25 Aralık 2020 Cuma

25 Aralık 2020 Cuma 20:30 SİTE YÖNETİMİ..........................................Orjan için vizyon önerisi

Orjan için vizyon önerisi

“VİZYON” sanki oradaymışız gibi, ulaşmak istediğimiz durumu tanımlayan ideal gelecek tasviridir. Kendimiz ve yaşadığımız yer için nasıl bir gelecek öngördüğümüzü özgün bir ifadeyle ortaya koymuş oluyoruz. İçinde bulunduğumuz mevcut sorunların üstesinden gelinebildiği takdirde ideal geleceğimizin neye benzeyeceğini anlatıyor.

Geleceğe dair şimdiden paylaşılan bir resim gibi. Orta ve uzun vadede ne yapılmak istendiğinin de güçlü bir anlatımı. Neleri yapmak istediğimizi, gelecekte nerede olmak istediğimizi dile getiriyor. Ulaşılmak istenen yer ve durumu, bunun için ilerlenecek yönü tarif ediyor. Neticede “Nereye ulaşmak istiyoruz?” sorusunun cevabını özetlemiş oluyor. 

Unutulmamalı ki geleceği hayal edemeyenler onu inşa edemezler. Gelecek vizyonu bir tür kutup yıldızı gibidir, hem bahtınızı hem yönünüzü görürsünüz. Yalnız bu tasarımın içi değerlerle dolu, çevresindeki yol işaretleri ise ilkelerle bezeli olmalı. Zira başarıya götürecek yol; değerler ışığında ve ilkelere uyularak misyon’un yerine getirilmesi suretiyle yürünecek. Amaç ve hedeflere ancak böyle varılabilir. Orta vadede öngörülen, arzu edilen gelecek vizyonuna da ancak bu şekilde ulaşılabilir. Arzu edilen başarılı gelecek vizyonumuzda dile gelir.  

Bu yolculukta sahip olunan değerler ve uyulması beklenen ilkelerin gelecek yolculuğu için anlamı büyük. Değerlerle bezeli bir ‘Vizyonu’ olmayan hiçbir yolculuğun amaç ve hedefleri de anlamlı olmaz. Bu yolculuk bizi değerler ışığında, misyon ve ilkeler’e uyarak Orta vade için öngörülen spesifik, ölçülebilir hedef’ ve amaçlar’a ulaştıracaktır.

Vizyonumuz; belirlenmiş misyona ve faaliyetlere anlam kazandıran, enerjilerin temel hedeflere odaklanmasına yardımcı olan, dikkatimizi günün üzerine çıkarıp gidiş yönümüzün doğru olduğunu görmemizi sağlayan, değişim için bir gerekçe ve zorunluluk sunan, mevcutla yetinmeyip daha ileriye ve yukarıya bakmamızı sağlayan bir mahiyet kazanmış oluyor. 

Özetle bu tasarım cümlesi; kısa, öz, geleceğe dönük ve değerlere dayalı olmalı, yol işaretleri ve ilkelerden ışık almalıdır. İyi ifade edilmiş bir vizyon kısa ve akılda kalıcı olmalı, ilham vermeli, gelecek idealini tanımlamalı ve heyecan verici bulunmalıdır. Bugünü anlamadan gelecekteki misyonunuzu kavrayamazsınız, geleceği hayal etmeden de Vizyonunuzun anlaşılması zordur. Geleceği ancak Allah bilir. Düşünceler gerçekleşmeyebilir ama eyleme geçmemişseniz ne kadar pırıltılı da olsa o vizyon sadece bir hayaldir.

Kuşkusuz vizyon bildirimi; bir yandan ilerlemeye teşvik etmeli, diğer yandan da ulaşılabilir olmalıdır. Bu yüzden iddialı ve aynı zamanda ulaşılabilir, gerçekçi bir ifade olmak zorunda. Şayet bir vizyonunuz yoksa eylemleriniz de sadece bir koşuşturmaca, hareketiniz “Rotası belli olmayan bir gemi” gibidir.

Vizyonumuz ona ulaşıldığında; Paydaşların kimler olacağını, ortaya çıkacak değerleri ve neler üretileceğini hatırlatır bize. Rekabet üstünlüğümüzü, nasıl algılanacağımızı, bölgesel/ulusal rolümüzü ve katkımızı aydınlatır.

Güçlü bir vizyon öncelikle idealist olmalı, yürekten gelmeli ve hissedilebilmelidir. Aidiyet duygusu için özgün ve çekici olması şart. Ayrıca ayırt edilebilmesi için de benzerlerinden farklı olmalı. İçinden olan/olmayan herkesin ilgisini çekebilmeli.

Ancak arzu edilen ve ulaşılabilir bir geleceğe odaklanmak gerçekçi olmayı gerektirir.  Uzun vadeli bir yaklaşım elbette ki günü kurtarmaya yönelik olamaz. Günlük işlerin plânlanması ve sorunların halledilmesiyle ilgili değildir. Hayalci de değildir. Zira hayalle ölçülebilir amaç ve hedefler arasında çok büyük bir fark vardır. Kaldı ki, hedeflenen sonuçların nasıl ve ne ölçüde gerçekleştiğinin izlenmesi, değerlendirilmesi ve denetlenmesi aynı zamanda hesap verme sorumluluğuna da temel oluşturur.

Bu tür bir yönetim sürecinin yöneticiler tarafından tam olarak desteklenmesi şarttır. Bununla beraber, böyle katılımcı bir yaklaşım ilgili tarafların, her düzeydeki paydaşların katkısı, ortak çabası ve desteği olmaksızın başarıya ulaşamaz.

Çünkü bir değişim plânının olması, gerçekleştirilmesi için yeterli değildir. Plânın sahiplenilmesi ve harekete geçilmesi gerekir. Asıl olan plân dokümanı, pırıltılı şablon ve yazılı belgeler değil, yönetim sürecinin bizzat kendisidir.  Şüphesiz bu tarz bir yönetim çalışmasına en geniş katılım sağlanmalı, bu kapsamda değişik taraf ve seviyelerden insanlar sürece dahil edilmelidir.

Böylece ortak akıl bir bütün olarak kendisini tanıma, çıkış yolunu ve başarıyı paylaşma fırsatı bulur. Zira bu sürecin bir yan ürünü olarak yaşanan birlikte olma hali, güçlü iletişim ve motivasyon ilerde yaşanabilecek birçok olumsuzluğa da geçit vermeyecektir.

Şayet Orjan geleceğini öngörmek, karşı karşıya kaldığı sorunları orta vadede aşmak istiyorsa alıştığı minval kısa vadeli çözümlerden uzak durmalıdır. Aksine Orjan’ın orta ve uzun vadeyi öngören bir ‘stratejik planı’ olmalıdır. Burada önerdiğimiz şey elbette ki mevcut sorunlarıyla uğraşmayı, projeleri sonuçlandırmayı ve günlük hizmetlerin verilmesini durdurmaz. Belediye görevi olan hizmetleri sürdürecek, yönetim vaadlerini yerine getirecek ve kamu idaresi de varoluşunun gereğini yapacaktır.

Şimdi başınızı arkaya yaslayın, gözlerinizi kapatın ve Orjan’ı beş yıl sonra nasıl görmek istiyorsanız öyle hayal edin. Bir an için gözümüzü yumup hissedelim o anı. Rüyalarımız olsun Orjan üstüne, hayallerimiz olsun umutla dolu ve dualarımız olsun gelecek için.

25 Aralık 2020 17:00 Cuma CORONA GÜNLERİ...................................Hayat boyu öğrenme

Farkın farkedilmesi

Öğrenmenin sonu yok. Buna bir kez daha inandım. Okudukça, dinledikçe, gördükçe ve yaşadıkça insan öğrenmeye devam ediyor. Bu süreç gerçekten de “beşikten mezara kadar”. Bugün kesin olduğunu sandığın şey ertesi gün yıkılabiliyor. Aklın tartışılmaz kabul ettiği bir bilgi bakıyorsun ki başka akıllar tarafından çoktan çöp sepetine atılmış.

 

Bu dini bilgi açısından da farklı değil. İnandığın, öyle olduğunu sandığın bir mesele okuduğun bir yazıyla neredeyse kökünden sallanabiliyor. Dinlediğin biri bir başkasının yanlış yolda olduğuna sizi ikna edebiliyor. Kur’an şeksiz şüphesiz bizim için bir vahiy ve hakikat kaynağı. Üzerinden bunca zaman, onca nesiller gelmiş geçmiş. Ancak hala yeni bilgi, kavram ve yorumlarla üzerinde tartışılabiliyor olması ilginç değil mi?  

 

Kur’anı her okuduğumda, manasını öğrendiğimde yepyeni ve farklı şeyler keşfediyorum. Bunu nasıl yorumlayıp anlamalı? Belki de sadece bu özelliği bile onun engin derinliğine ve hakikatine delildir. Her zamanda, her seviyede insana yetmiş. Bana da yetecek, kıyamete kadar gelecek nesillere de. Muhtemelen okudukça şaşırtmaya, anladıkça aydınlatmaya devam edecek. Böylece insanoğlunun aklı ve kalbi tüm zamanlarda diri kalabilecek. Her seferinde imanı onarıp yenileyecek ve kuvvetlendirecek.


