda insan üzerinde deneme aşamasına geçilmiş olacak." Covid-19 ile ilgili bir yerli aşı çalışmasının yürütüldüğü Tekirdağ'daki laboratuvarda incelemede bulunan Sağlık Bakanı Koca müjdeyi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a telefonla verdi. Bu arada Erdoğan'a, aşıların enjektöre çekilmiş hali de gösterildi.

Bakanın verdiği bilgiye göre salgının sebebi virüsle ilgili Türkiye'de 13 aşı çalışması yapılıyor. Bu aşılardan Erciyes Üniversitesinde yürütülen ve Bakanlık tarafından desteklenen birinde dün itibariyle hayvan çalışması başarıyla tamamlanmış ve İnsan çalışması safhasına gelinmiş. Yine Prof. Dr. Aykut Özdarendeli'nin çalıştığı ikinci aşının da preklinik çalışmaları tamamlanarak hayvan çalışması safhasına geçilmiş.

Öte yandan Ankara Üniversitesinde yapılan bir başka aşı klinik çalışma aşamasındaymış. Bakanlık o çalışmayı da destekleme kararı almış. Beşinci aşı olarak Selçuk Üniversitesinde geliştirilen aşının da çalışmaları devam ediyormuş. Özetle, üç tane aşının insan deneyi faz çalışmasına önümüzdeki bir hafta on gün içerisinde geçilmiş olacak.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Sağlık Bakanı Koca'nın müjdesi üzerine, şunları söylemiş: "Tebrik ediyoruz, bütün arkadaşlarıma şahsım, milletim adına şükranlarımı özellikle ifade etmek istiyorum. Temennim odur ki hemen kısa zamanda bunları üretime sokar, bu üretimle beraber insana da aşıyı yapma sürecini başlatırız. Bundan böyle de hastalarımızın sayısını ciddi manada düşürür ve şifa kaynağı olacağına inandığımız bu aşılarla da geleceğimizi teminat altına almış oluruz."

Sağlık Bakanı Koca ayrıca şunları da söylemiş: "…üretim için de hazırlıklar tamamlandı. Önümüzdeki faz çalışmasından sonra erken dönemde üretimin de yapılacağını, yeterli olduğunu, bu anlamda bizim Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumundan (TİTCK) yeterlilik aldığını da söylemek istiyorum. Ayrıca Bakanlığımızın, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu'nun verdiği ruhsatın uluslararası düzeyde de dünyada geçerli olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum. Çünkü uluslararası kurulda TİTCK üye olduğu için verilecek ruhsatın dünyada da geçerli olduğu son derece önemli bir nokta olacak."

Sayın Bakan ayrıca görüşmede; Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, suçiçeği, kuduz ve verem aşıları için de hayvan çalışmalarının bittiğini, 1-2 hafta içinde insan üzerinde deneme çalışmalarına başlayacaklarını, bu aşıları da özellikle müjdelemek istediğini sözlerine eklemiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Sağlık Bakanı Koca'yı dinledikten sonra "Hayırlı olsun. İnşallah hayırlısıyla bu neticeye kavuşuruz" demiş.

Aşılar yarışı

Aşılar temelde virüs gibi enjekte edilerek vücudun bir savunma mekanizması (antikor) geliştirmesini, dolayısıyla da bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesini sağlıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre Corona virüsü ile küresel mücadele kapsamında 170'den fazla aşı geliştiriliyor. Henüz onay alan yok. Buna karşılık Çin ve Rusya'da "acil durum" izni çıkan 5 aşı bulunuyor. Bunların da üçüncü faz deneme sonuçları henüz netleşmemiş durumda.

Bilim insanları aşı üretim sürecinin 12 ile 18 ay sürdüğünü söylüyorlar. Şu anda 142 aşı klinik öncesi süreçte. Yani henüz insanlar üzerinde deneme aşamasında değiller. Çok az sayıda insan üzerinde denenen 1’inci fazdaki aşıların sayısı 29. 18 tanesi ise biraz daha geniş bir denek ve gönüllü kitlesi üzerinde denenen 2’nci fazdaki aşılar. Çok sayıda insan üzerinde denenen üçüncü faz aşıların sayısı ise sadece 9. İşte bunlardan 5’ine acil durum kullanım onayı verilmiş.

ABD merkezli ilaç şirketi Moderna’nın geliştirdiği aşı üçüncü fazda. Moderna, yeterli sayıdaki gönüllünün Covid-19 olmasını bekleyerek, bunlardan kaçının aşı olduğunu belirleyerek etkisini ve güvenliğini netleştirmeyi planlıyor. Yani bu süreç 2020’nin sonu ya da 2021’in başına kadar sürebilir. Almanya merkezli biyoteknoloji şirketi ile BioNTech ile ABD merkezli ilaç şirketi Pfizer’ın Çinli ilaç üreticisi Fosun Pharma ile geliştirdiği aşı da üçüncü fazda. Bu aşının da ABD, Arjantin, Brezilya ve Almanya’da gönüllüler üzerindeki denemeleri sürüyor. Pfizer, aşının işe yarayıp yaramayacağına dair net sonucun Ekim ayında belli olacağını duyudu. Eğer aşı onay alırsa Pfizer 1.3 milyar dozu 2021’nin sonuna kadar hazırlayabilecek.

AstraZeneca ile Oxford Üniversitesi’nin geliştirdiği aşıya büyük umutlar bağlanmıştı. Ancak insanlar üzerinde denenmesine rağmen gönüllülerden birinde çok ciddi yan etkileri görülünce çalışma durdurulmuştu. Sonrasında testler İngiltere ve Brezilya’da 12 Eylül’de tekrar başladı ancak diğer ülkelerdeki çalışmalar halen askıda. Avustralya’daki Murdoch Children’s Research Institute de etkili bir aşı için kolları sıvayan kurumlardan biri. Avustralya’da üçüncü faz denemeleri devam ediyor. Esasta 1900’lerin başında geliştirilen BCG aşısını deniyorlar. Sonuç umut mu verecek yoksa hüsran mı olacak göreceğiz.

Çin ve Rusya’da “acil durumlarda kullanım” için onay almış 5 aşıdan Çin şirketi CanSino Biologics’in geliştirdiği aşıya Çin ordusu da gerekli durumlarda kullanılmak üzere onay verdi. Halen denemeleri farklı ülkelerde devam ediyor. Rusya’daki Gamaleya Araştırma Enstitüsü tarafından geliştirilen aşıya henüz denemeleri tamamlanmadan Rusya  tescil verdi. Aşı genetiğiyle oynanmış corona virüsleri kullanıyor. Çinli Sinovac Biotech şirketi de geliştirdiği bir aşıya Temmuz ayında onay aldı. Halen test süreci devam ediyor. Aynı şekilde Wuhan Biyolojik Ürünler Enstitüsü ve Pekin Biyolojik Ürünler Enstitüsü’nün geliştirdiği aşılar da onay alan ama halen testleri devam eden çalışmalar.

Çin merkezli Sinovac firması tarafından üretilen Covid-19 aşısının Türkiye'deki deneme çalışmaları 20 Eylülde önce Hacettepe'de, daha sonra da Kocaeli Üniversitesinde  başladı. Firma aşının 2021 başında kullanıma hazır hale gelmesini ve ABD dahil tüm dünyaya dağıtmayı bekliyor. Bir Sinovac Üst Yöneticisi ise aşının dağıtımında deneylere katılan ülkelere öncelik vereceklerini söyledi.