3 Aralık 2015 Perşembe

251 04 Aralık 2015 Cuma 00:55 GEZİ REHBERİ.................................Bir hafta sonu kaçamağı: Eskişehir

Bir hafta sonu kaçamağı: Eskişehir

Kasım ayının son günleri. Ankara’ya kış gelmek üzere. İç karartan puslu havadan sıkıldık. Geceler uzun. Saat yarım olmuş. Biz hala muhabbetteyiz. Konu: yarın ne yapacağız ? Daha doğrusu yarın içimize çöken bu bulutlu havadan nasıl çıkacağız ? 

Ne yapalım ne edelim derken iş nasılsa nereye gidelime gelip dayanıyor.

Keçiörenin teleferiklerini yüksekten korktuğu için hanım istemiyor. Çamlıdere’ye gitme fikri de oğlumuzun işine gelmiyor. Beypazarını düşünüyoruz ama ona da ittifakla uzak deniyor. 

Güzel, değişik, biraz da renkli bir yer olmalı. Ama şöyle hızlıca da gidip gelivermeli. Peki o nasıl olacak ?.. Yüksek hızlı tren gibi mesela. Konya ?..Yok oraya gitmek için on gün erken. Şeb-i Arus 12 aralıkta. Peki, Eskişehir nasıl ?.. Hah işte tamam ! Hadi Eskişehire gidelim. Şimdi geç oldu, biletleri sabah alırız.

Bizim ailede Eskişehire gitme fikri aslında yeni değil. Ama bu güne nasipmiş. Planımıza göre; yüksek hızlı trenle gidip geleceğiz. Böylece hanım ilk defa hızlı trene binmiş olacak. Oğlumuza göre Adalara gitmeli, bizim ilgimizi ise daha çok odunpazarı çekiyor. Hem bildiğim kadar oldukça ilginç ve büyük parklara sahip bu şehrimiz. Neticede günübirlik bir gezi olacak. Günler de oldukça kısa. O yüzden bu gezimiz kısa, küçücük bir kaçamak olacak. Günübirlik bir hafta sonu  kaçamağı yani.

Nasıl olsa bilet buluruz diye bilet işini sabaha bırakmıştık. Kazın ayağı öyle değilmiş. Sabah sabah gişedeki memure hem gidiş hem de akşam dönüşlerin dolu olduğunu söylediğinde bir an yüzüme soğuk su çarpmış gibi oldum. Ama, yılmayacaktım. Gişelerin önünde sipere yattım. Tecrübeme göre son dakika iptalleri olabilirdi. 

Birinde aldığım “yok” cevabına ikna olmadım. Diğeri bir kişilik yer var dedi. Hah ! dedim. Tamam işte bu daha olabilir demek. İki dakika sonra üçüncü gişede beklediğim haberi sıcağı sıcağına ilk ağızdan almıştım bile: Business clas vagonunda iki kişilik yer boşalmıştı. Gidiş biletlerimizi böyle aldık. Ama dönüş için o kadar şanslı değildik. Bütün trenler ve koltuklar dolu görünüyordu.

Sorun değildi. Gardaki danışmanın hemen yanıbaşında bir otobüs firmasından da dönüş biletimizi aldık. Şimdi sıra arkamıza yaslanıp Eskişehir gezimize odaklanmaya gelmişti. Tam da planladığımız vakitte yerimize geçip oturduğumuzda hanım yüksek hızlı tren heyecanıyla meşgul, benim zihnim ise Eskişehir bilgileriyle doluydu.

Hızlı tren hareket edip Sincana doğru yol alırken internetten araştırdığım bilgileri kafamda tasnif etmeye çalışıyordum. 

Eskişehir, 2014 yılı sayımına göre Türkiye'nin en kalabalık yirmi beşinci şehriymiş. İşte içinden su geçen kentlerden biri daha. Bu kez suyun adı Porsuk Çayı. 

Bir üniversite ve öğrenci yatağı Eskişehir. Osmangazi ve Anadolu Üniversiteleri burada. 

Ayrıca Met helvası, Balaban köfte, Haşhaşlı çörek, Kalabak suyu, Çiğbörek ve Lületaşı ile meşhur olduğunu okumuştum. Özellikle lületaşı, Türkiye'de yalnız Eskişehir'de çıkarılıp işleniyormuş. Bir çoban köpeği cinsi olan akbaş da Türkiye'de yalnız Eskişehir ve Sivrihisar yöresinde yetişiyormuş.

