28 Haziran 2014 Cumartesi

164 29 Haziran 2014 Pazar 01:02 GEZİ REHBERİ ..............................Bir İstanbul gezisi (2)

Bir İstanbul gezisi (2)


İstanbulda ikinci günümüz. TBMM Milli Saraylar'ın Beşiktaş Misafirhanesinde kalıyoruz. Güne iyi bir kahvaltı ile başlamak her zaman iyidir.

Bugün programımızda Beşiktaş, Dolmabahçe ve Taksim var. Esas ağırlık Balıkesir lisesinden birkaç arkadaşımla yapacağımız buluşmada.  

Erken çıkmamızın nedeni buluşma saatine kadar Beşiktaş çarşısını ve civardaki birkaç müzeyi gezmek.

"Çarşı herşeye karşı" değil. Herkes işinde gücünde. Hızla geçiyoruz, dikkatimizi çeken farklı bir şey yok. Herşey bildiğimiz gibi. Ancak, meydandaki Sinan Paşa cami restorasyona alınmış. Karşıya geçip ne zamandır gezmek istediğim deniz müzesini gezmek istiyorum. Eski binası tadilatta, başka bir şey olacak galiba. Hemen yanı başındaki yeni ya da yenilenmiş binaya taşınmış olmalı.

Fakat bir gariplik var, görkemli binanın önüne geldiğimizde bile hala bir hareket göremiyoruz. Biraz sonra maalesef bunun nedenini anlıyoruz ama, ben bir türlü kabullenemiyorum. Müze pazartesi günleri kapalıymış ! Ben salı günleri bilirdim, olur mu şimdi bu ? Tam bir soğuk duş durumu yani. 

Neyse, bizim Saray müzesini gezelim bari diye o tarafa yöneliyorum. Kapı duvar, burası da kapalı. Bunlar iki komşu sözbirliği etmişler, bizi kabul etmiyorlar demek. Olsun. Biz de resim heykel müzesini gezeriz. Hemen Milli Saraylar'ın arka girişinde değil mi ? O tarafa yürüyoruz ama artık bi hayli tedirgin olmuşum. Bu pazartesi meselesi doğru galiba. Ya benim aklımda niye salı günü kalmış ? Evvet ! doğruymuş. Burası da kapalı. Tam anlamıyla hanıma madara oluyorum yani.


Dolmabahçe saat kulesine kadar ağzımdan bir tek kelime çıkmıyor. Sadece etrafımıza bakınıyor ve yürüyoruz. Ne diyebilirim ki, talihsizlik.

Daha önceleri işten güçten gezememiştim. Şimdi de gezmek için geldim, ama seçtiğim gün pazartesi ! Bu sefer de onlar kapalıymış iyi mi ? Bana iyi bir ders verdiler. Bir daha müzelerin pazartesi günleri kapalı olduğunu unutmam herhalde.

Dolmabahçe Saat Kulesi arkasındaki kafeteryada kendimize deniz kenarında bir masa seçiyoruz. Önce Temel geliyor. Gece kızı Setenay'da kalmış. İyi ki cep telefonları var, tarifle yönlendirme ile oturduğumuz yeri buluyor. Bu arada öğle ezanı okunuyor. Arkadaşlar gelene kadar Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Camiinde namaza duruyoruz.

Dolmabahçe Camii, Sultan Abdülmecit'in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü üzerine Sultan Abdülmecit tarafından tamamlatılmış. Tasarımı I. Abdülmecit'in mimarlarından Garabet Amira Balyan'a ait. Bu mimar aynı zamanda oğlu Nigoğos Balyan'la birlikte Dolmabahçe Sarayını da yapmış. 1948'deki tek parti döneminden 1962 yılına kadar Deniz Müzesi yapılan bu ibadethane, geçen sene "geziciler" tarafından da işgal edilme talihsizliğini yaşadı.Şimdi halıları yenilenmiş ve temizlenmiş. İnşallah bir daha böyle şeyler başına gelmez de ilelebet ibadet edilir. 

Nihayet 43 yıllık lise arkadaşlarımla birlikteyiz.  Eyüp Rıza söz verdiği gibi tam vaktinde geliyor. Tatlı tatlı sohbet ediyoruz. Temel olunca tabi doğal olarak konu kitaplara ve ingilizceye kayıyor.

