Bir İstanbul gezisi (2)
İstanbulda ikinci günümüz. TBMM Milli
Saraylar'ın Beşiktaş Misafirhanesinde kalıyoruz. Güne iyi bir kahvaltı ile
başlamak her zaman iyidir.
Bugün programımızda Beşiktaş, Dolmabahçe ve
Taksim var. Esas ağırlık Balıkesir lisesinden birkaç arkadaşımla yapacağımız
buluşmada.
Erken çıkmamızın nedeni
buluşma saatine kadar Beşiktaş çarşısını ve civardaki birkaç müzeyi gezmek.
"Çarşı herşeye karşı" değil. Herkes
işinde gücünde. Hızla geçiyoruz, dikkatimizi çeken farklı bir şey yok. Herşey
bildiğimiz gibi. Ancak, meydandaki Sinan Paşa cami restorasyona alınmış.
Karşıya geçip ne zamandır gezmek istediğim deniz müzesini gezmek istiyorum.
Eski binası tadilatta, başka bir şey olacak galiba. Hemen yanı başındaki yeni ya
da yenilenmiş binaya taşınmış olmalı.
Fakat bir gariplik var, görkemli binanın önüne
geldiğimizde bile hala bir hareket göremiyoruz. Biraz sonra maalesef bunun
nedenini anlıyoruz ama, ben bir türlü kabullenemiyorum. Müze pazartesi günleri
kapalıymış ! Ben salı günleri bilirdim, olur mu şimdi bu ? Tam bir soğuk
duş durumu yani.
Neyse, bizim Saray müzesini gezelim bari diye o tarafa yöneliyorum. Kapı duvar, burası da kapalı. Bunlar iki komşu sözbirliği etmişler, bizi kabul etmiyorlar demek. Olsun. Biz de resim heykel müzesini gezeriz. Hemen Milli Saraylar'ın arka girişinde değil mi ? O tarafa yürüyoruz ama artık bi hayli tedirgin olmuşum. Bu pazartesi meselesi doğru galiba. Ya benim aklımda niye salı günü kalmış ? Evvet ! doğruymuş. Burası da kapalı. Tam anlamıyla hanıma madara oluyorum yani.
Neyse, bizim Saray müzesini gezelim bari diye o tarafa yöneliyorum. Kapı duvar, burası da kapalı. Bunlar iki komşu sözbirliği etmişler, bizi kabul etmiyorlar demek. Olsun. Biz de resim heykel müzesini gezeriz. Hemen Milli Saraylar'ın arka girişinde değil mi ? O tarafa yürüyoruz ama artık bi hayli tedirgin olmuşum. Bu pazartesi meselesi doğru galiba. Ya benim aklımda niye salı günü kalmış ? Evvet ! doğruymuş. Burası da kapalı. Tam anlamıyla hanıma madara oluyorum yani.

Dolmabahçe saat kulesine kadar ağzımdan bir tek
kelime çıkmıyor. Sadece etrafımıza bakınıyor ve yürüyoruz. Ne diyebilirim ki,
talihsizlik.
Daha önceleri işten güçten gezememiştim. Şimdi
de gezmek için geldim, ama seçtiğim gün pazartesi ! Bu sefer de onlar
kapalıymış iyi mi ? Bana iyi bir ders verdiler. Bir daha müzelerin pazartesi
günleri kapalı olduğunu unutmam herhalde.
Dolmabahçe Saat Kulesi arkasındaki kafeteryada
kendimize deniz kenarında bir masa seçiyoruz. Önce Temel geliyor. Gece kızı
Setenay'da kalmış. İyi ki cep telefonları var, tarifle yönlendirme ile
oturduğumuz yeri buluyor. Bu arada öğle ezanı okunuyor. Arkadaşlar gelene kadar
Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Camiinde namaza duruyoruz.