Eskişehir bizzat adı gibi eski bir yerleşim yeri. Tarihten bu yana çok değişik uygarlıklar yaşamış gelmiş geçmiş bu topraklardan. Mesela Frigya, Bizans, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu bunlardan sadece bir kaçı.

Sanat kurumlarıyla, kültür ve sanat ortamıyla da oldukça canlı bir şehir burası. Bu durum bana hiç yadırgatıcı gelmedi. Gençliğimde yakın olduğum şiir ve edebiyat çevrelerinden biri de Eskişehir grubuydu çünkü. Bugün dahi her yıl düzenlenen Uluslararası Eskişehir Festivali ile şehirde müzik, tiyatro, resim ve sinema dallarında sergiler ve gösteriler yapılıyor.

Eşim gündüz yolculuğunu sever. Pencereden dışarısını seyretmek ayrı bir zevktir onun için. Pencere kenarını ona bırakırım. Ben daha çok gece yolculuğunu tercih ederim. Zorunlu gündüz yolculukları nedense duygulandırır beni. Pencereden gördüklerim ülkemin manzaralarıdır. Bazen olağan üstü güzel, bazen çirkin, bazen de düşündürücü. 

Ormanlar, tarlalar, köyler, insanlar, tepeler, dağlar…Hızla ilerleyen tren ya da otobüs değildir de topyekun memleketim akıp gitmektedir geriye doğru. Hüzünlenirim…Ruhumun derinliklerinde şiirler dile gelir, şarkılar söylenir, türküler çalınır biteviye. Sanki akıp giden bir sinema filmiymiş de fonda müzikmiş o zihnimden geçenler sanırım.

Hanım heyecanını saklayarak dışarıya odaklanmış vaziyette. Benimse dikkatim daha çok zihnimden geçenler ve etrafımda. Vagonun temizliği, koltukların rahatlığı, sohbet eden yolcular, iki genç kız tarafından ikram edilen şeyler…

Zaman zaman hız göstergesine takılıyor gözlerim. Saatte 250 kilometre civarında seyrediyor. Normal bir otobüs en çok 100 km. dolayında hız yapar. O da otobanda. Trendeki bu hız içerde çok anlaşılmıyor ama dışarıya bakınca durumu anlayabiliyorsunuz. Gördüğünüz bir şeyi aynı saniye içinde göz sınırlarınızda tutmak mümkün değil. Adeta uçuyoruz…

Yolcular için konulmuş raillife dergisinden yüksek hızlı trenlerle ilgi bazı şeyler de öğrendim. Dünyada eski döşenmiş raylarda seyahat hızı 200 km/s imiş. Yeni döşenmiş hatlarda 250 km/s ve üzeri trenler için yüksek hızlı tren tanımlaması yapılıyormuş. 245 km’lik Ankara-Eskişehir yolu bu anlamda Türkiye'nin ilk hızlı tren hattı.

Otobüsle 3-3,5 saatte alınan Ankara-Eskişehir arasını böylece 1,5 saatte alıyoruz. Şehirlerarası bir yolculuk için çok kısa bir süre bu. Özellikle de büyükşehirlerde otobüste geçen saatlerle kıyaslandığında.

Sürpriz !.. Eskişehir garında bir dostumuz bizi bekliyor. Oysa biz ona sadece geleceğimizi haber vermiştik. Söylemeseydik bize kırılabilirdi. Kalkıp bizi karşılamaya gelmesi oldukça zarif ve düşünceli bir hareket. Oysa planım amatör bir yerli turist çift olarak, sorup danışarak ve şehir içi araçlarını kullanarak bu geziyi yapabilmekti. 

Sağolsun dostumuz bizi aracıyla önce kentin iki büyük parkına götürerek günün geri kalan kısmında daha fazla şey görmemizi sağladı. 

Sazova ya da tam adıyla Bilim, Sanat ve Kültür Parkına gitmek için hareket ettiğimizde Tulemsaş’ın önünden geçtik. Devrim otomobilinin burada yapıldığını biliyordum. Hakkında okumuş ve yapılan sinema filmini de görmüştüm. 