Bir örnek vermek isterim. Hamdolsun gençlik yıllarımın modası “şuculuk, buculuk, çılık, çuluk,…” tan kurtulalı çok zaman oldu. Olgunluk yaşlarımda duruldum ve sadece “Müslüman” olmayı yeterli saydım. Bu istikamet beni aşırılıklardan korudu. İmaj parlatmalarla uğraşmaktan vazgeçip, “nicelik yerine niteliğin dolu olması”aşamasına geçebildim. Yine de bu güne kadar “Müslüman olmak”la “mümin olmak” arasındaki fark üzerinde böyle düşünmemişim.

 

Ta ki Mısırlı âlim Muhammed Mutevelli eş Şa’ravi’nin (*) bir mülakatını okuyuncaya kadar. San Francisco’da iken bir müsteşrik soruyor: “Sizin Kuran’ınızda bulunan şeylerin tamamı doğru mu?” Cevap: “Kesinlikle evet”. Tekrar bir soru: “O halde Allah niçin kâfirlerin müminlere galip gelmesine imkân veriyor? Hâlbuki Kuran diyor ki: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa: 141). Cevap çok sarsıcı: “Çünkü bizler müslümanız, mümin değiliz de ondan”.

 

Cevap şaşırtıcı, doğal olarak da peşinden şu soru geliyor: “Müminlerle Müslümanlar arasındaki fark nedir?”. Şa’rafi bu kez şöyle cevap veriyor: “Günümüzde Müslümanlar namaz, zekât, hac ve Ramazan orucu gibi İslam’ın ibadet cinsinden bütün sembollerini yerine getiriyorlar fakat onlar tam bir sıkıntı ve yokluk içindeler. İlmi, iktisadi, sosyal ve askeri sıkıntılar… vs. Bu yokluk ve sıkıntıların sebebi nedir? Kuran’da geçen bir ayette şöyle denilir: “Göçebe Araplar biz iman ettik, diyorlar. Onlara de ki: Siz iman etmediniz. Fakat Müslüman olduk, deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurat: 14).

 

Adam öyle bir noktaya ışık tutuyor ki merak etmemek imkansız: “Peki, niçin sıkıntı ve yokluk içindeler?” Cevap yine Kur’an-ı Kerim’den: “Biz müminler yardım etmeyi üzerimize borç kıldık” (Rum 47). Çünkü Müslümanlar müminler merhalesine yükselemediler. Onlar gerçek mümin olsalardı Allah onlara mutlaka yardım ederdi. Delili de işte bu ayet.

 

Devam ediyor Şa’rafi: “Eğer mümin olsalardı diğer ümmetler ve halklar arasında daha önemli ve saygın bir konumda olurlardı. Bunun delili Allah Teala’nın şu ayetidir: “Gevşemeyin / yılgınlık göstermeyi ve üzüntüye kapılmayın. Eğer (gerçekten) inanıyorsanız üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân suresi, 139). Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ diğer milletlerin onların üzerinde herhangi bir hakimiyet kurmalarına izin vermezdi. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Allah kâfirlerin müminlere galip gelmesine asla imkân vermez.” (Nisa: 141)

 

Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ onları bu hor ve hakir durumda bırakmazdı. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Allah müminleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.” (Âli İmran: 189). Eğer mümin olsalardı Allah Teâlâ her durumda onlarla beraber olurdu. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu ayetidir: “Muhakkak ki Allah müminlerle beraberdir.” (Enfal:19). Fakat onlar Müslümanlık aşamasında kaldılar, müminlik aşamasına yükselemediler. Allah Teala buyuruyor ki: “Onların çoğu mümin değildirler.” (Şu'arâ Suresi 8. Ayet)


Evet şimdi anladım, farkı fark ettim. Ama “O halde o müminler kimlerdir?” sorusu benim de aklıma gelmedi değil. Şa’rafi bu soruya da Kur’an-ı Kerimin şöyle cevap verdiğini aktarıyor: “Onlar: Günahlarından uzaklaşan tövbekârlar,  ibadetlerine devam eden âbidler, Allah’a hamd edenler, lezzetlerden uzaklaşarak oruç tutan zahitler, rükû ve secdeleriyle Rablerine boyun eğenler, iyiliği emredip, kötülüğü engelleyenler ve Allah’ın belirlediği sınırları aşmayanlardır.” (Tevbe 112)

 

Demek Allah Teâlâ zaferi galibiyeti, hâkimiyeti ve yüksek bir durumda bulunmayı müminlere vaat etmiş, Müslümanlara değil. Böylece müslüman ile mümin arasındaki farkı çok daha iyi anlamış oldum. Allah bizleri kalan ömrümüzde mümin kullarından eylesin.

-------------------------


Feraset üzerine

 

Olimpiyat oyunlarını, at ya da bisiklet yarışlarını seyretmişsinizdir. Özellikle uzun mesafede sporcular gruptan kopmadan yarışı sürdürürler. Baktığınızda blok olarak bir grubun rengarenk formalarıyla hep birlikte hızla hareket ettiğini izlersiniz. Detaylar çok fazla ilginizi çekmez. İyi bakarsanız sporcuları birbirinden ayırd edebilir, giydiklerinin farkını anlayabilirsiniz. Böylelikle belki en önde olanları tanır, yarışın heyecanı ve anın adrenali ile daha fazla ayrıntıya dikkat etmezsiniz.  

 

Fakat kendinizi odaklayabilirseniz içlerinden bazılarının grubun genel hızından biraz daha hızlı olduğunu ve diğerlerinin arasından sıyrılmakta olduklarını fark edebilirsiniz. İşte bana göre performans tam da budur. Normalin ötesinde fark edilmesi ve izlenilmesi gereken asıl ayrıntı. Genellikle de yarışı kazananlar bu tip bir strateji ve performans farkı ile kazanmayı bilirler. Demek ki baktığımız şeylerde genel tablo ile yetinmemek, farkı fark edebilmek lazım.

 

Kültürümüzde görünenin arkasını görebilmek Feraset kelimesiyle ifade ediliyor. Arapçadan aslı firâset olan bir kelimeden Türkçe'mize geçmiş bir kavram. TDK'na göre feraset kelimesinin anlamı; Keskin anlayış, zekâ, çabuk sezme ve sezgi ötesi anlama kabiliyeti, kapsamlı ileri görüşlülük demek. Örneğin kişinin karşısındakinin yapısal özelliklerini hemen derhal fark edebilmesi, idrak edebilmesi hâli. Görünüşten, içyüzünü farkedebilen, bir sistemi, onun arkasındaki şeyleri okuyabilme yeteneği. Yöneldiği şeyin bâtınına nüfuz ederek onun yapısını, özelliklerini, varoluş gaye ve hikmetini sezebilme hassası.

Meseleyi anlamak için Resul u Ekremin (as) “Müminin ferâsetinden sakınınız, çünkü o aziz ve celil olan Allah’ın nûru ile bakar (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16, Suyûtî, elCâmiu’sağir, 1, 24) sözünü hatırlamalıyız. Buradan feraset kavramının “Hemen anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış, sezgi, iz‘an” manasında olduğunu görebiliyoruz.

Mesela içinde bulunduğumuz Corona günlerinde olup bitenlere ferasetle bakmak ne kadar da yararlı olur. Çünkü madem ki Cenab ı Hakkın emir ve yasakları en başta kendi bedenimizi, ailemizi, komşularımızı, ana baba ve akrabalarımızı korumayı da kapsıyor. O halde tedbir almak, çare aramak, fennine ve icabına uygun hareket etmek onun da emrine uymak demek değil mi? Bir müminin musibetlere karşı sabretmesi demek; ye'se ve ümitsizliğe düşmeden, hastalığa karşı mücadele etmesi, sağlıklı ve hayatta kalması demek değil mi? Her şeye olduğu gibi hastalıklara karşı da ibret nazarıyla bakıp ders alabilmek de mümin ferasetinin icabı değil mi?  

 

Biliyorum ki insan olarak zihnimizi ve kalbimizi perdeleyen bazı şeyler var. Bizden kaynaklanan, elimizle oluşturup büyüttüğümüz zafiyetler. Bunlar bizim feraset yeteneğimizi köreltiyor, perdelerimizi kalınlaştırıyor. Örnek mi istiyorsunuz; Ezberden Kur’an okuyoruz anlamından uzağız çünkü günahlarla iç içeyiz. Namaza duruyoruz dua ediyoruz ama ne dediğimizin ne yaptığımızın farkında değiliz çünkü ibadetleri şekle indirmişiz. Türbe ve mezar ziyareti yapıyoruz Allah muhafaza şirke kaymışız haberimiz olmuyor çünkü her gün kırk defa okuduğumuz "fatiha'nın manasını unutmuşuz. Halbuki o perdeleri yırtıp atabilsek, gözümüzün önünden ve kalbimizden kaldırabilsek daha ayan beyan görebileceğiz bazı şeyleri.  

 

Kabul ediyorum, bakmakla görmek nasıl farklı ise duymakla haberdar olmak, okumakla anlamak da farklı şeyler. Yine bir misal: Şarkı söyleriz musiki bizi alır götürür sözleri üzerinde düşünemeyiz. Güzel bir şiiri okumak ya da duymak bize zevk verir de şairin maksadını, dörtlüklerdeki manayı ıskalarız. Kalkıp şakır şakır oynadığımız bir türkü aslında acılı bir ağıttır ama bilmeyiz.

