12 Temmuz 2019 Cuma

12 Temmuz 2019 Cuma 11:30 GÖRECELİ..............................................Cuma günü


Cuma günü

Nihayetinde Cuma günü diğer günlerden bir gün. Neden önemli ? Diğerlerinden ne farkı var ? Her Cuma tebrikleşecek, dua edecek, bayram gibi temizlenip giyinecek ne var ? O gün neden her zamankinden daha fazla camileri dolduruyoruz ? Vakit namazı kılamayanlar bile neden o gün Cuma namazı kılarlar ? Cuma günü okunan hutbelerin özelliği nedir, onu dinlemenin farz olmasının sebebi nedir ?

Cuma günü hakkında düşünme fırsatımız oldu mu acaba ? Kimisi için tebrikleşecek bir gün. Bir başkası için kazası olmayan bir namaz. Perşembeden oruç tutulacak, ya da ölmüşlere kur'an okunacak, Cuma saatinde makbul dua edilecek bir gün. 

Vel hasıl herkese göre değişebilen, ancak farklılığı, özelliği, mübarekliği geleneksel olarak kabul edilen bir gün Cuma. Her şeyi bilinçli yapmak, inandıklarımızın bilincinde olmak ve yapıp ettiklerimizi bilerek yapmak en iyisi, en güzeli elbette. Ancak geleneksel alışkanlıklarımız Cuma gününün gerçekten farkına varmamızı perdeliyor. Bilsek, anlasak daha da seveceğiz, daha bir anlayacağız cumanın neden haftanın bayramı sayıldığını.

Meselâ, her şeyden önce Cuma günü ile ilgili müstakil bir sure var. Cum'a suresi Medine devrinde, muhtemelen hicretin birinci yılında nâzil olmuş. Âyet sayısı on bir.  Adını, cuma namazı için ezan okunduğunda camiye gitmeyi emreden 9. âyetinden almış:"Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (cum'a suresi, 62 / 9) Hemen onu takip eden ayette de: "Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz"(Cum'a sûresi, 62 / 10 ) buyruluyor. Anlaşıldığı üzere Cuma günü ve Cuma namazı için çok açık bir davet var. Bu davete elbette icabet edilecektir.

Sûrenin nüzûl sebebini, 11. âyette yer alan, “Onlar bir ticaret ya da bir oyun ve eğlence gördükleri zaman ona akın ettiler ve seni ayakta bıraktılar” ifadesinde buluyoruz. Hz. Peygamber (sav) bir cuma günü hutbe okurken dışarıdan gürültüler ve davul sesleri duyuldu. Zira, o günün geleneklerine göre kervanların gelişi davul çalınarak ilân edilirdi. Bunun üzerine birçok sahâbî mescidi terkedip sesin geldiği tarafa doğru gittiler. Bu durum mescidde on iki kişiyle kalan Hz. Peygamber’i çok üz. Ancak, söz konusu kervan Şam tarafından geliyordu ve zahire ve yiyecek taşıyordu. Medinede ise o yıl büyük bir kıtlık hüküm sürmekteydi.

Anlaşıldığına göre söz konusu sûrenin gelişine kadar ashap arasında cami ve cemaat âdâbıyla ilgili bir disiplin henüz teşekkül etmemişti. Sûrenin konusu, peygamber göndermenin ilâhî hikmet ve faydaları, vahyin yol gösterici etkinliği ve cuma namazıyla ilgili özel hükümlerden ibaretti. Dilimizde cuma şeklinde telaffuz edilen “cum‘a” (cumu‘a, cuma‘a) kelimesi, “toplamak, bir araya getirmek” anlamına gelen “cem‘” kökünden türetilmiş bir isim. İslâm’dan önce ‘arûbe” diye anılan bu günün cum‘a adını almasının sebebi bir toplantı günü olması özelliğinden.

Bu yüzden olsa gerek Anadolu'da eskiden her camide cuma kılınmaz insanlar merkezi belde, kasaba ve şehirlere gelerek cuma kılarlarmış. 