Devrim, Türkiye'de tasarlanan ve üretilen ilk otomobildi. 1961 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in talimatıyla, Eskişehir Demiryolu Fabrikasında, 129 günde üretilmiş. İlginç, bir o kadar da hazin bir hikayesi var. Ne yazık ki seri üretime geçememiş, yarı yolda önü kesilmiş bir hikaye..

Devrim Otomobili’nin üretilmesi bir hayalin ve inancın sonucuydu. Ona dayalı olağanüstü bir gayretin yansıması olarak Sivas ve Ankara’da ilk motoru inşa edilmişti. Montaj ve deneme sırasında yaşanan aksaklıklar sebebiyle bu motorun ikinci bir türevi tamamen Eskişehir fabrikalarında üretildi ve burada montajlandı. İşte o günlerden kalan tek örnek günümüzde TÜLOMSAŞ fabrikası bahçesinde, özel bir alanda sergileniyor.

O dönemde bir avuç vatanseverin yaptığı şey hiç kuşkum yok ki bir kahramanlıktı. Kahramanlar büyük davaların adamlarıdır. Ankara'da o aracın birisine benzin koymayı unutmuş olmaları onların kahramanlığını küçültmüyor. Onlar için hoş görülebilecek, tebessümle anılabilecek bir ayrıntı bu. Ancak, gerçekte ülkesinin emeğine, inancına, yeteneğine inanmayan, en ufak bir pürüz karşısında çark eden birileri sayesinde rafa kaldırıldı o proje.   

Ancak, bugün onları hatırlamıyoruz bile. Y. Müh. Emin Bozoğlu, Y. Müh. Nurettin Erguvan, Y. Müh. Tayfun Gültekin, Y. Müh. Necmettin Erbakan, Y. Müh. Gültekin Sabuncuoğlu, Mak.Mühendisi. Celal Taner, Mak.Müh. Hamit İşeri, Y.Müh. Hasan Dinçer...İşte o bir avuç kahramanın hafızalarımıza kazınmış isimlerinden bazıları. Ve bir dizi isimsiz mühendis, usta ve işçi...Onları unutmadık, unutmayacağız da.

Bu kadar da değil. O kıt imkanlarda bu aracın üretilmiş olması hiç şüphesiz ülke ufkunda bir sıçramaya yol açmış olmalı. Sanki bu günlerin kıvılcımları o günlerde çakılmış da diyebiliriz.

Sazova Bilim, Sanat ve Kültür Parkı, gerçekten Eskişehir başta olmak üzere Türkiye’nin en büyük ve en güzel parklarından birisi. Ülkemizin en özgün parkları arasında gösteriliyor. 

Eskişehir-Kütahya yolu üzerinde ve yaklaşık 400.000 m2 alan üzerine kurulu. Özellikle şehre ilk kez gelenlerin mutlaka gezmesi gereken yerler arasında. 

Sazova Parkı içerisinde birçok ilginç ve renkli yapı yer alıyor. Masal Şatosu, Korsan Gemisi, Yapay Gölet, Bilim ve Deney Merkezi, Sabancı Uzay Evi, Eti Sualtı Dünyası, amfi tiyatro, gibi birçok önemli yapı bunlar arasında. Ayrıca ağaç ev ve Şirinler’in evi tarzında çeşitli oyun grupları, kafe, restoranlar ve hediyelikçiler de var.

Halen yeni yapıların inşası devam ediyor. Örneğin Hayvanat Bahçesi’nin ve yeni stadyumun kısa zamanda hizmete girmesi bekleniyor. Bunun dışında çok kapsamlı ve önemli bir proje olan Eskişehir 2013 Türk Dünyası Bilim Kültür Sanat Merkezi’nin çalışmaları da son sürat devam ediyor. Park bahçesinde yer alacak olan Türk Şaheserleri Parkı (Maket Müzesi) kısmen de olsa ziyaret açılmış durumda.

Sazova Parkı’nın en dikkat çekici yapısı hiç kuşkusuz Masal Şatosu. Disneyland’ın şatosu gibi. İlk bakışta farkedilmiyor ama dikkatlice bakılırsa mesela Galata Kulesi ve Antalya’daki ünlü Yivli Minare gibi Türkiye’de bulunan en önemli kule ve tarihi yapılardan izler taşıdığı görülebiliyor.