23 Aralık 2020 Çarşamba

23 Aralık 2020 Çarşamba 22:00 CORONA GÜNLERİ..............................En zor günler

Virüsün direnişi

Savaş kızıştı. Coronavirüsle mücadele bütün dünyada ve ülkemizde neredeyse boğaz boğaza sürüyor. Avrupa ve Amerika kıtalarındaki hızlı artışa karşılık aşı haberleri de peş peşe geliyor. Bu arada ingiltereden gelen “mutasyon” açıklaması dünyada yeniden bir panik havasına yol açtı.

Zaten ülkeler kendini korumak için bu yılbaşında kendilerini eve kapatma tedbirlerini açıklamışlardı. Üzerine ingiltereden gelen bu haber pek çok ülkeye ardı ardına hava ulaşımını kısıtlama kararları aldırdı.

Görünen şu ki kendisine karşı yapılan mücadeleye, aşı hazırlığına karşılık virüs de direnme emareleri gösteriyor. Mutasyon, bir canlının genomu içindeki DNA ya da RNA diziliminde meydana gelen kalıcı değişmeler. İngiltere başbakanının açıklamasında iki unsur var; biri mutasyon geçirdiği, diğeri ise daha hızlı bulaştığı. Uzmanlar mutasyonun zaten virüslerin doğasından geldiğini, bunun şaşırtıcı olmadığını ama asıl sorunun şayet öyleyse “daha hızlı bulaşması” olduğunu söylüyorlar.

Bu akşam bu konuda iki uzman dinledin birisi Biontek aşısını geliştiren türk doktor. Merak edilen husus şuydu: “Aşı mutasyona uğrayan virüse karşı etkisiz kalabilir mi?” Şöyle cevap verdi: “Mutasyon virüste sadece %1-2 oranında bir değişime neden olmuş. Aşımız ise %94’ün üstünde etkili. Ayrıca üzerinde deniyor, çalışıyoruz. Sorun olmayacağını düşünüyorum”. Diğer uzman ise: “Mutasyona uğramış virüse karşı mücadelenin bilinen yöntemlerle kararlılıkla sürdürülmesi halinde güvende olabileceğiz” dedi.   

Dünya kabaran dalganın altında kalmamaya çalışırken bizde de virüsün daha çok aile içinde bulaşı tercih ettiği ifade ediliyor. Bakanın açıklamasına göre bu oran %85'e kadar yükselmiş. Mücadele kızıştıkça sanki virüs de taktik değiştiriyor gibi. Bu arada kış mevsiminde artan grip vakalarındaki azalma da oldukça dikkat çekici. Uzmanlar tamam diye ifade edilebilecek “TMM; Temizlik, Maske, Mesafe” ile alınan tedbirlere uyum oranında gribe yakalananların sayısının da düştüğünü belirtiyorlar. Bu iyi bir haber. Daha fazla coronaya odaklanmayı kolaylaştırıyor.

Dünyada günlük vaka sayıları Ekim ayı başından bu yana 300 binden başlayarak hızı azalmış da olsa 700 binler dolayında gerçekleşmeye devam ediyor. Bu süreçte 28 Kasımda 779.837 ve 5 Aralıkta da 886.721 ile tüm zamanların en yüksek günlük vaka sayıları kayda geçmiş. Günlük vefat sayıları da aynı dönemde 5 bin ile 12 bin arasında derin çizgilerle yükselmiş. Özellikle 28 Kasımda 14.036 ile 11 Aralıkta 13.141 tüm zamanların en yüksek günlük vefat sayıları görülmüş. Bu rakamlara göre henüz ufukta bir düşüş ya da azalma görülmüyor.

Türkiye’de 26 Kasımda 29.132 olarak görünen günlük vaka sayısı, 3 Aralıkta 32.381’e çıkmış, 8 Aralıkta ise 33.198’le en yüksek zirveye ulaşmıştı. Fakat günlük vakalar ertesi gün 9 Aralıkta 31.712 ile başlayan düşüş süreci 18 Aralıkta 26.410, 19 Aralıkta 22.195, 20 Aralıkta 20.316, 21 Aralıkta 19.103’e ve bugün 22 Aralıkta da 19.256’ya kadar indi. Bu tablo son bir ayda günlük vakaların %33,9 oranında azaldığını gösteriyor.  

Ancak vefatlarda durum çok farklı. 16 Kasımda 94 olan sayı 26 Kasımda 182’ye ulaştı. 3 Aralıkta 187’e çıkmış, 8 Aralıkta ise 211’e, 9 Aralıkta 217’ye, 18 Aralıkta 246’ya ulaştı ve 21 Aralıkta 254 ile tüm zamanların en yüksek günlük vefat sayısı kaydedilmiş oldu. Bugün 22 Aralıkta sayının 251’e inmesi inişin başladığını mı gösteriyor, yoksa artış devam edecek mi göreceğiz. Dileğimiz sonun başlangıcı olması. 

Zirvede tebeddül

Lamı cimi yok dünya da biz de coronanın havalandırdığı zirvelerdeyiz. Yalnız bir durum var ki görmemek mümkün değil. Virüs bu zirvelerde "muallak" vaziyette ve "tebeddül" halinde. "Mütebeddil" bir görüntü veriyor ama ne zaman ne yapacağını da öngörmek pek mümkün değil.

 

Muallak, tebeddül ve mütebeddil gibi eski kelimeler size pek bir şey ifade etmemiş olabilir. Aslında dilimiz gerçekten çok zengin. Bir paragrafta aynı durumun birden fazla halini tasvir edebilmek mümkün. Maksadım coronavirüsün dünyayı salladığı bu günlerde zirvede adeta asılı (Muallak) duruyor olmasını anlatmak. Hani sanki sonuca bağlanmamış ta orada sürüncemede kalmış gibi.   

Ancak bu yetmiyor meramımı anlatmaya. O bir taraftan da çıkmaya mı devam edecek, düşüşe mi geçecek kararsız (Mütebeddil) bir görüntüde. Biraz da bizler artık azalıp hayatımızdan çıkıp gitmesini arzu ettiğimiz için böyle. Fakat biraz daha yakından bakacak olursak sanki bir değişme, dönüşme ve başkalaşma işaretleri de veriyor. Çünkü bu virüs başka hâle girebilen (mutasyon), değişen (tebeddül eden) ve değişken (taktik değiştirebilen) davranabilen bir varlık.


Tablo ortada 23 Aralık itibariyle tüm dünyada toplam vakalar 78,2 milyonu (78.197.192) aştı. Ölümler 2 milyon (1.720.949) sınırında. Bizde ise toplam vakalar 2 milyonu (2.062.960) daha yeni aştı, ancak ölümler 19 bine (18.602) yaklaşıyor. Dünyada ölüm oranı %2,2 bizde ise %0,09; yani dünyada hasta olan her 1000 kişiden 22’si, bizde ise sadece 9’u ölüyor.

Bir başka ölçü toplam nüfusa göre karşılaştırma yapmak. Örneğin tüm dünyada 1 milyon kişi başına vaka sayısı 10.056. Bu rakam bizde maalesef 24.809 görünüyor. Aynı kriteri ölümlere uygulayacak olursak da sonuç şöyle çıkıyor: 236 ve 224. Bir ileri bir geri gibi değil mi? Çok tatmin olmadık. Nüfusu bizimle hemen aynı olan iki ülke var biri İran, diğeri Almanya. Kendimizi onlarla karşılaştıralım bakalım ne çıkacak?

İran’da toplam vakalar 1.170.743, günlük yeni hasta sayısı 6.208, ölenler 54.003. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 14.049, ölümler ise 650 görünüyor. Almanya’da toplam vakalar 1.570.371, günlük yeni hasta sayısı 36.153, ölenler 28.096. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 18.886, ölümler ise 338 olmuş. Bizde ise toplam vakalar 2.062.960, günlük yeni hasta sayısı 19.256, ölenler 18.602. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 24.809, ölümler ise 224 seviyesinde.

Netice toplam vakalarda (İran’da 1.170.743, Almanya’da 1.570.371, Türkiye’de 2.062.960) biz öndeyiz, yeni vakalarda (İran’da 6.208, Almanya’da 36.153, Türkiye’de 19.256) ise ortadayız. Ölüm sayısında (İran’da 54.003, Almanya’da 28.096, Türkiye’de 18.602) geride duruyoruz. 1 milyon kişi başına vaka sayısı (İran 14.049, Almanya 18.886, Türkiye 24.809) açısından önde, ancak ölümler (İran 650, Almanya 338, Türkiye 224)  konusunda arkada görünüyoruz.      

Netice? Netice şu: Türkiye vaka sayılarında pek iyi değil, ama ölümlerde sağlık sistemimiz ve başarılı tedavi süreçleri nedeniyle ölümler en azda tutulabilmiş. Aşı haberlerinin umutlandırdığı, mutasyon haberlerinin ise aklımızı karıştırdığı günler yaşıyoruz. İyi olduğumuz haller de var, kötü göründüğümüz durumlar da. Dünya ise çok daha karmaşık durumda. Koca koca ülkeler bir o yana bir bu yana savrulup duruyorlar.

Kimse yarınından emin değil. Daha kötü de olabilir, sonun başlangıcı da yaşanabilir. Yani Şimdi niçin herşey muallakta (asılı vaziyette). Yani virüs mütebeddil (kararsız) durumda. Yani covid-19 illeti tebeddül (değişiyor) ediyor da olabilir. Acaba 2020’yi kapatırken 20121’de adı Covid-20 olan yeni bir Coronavirüsle mi tanışacağız? 

