29 Ekim 2014 Çarşamba

195 29 Ekim 2014 Çarşamba 19:39 KAYIP DEFTER'den....................Bir gezi denemesi

Bir gezi denemesi


Hafta sonu gezisi


Gelen artık bahardı. Değil gençler biz bile kabımıza sığamıyorduk. Özellikle yabancı öğrenciler için bir şeyler yapmalıydım. Çünkü Bursa'yı ve yakın çevreyi tanımak, hatta Türkiye'yi gezip görmek istiyorlardı. 

Artık ilk baştaki sorunlar yoluna girmiş, buradaki yaşama ayak uydurmuşlardı. Ama biliyordum ki, dışarda onlarla baştan beri ilgilenenler vardı. Eminim çengel attıklarını bırakmayacak, aradaki bağları pekiştirecek yeni şeyler düşünüyor olmalıydılar. Mesela bu gezip görme ihtiyaçlarını şayet biz karşılayamazsak kesin o birileri bunu yapacaklardı. Hem de kendilerine göre. 

Aklıma küçük bir deneme yapma fikri geldi. Çok yakında bulunan Uluabat gölü kıyısına gidebilirdik. Orada bir hafta sonu pikniği harika olabilirdi mesela. Hem böylece çocukluğumun bir kısmının geçtiği Başköy'ü de görmüş olurduk. Böyle bir Anadolu köyünü görmeleri, insanlarıyla iletişim kurmaları, gelenek ve göreneklerini tanımaları fena olmazdı. Bu konuda orada beni hala hatırlayıp yardımcı olabilecek insanlar da vardı ve bu bizim işimizi kolaylaştırabilirdi.

Hemen bir program yaptık. Gezi yurdun sosyal etkinlikler ve gezi faaliyetleri kapsamında olacaktı. Katılmak isteyenlerden cüz'i bir para toplayıp üç servis otobüsüyle anlaştık. Kazak, Türkmen, Kırgız, Özbek, Azeri ve Gagavuz toplam 107 öğrenci başvurmuştu. Gezi hafta sonunda yapılacak; Başköy ve Gölyazı köyleri ile Uluabat gölü kıyısını kapsayacaktı.

Hafta içi önden gidip Başköy'deki eski komşularımızı buldum. Muhtarla konuştum. Köy kahvesinde başka tanıyanlar da oldu. Seneler sonra gördüklerine çok sevindiler. Elbette yardımcı olacaklardı. İstediğim şuydu; öğrencileri 10-15 kişilik gruplar halinde evlerine götürüp, yarım saatliğine misafir etmeleri. Belki bir bardak çay ya da ayran ikramı olabilirdi. Bu arada kız öğrencilere sandıklar açılabilir, gelin çeyizlerini gösterebilirlerdi. Seve seve dediler, duygulandım. Hafta sonu ne zaman geleceğimizi, kaç grup misafir edileceğini konuşup anlaştık.

Gölyazı ulubat gölü içine doğru uzanmış bir yarım ada üzerinde tarihi bir balıkçı köyü. Orada her gün saat 11-12 arası bir balık mezatı yapılıyormuş. Kooperatif başkanı ve muhtarla konuştuk. Yardımcı olacaklar, oradan da balık alacaktık. Piknik yapacağımız yer Akçalar köyünün göl kıyısında yer alan bir düzlüğünde olacaktı. Oraya da baktım ve kalan hazırlıkları yapmak üzere yurda geri döndüm.

Gölyazıdan balık, Başköy'den ekmek


Pazar günü sabah yol güzergahımıza göre önce Gölyazı köyüne gittik. Gölyazı, eski bir balıkçı ve zeytinci köyüydü. Bursa-İzmir karayolunda (30 Km) Uluabat gölü (Apollont gölü) kıyısında yer alıyordu. 

Köy, gölün ortasındaki küçük bir adaya köprü ile bağlanmış. Halkı mübadele zamanı Selanik’ten gelmiş Türkler. Evlerin temel taşlarında hala Roma döneminden kalma izler var. Çok eskiden Apollon Krallığı'nın merkeziymiş.  