Şato içerisinde her yaştan ziyaretçiler ve çocuklar için özel rehberli turlar düzenleniyor. zamanımız olmadığı için biz katılmadık ama bu turlar yaklaşık 30-35 dakika sürüyormuş. Bir  masal dünyası içerisinde rehberler çocuklara bir hikaye anlatıyor ve tur boyunca o hikayedeki olayın çözülmesini istiyorlarmış.

Sazova Parkı’nda dikkat çeken bir diğer yapı ise yapay gölet yanında yapılan bulunan Korsan Gemisi. Atlas Okyanusu’nu aşan gemilerden olan May Flower’in benzeri. Gemiyi gezerken kaptan köşkü, zindan, mürettabatın hamakları ile kileri görebiliyorsunuz.

Kent Park, Eskişehir'de Otogar ile Gökmeydan mahallesi arasında ve Otobüs Terminali’nin hemen karşısında yer alıyor. Porsuk Çayı boyunca uzanan, yaklaşık 300 bin metrekarelik büyük park. 

Eskişehir’in en güzel ve popüler parklarından biri. Özellikle Türkiye’nin ilk yapay plajına sahip olması ile ünlü.

Denizi olmayan bir şehirde plaj yapılması fikri ilginç. Ancak bu fikir parkın içinden geçen Porsuk Çayından yararlanılarak ve gerçek deniz kumu kullanılarak yapılmış. Bu yüzden bir süre medyanın da yoğun ilgisini çekmiş. Yapay plajın içerisinde yüzme havuzları da var. Genellikle gençler ilgi gösterse de bu alan içerisinde aileler için de özel bir alan düşünülmüş.

Ayrıca parkta açık yüzme havuzları, 20 bin metrekarelik bir gölet, gölet içinde bir ada, lokantalar, kafeler, hediyelik eşya satışı yapılan büfeler, at binme alanları, gül bahçeleri, çocuk oyun alanları, spor sahaları ve botanik kafeler gibi pek çok sosyal tesis te bulunuyor.

Eskişehir’deki değişimi görmemek imkansız. Bundan en olumlu etkilenen semtlerden biri de Odunpazarı semti. 

Rivayete göre şehre yerleşmeye gelen halk yer seçerken Odunpazarı ve Porsuk Çayı’na birer ciğer asmış. Aradan bir süre geçtikten sonra Odunpazarı’na asılanın daha geç bozulduğu görülmüş ve böylece bu bölgeye yerleşilmiş. 

Odun satılan bir pazar yeri iken tarihsel süreç içinde esnafı, evleri, camileri ve diğer sosyal mekanları ile gelişip odunpazarı semtine dönüşmüş. Rivayet böyle, ancak günümüzde Odunpazarı; yenilenen evleri, sokakları, cami ve müzeleriyle şehrin en turistik noktalarından biri. Bugün sanki Eskişehir’in bu en nadide köşesinde adeta geçmişe yolculuk yapılıyor. 

İşte seyahatimizin ilk durağı tarihi evler. Dar sokakları, bitişik düzen bahçeli evleri, çeşmeleri ve ufak meydanlarıyla geçmiş konserve edilmiş burada. Bölgenin “Tarihsel ve Kentsel Sit Alanı” ilan edilmesi ve başarılı restorasyon çalışmalarının ardından Odunpazarı’ndaki harap evler yenilenmiş. Hala arka sokaklarında devam eden restorasyon çalışmaları gördük.

Bu semtte yer alan evler, Osmanlı Sivil Mimarisi’nin en güzel örnekleri arasında. Genellikle ahşap hatıllı kerpiçle ya da moloz taşla yapılmışlar. Üst katları araları kerpiçle doldurulmuş ahşap malzemeyle yapılmış. Günümüzde evlerin bir kısmı halen konut. Diğerleri ise müze, butik otel, kafe restoran ve hediyelik eşya işletmeleri olarak yaşatılıyor. 

Öğle namazını Kurşunlu camiinde kılıyoruz. Caminin içi sadelik ve taş işçiliği ile dikkat çekiyor. Hemen yanıbaşındaki Kurşunlu kütüphanesi tezhip çalışan hoca ve öğrencileriyle dolu.