23 Aralık 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı193.................................Sanayi (I)

Sanayi (I)

Bu hafta Susurluğun ‘GZFT.08-SANAYİ’ sektörü alanında güçlü yönleri ile karşı karşıya olduğu fırsatlardan yola çıkarak amaç ve stratejilerimiz istikametinde bazı hedefler belirlemeye çalışacağız. Daha önce bu alanda yapılan tarama ve durum analizi çalışmasında bugün olduğu gibi orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacak Güçlü yönler’; ‘GY.08.1-Şeker fabrikası’, ‘GY.08.2-Yörsan’, ‘GY.08.3-Entegre et tesisleri’,’GY.08.4-Beyaz et tesisleri’, ‘GY.08.5-Gıda sanayinin gelişmiş olması ve Konserve tesisleri’, ‘GY.08.6-Ahşap sandalye, masa imalatı’ve’GY.08.8-İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli’ olarak görülmüştü. Önümüze gelecek çevresel ‘Fırsatlar’ da: ‘FRS.08.1-İstanbul sanayisinin desantralizasyonu’ ve ‘FRS.08.2-İstanbul sanayiinin giderek bizim bölgemize doğru kayması’ olarak belirlenmişti. Konunun hacmi ve yer darlığı sebebiyle bu hafta sadece güçlü yönler ve fırsatların değerlendirilmesi üzerinde duracağız. Böylece güçlü yönlerin daha da güçlendirilmesi, fırsatlardan yararlanılması için yönelebileceğimiz bazı hedefler ortaya çıkmış olacak.

‘SANAYİ’ alanında bugün mevcut olan ve orta vadede de Susurluğun gelişmesine katkı sağlayacağı varsayılan Güçlü yönler’ ; ’Şeker fabrikası’, ‘Yörsan’, ‘Entegre et tesisleri’ , ‘Beyaz et tesisleri ‘,’Gıda sanayinin gelişmiş olması ve Konserve tesisleri’,’Ahşap sandalye, masa imalatı’ ve ‘İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli’ olarak tespit edilmişti.

Sanayide diğerlerine oranla daha çok gelişme gösteren Balıkesir merkez ve ilçeleri Susurluk, Bandırma ile birlikte, Çanakkale’nin ilçeleri Biga ve Çan Güney Marmara Bölgesinin özellikle kuzeyinde uzanan sanayi aksını oluşturuyor. Bilhassa Bandırma büyük ölçekli sanayi tesislerine sahip. Ayrıca TCDD ve BAGFAŞ limanları ile demir yolu bağlantısının sağladığı avantajla bölgenin merkezi durumunda. Sanayinin hal-i hazırda Bandırma-Biga-Çan-Çanakkale aksı ile daha zayıf düzeyde ise Susurluk-Balıkesir-Edremit akslarında geliştiği görülüyor. Ancak orta vadede bu gelişmenin asıl olarak Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Bursa yönünde kuvvetli olacağı düşünülüyor. Susurluk 128 yıl önce 1892'de bucak, 94 yıl önce de 1926'da ilçe yapılmış. Şeker fabrikası kurulalı 65 yıl, Yörsan açılalı 36 yıl olmuş. Şeker Fabrikası ve Yörsan hem Susurluk ilçemizin hem de bölgenin köklü ve önemli sanayii kuruluşlarından. İlçede ayrıca özel sektöre ait ayçiçek yağı, dondurulmuş gıda, salça ve konserve fabrikaları da bulunuyor. İlçemizin sanayi açısından gelişmiş sayılması işte bu daha çok tarımsal üretime dayalı fabrika ve işletmelerimiz nedeniyle. Bunların da şeker, süt ve süt mamulleri, konserve, nebati yağ, yumurta, beyaz-kırmızı et, süt ve süt mamulleri ile diğer tarımsal ürünlere dayalı tesisler olduğunu biliyoruz. Bu kapsamda ilçemizde Şeker fabrikası dışında diğer tarıma dayalı sanayi tesisi olarak; 1 ayçiçek yağı fabrikası (Tunalı Yağ), 7 adet süt ve süt işleme tesisi (Yörsan, Özceylan Gıda, Aydoğan Süt Ürünleri, Dağıstanlı Süt Ürünleri-Peynir paketleme, İlhanlar Mandıra İşletmesi, Emirbey Süt Ürünleri, Mizey Gıda), 3 adet meyve-sebze işleme tesisi, (Assan Gıda, Oraklar Gıda Fide, Ahi Güven Gıda), 2 adet entegre et tesisi (Aydoğan Et, Dört Mevsim Et), 1 adet tavuk et işleme tesisi (Has Tavuk), 1 adet Kesimhane (Medist Hayvancılık İth. İhr. A.Ş.), 8 adet sakatat işleme tesisi, 1 adet yem üretim tesisi, 1 adet plastik esaslı madde ve 1 adet kültür mantarı üretim tesisi (Ran Mantarcılık) bulunuyor. Bu fabrika ve tesisler halen sanayide Susurluğun sahip olduğu güçlü yönler.  

Sanayimizin ilk amiral gemisi ’Şeker Fabrikası’nı ele alalım. Zaten bitkisel ve hayvansal üretimin yoğunluğu nedeniyle tarıma dayalı sanayinin gelişmekte olduğu bir bölge burası. Ülkemizin öncü şeker fabrikalarından olan Susurluk şeker fabrikası ilçemizde ve bölgemizde yapılan pancar üretimine dayalı olarak faaliyet gösteriyor. Başlangıçta 1800 ton/gün kapasite ile çalışan fabrikada halen 7000 ton/gün pancar işlenmekte. 2018-2019 Yılı Üretim yılı itibariyle 70 gün süren kampanya döneminde Susurluk ve Eskişehir yörelerinde 108 köyde bin 648 çiftçiye 61 bin 110 dekar alanda 500 bin ton pancar ekimi yaptırılmıştı. İşlenen bu miktar pancardan yaklaşık 120 bin ton pancar posası, 45 bin ton kristal şeker, 25 bin ton melas elde ediliyor. Geçen yıl itibarıyla fabrika bölgeye yaklaşık 400 milyon lira katma değer sağladığı gibi 779 kişiye de istihdam sağlıyor. Temeli dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından 1954 yılında atılan Susurluk Şeker Fabrikası bundan bir yıl sonra dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından açılmıştı. O günden bu yana 65 yıldır fabrikada İşlenen pancardan öncelikle iyi kalite kristal toz şeker ve kesme şeker üretiliyor. Ayrıca, küspe ve melas gibi farklı ürünler de çıkıyor. Şeker, büyük ölçüde ülke içinde tüketilen ağzımızın değişmez tadı, halkımızın en temel gıda maddelerinden biri. Ayrıca gıda sanayiinde ve tatlı vb. üretiminde de çok önemli bir girdi. Öte yandan çıkan yaş küspe bölgenin hayvancılık faaliyetleri için olmazsa olmazlardan. Son yıllarda özelleştirilip özelleştirilmeyeceği, ya da üretimine son verilip verilmeyeceği yoğun tartışmalara neden oldu. Ancak, hükümetin desteğiyle özelleştirilme listesinden çıkarıldı ve polar oranı %12 ile sabitlenerek pancar ekicisine güçlü bir güvence verildi. Orta vadede Şeker fabrikamızın kapanma riski yok. Bölgede polar oranı düşük olmasına rağmen, çiftçinin ürettiği pancar alınacak, yetmediği takdirde yakın çevreden pancar getirtilerek fabrikanın üretimi sürecek. Bu şu anlama geliyor; Şeker fabrikası orta vadede sadece Susurluk için değil bölge için de güçlü bir sosyo ekonomik faktör olmaya devam edecek. 