Temel'in en küçük oğlu Şamil bu yıl üniversiteye hazırlandı. Fizik geometri hocası da babası. Bu arada kendini ölçmüş, biçmiş, dinlemiş, son dakikada ingilizce okumaya karar vermiş. Eyüb'ün de kızı da yabancı dil okumayı istiyormuş. Eh İsmail de İngilizce öğretmeni ya, söz bol bol ingilizce üzerineydi. Bu arada fark ettim ki Temel'in üç, İsmail'in, Eyüp'ün ve benim ikişer kızım var. Bu da biraz muhabbeti kız babaları kulübüne çevirmişti.

Hava güzel, manzara nefis. İsmail'le eşi de geliyorlar nihayet. Gelemeselerdi de mazur sayılırlardı. Nihayet düğün yorgunu idiler. Ama, Hatice hanım kafası dağılsın istemiş. Atmış arabaya İsmail'i getirmiş sağ olsun. Az sonra bize Milli Saraylar Başkan yardımcısı Hüseyin bey de eşlik ediyor.

Son bir iki yıldır, emekli olduktan sonra belki de yaptığım en iyi şeylerden biri, eski okul arkadaşlarımı arayıp bulmak oldu. Face bunun için iyi bir vasıta, bunu kabul etmeliyim. Ama ben de iyi çalıştım doğrusu. 150'ye yakın arkadaşımın izini buldum. Çoğunun eski öğrencilik resmi ile bu günkü hallerini yanyana bir albümde topladım. Bunları face grubumuzda paylaştım ve alabildiğim kadar özgeçmişlerini de yanlarına yazdım. Hatta böyle bir kaç küçük buluşma da organize ettim.

İşte bu buluşmamız da bunlardan biri. Gönül İstanbul'da olan pek çok diğer arkadaşımızın da aramızda olmasını isterdi. Ama cesaret edip daha büyük bir organizasyona imkanım olmadı. Olsun. Az olsun candan yürekten olsun diyorum. Belki zamanla daha başka buluşmalarda da diğer arkadaşlarla bunu başarabiliriz.


Şimdi sıra Taksime çıkmaya geldi. Arkadaşlarla vedalaşıp ayrıldıktan sonra, önce ikindi namazımızı kılıyor, sonra da Kabataş fünikülerine doğru yürüyoruz.

Taksim-Kabataş füniküler sistemi İstanbul'da Tünel'den sonra ikinci yeraltı demiryolu hattı. 2006 yılında hizmete girmiş. Beş dakikada bir günlük ortalama 30 bin yolcu taşıyormuş. Bununla tümü yer altından 27 derecelik eğimle 640 m. lik mesafedeki Taksime 2 dakikada  ulaşılabiliyor.

Taksimin yayalaştırılmış hali ilk bakışta tuhafıma gidiyor. Burada yoğun trafiğe, otobüslere ve insan kalabalıklarına o kadar alışmışız ki. Bu sakinlik ve boşluk rahatsız edici. Kuşkusuz proje henüz tamamlanmamış, ancak bu meydanı artık eski haliyle hiç göremeyeceğimiz kesin. O artık yeni görünümüne hazırlanıyor. 


Geçen yılki gezi olayları yüreğimizi ağzımıza getirdi. Sanırım proje devam ederken bu defa belediye ve hükümet  çok çok dikkatli. Hassasiyetler dikkate alınacak.

Eşimle gezi parkını dolaşıyoruz. Taksim meydanı onca olaydan sonra hala is kokarken, gezi parkı tertemiz ve hiç birşey olmamış gibi. İnsanlar koyu bir yeşilliğin arasında geziyor, oturuyor ve sohbet ediyorlar.

Her zamanki gibi İstiklal caddesinden aşağıya yürüyoruz. Burası Taksime inat hıncahınç kalabalık. Sanki sağlı sollu iki insan nehri içinde biz de onlarla birlikte akıyoruz. Yemek için Akhisarlı köfteci ramizi seçiyoruz. Ardından yine Galatasaraya doğru yürüyüşümüz devam ediyor. Sağımıza solumuza bakarken zaman geçivermiş. Kendimizi tünelde buluyoruz. Ben geriye tekrar Taksime gitmeyi öneriyorum, eşimse aşağıya inmeyi. Tabi ki o kazanıyor. Galip dede caddesinden aşağıya inmeye başlıyoruz.