Dolmabahçe Camii, Sultan Abdülmecit'in annesi
Bezmialem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü üzerine Sultan Abdülmecit
tarafından tamamlatılmış. Tasarımı I. Abdülmecit'in mimarlarından Garabet Amira
Balyan'a ait. Bu mimar aynı zamanda oğlu Nigoğos Balyan'la birlikte Dolmabahçe
Sarayını da yapmış. 1948'deki tek parti döneminden 1962 yılına kadar Deniz
Müzesi yapılan bu ibadethane, geçen sene "geziciler" tarafından da
işgal edilme talihsizliğini yaşadı.Şimdi halıları yenilenmiş ve temizlenmiş.
İnşallah bir daha böyle şeyler başına gelmez de ilelebet ibadet edilir.

Temel'in en küçük oğlu Şamil bu yıl üniversiteye hazırlandı. Fizik geometri hocası da babası. Bu arada kendini ölçmüş, biçmiş, dinlemiş, son dakikada ingilizce okumaya karar vermiş. Eyüb'ün de kızı da yabancı dil okumayı istiyormuş. Eh İsmail de İngilizce öğretmeni ya, söz bol bol ingilizce üzerineydi. Bu arada fark ettim ki Temel'in üç, İsmail'in, Eyüp'ün ve benim ikişer kızım var. Bu da biraz muhabbeti kız babaları kulübüne çevirmişti.
Hava güzel, manzara nefis. İsmail'le eşi de
geliyorlar nihayet. Gelemeselerdi de mazur sayılırlardı. Nihayet düğün yorgunu
idiler. Ama, Hatice hanım kafası dağılsın istemiş. Atmış arabaya İsmail'i
getirmiş sağ olsun. Az sonra bize Milli Saraylar Başkan yardımcısı Hüseyin bey
de eşlik ediyor.
Son bir iki yıldır, emekli olduktan sonra belki de yaptığım en iyi
şeylerden biri, eski okul arkadaşlarımı arayıp bulmak oldu. Face bunun için iyi bir vasıta, bunu kabul etmeliyim. Ama ben de iyi çalıştım
doğrusu. 150'ye yakın arkadaşımın izini buldum. Çoğunun eski öğrencilik resmi
ile bu günkü hallerini yanyana bir albümde topladım. Bunları face grubumuzda
paylaştım ve alabildiğim kadar özgeçmişlerini de yanlarına yazdım. Hatta böyle
bir kaç küçük buluşma da organize ettim.
İşte bu buluşmamız da bunlardan biri. Gönül
İstanbul'da olan pek çok diğer arkadaşımızın da aramızda olmasını isterdi. Ama
cesaret edip daha büyük bir organizasyona imkanım olmadı. Olsun. Az olsun
candan yürekten olsun diyorum. Belki zamanla daha başka buluşmalarda da diğer
arkadaşlarla bunu başarabiliriz.

Şimdi sıra Taksime çıkmaya geldi. Arkadaşlarla
vedalaşıp ayrıldıktan sonra, önce ikindi namazımızı kılıyor, sonra da Kabataş
fünikülerine doğru yürüyoruz.
Taksim-Kabataş füniküler sistemi İstanbul'da Tünel'den sonra ikinci yeraltı demiryolu hattı. 2006 yılında hizmete girmiş. Beş dakikada bir günlük ortalama 30 bin yolcu taşıyormuş. Bununla tümü yer altından 27 derecelik eğimle 640 m. lik mesafedeki Taksime 2 dakikada ulaşılabiliyor.
Taksim-Kabataş füniküler sistemi İstanbul'da Tünel'den sonra ikinci yeraltı demiryolu hattı. 2006 yılında hizmete girmiş. Beş dakikada bir günlük ortalama 30 bin yolcu taşıyormuş. Bununla tümü yer altından 27 derecelik eğimle 640 m. lik mesafedeki Taksime 2 dakikada ulaşılabiliyor.