Süt işleme fabrikalarının bölgedeki varlığı kuşkusuz bir diğer güçlü yönümüz. Ürün pazarlaması da yine bu işletmeler tarafından ülke içinde ve ülke dışına yapılmakta. Bölgemizde Türkiye’nin önde gelen markası olan ’Yörsan’ ve bunun yanında irili-ufaklı pek çok süt işleme tesisi bulunuyor.  Bunlar Yörsan A.Ş., Sütaş A.Ş., Ülker A.Ş., Mis Süt A.Ş., Özceylan A.Ş. Kay-Süt gibi büyük ölçekli tesisler ile bazı ufak çaplı mandıralar. Yörsan fabrikası bunlar arasında hem yöremiz hem de ilçemiz açısından önemli bir tesis.  107 bin 415 metrekare alanda günlük 1 milyon 200 bin litre süt işleme kapasitesine sahip tesislerde uluslararası standartlarda ve hijyenik üretim şartlarında üretim gerçekleştiriliyor. Bu fabrika aynı zamanda Orta Doğu ve Balkanların en büyük süt entegre tesisi. Ancak satıldığından bu yana zor günler geçiren Yörsan son bir yıl içinde önce konkordato, ardından da iflasını açıkladı. Satın alan yabancı sermaye uluslararası büyük bir kuruluştu. Ancak global çapta başka işlerindeki kötü yönetimi ve bankalara olan borçları sonucu Yörsan süt üreticilerine ve tedarikçilerine ödeme yapamaz hale gelmişti. Şimdilik mahkemenin atadığı kayyumluk müessesesiyle bu ara süreci atlatmaya çalışıyor. Ülkemizin en büyük 500 sanayi kuruluşu listesinde yer alan bu tesis hem bölgedeki süt üreticileri, nakliyeciler ve esnaf için hem de çalışan işçiler açısından çok önemli. İlçemiz ekonomisinin öne çıkan amiral gemilerinden biri. Gerek sağladığı istihdam, gerek ürettiği katma değerle şehrimizin can damarlarından. Kuşkusuz neler yapılabilir noktasında hala süren çalışmalar var. Umarız bir anlaşmaya varılır ve düzgün bir yatırımcı eliyle yeniden güçlü bir şekilde faaliyetine devam eder. Yörsan’ın çalışması ve her yönüyle şehrimize katma değer sağlamaya devam etmesi gerekiyor. Bu Susurluk için stratejik bir konu. Onun bu topraklardan aldığını bu topraklara verme misyonu kararmamalı. Her hal-u kârda daha güçlü bir şekilde Susurluğun sosyo ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya devam etmeli. Hatta orta ve uzun vadede daha da büyüyüp; Banvit’in Bandırma’ya, Vestel’in Manisa’ya yaptığı gibi Susurluğun gelişmesine katkı sunmasını bekliyoruz. Bizim için Yörsan hiçbir zaman yabancı sermaye olmadı. Bu şehrin idari yönetimi, sivil toplum kuruluşları, işçisi, köylüsü, çiftçisi, süt üreticisi ve esnafı Yörsan’a sahip çıkacaktır. Çünkü Yörsan markası, tıpkı Şeker Fabrikası gibi Susurluk’la özdeşleşmiş, onun güçlü bir diğer yönü olarak birbirlerinin kaderi olmuşlardır. 

        Bölgemizdeki mevcut sanayinin genellikle tarıma dayalı ve doğal kaynakların işlenmesine yönelik geliştiği ortada. İlçemizin %80´lik bölümünün tarımla uğraşırken %20´lik bölümünün de sanayiden geçimini sağladığını biliyoruz. Bu bağlamda Balıkesir ve Çanakkale yöresinin başlıca sanayi ürünleri; un, yem, salça, konserve, nebati yağ, yumurta, gübre, margarin, işlenmiş sebze ve meyve, bakliyat, beyaz-kırmızı et, sofralık zeytin ve zeytinyağı, süt ve süt mamulleri, dondurulmuş ve kurutulmuş gıda, deniz ürünleri, bor ve mermer başta olmak üzere maden ürünleri, seramik mamulleri, çimento, inşaat demirçeliği. Sanayi işletmelerinin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde her iki ilde de gıda sektörünün önde geldiği görülüyor. Susurluk da kendi çapında bu karakteristiği doğrulayan bazı tesislere sahip.  Örneğin ’Entegre et tesisleri’ kapsamında 3 adet mezbaha ilçemizde faaliyet gösteriyor. Bunlar: Dört Mevsim Et Entegre Tesisi, Göbel mahallesi Medist işletmesi ve Yılmazlar et entegre. Susurluğun geçmişten bu yana bilinen, çok kaliteli et ve et ürünlerinin pazarlanması bu merkezlerden gerçekleştirilmekte. Özellikle İstanbul piyasası bu ürünlerin en çok tercih edildiği mega kent. Diğer taraftan bölgemiz ’Beyaz et tesisleri‘ ile bu üretim işkolunda da ön sıralarda yer alıyor. Bu anlamda çok sayıda beyaz et üretim işletmesine ve tavukhaneye sahip. İlçemiz de Türkiye’nin beyaz et ihracatında önde gelen bir markasının kesim ve işleme tesisine sahip olması dolayısıyla beyaz et sektöründe söz sahibi durumda. Karapürçek mahallemizde yer alan Has tavuk adlı işletmede hem kanatlı kesim hem de bu ürünlerin dış il ve ilçelere pazarlanması gerçekleştiriliyor. İlaveten ilçemiz ve bölgesi, ülkemizin salça ve konserve imalat merkezi konumunda. Bu manada ‘Gıda sanayinin gelişmiş olması ve Konserve tesisleri’güçlü bir yönümüz. Ayrıca ilçemizde bazı meyve suyu, içecek ve donmuş gıda fabrikaları gibi gıda işleme tesisleri de bulunuyor. Bunların başlıcaları Karapürçek’teki Askon Gıda sanayii Meyve Suyu Fabrikası, Kepekler’deki Assan Foods Gıda Sanayii Gıda Üretim ve İşleme Ketçap - Mayonez ve Salça Üretim tesisi, Göbel’deki Fide Konserve Fabrikası, Ümiteli’deki Ahi Güven Konserve ve Donmuş Gıda Fabrikası ile Susurluk’taki Tunalı Ayçiçek Yağ Sanayii işletmesidir. Bu fabrikalar hem yurt içi hem de yurt dışına satış yapmaktadırlar. İlçemiz ve içinde bulunduğumuz bölge bu fabrikaların hem üretim hem de tarımsal ürün tedarik merkezi konumunda. Bunların dışında besi ve süt yemleri ile silaj ve küspe türünden maddelere en çok ihtiyaç duyulan ve üretimi yapılan bölgelerden birisi Susurluk. Zira besi sektörü için önemli bir maliyet durumundaki yem hammaddeleri konusunda oldukça zengin olan ilçemiz, çok çeşit ve miktarda yem üretiminin gerçekleştirildiği bir bölgede yer alıyor. Bu bağlamda özellikle hububat, ayçiçeği, silajlık ve dane mısır üretim alanları geniş yer kaplıyor

Öte yandan ’Ahşap sandalye, masa imalatı’ geçmişten bu güne Susurluğumuzun önemli bir değeri ve güçlü yönü. Özellikle 50’li 60’lı 70’li yıllarda ağaç sandalye, masa, at arabası vb. ürünler konusunda ilçemiz haklı bir şöhrete sahipti. Şu anda da halen yeni sanayi sitesinde bu ürünlerle uğraşan; Özenç sandalye, Cms sandalye, Habeş sandalye,  Palmiye koçak sandalye, Güler Sandalye ve Ada Sandalye gibi işletmelerimiz ilçemizin geçmişten gelen bu güçlü yönünü geleceğe taşıma gayreti içindeler. Özellikle son dönemde sahil kasabalarında, çay bahçelerinde, yeme içme mekânlarında yeniden ahşap malzemeye dönüş gözleniyor. Nostalji de olsa nihayetinde sağlıklı, ortopedik ve dayanıklı olması sebebiyle bu sektörün orta vadede güçlenerek varlığını sürdüreceğini tahmin etmek zor değil. İnsan emeği ve ustalık gerektiren bu alanda yetenekli gençler desteklenir ve kazanılabilirse bu ürünlerin yine ülkede aranan bir marka olması şaşırtıcı olmaz. Ahşap Sandalyecilik akıllı stratejilerle yine Susurluğun başlıca gelir kaynaklarından biri olabilir.

Kuşkusuz güçlü yönlerin daha güçlü hale getirilmesi ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ ve ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ Stratejik amacımız için önemli. Nitekim bu maksatla ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi izlenmesi gerektiğini biliyoruz. Bu sebeple Susurluğun mevcut fabrika ve tesisleri için ilk etapta: ‘HDF.1.1.1.29-Şeker fabrikasının yıl boyu çalışmasına yönelik alternatif çözüm önerilerini değerlendirmek’, ‘HDF.1.1.1.30-Tesisimiz Yörsan’ın yeniden üretime geçmesi için yeni yatırımcısına destek ve katkıda bulunmak’, ‘HDF.1.1.1.31-Entegre et tesislerimizi yeni yatırımlarla ürün çeşidi, kapasite ve ulusal pazar paylarını arttırmaları için yönlendirmek’,’HDF.1.1.1.32-Beyaz et tesislerimizi üretim miktarı, ürün kalitesi ve marka değerini yükseltmeleri için teşvik etmek’ ve ‘HDF.1.1.1.33-Gıda sanayimizi çeşitlendirmek, ürünlerimizin dış pazarlara açılmasını sağlamak üzere desteklemek’ gibi hedefler düşünülebilir. Ahşap sandalye, masa imalatı konusunda ‘HDF.1.1.1.34-Susurluğa özgü, markalı ahşap ürün tasarımları gerçekleştirmek’,’HDF.1.1.1.35-Üretimde Küçük sanayi-Meslek lisesi işbirliğini sağlamak’ ve’HDF.1.1.1.36-Ahşap ürünlerde Susurluğu yeniden zirveye taşımak’ akla gelen ilk hedefler. Kuşkusuz bu hedefler güçlü yönlerimizi daha da güçlendirecek çabalar. Neticede orta vadede ‘Sosyal ve ekonomik kalkınma’mızı olumlu etkileyecek çok çok önemli hususlar. Aynı zamanda bu hamleler yöre insanımız için gelecekte yeni kazanç ve istihdam kapıları anlamına geliyor. Bölgesinde yükselen, öne çıkan gelişmiş bir Susurluk istiyorsak dayanacağımız güçlü bir sanayi altyapımız olmalı. Bunun için de öncelikle kendi tesis ve ürünlerimizin güçlendirilmesini başarmak olmak üzere, OSB fırsatını da kesinlikle ıskalamamamız gerekiyor. Susurluk için henüz hiçbir şey bitmedi, bitmeyecek. Gelişmek için değişmek, değişmek için de niyet ve çaba gerekiyor. Aklımızı ve yüreğimizi birleştirebilir, dikenli yollarda sonuna kadar yürümeyi göze alabilirsek her zaman güçlü çıkış yolları bulabiliriz.  Bilmeliyiz ki Yola çıkıp varmamak, yoldan çıkıp ta varmak mümkün değildir”. Son olarak yine böyle bir söz: “Her arayan bulamayabilir ama bulanlar arayanlardır”. 