Burayı çok bilinçli seçmemiştik. Tünelden ayrılan sokağın başı hareketli görünüyordu. Nasıl olsa buralardan doğru aşağıya Karaköy'e inebiliriz diye düşünmüştüm. Bu arada sağımıza solumuza bakar eğlenirdik. Caddeden çok ince, epey eğimli, taş parkeli bir sokağa benziyordu. Ama oldukça eğlenceli ve renkli olduğu kesinmiş.

Önceleri sağlı sollu sanat ve müzik aletleri dükkanlarıyla dolu yokuş, arada bir garip kılıklı müzik gruplarıyla şenleniveriyor. İlaveten çok sayıda turist var inen, çıkan.

Tam bu sırada soldaki tarihi bir bina benim için hiç ummadığım bir sürpriz oluyor. Kitaplarda okuduğum, bildiğim, ama nerede ve nasıl olduğunu hiç görmediğim tarihi Galata Mevlevihanesi karşımızda. O zaman bu sokağın böyle müzik ve sanatla iç içe oluşunu da biraz anlamış oluyorum.

Mevlevihane 1491 yılında İskender Paşa tarafından yaptırılmış. 1500'lerin ikinci yarısıyla 1600'lerin başı arasındaki süreçte de Halvetiyye tarikatına bağlı bir zaviye ve derslik olarak kullanılmış.1925'ten sonra mevlevihanenin ana yapısı ilkokul ve lojman, diğer bölümleri ise farklı amaçlar için kullanıldıysa da çeşitli girişimler sonucunda 1975 yılında Divan Edebiyatı Müzesine dönüştürülmüş. 2007'de başlayan son restorasyonun ardından, 2011'de Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla tekrar ziyarete açılmış. 

Sokak oldukça ilginç bir hal alıyor. Bu defa hemen sağımızda Galata kulesiyle karşılaşıyoruz. Galata kulesinin buralarda bir yerlerde olabileceğini biliyorum ama böyle çat karşımıza çıkacağını düşenememiştim. Turist yoğunluğunu da böylece çözmüş oluyoruz.

Sokak biraz daha aşağıda Yüksek kaldırım caddesi adını alıyor. Karaköye yaklaşmış olmalıyız. Hanım yokuş aşağı inerken biraz zorlanıyor, yoruluyor, ama ben bu planlanmamış maceradan oldukça memnun karaköy meydanına ulaşıyoruz.

Günün sonunda bir Beşiktaş otobüsü bizi Barbaros abidesine gelmeden indiriyor. İyi ki İstanbul kart almışız. Belediye Halk ayrımı olmadan otobüslerde, vapurda ve fünikülerde hepsinde geçiyor. Otobüsler, trafik çileli ama bu İstanbul yürümekle de gezilmez ki. Yorgun ama mutlu bir şekilde misafirhanemize dönüyoruz. Yarın Fatih, Süleymaniye ve kapalı çarşı var planımızda.

27 Haziran 2014 Cuma

163 27 Haziran 2014 Cuma 20:10 GEZİ REHBERİ ..............................Bir İstanbul gezisi (1)

Bir İstanbul gezisi (1)


22-24 Haziran tarihleri arasında üç günlük bir İstanbul seyahatimiz oldu. Kısa ama dolu dolu bir İstanbul ziyaretiydi.

Zaten söz konusu olan şehir İstanbul'sa, değil üç gün, üç haftanın bile yetersiz kalacağını bilenlerdenim. Onun için seyahatimizi sınırlı tutmuş, daha gitmeden en ince ayrıntısına kadar planlayıp programlamıştım.

Aslında her şey bir vesile. Bu seyahatimizin de temel nedeni 43 yıllık kadim dostum, yatılı lise arkadaşım İsmail'in kızının düğününe katılmaktı. Ama ben onu, sevgili ilkokul öğretmenimi ziyaret ve diğer arkadaşlarımla da buluşma fırsatı olarak değerlendirdim. Bu arada İstanbul'un iki önemli selatin camisi Fatih ve Süleymaniye'yi gezebilmek de planlarım arasındaydı.