Bu külliye, Eskişehir'in ve Odunpazarı semtinin önemli tarihi yapılarından. Çoban, Gazi, Melek lakabları ile bilinen Osmanlı vezirlerinden Çoban Mustafa Paşa tarafından 1517 -1525 yılları arasında inşaa ettirilmiş. 

Osmanlı’da adı bilinen ve Mimar Sinan’dan önceki ilk mimarbaşı Acem Ali’nin eseri olduğu tahmin ediliyor. Tuhfetül Mimarin'de Mimar Sinan’ın da Eskişehir’de bir kervansaray yaptırdığı kayıtlıymış. Bunun Kurşunlu camii ve külliyesinin de içinde bulunduğu bir kervansaray olduğu düşünülüyor.

Külliye Cami dahil, 20 odalık zaviye ve medreseden oluşuyor. Bir öğretim yeri, tabhane, misafir odaları ve imareti var. Zaviye daha sonraları mevlevi dergahına çevrilmiş. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla da buradaki tasavvuf faaliyeti sona ermiş. 

Külliye’nin yedi bölümünden biri olan tabhane, günümüzde Eskişehir Sanat Çarşısı’na dönüştürülmüş. Başta lületaşı işçiliği olmak üzere hat, ebru, tezhib, kilim halı dokumacılığı ve gümüş işlemeciliği gibi el sanatlarına ev sahipliği yapıyor. 

Çarşıdaki küçük atölyelerde sanatçıların çalışması izlenebiliyor. Lületaşı Müzesi, çarşının karşısında. Buraya giriş ücretsiz. Müze yanındaki bölümde de zaman zaman ücretsiz ney dinletileri yapılıyormuş. 

Külliyenin Odunpazarı’na bakan girişinin sağında Sıcak Cam Üfleme Atölyesi var. Solunda ise Cam Sanatları Merkezi bulunuyor. Her ikisinde de üretilen cam obje ve takıların satışı yapılıyor.

Dostumuz bizi bırakırken çiğ börek nerede yenilir diye sormuştuk. Kırım Kültür Çiğbörek Evini Kurşunlu külliyesinin arka sokaklarından birinde bulduk. O da Odunpazarı semtinin yenilenen tarihi evlerinden biri.

Evin üst katında Kırım Tatar Kültür Evi var. Burada da geleneksel Tatar evi ziyaretçilere gösteriliyor. Mutfak kısmında yer alan eski kap kacak, tencere, tabak vb. mutfak eşyası hala sergenlerde muhafaza ediliyor.

Tatar evinin hemen yanı başında  eşimle beraber kırmızı acı biber turşusu ile birlikte ve ayran eşliğinde 1'er porsiyon çibörek yedik. Porsiyonda 5 adet çibörek var ve fiyatı 6 TL.

Karnımız doydu. çıktıktan sonra, yolun karşısına geçiyoruz. Şehrin diğer turistik noktası Atlıhan El Sanatları Çarşısı’na uğruyoruz. 1850'lerde Takattin Bey’in yaptırdığı han 2006’da restore edilip çarşıya dönüştürülmüş. İki katlı çarşının dükkanlarında yerel elişi hediyelikler satılıyor.

Sıradaki konak bölgenin en güzel yapılarından Osmanlı Evi. Birinci dönem milletvekillerinden Halil İbrahim Efendi’ye aitmiş. 19’uncu yüzyıl ahşap mimarisinin tipik bir örneği. Atatürk de buraya misafir olmuş. 2006’da yapılan tadilatla bir müze restorana dönüştürülmüş.

Odunpazarı Meydanı'nda mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi de Tiryakizade Süleyman Ağa Camii. İkindi namazımızı bu camide kılıyoruz. 

Son derece ilginç bir ecdat yadigarı. Sadece yapı olarak değil, restorasyon süreci, isminin hikayesi ve zemin katındaki kıraathanesi ile de ilginç.

Baştanberi halk arasında Odunpazarı Camii olarak bilinen bu eser restorasyona Tiryakizade Hasan Paşa Camii olarak girmiş ancak Tiryakizade Süleyman Ağa olarak çıkmış.