‘GZFT.08-SANAYİ’ sektörüyle ilgili önümüzdeki süreçte ilçemize dış çevreden yönelmiş ‘Fırsatlar’ : ‘FRS.08.1-İstanbul sanayisinin desantralizasyonu’ ve ‘FRS.08.2-İstanbul sanayiinin giderek bizim bölgemize doğru kayması’ olarak öngörülmüştü. Bunlar Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek birer birer dış fırsat.

Büyük sanayi merkezleri günümüzde hızlı nüfus artışı ve çarpık kentleşme gibi nedenlerle yoğun bir baskı altında. Sürekli büyüme; bölge içi ve bölgeler arasında artan ölçüde nüfus ve sosyo-ekonomik gelişmişlik farklarına neden oluyor. Bu durum aşırı büyüyen merkezlerin doğal ve ekonomik kaynaklara dayalı olan sürdürülebilir kalkınmasını da tehlikeye sokmakta. Günümüzde giderek daha önem kazanan çevre sorunları da bu ‘desantralizasyon’u zorluyor. Bu yüzden İstanbul gibi geçmişte belli merkezlerde yoğunlaşmış bulunan sanayiinin yakın çevrede daha az yoğunluklu bölgelere taşınması gündemde. Özellikle İstanbul karayolu ağında ve kent merkezinde giderek artan trafik yoğunluğunun sanayinin yeniden dağılım politikaları ile ne ölçüde hafifletilebileceği üzerinde plan ve projeler var. Bu duruma bulunan çözüm stratejilerinden birisi İstanbul sanayisinin yer değiştirmesi üzerine gelişmekte. Nitekim bu fırsatı değerlendiren Güney Marmara Kalkınma ajansı aşırı büyüyen merkezlerin çevresindeki alanlara yayılması suretiyle merkezdeki yoğunluğu hafifletilip kaynakların devamlılığının sağlanması konusuna Bölge Planı’nda yer vermiş bulunuyor. Gerçekten de bu bağlamda Çanakkale ve Balıkesir’i içine alan TR22 Düzey 2 Bölgesi, coğrafi konumu, merkezlere yakınlığı ve sahip olduğu gelişme potansiyelleri bakımından aşırı büyüyen bu merkezlere alternatif olarak görülüyor. 2010- 2013 Güney Marmara Bölge Planı Mekânsal Gelişim Şemasında Bölgenin hangi alanlarının ne tür işlevler için uygun olduğu gösterilmiş. Bu doğrultuda Güney Marmara Bölgesi’nin kuzeyi sanayi, güneydoğusu madencilik alanları için uygun iken bölge genelinde tarımsal topraklar söz konusu. Bölgenin mekânsal gelişmesinin bu yönde devam edeceği varsayılarak ‘İstanbul’dan taşınması gündemde olan sanayi’ için Balıkesir Merkez, Bandırma ve Biga uygun mekânlar olarak değerlendirilmiş. Zira bu noktalar gerek ulaşım kolaylığı gerekse hâlihazırda var olan sanayileşmeden dolayı desantralizasyon için cazip görünüyor. İlçemizin İstanbul, Bursa ve İzmir gibi büyük sanayi merkezleri arasında bulunması, güçlü ulaşım ağları içinde bulunmamız, söz konusu alternatif alanlara ve Bandırma limanına yakınlığımız bize de bu açıdan ikincil bir avantaj sağlıyor. Sadece biraz daha yüksek ve etkili bir sesle Biz de varız!” dememiz gerektiğini düşünüyorum. Sanayinin hâlihazırda Bandırma- Biga-Çan-Çanakkale aksı ile daha zayıf düzeyde Susurluk-Balıkesir-Edremit akslarında geliştiği, ancak bu gelişmenin asıl olarak Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Bursa yönünde kuvvetli olduğu izleniyor. Bursa-Gebze-İstanbul otoyolu ve Lojistik Köyü projelerinin etkisiyle önümüzdeki yıllarda bu gelişme daha da hızlanacak. Ancak sanayi gelişme akslarında yeni tesislerin dağınık, gelişigüzel ve sürdürülebilir olmayan bir şekilde yer seçmeleri yerine, daha ziyade OSB’lere yönlendirilmesi politikası da var. Bu nedenle OSB’lerin sağladığı uygun ortam ve maliyet avantajları göz önüne alınarak taşınması düşünülen sanayi için bu merkezlerin öncelikli alanlar olarak dikkate alınması söz konusu. Bu açıdan Ömerköy’de kurulması için başvurusu yapılan karma OSB’si çok kıymetli ve kaçırılmaması gereken bir fırsat. 

Güney Marmara TR22 Düzey 2 Bölgesi olarak kodlanmış Balıkesir ve Çanakkale illeri aslında kültürel ve doğal zenginlikleriyle tam bir ‘yaşanacak bölge’ vizyonuna sahip.  Diğer yandan gerek coğrafi konum, büyük sanayi merkezlerine yakınlık ve gerekse de sahip olunan gelişme potansiyelleri bakımından da aşırı büyüyen merkezlere alternatif oluşturuyor. Bu bağlamda ’İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli’ ve “İstanbul sanayiinin giderek bizim bölgemize doğru kayması’ Susurluk için şimdiden güçlü bir yön ve aynı zamanda da kıymetli bir fırsat olarak ortaya çıkmış durumda. İstanbul Sanayisinin Bölgemize taşınmak için aradığı en önemli unsurlardan birinin ulaşım ve lojistik alt yapı imkânı olduğunu biliyoruz. Gebze-Orhangazi-İzmir ve Kınalı-Tekirdağ-Çanakkale-Balıkesir Otoyolları ile Bursa-Bandırma-İzmir hızlı tren projesinin tamamlanmasının bu anlamda bölgeye önemli bir güç kattığı ve katacağı çok açık. Ayrıca İstanbul-İzmir arası karayolu ve Ankara-Bursa-İzmir arası demiryolu ulaşımları bölgeyi giderek bir transit merkezi konumuna getiriyor. İlçemizi de içine alan bu merkez orta vadede Bandırma’daki limanlar yoluyla da dış dünya ile kesintisiz bir bağlantı içinde olacak. Ayrıca İstanbul, Bursa ve İzmir gibi üç büyük kente olan yakınlığın bize büyük bir avantaj sağladığını da görebilmek lazım. Bütün bunlar kendisine yer arayan İstanbul sanayisinin dinamizmi için son derece cazip ve stratejik unsurlar. Bölgede Balıkesir merkezde iki, Bandırma, Çanakkale, Biga ve M.K.Paşa’da birer adet olmak üzere faaliyette olan altı adet; bunun yanı sıra Bölgede henüz faaliyete geçmemiş olan Gönen Deri ile Burhaniye Zeytincilik Organize Sanayi Bölgesi mevcut.  Sanayi parsellerinin yüzde 80’e yakını tahsis edilmiş olup, OSB’lerde üretimde olan firma sayısı 143. Bölge OSB’leri ulaşılabilirlik açısından oldukça iyi konumlarda. Söz konusu OSB’lerde altyapı çalışmalarının çoğu tamamlanmış olup, atık su ve doğalgaz kullanımı konusunda bazı eksiklikler var. Bölge OSB’lerinde 250’den fazla çalışanı olan 2 işletme bulunuyor. İşletmelerin ciroları da göz önüne alındığında OSB’deki işletmelerin çoğunun KOBİ olduğu görülüyor. GMKA TR22 Güney Marmara Organize Sanayi Bölgeleri Araştırmasına göre Balıkesir OSB’lerinde en çok faaliyet gösteren iş kollarının gıda ve yem 28%, makine ve teçhizat 12%, deri, plastik ve kimya 8% olduğu tespit edilmiş. Buna göre söz konusu işletmelerin yarısı gıda, yem ve makine teçhizat sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Günde ortalama 10 saat üretim yapılıyor, yüzde 60’ında vardiya uygulaması var ve personel sayısı ağırlıklı olarak 11 ile 25 kişi.