Taksimin yayalaştırılmış hali ilk bakışta tuhafıma gidiyor. Burada yoğun trafiğe, otobüslere ve insan kalabalıklarına o kadar alışmışız ki. Bu sakinlik ve boşluk rahatsız edici. Kuşkusuz proje henüz tamamlanmamış, ancak bu meydanı artık eski haliyle hiç göremeyeceğimiz kesin. O artık yeni görünümüne hazırlanıyor.

Geçen yılki gezi olayları yüreğimizi ağzımıza getirdi. Sanırım proje devam ederken bu defa belediye ve hükümet çok çok dikkatli. Hassasiyetler dikkate alınacak.
Eşimle gezi parkını dolaşıyoruz. Taksim meydanı onca olaydan sonra hala is kokarken, gezi parkı tertemiz ve hiç birşey olmamış gibi. İnsanlar koyu bir yeşilliğin arasında geziyor, oturuyor ve sohbet ediyorlar.
Her zamanki gibi İstiklal caddesinden aşağıya yürüyoruz. Burası Taksime inat hıncahınç kalabalık. Sanki sağlı sollu iki insan nehri içinde biz de onlarla birlikte akıyoruz. Yemek için Akhisarlı köfteci ramizi seçiyoruz. Ardından yine Galatasaraya doğru yürüyüşümüz devam ediyor. Sağımıza solumuza bakarken zaman geçivermiş. Kendimizi tünelde buluyoruz. Ben geriye tekrar Taksime gitmeyi öneriyorum, eşimse aşağıya inmeyi. Tabi ki o kazanıyor. Galip dede caddesinden aşağıya inmeye başlıyoruz.
Burayı çok bilinçli seçmemiştik. Tünelden ayrılan sokağın başı hareketli görünüyordu. Nasıl olsa buralardan doğru aşağıya Karaköy'e inebiliriz diye düşünmüştüm. Bu arada sağımıza solumuza bakar eğlenirdik. Caddeden çok ince, epey eğimli, taş parkeli bir sokağa benziyordu. Ama oldukça eğlenceli ve renkli olduğu kesinmiş.
Önceleri sağlı sollu sanat ve müzik aletleri dükkanlarıyla dolu yokuş, arada bir garip kılıklı müzik gruplarıyla şenleniveriyor. İlaveten çok sayıda turist var inen, çıkan.
Tam bu sırada soldaki tarihi bir bina benim için hiç ummadığım bir sürpriz oluyor. Kitaplarda okuduğum, bildiğim, ama nerede ve nasıl olduğunu hiç görmediğim tarihi Galata Mevlevihanesi karşımızda. O zaman bu sokağın böyle müzik ve sanatla iç içe oluşunu da biraz anlamış oluyorum.
Mevlevihane 1491 yılında İskender Paşa tarafından yaptırılmış. 1500'lerin ikinci yarısıyla 1600'lerin başı arasındaki süreçte de Halvetiyye tarikatına bağlı bir zaviye ve derslik olarak kullanılmış.1925'ten sonra mevlevihanenin ana yapısı ilkokul ve lojman, diğer bölümleri ise farklı amaçlar için kullanıldıysa da çeşitli girişimler sonucunda 1975 yılında Divan Edebiyatı Müzesine dönüştürülmüş. 2007'de başlayan son restorasyonun ardından, 2011'de Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla tekrar ziyarete açılmış.

Geçen yılki gezi olayları yüreğimizi ağzımıza getirdi. Sanırım proje devam ederken bu defa belediye ve hükümet çok çok dikkatli. Hassasiyetler dikkate alınacak.
Eşimle gezi parkını dolaşıyoruz. Taksim meydanı onca olaydan sonra hala is kokarken, gezi parkı tertemiz ve hiç birşey olmamış gibi. İnsanlar koyu bir yeşilliğin arasında geziyor, oturuyor ve sohbet ediyorlar.