Eskişehir’de 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı tarafından ‘kalıcı eserler’ projesi kapsamında, yapılan restorasyon sırasında kitabesi okunmuş ve 250 yıllık caminin ismi Tiryakizade Süleyman Ağa Camii olarak değiştirilerek 2014 yılının bir Cuma günü tekrar ibadete açılmış.

Kitabesi şöyle:

Bihamdillah zuhur etti biavni hazreti mevla / Şerafetlü ağalar nev minare eyledi i’ta / Teberru’ eylediler pederi Hacı Süleymançün / Kabul idüb şefaat eyliya Ahmedi keri / Mukaddemde muahharda ayupların ide mestür / Kamu ecdad-ı evladın ide dareyn ide mestür / Aceb ahsen-i tealallah ivazlar vire ol Allah / Dediler tarihi billah göreler cenneti hüra. Sene 1198

Buradan anlaşılmış ki 18. yy. sonlarında inşa edilen bu camiyi, Tiryakizade Süleyman Ağa yaptırmış ve vakf etmiş. 19 yy.’a tarihleyebileceğimiz caminin minaresi, kitabesine göre 1783/1784 yılı eseri.

Cami altına açılan Tiryaki Zade Kıraathanesi ise bilinen kahveler gibi değil. Burada, gündelik politika, futbol ve zaman öldürme oyunları yok.  Aksine bu mekân daha çok bir kütüphaneye benziyor. 

Hatta, toplantı, seminer ve sohbetlerin yapıldığı bir ortam. Tabi çayı kahvesi, irmik helvası ile beraber.

İşletmecisi Liseyi, Maarif Kolejinde (Anadolu Lisesi) yüksek tahsilini Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumuş biri. Ayrıca ingilizce de biliyor.

Kıraathane konsepti üç şey üzerine kurulmuş. Birincisi; kitap ticareti olamayacak. Yapılacak işin merkezinde kitap ve insan olacak. İkincisi; yapılacak işin müessesenin idamesini sağlayacak kadar getirisi olmalı. Üçüncüsü; futbol, siyaset gibi popüler kültürün esiri olmayacak alanlar dışında bir sistem kurulacak. Toplantı, seminer, sohbet ortamına elverişli olacak.

TV’lerin,  bilgisayar ve akıllı telefonların olanca ağırlığıyla hayatımıza çöktüğü bir zamanda insanların okumaya ve birbiriyle konuşmaya vakit ayıramadığı bir gerçek. Alışılmış bir kahve mekanının insanların gazete, dergi, kitap ve insanla buluştuğu bir yer olması oldukça anlamlı.

Şu anda iki haftada bir kalabalık ortamda tarih sohbetleri yapılıyormuş. İki haftada bir de lise öğrencileri için kariyer sohbetleri. Bu sohbetlerde nasıl çok para kazanılışından öte insani duyarlılığı geliştirmeye çalışıyorlarmış. İyi meslek, kötü meslekten ziyade mesleğinin iyisi, insanın hası nasıl olunur çabası öne çıkmış.Mesleği icra ederken insani ilişkilerde ifade, üslup ve davranışlar üzerinde duruluyormuş.

Bu temel fonksiyonların dışında duygularını, düşüncelerini yakın dostlarıyla paylaşmak isteyenler burası bir buluşma mekânı. Tabi ki içtiğiniz yediğiniz şeyler ücretsiz değil. Ancak bu ücretler hizmet karşılığı kadar, kâr amacı yok. Tüketilenin karşılığı, hizmetin devamını sağlayacak nitelik ve nicelikte.

Kitap satılmıyor. İsteyen kütüphanelerdeki gibi ödünç kitap alabiliyor. Burası bir kahvehane, kahve değil. Oyun salonu hiç değil. Kıraathane statülü kültürel, bilimsel bir sosyal etkinlik merkezi. Geleneksel manada değerlerin buluşup bir birini tamamladığı yeridir. İlim, irfanın harman olduğu bir yer. 

Bazı sivil toplum kuruluşlarının sosyal içerikli organizasyonlarına ev sahipliği yapılıyor.  Öğrenciler guruplar halinde okuma günleri, ders değerlendirme toplantıları düzenliyor. İnsanlar, burada sık sık mülakat buluşmaları yapıyorlar. Eskişehir’in fotoğraflı tarihi, farklı röportajların yapıldığı, söyleşilerin gerçekleştirildiği bir yer.