Önce köy meydanındaki camisini, kahvelerini ve anıt çınarını (ağlayan çınar) gördük. Mezat saatinde meydandaki özel bölümde sazan ve turna balığı satışını izledik.  Kooperatif başkanı ve muhtar yardımcı oldular biz de mezata katıldık ve tam bir çuval turna balığı aldık. 

Balıklar bizim için temizlenirken taş döşeli, hepsi göle çıkan dar sokakları dolaştık. Oturmuş ağ tamir eden ya da ekmek yapan köy kadınlarıyla konuştuk. Muhtar bize bir fırın köy ekmeği yaptırmış. Doğrusu bunu hiç beklemiyordum. Teşekkür ettik bu sıcak ve zengin gönüllü insanlara. Ancak Başköy'e doğru yolumuza devam etmeliydik, vedalaşıp ayrıldık. 

Başköy'e vardığımızda köy kahvesinin önünde muhtar, komşu annenin oğlu Mustafa abi ve diğerleri bizi bekliyorlardı. Muhtar ve diğer köylüler hemen gençleri gruplar halinde paylaşıp evlerine götürdüler. Ben, ailem ve bizimle birlikte kalan 4'ü gagauz, 3'ü kazak, 2'si kırgız, biri de Moğol 10 öğrenciyi Mustafa Abi götürdü. Komşu anne çok yaşlanmıştı, ama hala hatırlıyor, çenesi de durmuyordu. Mustafa abinin eşi, oğulları, gelinleri ve torunları etrafımızda adeta pervane olmuşlardı.

Bize ne ikram edeceklerini bilemiyorlardı. Nasıl anlaşacaklar diye düşünürken, kız öğrenciler evin genç gelinleri ve torunlarıyla kaynaşmışlardı bile. Onlar için eski sandıklar açılmış, gelinlerin kızların çeyizleri gösteriliyordu bir bir. Eşim ve kızım da onlarla birlikte çeyizlerin başındaydı. Biz biraz ötede Mustafa abi ve iki oğluyla sekiye oturmuş sohbet ediyorduk. 

Arada sırada yükselen "Ay ne güzel !.., Bu ne ?..Bu oya, bu da iğne işi dantel.." sesleri bizim de kulağımıza geliyor, bu hallerine ister istemez gülüyorduk. Kızlar sanki hazine sandığı bulmuş gibiydiler. Bu işin Türkiye'lisi, Kazağı, Gagauzu farketmiyormuş demek. Konu gelin sandığı ve çeyiz olunca dil farklılığı da hiç önemli değilmiş. Öyle bir anlaşmışlardı ki, arada bizim yardımımıza veya tercümana gerek bile duymuyorlardı.

Baktım bu sandık açma, çeyiz gösterme ayininin sonu yok. Müdahale etmesem geç kalacağız, program aksayacak. "Hadi bakalım gidiyoruz, toparlanın" dedim ayağa kalkarken. Yaşlı komşu anne gitmemize hiç ama hiç razı değildi. Elime sarılmış boyuna "Kızanım, beri bak ! Ama büle olmaz be evladım, aş yimeden olur mu ? Bak kaç sene sonra gelmişsin, göndermem !" diyordu. "Biz piknik için geldik komşu anne. Akçalarda göl kıyısında balık yiyeceğiz. Hadi gel biz seni götürelim" dedim kurtulmak için. Onlar zaten dünden hazırmış. Beş dakikada hepsi hazırdı bizimle gelmek için.

Mustafa abi traktör römorkuna doldurdu onları, çoluk çocuk. Komşu anne bile o yaşlı haline rağmen çabucak siyah çarşafını üstüne atıp römorka binivermişti. Bu arada bir sürü sepet, torba, poşet de çıkmıştı ortaya. Onlar da yüklendi çarçabuk. Eşim ve kızım da onlarla gelecekti. Demek hazırlıkları varmış. Bizi piknikte yalnız bırakmak istememişler.