Cuma namazının evveliyatı ise hicret öncesine uzanıyor.  Peygamberliğin 12. yılında (m. 621) bir önceki yıl hac mevsimi sırasında yapılan Akabe Biatı’nın ardından Resûl-i Ekrem Medineliler’e İslâm dini hakkında bilgi vermesi ve Kur’an öğretmesi için Mus‘ab b. Umeyr’i görevli göndermişti.Ertesi yıl yapılan İkinci Akabe Biatı’nda kendi aile çevrelerindeki İslâmî gelişmeleri takiple görevli on iki kabile sorumlusuna başkan (nakîbü’nnukabâ) seçilen Es‘ad b. Zürâre’nin Medine yakınlarında cuma namazı kıldırdığı biliniyor. Bazı rivayetlerde Mus‘ab b. Umeyr’in de bu dönemde Medine’de cuma namazı kıldırdığı belirtiliyor.

Hz. Peygamber’in ilk defa cuma namazı kıldırması ise hicret esnasında olmuş. Şöyle ki, Resûlullah Medine’ye bir saat mesafede bulunan Kuba’ya varınca orada konaklamış ve pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalışarak İslâm’ın ilk mescidini inşa etmişler. 

Cuma günü buradan hareket edip Medine yakınlarında Rânûnâ vadisine ulaştığında buradaki Sâlim b. Avf kabilesine misafir olmuş ve o sırada cuma vakti girdiğinden anılan vadideki namazgâhta cuma namazını kıldırmış. Günümüzde, bu yerde inşa edilmiş ve Mescid-i Cum‘a adıyla anılan küçük bir cami bulunuyor. O tarihten sonra toplu cuma ibadeti düzenli bir farz olarak ifa edilmekle beraber yukardaki sure ve aytlerle âyetlerle bu ibadetin önemi pekiştirilmiş ve bu olaydan hareketle hem Cuma namazının cemaat olarak yerine getirilmesi gereği hem de bu sırada dikkat edilecek bazı hususlar vahyedilmiş.

Bu günün önemi ve faziletiyle ilgili de birçok hadis bulunuyor. Bunlardan en önemlisi: “Güneşin doğduğu günlerin en faziletlisi/en üstünü Cuma günüdür. Çünkü Adem o günde yaratılmış, o günde cennete yerleştirilmiş ve o günde cennetten çıkarılmıştır.” (Müslim, 854; İbn Kesir, 1/2328) Demek ki Cuma günü, insanlığın ilk yaratıldığı, cennete yerleştirildiği ve yeryüzü halifesi olduğu gün olduğundan insanlar için bir bayram günü sayılmış.

Çeşitli hadislerden anlaşıldığına göre Cuma, haftalık ibadet günü olarak daha önce Yahudi ve Hristiyanlar için tayin ve takdir edilmiş. Fakat onlar bu konuda ihtilâfa düşerek Yahudiler cumartesiyi, Hristiyanlar pazarı haftalık toplantı ve ibadet günü olarak benimsemişler. Allah da Cuma gününü Müslümanlara nasip etmiş. (Müslim, Cuma, 19-23) Böylece İslâm’da haftalık toplu ibadet günü olarak cuma seçilmiş, bu günün bir bayram olduğu birçok rivayette açıkça belirtilmiş. (Beyhaki, Sünen, 3/243; İbn Kayyim, Zadu’l-mead, 1/369) İslâm dünyasının her tarafından müslümanların bir araya geldiği en büyük toplu ibadet olan hac, arefe gününün cumaya rastlaması halinde “hacc-ı ekber” (büyük hac) olarak anılmakta.