Ben keşke burada yaşasaydım diyecek kadar çok beğendim. Laf aramızda irmik helvasını da. Merak edenler için https://www.facebook.com/tiryakizadekiraathanesi adlı face sayfasını önerebilirim.  

Şelale Park, Odunpazarı Belediyesi tarafından yapılmış. Muhteşem Eskişehir manzarasının izlenebileceği bir yükseklikte ve toplamda 15.000 m2'lik bir alandan oluşmakta. 

Eskişehir’in nadide parklarından biri. Karapınar Mezarlığının karşısında, Karapınar Piknik Alanı’nın hemen üstünde. İsmini yapay olarak yapılmış ve 1.400 m2 lik Eskişehir’in en büyük şelalesinden alıyor.

Parkta: geniş yeşillik alan, Eskişehir manzarası, şelalesi, yürüme yolları, çocuk oyun alanı, yel değirmeni (seyir terası), küçük anfi tiyatro, kafe ve restoran, oturma yerleri bulunuyor. Odunpazarından bineceğiniz 1 Numaralı Otobüs ile Şelalapark’a ulaşabiliyorsunuz.

Hamamyolu Caddesi, Eskişehir kent merkezinde bulunan ve önemli alışveriş merkezleri ile hamamların bulunduğu bir cadde. Gezdiğimiz gün bir Cumartesi günüydü, akşam olmuştu ve zaman zaman yağmur çiselemesine rağmen  bir hayli kalabalıktı.

Hamamyolu Caddesi Köprübaşı bölgesinden başlayarak Yediler Parkı‘na kadar uzanıyormuş. 2009 yılından bu yana trafiğe kapalı. Cadde boyunca banka şubeleri, yerel ve ulusal firmaların ofisleri, esnaf lokantaları ve her sektörden esnaf görebilirsiniz. Özellikle de bölgenin giyim ve ayakkabı mağazalarını.

Hamamyolu semtinin ismi bu bölgede bulunan çok sayıda hamamdan geliyormuş. Şu anda bile çoğu tarihi eser olan on beş civarında hamam burada hizmet veriyormuş. Caddenin Köprübaşı ile birleştiği noktada, Porsuk Çayı kenarında Çukur Çarşı yer alıyor. Osmanlı dönemi çarşılarını andıran bu yapıda Lületaşı eserleri ve çeşitli turistik ürünler satılıyor.

Şair Fuzuli Caddesi, Atatürk Caddesi ve Porsuk Çayı arasında bulunan bölgenin tamamı eski dönemlerde şehrin tanınmış ailelerinden birine aitmiş. Bu yüzden "Yalaman Adası" olarak anılmış. 

Bu bölgenin ismi, porsuk çayı boyu ve çevresi gezi-eğlence alanına dönüşmeye başladıktan sonra "Adalar" olarak söylenmeye başlanmıştır.

Zira 1960'lı yıllarda Porsuk kenarında bulunan yazlık sinemalar, 1970'li yıllarda yerini gazinolara, 1980'li yıllarda ise lunaparklara bırakmış. 1980'li yılların sonuna doğru ise lunaparklar da yerini cafelere bırakınca bu bölge giderek bir gezinti yeri olmuş.

Kimyasal atıklar ve şehrin kanalizasyon suyu ile kirlenmesinde kadar Porsuk Çayı'nın bu bölgesinde kayıklar kiralanırmış. 1980'lerin sonunda artık bu kayık gezintileri tarihe karışmış. Şehrin kanalizasyon altyapısının çözülmesi ve çayın ıslahından sonra da bu gezinti ve kayık geleneği biraz farklılaşarak tekrar canlandırılmış. Bugün Porsuk Çayı'nın şehir merkezinden geçen kısmında gondol ve gezi tekneleri ile gezilebiliyor.

Manevî coğrafyası itibariyle Eskişehir, bir Bursa, Konya, Kütahya veya bir Amasya gibi değil. Zira tarihi yapıların çokça olduğu şehirler, bu özelliklerini Selçuklu ve Osmanlı çağlarının büyük ya da küçük çaplı birer yönetim merkezi olmalarına borçlular. Eskişehir’in merkez olarak tarihte böyle bir şansı olmamış.