Her zamanki gibi İstiklal caddesinden aşağıya yürüyoruz. Burası Taksime inat hıncahınç kalabalık. Sanki sağlı sollu iki insan nehri içinde biz de onlarla birlikte akıyoruz. Yemek için Akhisarlı köfteci ramizi seçiyoruz. Ardından yine Galatasaraya doğru yürüyüşümüz devam ediyor. Sağımıza solumuza bakarken zaman geçivermiş. Kendimizi tünelde buluyoruz. Ben geriye tekrar Taksime gitmeyi öneriyorum, eşimse aşağıya inmeyi. Tabi ki o kazanıyor. Galip dede caddesinden aşağıya inmeye başlıyoruz.
Burayı çok bilinçli seçmemiştik. Tünelden ayrılan sokağın başı hareketli görünüyordu. Nasıl olsa buralardan doğru aşağıya Karaköy'e inebiliriz diye düşünmüştüm. Bu arada sağımıza solumuza bakar eğlenirdik. Caddeden çok ince, epey eğimli, taş parkeli bir sokağa benziyordu. Ama oldukça eğlenceli ve renkli olduğu kesinmiş.

Tam bu sırada soldaki tarihi bir bina benim için hiç ummadığım bir sürpriz oluyor. Kitaplarda okuduğum, bildiğim, ama nerede ve nasıl olduğunu hiç görmediğim tarihi Galata Mevlevihanesi karşımızda. O zaman bu sokağın böyle müzik ve sanatla iç içe oluşunu da biraz anlamış oluyorum.
Mevlevihane 1491 yılında İskender Paşa tarafından yaptırılmış. 1500'lerin ikinci yarısıyla 1600'lerin başı arasındaki süreçte de Halvetiyye tarikatına bağlı bir zaviye ve derslik olarak kullanılmış.1925'ten sonra mevlevihanenin ana yapısı ilkokul ve lojman, diğer bölümleri ise farklı amaçlar için kullanıldıysa da çeşitli girişimler sonucunda 1975 yılında Divan Edebiyatı Müzesine dönüştürülmüş. 2007'de başlayan son restorasyonun ardından, 2011'de Galata Mevlevihanesi Müzesi adıyla tekrar ziyarete açılmış.
Sokak oldukça ilginç bir hal alıyor. Bu defa hemen sağımızda Galata kulesiyle karşılaşıyoruz. Galata kulesinin buralarda bir yerlerde olabileceğini biliyorum ama böyle çat karşımıza çıkacağını düşenememiştim. Turist yoğunluğunu da böylece çözmüş oluyoruz.
Sokak biraz daha aşağıda Yüksek kaldırım caddesi adını alıyor. Karaköye yaklaşmış olmalıyız. Hanım yokuş aşağı inerken biraz zorlanıyor, yoruluyor, ama ben bu planlanmamış maceradan oldukça memnun karaköy meydanına ulaşıyoruz.
Günün sonunda bir Beşiktaş otobüsü bizi Barbaros abidesine gelmeden indiriyor. İyi ki İstanbul kart almışız. Belediye Halk ayrımı olmadan otobüslerde, vapurda ve fünikülerde hepsinde geçiyor. Otobüsler, trafik çileli ama bu İstanbul yürümekle de gezilmez ki. Yorgun ama mutlu bir şekilde misafirhanemize dönüyoruz. Yarın Fatih, Süleymaniye ve kapalı çarşı var planımızda.
Sokak biraz daha aşağıda Yüksek kaldırım caddesi adını alıyor. Karaköye yaklaşmış olmalıyız. Hanım yokuş aşağı inerken biraz zorlanıyor, yoruluyor, ama ben bu planlanmamış maceradan oldukça memnun karaköy meydanına ulaşıyoruz.
Günün sonunda bir Beşiktaş otobüsü bizi Barbaros abidesine gelmeden indiriyor. İyi ki İstanbul kart almışız. Belediye Halk ayrımı olmadan otobüslerde, vapurda ve fünikülerde hepsinde geçiyor. Otobüsler, trafik çileli ama bu İstanbul yürümekle de gezilmez ki. Yorgun ama mutlu bir şekilde misafirhanemize dönüyoruz. Yarın Fatih, Süleymaniye ve kapalı çarşı var planımızda.