Başka bir hadiste de bu günde yapılan duaların kabul edileceği bir anın (icâbet saati) bulunduğu haber verilmiş. İcâbet saatinin zevalden itibaren namazın başlamasına, imamın minbere çıkmasından namazın başlamasına veya bitimine ya da ezandan itibaren namazın eda edilmesine kadar devam ettiği, ayrıca fecir ile güneşin doğuşu, ikindi namazı ile güneşin batışı arasında olduğu şeklinde çeşitli görüşler var. Şüphesiz esmâ-i hüsnâ arasında ism-i a‘zamın, ramazanın son on günü içinde Kadir gecesinin gizli tutulması gibi icâbet saatinin de insanlara gizli tutulmasının hikmetleri var. Böylece gün boyunca inananların Allah’a yönelmeleri istenmiş olabilir.

Başka hadislerde Cuma günü gerekli temizliği yaptıktan sonra camiye gidip hutbe dinleyen ve namazı kılan kimsenin o gün ile daha önceki cuma arasında işlemiş olduğu günahların affedileceği belirtilmiş (Buhârî, Cuma, 6, 19), bu günü önemsemeden üç cuma namazını terk eden kimsenin kalbinin mühürleneceği bildirilmiş. (Ebû Dâvûd, Salât, 204)

Bütün bu özelliklerinden dolayı gerek fert gerekse toplum olarak Müslümanlar açısından büyük önem taşıyan Cuma gününde farz olan cuma namazından başka şu hususların yapılması da sünnet kabul edilmiş: Boy abdesti almak, bıyıkları kısaltmak, tırnak kesme gibi bedenî temizlikleri yapmak, misvak veya fırça ile dişleri temizlemek, güzel elbise giymek, güzel koku sürünmek, camiye erkenden gitmek, Kehf sûresini okumak, camileri temizleyip kokulandırmak, sabah namazında Secde ve Dehr sûrelerini, cuma namazında ise Cum‘a ve Münâfikūn veya A‘lâ ve Gāşiye sûrelerini okumak, çokça dua ve zikir yapmak gibi.

Demek Cuma gününü değerlendirmek, Cuma namazını topluca kılmak, hutbe dinlemek ve o güne ilişkin bazı sünnetlere riayet etmek gibi alışkanlıklarımız temelsiz değil. Yalnızca herkes baktığı açıdan ve yararlanabildiği kadar görebiliyor. Bu da bizim göreceli hallerimizden.

9 Temmuz 2019 Salı

10 Temmuz 2019 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı118..............................Hedefe doğru

Hedefe doğru

2023 yılında Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlayacağız. Genç bir cumhuriyet için önemli bir menzil bu. Bir asırlık süre içinde pek çok şeyi geride bıraktık. Bu arada yaşadığımız dünya ve ülkemiz de çok değişti. Şüphesiz gelişip serpildiğini, hatta olgunlaştığını söyleyebileceğimiz, iftihar edebileceğimiz pek çok güzelliklerimiz var.  

Ancak, bunun yanında çok sayıda değerimizin yitip gittiğini de gördük, görüyoruz maalesef. Değişip de hoşnut olmadığımız bir çok yönümüz var. Halen değişmekte olduğunu izlediğimiz geçmişe ait temel değerlerimizin eriyip gitmesinin toplumumuzda, kültürümüzde nasıl bir etkiye yol açacağını günün sıcaklığı içinde kestiremiyoruz. 

Öte yandan rakamlar, istatistikler bunca badireye rağmen büyüdüğümüzü gösteriyor. Bir yüzyıl içinde hem bir kalkınma sürecini, hem de bir sürü iç cedelleşmeyi birlikte yaşadık. Demokrasimizin gelişmesi de sancılı oldu, hak ve hukuk mücadelesinin evrimi de. Bağımsızlığımız, birlik ve bütünlüğümüz zaman zaman tehlikeye düştü. Darbelerle düştük kalktık. Sık sık savaş ve terör dayatmalarıyla önümüz kesilmek istendi. Halen de bu alanda fırtınalı bir denizde yol alıyor gibiyiz. 