TBMM Beşiktaş misafirhanesinden telefonla yer ayırtmış, gidiş-dönüş biletlerimizi de internetten alarak hazırlığımızı tamamlamıştım. Yolculuğumuz Bandırma üzerinden feribotla olacaktı. Böylece bağlantılı otobüs firma ve saatlerini de ayarlayabilmiştim. 


Susurluk'ta kalınan bir gece sonrasında öğleye doğru minibüsle Bandırma'ya ulaştık. Yol 40-45 km kadardı ve eski haline göre bölünmüş yol oldukça rahattı.

Bandırma'da limana doğru giderken çocukluğumda ve öğrenciliğimde bindiğim "Etrüsk" adlı eski İstanbul vapuru gelmişti aklıma. Akşam saat altı gibi biniyor, ancak sabah saat dokuzda eminönü'nde oluyorduk.

Gece serinliğinde, güvertede serili gazete kağıtları üzerindeki son derece rahatsız yolculuğumuzu hiç saymıyorum. 

Oysa bindiğimiz Turgut Özal feribotu temiz, modern ve çok rahattı. Hatırlıyorum R.Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Başkanlığı sırasında diğer eşi Adnan Menderes feribotuyla birlikte hizmete alınmışlardı.

İsimlerini aldıkları eski başbakanlar gibi onlar da bölgemizde çok sevildiler. 25 yıla yakın da hizmete devam ediyorlar. Hem de onların anılmasının bile pek hoş karşılanmadığı günlerden bu güne, üstelik iddialı bir hizmette arkalarında son derece başarılı bir iz bırakarak.


Cam kenarı yerlerimize geçip keyifle etrafı seyrediyor, bir taraftan da iyi yolculuklar diliyoruz kendimize.

En son beş yıl önceydi galiba bu gemideki yolculuğumuz. Bu gün de son derece ışıltılı bir ortam var çevremizde. Yaşlılar, aileler, gençler, çocuklar. Şartlar herkese uygun. İnsanlar dolaşıyor, yiyip içiyor, sohbet ediyor veya okuyorlar. Bilgisayarlarıyla internete girenleri de görüyorum.

Cep telefonumun şarjı bitmişti, hiç endişelenmeme gerek yokmuş. Bunu da düşünmüşler. Telefonumu prize takıyor ve İstanbul'a kadar dolmaya bırakıyorum. Daha yolculuğun başında bu bile mutlu ediyor beni.

Saat tam 12.30'da feribot kendisi için inşa edilmiş İDO iskelesinden hareket ediyor. Hızı daha limandan ayrılırken bile fark edilebiliyor. Yolculuğumuz bu hızla iki saat gibi kısa bir sürede tamamlanacak.

Arkamızda kalan Bandırma'ya bakıyoruz. Bir il değil ama kent irisi bir ilçe. Liman, deniz ve sanayi burayı emsallerine göre daha hızlı geliştirmiş. Deniz, tren ve karayolu ile İstanbul, Bursa ve Balıkesir arasında adeta bir kavşak noktası. Bilhassa İstanbul gibi bir dünya kentine bir buçuk iki saat mesafede olmak önemli bir kazanım olmalı. 

Bunu eskiden İstanbul'a mal almak için giden, en kısası ancak üç günde geri dönebilen birçok esnaftan dinlemiştim. Aynı gün içinde sabah gidip akşam evlerine dönebilmek çok önemli bir gelişmeydi onlar için. Mutluydular ve bu hizmeti onlara sunan "Tayyip" lerini çok seviyorlardı.

Saat 14.30'da Yenikapı iskelesine yanaşıyoruz. Artık İstanbulda'yız. Ayağımız toprağa değer değmez İstanbul'un o kendine has gürültüsü sarıveriyor etrafımızı. 

Şimdi programda Marmaray'la Üsküdar’a geçmek var. Hızlı adımlarla Yenikapı istasyonunu bulmaya çalışıyoruz. Oraya buraya koşuşturan insanlar, homurtuyla sel gibi akan bir trafik içinde Marmaray istasyonunu arıyoruz.

Nihayet tarif edilen köprüye vardığımızda "Aaa ! Bu bizim Aksaray-Yenikapı çıkışı” deyivermişim. Hatta uzun süre Marmaray'ı geciktiren arkeolojik kazı alanı bile çok tanıdıktı.