Fakat ilçe ve köylerine baktığımızda karşımıza Yunus Emre, Battal Gazi, Şücaeddin Velî gibi büyük isimler çıkıyor. Bu büyük zatların kabirleri, Eskişehir’in merkezinde olmasalar bile il sınırları içinde yer alan yerleşim alanlarındalar.

Ancak, Odunpazarı’nın tarihi mezarlığı da görülmeye değer. Osmanlı’nın kuruluş yıllarında yaşayan Ahi şeyhi, İslam ilahiyatçısı, Osman Gazi’nin kayın babası ve hocası Şeyh Edebali’ye ait türbenin de burada olduğu rivayet ediliyor. 

Bunun nasıl olduğunu da anlatalım. Şeyh Edebali 1326’da vefat edince bilindiği gibi Bilecik’teki dergahının zikir odasına defnedilmiş. Ancak, Eskişehir’in İtburnu Köyü’nde (Uludere, Tepebaşı) yaşadığı ve yaptırdığı zaviyede öğrenci yetiştirmiş olması nedeniyle Şeyh adına bir türbe de Eskişehir Odunpazarı Mezarlığı’na yaptırılmış. İşte odunpazarındaki ikinci şeyh türbesinin sırrı.

Kentin en eski yapısı Alaaddin Camii. 1267’de Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev yaptırmış. Ancak başından geçenler hiç de iç açıcı değil. 1944’den 1951’e müze olarak kullanılmış. Önceki onarımlarla da maalesef yapının Selçuklu mimarisi özelliği kalmamış. 

Eskişehir Arkeoloji Müzesi’nin yeni yapısında hizmete girmesiyle, cami tekrar ibadete açılabilmiş. Caminin yanı başındaki Alaaddin Parkı adeta bir emekliler parkı... Burada biraz soluklanıyoruz.  

Şehrin bir diğer manevi noktası 1925 yılında Baltacı Mahmut Ağa tarafından vakfedilen bir arazide yapılan Çarşı camii. Meydana gelen bir yangından sonra şu an bulunduğu yerde yeniden inşa edilmiş. 1962-1963 senelerinde de bahçe kısmı ilave edilerek genişletilmiş. 

O senelerde Çarşı Camisine vakfedilen 25 adet dükkânı, iki katlı bir hanı ve Mahmudiye ilçesinde 500 dekar toprağı olduğunu öğrendik.  

O zamanlar Namaz kıldıran, hutbe okuyan, ezan okuyan, iç ve dış temizliği yapan görevliler ayrıymış. Vakfiyeyi yapan hayırseverin ”bu camide görev yapan İmam ve Hutabaya (hutbe okuyan) zamanın en yüksek aylığını ödeyeceksiniz” şartı nedeniyle cami o günden bu güne gözde mekanlardan olmuş.

Caminin kuzeyde iki, batı tarafta ise bir giriş kapısı bulunuyor. Mihrabı mermer kaplama olan caminin kürsü, minber ve müezzinlik mahfeli ahşap işçilikle yapılmış. Duvarları çini kaplama. Cemaat kapasitesi 1500 olmasına rağmen, Cuma, Bayram ve Teravih namazlarında dışarıya serilen hasırlarla 2000’e yakın kişi ibadet ediyormuş.

İşte yarı açık yarı kapalı, biraz serin bir kasım günü gezdiğimiz Eskişehir'den aklımızda, kalbimizde kalanlar. 

Porsuk çayı, hiç biri diğerinin aynı olmayan köprüleri, gondolları, parkları, tarihi Osmanlı Evleri, lüle taşı, devrim otomobili, ilginç kıraathanesi, çiğ böreği, ecdat yadigarı manevi eserleri, kültürü ve gelişmişliği ile Eskişehir'i yenilenmiş ama geçmişini unutmamış gördük. 

Günübirlik hafta sonu kaçamağımız çisil çisil yağan soğuk yağmurlu bir Eskişehir akşamı sona erdi. Dostum, kardeşim Telekom İl Müdürü Erhan Kaya'ya, bize güleryüzle ilgi gösterip yardımcı olan Eskişehir'lilere teşekkür ederiz.

Eskişehir !..İnşallah yine geliriz. Kalbimi bıraktığım yerde, Tiryakizade Kıraathanesinde yine görüşürüz..