Her şeye rağmen çok şükür ki ülkemiz sanayide, özellikle de savunma sanayiinde, ihracatta, yüksek teknoloji alanlarında oldukça mesafe aldı.  Ekonomide, alt yapı yatırımlarında, sosyal alanlarda geldiğimiz nokta küçümsenemez. Ancak; güvenlik, refah, sosyal kalkınma ve kültür hayatımız noktasında halen yaşadığımız pek çok zorlu süreç olduğu da ortada. Bu hal, gelecek ikinci yüzyıl için önümüzde daha pek çok zorlu menzil olduğunu gösteriyor. Bu nedenle 2023 hedefleri gibi, sembolik olarak bile olsa 2053 ve 2071 hedeflerini şimdiden öngörmek gerektiğini düşünüyorum.

2003 senesinde Türkiye’nin milli geliri yaklaşık üç yüz milyar dolardı. Beş sene sonra 2008’e gelindiğinde sekiz yüz milyar dolar oldu. İşte bu noktadan sonra nedense başımıza gelmedik kalmadı. Aradan on bir sene geçti, bütün saldırılara, kriz tetiklemelerine rağmen milli gelirimiz halâ 800 milyar dolayında. Sağlıklı büyüme, spekülatif olmayan güçlü bir döviz girişinin sürdürülemediği bir ekonomide üç dört senede milli geliri sekiz yüz milyar dolardan iki trilyon dolara çıkarabilmek ancak yeni bir ‘Türk gibi’ hamlesiyle başarılabilir.

Siyasi liderliğin ülkenin önüne bu kadar iddialı hedefler koyması, koyabilmesi elbette çok önemli. Bunlar bir ülke için vizyon sayılabilecek değerde öngörüler. Yapılanlar ve yapılmakta olanlar 2023’e giden yolda meşaleler gibi sıralanmış durumdalar. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük şehirlerimizde yükselen büyük camiler, külliyeler de bu manzaraya eşlik ediyorlar. Bu fotoğrafı görmek, elimizdekinin kıymetini takdir etmek, değerlerimizi yitirmeden geleceği umutla hayal edebilmemiz lazım.




7 Temmuz 2019 Pazar

07 Temmuz 2019 Pazar 23:30 GÜLÜMSETEN KELİMELER..................Müdana,Zırnık,Kerata,Zamazingo

Müdana; yaranmaya, iyi görünmeye çalışma demek. Kökeni Arapça. Minnet etme manasında. Bu yüzden halk dilinde yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma, kendini iyiliğe muhtaç hissetme olarak kullanılıyor.


Arapça müdahene yağcılık ve dalkavukluk anlamındaki mudāhanattan geliyor. Arapça 'dhn' kökünden gelen mudāhanat birini yüzüne karşı övme, dalkavukluk sözcüğünden alıntı. Arapça bir sözcük olan 'dahana' yağladı, yağ sürdü fiilinin mufā'alat vezni masdarı oluyor.

Kullanımı çoklukla 'müdana etmemek, müdanası olmamak' şeklinde. ihtiyacı olsa da ileride minnet borcu olmasın diye yardım istememek anlamında. Kendini borçlu hissedecek duruma düşürmemek, kendi ayakları üstünde durmak, kimseye açıklama yapma gereği hissetmemek. Biraz kibir belirtisi, biraz kırgınlık, yerine göre biraz da başkaldırıyı ifade ediyor.

Gülümseten eski kelimelerden. Aslında çağdaş aile ve insan halleri için oldukça özet bir kelime. Akıllı telefonu, kulaklığı, sanal dünyası içine gömülmüş birini düşününüz. Kimseye müdanası olmayan, yardım istemeyen; komşusuz, dostsuz, arkadaşsız, refah ve kalabalıklar içinde yalnız insanları hatırlatıyor. Üzerinde durmak lazım. 

Zırnık
Küçükken büyüklerimin konuşmaları arasında "Ben olsam ona zırnık koklatmam" gibi söylenmeler duyardım. Doğrusunu söylemek gerekirse bu 'zırnık' nedir, nasıl bir şeydir ? diye merak etmişimdir.