Eskiden bu alanda Bülent Ersoy'un baş solist olarak sahneye çıktığı meşhur bir Gar gazinosu vardı. Karşısındaki Çakıl gazinosuyla 60'lardan 80'li yıllara kadar sadece İstanbul'un değil tüm ülkenin en popüler eğlence mekanları olarak tanındılar. Şimdi yerlerinde asrın yatırımı Marmaray hizmet veriyor. 

Marmaray Yenikapı istasyonu beni şaşırtıyor. Gerçekten de göz alıcı bir yapı. Sadece bir hizmet binası olarak değil, iddialı bir sanat yapısı olarak da tasarlanmış olmalı. Salondaki derinlik, aydınlık ortam, şıkır şıkır bir zemin. Duvarlarındaki orjinal süsleme ve bezemeler, hepsi son derece güzel ve uyumlu.

Fatihin portresi yüksek bir yerden bu tabloyu adeta mühürlüyor.  Çok beğendim. Bir taraftan da pek çok insan gibi, denizin altında balıklarla komşu olmak nasıl bir şey merak ediyorum. Keşke tünel saydam olabilseydi de bir akvaryum yolculuğu yapabilseydik diyorum içimden.

Hayal bu ya, ama eminim o zaman eşim daha çok korkardı. Bu yüzden hemen vazgeçiyorum bu düşüncelerden. En iyisi gözümüzü kapatıp, şıp diye geçivermek. 


Yürüyen merdivenlerden aşağıya doğru iniyoruz. Ankara'da alışık olduğumuz metro merdivenlerinden daha derin ve hızlı görünüyor.

Demek Üsküdar'a denizin 60 metre altından geçerek çıkacağız, hem de sadece beş dakikada öyle mi ? "İlk defa milli olmak" tabiri vardır ya, işte öyle bir duygu içindeyiz.  Sel gibi akan insan kalabalığının telaşına biz de dahil oluyoruz. Hayırlısı bakalım.

Bu arada biraz gerildik mi ne ? Çektiğim selfie fotoğrafa bakıyorum da, sanki o sıradaki duygularımız yüzümüze yansımış gibi geliyor. Hoşlanmıyorum.

Hedefimiz Üsküdar. Asağıda ilk dikkatimizi çeken şey bir levha oluyor. "Ayrılık Çeşmesi" naif, hoş bir durak ismi. Ama bir o kadar da hüzünlü. 


Ben görmedim, ama gerçekten bir Ayrılık Çeşmesi varmış. 17. yüzyılın başında Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından bir namazgâh ile birlikte yaptırılmış. Tarihte bir kaç defa da tamir edilmiş. Kimi kaynaklar bu çeşmenin geçmişini Bizans dönemine kadar uzatıyorlarmış.

Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra doğuya sefer düzenleyen Osmanlı padişahlarının son hazırlıklarının tamamlandığı ve yola koyulmak için toplandığı İbrahimağa Çayırı denilen yerdeymiş bu çeşme.

Ayrıca Mekke'ye gitmek üzere yola çıkan Hacı kafileleri ve Surre Alayları da burada toplaşıp uğurlanırmış. Rivayete göre şehirden ayrılan kafileler son olarak buradan uğurlandığı için çeşmenin adı Ayrılık Çeşmesi olarak kalmış. İşte bu ayrılık çeşmesi Marmarayın da son istasyonu şimdi.

Nihayet tren geliyor ve Marmaraya biniyoruz. Başlangıçtaki heyecan yok, istanbul'lular alışmışlar besbelli. Marmarayın yaşamlarına getirdiği hızlı çözümü tercih ederek, günlük koşturmacalarına devam ediyorlar.

Ama yanımızda dikilen genç hanım bizim heyecanımızın farkında. Arada birkaç kelimeyle de olsa rehberlik ediyor kendince. "Şu anda boğazın tam ortasındayız" diyor mesela muzip bir gülümsemeyle. Fotoğraf çekmeye hazırlanıyorum "yasak" diyor kısaca. 

Niçin anlamadım ama, itiraz etmiyorum uyarısına. Zaten "Üsküdar" anonsu da yolculuğumuzun bittiğini haber veriyor, çıkışa hazırlanıyoruz.