Sanayi üretiminin OSB çatısı altında yapılmasının faydası çok. Ancak OSB kurmak da bir o kadar zor. Öncelikle OSB’ler OSB Yer Seçim Yönetmeliği çerçevesinde belirlenen uygun alanların İlin Valisinin teklifi ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın oluru ile tüzel kişilik kazanıyor. Bu noktada İldeki diğer OSB’lerin varlığı ve doluluk oranı mevzuat itibariyle yeni bir OSB kurulmasına engel teşkil edebilir. Bu noktada en başta Susurluğun niyet ve kararlılığı ile; Siyaset, Valilik, Belediye, Ticaret Odaları ve STK’ların elbirliği ederek devreye girmesi şart. Başlangıçta en önemlisi yer seçimi, daha doğrusu doğru yeri seçmek. Bunun için ilk OSB yapılanmasının Sanayi ve Ticaret Odaları desteğinde Kent Konseyi çatısı altında oluşturulması yararlı olur. Kuşkusuz bu konuda karayolu, otoban, liman, demiryolu, lojistik alanlar, havalimanı, yakındaki kentsel alan gibi noktalar yatırımcı için önemli faktörler. Bildiğimiz kadarıyla İlçemiz Ömerköy sınırları içerisinde OSB kurulumu ile ilgili bazı çalışmalar yapılmış. Başvuru dosyası Valilik kanalıyla Sanayi Bakanlığına ulaşmış durumda. Google harita uygulamalarından görülebileceği gibi Ömerköy’den geçen yeni otoban ile mevcut karayolu arasında kalan bölümde büyük ölçekli Mera parselleri (170 ha civarında) var. Yanındaki tarımsal alanlar ile birlikte alanın yaklaşık 450 ha büyüklüğe ulaşabileceği anlaşılıyor. Bu parsellerin büyük bir kısmının hazinesi mülkiyetinde olması çok ama çok önemli. Çünkü OSB Tüzel Kişilik kazandıktan sonra emlak vergisi değeri üzerinden sadece OSB Tüzel Kişiliklerine Devlet tarafından satışı yapılabiliyor. Taşınmaz Mera olsa bile tahsis amacı değişikliği yapılarak önce Mera vasfı kaldırılıp sonrasında da satış gerçekleşiyor. Böylece çok uygun fiyatlarla OSB lehine parseller tescil edilmekte. Bu şekilde yatırımcılara uygun fiyat ile tahsis/satış OSB’nin ihtiyaç duyduğu ilk yatırım bütçesi desteğini de sağlamak anlamına geliyor. Kurulacak olan OSB’nin niteliği çok önemli. Bu anlamda karma OSB her zaman daha avantajlı. Çünkü karma OSB’lerde imar planı aşamasında ada bazında ihtisaslaşan üretim adaları mümkün. Yani örneğin; OSB’nin güney kısmında Gıda üretim tesisleri planlanırken, belli bölgesinde masa-sandalye üretimine yönelik imar adaları, bazı yerlerinde de yüksek katma değerli teknolojik üretim adaları oluşturulabilir. Böylelikle altyapı verimli kullanılır, sanayi kuruluşları arasında simbiyoz etkisi bile oluşabilir. ‘Simbiyoz’ kelimesi genellikle, iki veya daha fazla türün karşılıklı fayda durumunda olduğu; madde, enerji veya bilgi alışverişinin olduğu doğal ilişki için kullanılıyor. Bu ilişki endüstriyel alanda, emisyon ve enerji kullanımının azaltılması, yeni gelir akışı gibi faydalar sağlıyor. Endüstriyel Simbiyoz, endüstriyel işletmelerin karşılıklı fayda sağlayacakları ortaklıklar kurması olarak tanımlanabilir. Bu ortak kullanım sadece atıkları değil,  enerji, lojistik, insan gücü, yatırım, su gibi diğer kaynakları da kapsıyor. Haritadan da görülebilen yer Susurluk OSB için oldukça uygun. Ülkemizdeki OSB’ler 35 ha ile 2500 ha arasında çeşitli büyüklerde. Aslında ne kadar büyük olursa o kadar iyi. Çünkü yatırımcılardan parsel büyüklükleri ile orantılı aidat alınıyor. Böylece yönetim aidatı önemli miktarlara ulaşabiliyor ve OSB’nin bütçesi çerçevesinde gerekli ihtiyaçlara kullanılabiliyor. Bu nedenle büyüklüğü 400 ha altında olan OSB’ler çarkı çevirme noktasında zorlanabiliyorlar. Bu yüzden başta Hazine parselleri olmak üzere özel mülkiyet elindeki parselleri de OSB içerisine almakta fayda var. OSB’lerde kurulumdan sonraki ilk işler; imar planı, parselasyon planı, altyapı tesisleri ve merkezi atıksu arıtma tesisinin yapılması. OSB’nin büyümesi ve güçlenmesi ile birlikte Mesleki Teknik Öğretim Kurumu, İtfaiye, Sosyal ve Spor Tesisleri, Kreş ve diğer kamusal hizmet tesisleri ile banka vb. ünitelere de ihtiyaç duyulur. Sadece sanayi yatırımları değil bu tesisleri yapmak da hem zaman hem de ciddi bütçe gerektiren işler. Nitekim ülkemizde henüz altyapı, yol ve arıtma tesisini yapamadığı için üretim faaliyeti başlanamayan yaklaşık 70 tane OSB bulunuyor. Ciddi bir destek ve finansmana ihtiyaç duyulan bu dikenli yolda kaynağın en büyüğü arazileri küçük bedeller ile alıp yatırımcıya satış yapmakla sağlanabilir. Satış bedelleri belirlenirken de ildeki diğer OSB’ler ile rekabet edebilecek daha uygun fiyatlar seçmek önemli. İlk sanayi tesisi gelene kadar yapılması gereken altyapı işleri için Büyükşehir desteğine kesinlikle muhtacız. Bu arada Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının ihtiyaç duyulan tüm altyapı-üstyapı tesisleri başta olmak üzere özel mülkiyet elindeki parsellerin OSB tarafından kamulaştırılması için kredi verdiğini bir kenara not edelim. Böylece projelerin Bakanlık yatırım programına alınması ile birlikte 3 yıl geri ödemesiz, yıllık %3 faizle 10 yılda geri ödemeli kredi kullanarak (bazı parselleri ipotek vermek gerekiyor) ilk etapta ihtiyaç duyulan bütçe oluşturulabiliyor. Burada önemli olan çok iyi bir planlama ve hızlı iş görerek geri ödemesiz olan 3 yıllık süreçte mümkün olduğunca fazla yatırımcı gelmesini sağlamak. OSB’nin yatırımcı sayısı arttıkça onların ihtiyacı olan elektrik, doğalgaz, proses suyu gibi hizmetlerin dağıtım lisansı alınarak karşılanması gelir kapılarını da arttırmış oluyor. Ancak bugün itibariyle burada bir hususu önemle vurgulamakta ve belirtmekte yarar var. Bu Stratejik Plan önerisi 2023 yılı sonrası için yapılıyor. O nedenle 2021 ve 2022 yılları için söylediği bir şey yok. Bu dönem Susurluk halkının, idaresinin ve siyasetinin görev alanı. Stratejik plan onlara bir vizyon öngörüyor; benimser ve inanırlarsa ‘yeşilelma yolu’ndan yürürler. Zaman ve mevzi kazanırlar. Ayağa kalk Susurluk! Kalk ve yürümeye başla. Gelecek ellerinde!”çağrımıza uymuş olurlar. Bu arada açtığımız yoldan yürüyerek Stratejik Planlarını kesinleştirmiş ve 2023’e öngörülen fotoğraf içinde ulaşmış olurlar. Kısaca OSB’sin kuruluş aşaması bitmiş, altyapı işlerinin yürütüldüğü bir noktada Stratejik plan yapılmış ve uygulamaya girmiş olur. 

        Kuşkusuz güçlü yönlerin daha güçlü hale getirilmesi ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ ve ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ Stratejik amacımız için önemli. Nitekim bu maksatla ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi izlenmesi gerektiğini biliyoruz. Bu sebeple Susurluğun mevcut fabrika ve tesisleri için ilk etapta: ‘HDF.1.1.1.29-Şeker fabrikasının yıl boyu çalışmasına yönelik alternatif çözüm önerilerini değerlendirmek’, ‘HDF.1.1.1.30-Tesisimiz Yörsan’ın yeniden üretime geçmesi için yeni yatırımcısına destek ve katkıda bulunmak’, ‘HDF.1.1.1.31-Entegre et tesislerimizi yeni yatırımlarla ürün çeşidi, kapasite ve ulusal pazar paylarını arttırmaları için yönlendirmek’,’HDF.1.1.1.32-Beyaz et tesislerimizi üretim miktarı, ürün kalitesi ve marka değerini yükseltmeleri için teşvik etmek’ ve ‘HDF.1.1.1.33-Gıda sanayimizi çeşitlendirmek, ürünlerimizin dış pazarlara açılmasını sağlamak üzere desteklemek’ gibi hedefler düşünülebilir. Ahşap sandalye, masa imalatı konusunda ‘HDF.1.1.1.34-Susurluğa özgü, markalı ahşap ürün tasarımları gerçekleştirmek’,’HDF.1.1.1.35-Üretimde Küçük sanayi-Meslek lisesi işbirliğini sağlamak’ ve’HDF.1.1.1.36-Ahşap ürünlerde Susurluğu yeniden zirveye taşımak’ akla gelen ilk hedefler. İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli Susurluğun geleceği için oldukça stratejik bir konu. Bu kez işin sıkı tutulması, özünden sapılıp sulandırılmaması ve adım adım sonuca ulaştırılması gerekiyor. Bir hayalin gerçeğe dönüşmesi gibi, gelecek nesillere ulaştırılacak bir amiral gemisi gibi konunun vizyon ve dava edinilmesinden söz ediyorum.  O halde ilk hedef: ‘HDF.1.1.1.37-OSB girişimini sahiplenmek, siyasi ve altyapı desteğini sağlamak’, ikincisi ‘HDF.1.1.1.38-OSB’ne her aşamada aktif destek olmayı ve katkıda bulunmayı sürdürmek’, üçüncüsü de ‘HDF.1.1.1.39-Karma OSB yaklaşımıyla Susurluk için en uygun yatırımların gelmesinde seçici olmak’ olmalı. Kuşkusuz bu hedefler güçlü yönlerimizi daha da güçlendirecek çabalar. Neticede orta vadede ‘Sosyal ve ekonomik kalkınma’mızı olumlu etkileyecek çok çok önemli hususlar. Aynı zamanda bu hamleler yöre insanımız için gelecekte yeni kazanç ve istihdam kapıları anlamına geliyor. Bölgesinde yükselen, öne çıkan gelişmiş bir Susurluk istiyorsak dayanacağımız güçlü bir sanayi altyapımız olmalı. Bunun için de öncelikle kendi tesis ve ürünlerimizin güçlendirilmesini başarmak olmak üzere, OSB fırsatını da kesinlikle ıskalamamamız gerekiyor. Susurluk için henüz hiçbir şey bitmedi, bitmeyecek. Gelişmek için değişmek, değişmek için de niyet ve çaba gerekiyor. Aklımızı ve yüreğimizi birleştirebilir, dikenli yollarda sonuna kadar yürümeyi göze alabilirsek her zaman güçlü çıkış yolları bulabiliriz.  Bilmeliyiz ki Yola çıkıp varmamak, yoldan çıkıp ta varmak mümkün değildir”. Son olarak yine böyle bir söz: “Her arayan bulamayabilir ama bulanlar arayanlardır”. 