Ama 'arsenik' gibi çok zehirli bir şey olduğunu öğrendiğimde nedense bu saflığıma güldüm. Zırnık; sarı renkli, katı, zehirli bir kimyasalmış. Genelde deri sektöründe kullanılırmış. Çok berbat kokan deri tabaklamada derinin tüylerini yolmaya yarayan bir madde imiş.

Büyüklerimin bu sözü 'arsenik' anlamında kullandığını hiç sanmıyorum. Çünkü  'zırnık koklatmam', 'zırnık vermemek' gibi sözler aslında halk arasında kullanılan bir çeşit deyim. 

Buradaki zırnık, herhangi bir şeyin en küçük, önemsiz ve işe yaramaz parçası anlamına geliyor.

Kerata günlük yaşamımızda ayakkabı çekeceği olarak kullandığımız bir araç. Ancak, bazen yaramaz küçük çocuk ya da gençlere sevgi ile söylenen bir sitem sözü olarak da kullanılabiliyor.

Ayakkabı çekeceği manasında kerata bir şey değil de, bazen küçük, sevimli yaramazlar için kullandığımız 'kerata' sözcüğü aslında pek hoş değilmiş. Çünkü; yunanca’da 'boynuz' anlamına gelen 'keratos' kelimesinden türeyen bu kelime meğerse 'boynuzlu' anlamına geliyormuş. 


Kelimenin kökeni Pontus Rumcasına dayanmaktaymış. Onlarda karısı tarafından aldatılan erkeğe denirmiş. Karısı tarafından bir başka erkekle aldatılan, yani boynuzlanan kişilere. Öte yandan kelimenin hayvan boynuzunun yanı sıra saç ve tırnaklarda bulunan 'keratin' maddesiyle de bir alâkası var. Bu yüzden kelimenin rumca kullanımında geçen boynuz 'lafı' boşuna değil. 

Peki, bu 'kerata'nın, bizim bildiğimiz ayakkabı çekeceği 'kerata' ile ne ilgisi var derseniz; oda şurdan geliyor: Eskiden ayakkabı çekecekleri sığır boynuzundan yapılırmış. 

Bilmiyordum, sizi bilmem ama ben bundan sonra hiç kimseye 'kerata' demeyeceğim.

Zamazingo argo bir kelime. 1958 yılında ortaya çıkmış ve popüler olmuş. Genellikle adı o anda akla gelmeyen ya da adı söylenmek istenmeyen ufak, değersiz ve gayet gereksiz şeyler için kullanılıyor. 

Adını veya işlevini bilmediğimiz yanar dönerli, dokunmalı (butonlu), ışıklı şeyler için de bu kelimeyi kullanabiliyoruz. Tam olarak adı söylenemeyen mekanizmalar, araç, aygıt, gereç ve nesneler için de.

Zavazingo; kelimelerin anlatmaya yetmediği madde ve mallar için kullanılan aynı türden bir kelime. Zamazingonun bir de eş anlamlısı var: o da 'zımbırtı'. Çirkin, kulak tırmalayan ses ve konuşmalar için kullanılıyor. 'Şöyle böyle' demek için ya da 'iriyarı adam, kaba yapılı nesneler' için de söylenebiliyormuş. Sözlükte telli bir çalgının acemice çalınışından çıkan uyumsuz, çirkin ses olarak geçiyor. Neticede hepsi birbirinden komik kelime ve kullanımlar.

Bir de argoda bazen; nikâhsız eş, metres, dost, sevgili için de zamazingo kullanılırmış. Yani argo dünyasının bile bir ahlakı var. Utanılacak şeyin adını söylemiyor, yerine uyduruktan bir kelime kullanıyor. Böylesi bir kullanım dalkavuk için de görülmüş. Bu da küçültücü bir tavır koyma nedeni diyebiliriz.