İndikten birkaç dakika sonra Üsküdar'dayız. Bu defa da eminim sevincimiz yüzümüze yansımıştır. Daha bunun tadını çıkaramadan Üsküdar istasyonu hareketli, yoğun ve gürültülü bir meydana çıkarıyor bizi.  Şikayet etmeden biz de o kalabalığa karışıyoruz. 

Gerçekten de yollar, meydan, çarşılar oldukça yoğun. Oysa günlerden pazar, Ankara'da pazarlar genellikle daha sakin olur. Bir yerlere koşuşturan bu insanlar sanki hiç durup dinlenmiyorlar gibi. Biz de aynı aceleyle çarşıda aradığımız hediyeyi bulup tekrar sahil boyuna dönüyoruz.

Fazla vaktimiz yok öğretmenimin evine gitmemiz gerek, bizi bekliyor. Vakit darlığı ve kalabalık bizi bir taksi tutmaya zorluyor. Aslında yürünerek gidilebilecek bir mesafeyi taksici arap saçına çevirince de mecburen yardım istiyoruz. İlkokul öğretmenim ve eşi gelip bizi alıyorlar. 

Yıllar önce bir kez daha gittiğim Üsküdar İhsaniye İskele sokaktaki bu evi hatırlıyorum. Sağ olsunlar yazlıkta olmalarına rağmen bugün bizim için İstanbul'da kalmışlar.

Öğretmenimin evi tam da Topkapı sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet camiini içine alan tarihi yarım adaya bakıyor. O bildik silüet ve yeşil manzara bir harika. Kendisi de zaten kuş yuvası gibi bir ev. Bu ortamın insana ilham vermemesi mümkün değil.

Her tarafta birbirinden güzel resimler, zevkli seçimler ve iki olgun insanın kendi ruh dünyalarını yansıtan bir döşeme. Sanki sahipleriyle bütünleşmiş, kişilik kazanmış yaşayan canlı bir mekan burası. 

Allah sağlık versin, seksen üç yaşında Güzel sanatlar Fakültesi resim bölümü üçüncü sınıf talebesi yetenekli ve azimli bir hanımefendiden söz ediyorum. Aynı zamanda her türlü saygıyı ve sevgiyi hak eden idealist, mücadeleci bir "öğretmen" den.


Ziyaretimiz iki saate yakın sürüyor. Anlatacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki. Ama her şeyin de bir sonu var. Yetişmemiz gereken bir düğünden bahsederek, vedalaşıp ayrılıyoruz. 

Bu kez yürüyerek dönüyoruz. Üsküdar sahilinden tarihi yarımada gerçekten çok güzel görünüyor. Merak ediyoruz; acaba orada yaşayıp, sahil yolunda aceleyle dolaşanlar bunun ne kadar farkındalar ?

Yolda tuhaf kalabalıklarla ve sıra dışı görüntülerle karşılaşıyoruz. İnsanlar orta refüjdeki yeşillikleri bile değerlendirip çöküvermişler üzerine. Böyle piknik yapan, çocuklarıyla oynayan çok sayıda aile görüyoruz. Kimisi oltalarıyla balık tutuyor, kimisi de denize giriyor. Kınayamıyorum, sadece içim acıyor hallerine. Demek İstanbul'da yaşamak böyle birşey. 

Zamanının çoğu işe gidip gelmekle geçen, ailesine, dinlenmeye, eğlenmeye, apartman yığınları arasında bir karışlık yeşilliğe hasret insanlar bunlar. Bir pazarları var ne yapsınlar ? Bulabildikleri, yapabildikleri de bu.



Üsküdar meydanında gideceğimiz yere otobüs ararken etrafında dönüp durduğumuz Mimrimah sultan camii yeni restore edilmiş. Pırıl pırıl bir görünüm, yeşil ulu çınarlar ve zarif bir çeşme. Birbiriyle bütünleşen, Üsküdar meydanının simgesi bu tarihi mekan gerçekten çok hoş.

Mimrimah sultan Kanuni'nin kızı.  Cami de bir Mimar Sinan eseri olunca tarihi yapı bir başka anlam kazanıyor bilenlerin gözünde. Yüzyıllara meydan okuyan bu güzel eser kendisine yönelen ilgiyi de hak ediyor doğrusu.

Ümraniye Hekimbaşı sosyal tesislerine otobüs hemen önünden kalkıyormuş. Ancak, biz onu buluncaya kadar epey bir zaman kaybetmişiz.