Diğer grupların da toplanması bir saati almıştı. Ama herkesin yüzü gülüyordu. Demek ki gösterilen misafirperverlikten memnundular. Başköy'de umduğumdan mükemmel ağırlanmıştık. Düğün konvoyu gibi yola çıktık. Köy kahvesinin önü el sallayan köylü erkekler, kadınlar, delikanlılar, genç kızlar ve çocuklarla doluydu. Biz de otobüslerden onlara karşılık verdik. İstikametimiz Akçalar köyüydü.

Turna ziyafeti


Köyün içinden geçip piknik yapacağımız yere vardık. Göl kıyısında yeşillik düz bir alandı. Arkada kavak ağaçları, kıyıda birkaç balıkçı kayığı vardı. 

Beraberimizde işletmecinin elemanlarını da getirmiştik. Onlarla birlikte kızartma ve yemek için gerekli kap, kacak, ocak herşey getirilmişti. Erkek öğrenciler de zaten kendi aralarında önceden organize olmuşlar, hemen işe koyulmuşlardı. 

Saat öğleyi geçmişti, artık piknik için hazırlanmalıydık. Malzemeler taşındı, yerlere öbek öbek kilimler serildi. Ateş yakmak ve balık kızartmak için yer hazırlandı. Bu arada kızlar hemen voleybol, yakar top, şişti pişti oynamaya başlamışlardı bile. 

Biz de eşim, kızlarım ve bir grup öğrenci ile kendimize bir yer seçip oturduk. Ateş yakılan yerden bir çuval 75 kilo turna balığının kızartma kokuları gelmeye başlamıştı. Ben muhabbete dalmış, oradaki faaliyetle ilgilenemiyordum. Ama sanırım herşey yolunda gidiyordu. Bir taraftan büyük tavalar cazırdıyor, diğer taraftan köy fırını ekmekler kesilip dilimleniyor, ayranlar, helvalar dağıtılıyordu. Yarım saat içinde kızaran turna balığı parçaları ekmek dilimleri içinde elimize ulaşmıştı bile.

Yediğimiz şey gerçekten nefisti. Adeta hiç balık kokusu yoktu diyebilirim. En küçüğü iki kiloluk, büyükleri üç-dört kiloluk taze balıklar iri parçalar halinde dilimlenip nar gibi kızartılmıştı. Bir saat nasıl geçti anlamadık. Taze köy ekmekleriyle taze balık ziyafeti çarçabuk bitmiş, bir çuval balık iştahla yenilip tüketilmişti. Tepsi içinde diğer yiyeceklere ve helvaya geçildiğinde balıkları kızartan ekibin etrafındaki kalabalığın da artık dağıldığını fark ettim. Onlar da oturmuş karınlarını doyuruyorlardı. Demek işlerini bitirmişlerdi.

Yemekten sonra gençler deyim yerindeyse bütün kurtlarını döktüler. Kimi dombra çaldı, kimi akordion, kendi şarkılarını çalıp kendi oyunlarını oynadılar. Yorulana kadar top peşinde koştular. Bu arada bardak bardak çay içilmiş, sohbetin muhabbetin sınırı olmamıştı. Toplanıp yola çıktığımızda akşam olmak üzereydi. Son olarak çevre temizliğimizi yapmış, ateşi söndürmüş, çöplerimizi de büyük torbalara doldurmuş yanımızda götürüyorduk.

Akçalardan geçerken muhtarına teşekkür ettik, Başköy'de de Mustafa abilerle vedalaşıp ayrıldık. Otobüste bizimkiler hala şarkı söyleyip oynamaya devam ediyorlardı. Böyle bir gezi düzenlediğimiz için hepsi bize minnettardı. Başka geziler de yapalım dediler. Onlara olmaz diyemedim. Doğrusu ben de bu sonuçtan memnundum. Yapabileceğimizi görmüştük, niye olmasındı ki ?