            GZFT.08-SANAYİ’ sektörüyle ilgili önümüzdeki süreçte ilçemize dış çevreden yönelmiş ‘Fırsatlar’ : ‘FRS.08.1-İstanbul sanayisinin desantralizasyonu’ ve ‘FRS.08.2-İstanbul sanayiinin giderek bizim bölgemize doğru kayması’ olarak öngörülmüştü. Bunlar Susurluğun gelişmesini kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek birer birer dış fırsat.

Büyük sanayi merkezleri günümüzde hızlı nüfus artışı ve çarpık kentleşme gibi nedenlerle yoğun bir baskı altında. Sürekli büyüme; bölge içi ve bölgeler arasında artan ölçüde nüfus ve sosyo-ekonomik gelişmişlik farklarına neden oluyor. Bu durum aşırı büyüyen merkezlerin doğal ve ekonomik kaynaklara dayalı olan sürdürülebilir kalkınmasını da tehlikeye sokmakta. Günümüzde giderek daha önem kazanan çevre sorunları da bu ‘desantralizasyon’u zorluyor. Bu yüzden İstanbul gibi geçmişte belli merkezlerde yoğunlaşmış bulunan sanayiinin yakın çevrede daha az yoğunluklu bölgelere taşınması gündemde. Özellikle İstanbul karayolu ağında ve kent merkezinde giderek artan trafik yoğunluğunun sanayinin yeniden dağılım politikaları ile ne ölçüde hafifletilebileceği üzerinde plan ve projeler var. Bu duruma bulunan çözüm stratejilerinden birisi İstanbul sanayisinin yer değiştirmesi üzerine gelişmekte. Nitekim bu fırsatı değerlendiren Güney Marmara Kalkınma ajansı aşırı büyüyen merkezlerin çevresindeki alanlara yayılması suretiyle merkezdeki yoğunluğu hafifletilip kaynakların devamlılığının sağlanması konusuna Bölge Planı’nda yer vermiş bulunuyor. Gerçekten de bu bağlamda Çanakkale ve Balıkesir’i içine alan TR22 Düzey 2 Bölgesi, coğrafi konumu, merkezlere yakınlığı ve sahip olduğu gelişme potansiyelleri bakımından aşırı büyüyen bu merkezlere alternatif olarak görülüyor. 2010- 2013 Güney Marmara Bölge Planı Mekânsal Gelişim Şemasında Bölgenin hangi alanlarının ne tür işlevler için uygun olduğu gösterilmiş. Bu doğrultuda Güney Marmara Bölgesi’nin kuzeyi sanayi, güneydoğusu madencilik alanları için uygun iken bölge genelinde tarımsal topraklar söz konusu. Bölgenin mekânsal gelişmesinin bu yönde devam edeceği varsayılarak ‘İstanbul’dan taşınması gündemde olan sanayi’ için Balıkesir Merkez, Bandırma ve Biga uygun mekânlar olarak değerlendirilmiş. Zira bu noktalar gerek ulaşım kolaylığı gerekse hâlihazırda var olan sanayileşmeden dolayı desantralizasyon için cazip görünüyor. İlçemizin İstanbul, Bursa ve İzmir gibi büyük sanayi merkezleri arasında bulunması, güçlü ulaşım ağları içinde bulunmamız, söz konusu alternatif alanlara ve Bandırma limanına yakınlığımız bize de bu açıdan ikincil bir avantaj sağlıyor. Sadece biraz daha yüksek ve etkili bir sesle Biz de varız!” dememiz gerektiğini düşünüyorum. Sanayinin hâlihazırda Bandırma- Biga-Çan-Çanakkale aksı ile daha zayıf düzeyde Susurluk-Balıkesir-Edremit akslarında geliştiği, ancak bu gelişmenin asıl olarak Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Bursa yönünde kuvvetli olduğu izleniyor. Bursa-Gebze-İstanbul otoyolu ve Lojistik Köyü projelerinin etkisiyle önümüzdeki yıllarda bu gelişme daha da hızlanacak. Ancak sanayi gelişme akslarında yeni tesislerin dağınık, gelişigüzel ve sürdürülebilir olmayan bir şekilde yer seçmeleri yerine, daha ziyade OSB’lere yönlendirilmesi politikası da var. Bu nedenle OSB’lerin sağladığı uygun ortam ve maliyet avantajları göz önüne alınarak taşınması düşünülen sanayi için bu merkezlerin öncelikli alanlar olarak dikkate alınması söz konusu. Bu açıdan Ömerköy’de kurulması için başvurusu yapılan karma OSB’si çok kıymetli ve kaçırılmaması gereken bir fırsat. 

Mademki ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ istiyoruz ve mademki bu konuda StrA.1.2-İstihdamı arttırma’ şeklinde bir Stratejik amacımız var o halde ‘Str.1.2.1-Üretim tesislerini çoğaltma’ stratejisi izleyeceğiz demektir. Odaklanmamız gereken şey ise gayet doğal olarak çevreden esen fırsat rüzgârlarından azami ölçüde yararlanabilmek. Bu açıdan İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli Susurluğun geleceği için oldukça stratejik bir konu. Bu kez işin sıkı tutulması, özünden sapılıp sulandırılmaması ve adım adım sonuca ulaştırılması gerekiyor. Bir hayalin gerçeğe dönüşmesi gibi, gelecek nesillere ulaştırılacak bir amiral gemisi gibi konunun vizyon ve dava edinilmesinden söz ediyorum.  O halde ilk hedef: HDF.1.2.1.08-OSB girişimini sahiplenmek, siyasi ve altyapı desteğini sağlamak’, ikincisi ‘HDF.1.2.1.09-OSB’ne her aşamada aktif destek olmayı ve katkıda bulunmayı sürdürmek’, üçüncüsü de ‘HDF.1.2.1.10-Karma OSB yaklaşımıyla Susurluk için en uygun yatırımların gelmesinde seçici olmak’ olmalı. Bu arada İstanbul sanayisinin desantralizasyonu; yani sanayinin istanbul’da yoğunlaşmasının artık istenmemesi, bir merkezkaç hareket oluşturuyor. Bizim için yelkenlerimizi şişirip değerlendirmemiz gereken bir rüzgâr bu. Nereye gidecekler? İstanbul’dan, iç ve dış pazar bağlantılarından uzak olmak istemeyeceklerine göre ya Trakya’ya, ya da Güney Marmara’ya yönelecekler. Trakya dolu, Güney Marmara bölgemizde bile uygun alanlar sınırlı. İlçemiz de bu sınırlı alanlardan biri. Nitekim fabrika ve üretim tesislerinin Bursa ve Bandırma’dan giderek bize doğru kaydığını da yıllar itibariyle gözlemleyebiliyoruz. O halde ilk hedefimiz; HDF.1.3.2.24-İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için en uygun alternatif olduğumuzun bilinciyle bu avantajımızı sürekli gündemde tutmak’,  ikincisi ise HDF.1.3.2.25-İlçemize gelebilecek sanayi yatırım tercihlerini olumsuz etkileyebilecek engelleri önceden görüp gidermek’ olmalı. Elbette en uygun alternatif olduğumuzun bilincinde olmalı ve bu avantajımızı hem kendimiz hem de yatırımcılar için sürekli gündemde tutmalıyız. Ancak yetmez; gelecek olanlar karşılarına çıkacak engellerden hoşlanmaz. Kendilerine zaman, para ve emek kaybettirecek olumsuzluklar varsa da gelmez. Bu yüzden sanayi yatırım tercihlerini olumsuz etkileyebilecek engelleri ortadan kaldırmak, eksiklikleri gidermek ve kolaylık sağlamak gerekir. Böylece Susurluğun geleceği demek olan fırsatları kaçırmamış, tercihin ilçemizden yana kullanılmasını yönlendirmiş oluruz. Bu açıdan yatırım yapacaklar ve kurulacak tesisler için ilçemizde Ticaret Odası tarafından bir yatırım danışma ve destek hizmeti vermek oldukça önemli. Zira gelecekte daha yoğun ve pahalı olacak olan büyük kentten kaçışları oldukça sık göreceğiz. yyalcin3@gmail.com