Anlaşılan İstanbul dışardan gelen ziyaretçilerini pek sevmiyor. Kimseden doğru dürüst bilgi alamıyoruz. Konuştuklarımız da sanki güven vermiyor gibi. Bizde buradaki herkesin İstanbul trafiğinden bıkıp usandıkları, kalabalığı arttıran bizim gibi misafirlerden de pek hazzetmedikleri izlenimi uyanıyor.

Demek çektikleri çile o kadar fazla ki, üzerine daha kimse kimseyi çekecek durumda değil. Bunu Üsküdar, Beylerbeyi, Çengelköy, Küçüksu ve Ümraniye istikametinde en çok 20 kilometrelik yolu iki saatte gidince bir kez daha anladık.

Otobüste yol sorduğumuz adam bize "sabahın köründe yollardayız, akşam da işte böyle. Hayatımız otobüslerde geçiyor. Eve gittiğimde çoktan uyumuş oluyorlar, çocuklarımı bile zor görüyorum" dediğinde adeta içim daralıyor.


Ümraniye'deki düğün saat 19'da başladığında biz daha yola yeni çıkabilmiştik, saat 21.30'da da ancak ulaşabiliyoruz. Ama yine de moralimizi bozmuyoruz. Çünkü düğünümüz var. Yatılı lise arkadaşım, kadim dostum İsmail'in sevgili kızı Zeynep'in en mutlu günü bugün. Onun için İstanbul'a gelmiştik ya.

Bizden daha kötüsü varmış. Sevgili arkadaşımız Temel ve kızı Setenay düğüne yetiştiklerinde saat 23'e geliyor.

Zeynep kendi düğününde bize bir sürpriz yapıyor. Sesi çok güzelmiş, istek üzerine davetlilere birkaç şarkı söyleyiveriyor. Gerçekten çok hoş. Allah mesut, bahtiyar etsin. Rabbimden iki cihan saadeti diliyorum.


Dönüşümüz yine Üsküdar iskelesinden Beşiktaş’a olacaktı. Sağ olsun İsmail'in eşi Hatice hanım onca yorgunluğuna rağmen Temel'lerle bizi Üsküdar’a kadar getiriveriyor. Gidişimizdeki macera hatırlanacak olursa, doğrusu şimdi bu iyilik de pek makbule geçti diye düşünüyoruz.

Nihayet saat 01'de Beşiktaş’a giden şehir hatları gemisine binebiliyoruz. Artık günümüzü tamamlamış, ziyaretimizi yapmış ve düğünümüze katılmış durumdayız. Yorgunuz ama biraz sonra Beşiktaş'taki misafirhaneye kendimizi atmış olacağız.

Bir ara dışarıya çıkıp bakıyorum. Denizden ışıklar içindeki Dolmabahçe sarayı muhteşem görünüyor.



26 Haziran 2014 Perşembe

162 26 Haziran 2014 Perşembe 14:53 ZAMAN DURAKLARI.................Ey onbir ayın sultanı Ramazan ! Hoşgeldin

Ey onbir ayın sultanı Ramazan ! Hoşgeldin


Kutlu zaman yolculuğumuzda ışık deryası bir zaman durağının eşiğindeyiz. 28 Haziran Cumartesi günü Ramazan ayı başlamış olacak. İnşallah Cuma günü akşamı ilk teravihimizi kılacağız ve o gece de oruç tutmak üzere sahura kalkmış olacağız. Kur’an ayımız, oruç ayımız, onbir ayın sultanı kutlu Ramazan ayımız hayırlı olsun. 

Ramazan ayı hicri/ay takvimine göre 9.uncu ay oluyor. Öncesinde Şaban ayı sonrasında Şevval ayı var. Hicri Takvimde yıllar, miladi takvimden 11 - 12 gün kısa olduğu için Ramazan ayı her sene öne doğru geliyor. Böylece yaklaşık olarak her 32 yılda bir ancak senenin aynı günlerinde yaşanabiliyor. Bu da normal bir insan ömründe ancak iki defa demek.

Kuşkusuz Ramazan ayının diğer aylara göre ayrı bir yeri ve değeri var. Kur'an-ı Kerim bu ayda indirilmeye başlanmış, oruç ibadeti bu ayda yapılıyor ve bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen "kadir gecesi" de bu ayın içinde. Bu sebeple zaten Ramazan ayına onbir ayın sultanı deniliyor ya.

Ramazan ayı oruç, ibadet ve sabır ayı. Allah'ın rahmet ve bağış kapılarının açıldığı ay. Sevgili Peygamberimiz, ramazan ayında içtenlikle yapılan dua, ibadet ve iyiliklerin Allah katında daha değerli olacağını bildirmiş. Nitekim arapça bir sözcük olan Ramazan (Ramaza) çok sıcak olma kökünden geliyor. Demek bu aya Ramazan denilmesi sebepsiz değil. Günahları yakıp erittiği için [1] bu aya böyle bir isim verilmiş olmalı.

Kur'anı kerim, Cenab-ı Allahın "Bin aydan daha hayırlı" olduğunu haber verdiği ramazan ayının 27. gecesi yani Kadir [2] Gecesi'nde indirilmeye başlanmış. İslam dünyasında ramazan ayına “Kur’an ayı” da deniliyor. Elbette bu da sebepsiz [3] değil. Çünkü Ramazan ayında Kur'an okumaya her zamankinden daha çok özen gösterilir. Bunun için evlerde veya camilerde bir araya gelerek, her gün Kur'an'dan yirmi sayfa (bir cüz) okunur. Ramazan ayının sonuna gelindiğinde ise Kur'an baştan sona (otuz cüz) bir kez okunmuş olur. Yapılan bu hatim bir de dua ile sonlandırılır. İşte bu gelenek yüzyıllar boyu devam edip gidiyor. 

Hiç kuşkusuz Ramazan ayını değerli kılan en önemli şeylerden birisi de, temel ibadetlerimizden olan orucun bu ay içinde tutuluyor olması. Yüce Allah Kur'an'da "…Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun" [4] buyurarak, ramazan ayında oruç tutulmasını emretmiş.

Oruçla bu ay boyunca gün doğumundan önceki alacakaranlık ile gün batımından sonraki alacakaranlık arasında yemek-içmek ve cinsel ilişkide bulunmak Müslümanlara yasak kılınmış. Sünni İslam anlayışında İslamın beş temel [5] şartından biri. Hicret'in ikinci senesinde Medine'de farz kılınmış.

Türkçedeki "oruç" kelimesi Selçuklular döneminde Farsçadan alınmış "rôcik" sözcüğünün dilimizdeki söyleniş biçimi. "Günlük" manasındaymış. Oruç, aslında Kur'an'da "savm ve "sıyam" olarak geçiyor. Ramazan ayında oruç tutanların gün doğmadan önce belirli saatte yedikleri yemeğe ve bu yemeğin yendiği zaman aralığına sahur,  günün sonunda orucun açılmasına ve bu esnada yenen yemeğe de iftar deniyor. Ancak oruç sadece bir yeme içme yasağı değil, aynı zamanda diline ve nefsine de sahip olma [6] hali.

Her günü, her gecesi, her saati ışıklar içinde mübarek bir zaman dilimindeyiz. Ayların sultanı Ramazan hoş geldin ! Kur’an ayı Ramazan hepimize kutlu olsun !  Oruçlarınız makbul, dualarınız kabul, her doğan gününüz hayırlı ve bereketli geçsin.

Rabbim bin aydan hayırlı Kadir gecesine ve bayrama kendisinden razı olunan kullar olarak ulaştırsın bizi inşallah. O kutlu zaman duraklarında yeniden buluşmak üzere selam ve sevgi ile..
-----------------------------------
[1] Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.[İ.Ebiddünya]
[2] Bu gece için Peygamberimiz "Kim inanarak ve sevabını Allah'tan umarak Kadir Gecesi'ni değerlendirirse geçmiş günahları bağışlanır" (Buhari) buyurmuş.
[3] Çünkü yüce Allah Kur'an'da "Ramazan ayı insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan, insanları kurtuluş yoluna götüren Kur'an'ın indiği aydır. "(Bakara suresi, ayet 185) buyuruyor.
[4] “O Ramazan ayı ki irşad için, hak ile batılı ayırt eden, hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz! (Bakara 185)”
[5] İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir. [Müslim]
[6] Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona "Ben oruçluyum" deyin! [Buhari]