5 Aralık 2018 Çarşamba

05 Aralık 2018 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı88....................................Aynadaki aksimiz


Aynadaki aksimiz

Politika siyaset kadar saygın olmasa da zorunlu bir uğraş. Daha çok bir arenada mücadele eden gladyatörlere benziyorlar. Seyircisi de kamuoyu ve seçmenler. 

Her ne kadar acımasız ve kuralsız gibi görünse de elbette kendi içinde bazı demokratik teamüllere sahip. Mertliğin kitabı yok ama bu yolda olanların ille de namert olmaları gerekmiyor. Söylenen, yazılan, yapılan şeylerin iyilikle ve mertçe geçmesi en doğrusu. 

Demokrasiyi bir fazilet rejimi olarak övmez miyiz ? O halde bu alandaki davranışların da erdemli olması beklenir. Misâl; rakibiyle selamlaşmak, karşılaştığında tokalaşmak, karşılıklı başarılar dilemek ve eleştiride haddi aşmamak oldukça medeni bir davranış olsa gerek. Kazananı tebrik etmek te öyle. Neden olmasın ?

Bizim ülkemizde bir gladyatör geçmişi yok, ama er mücadelesi, pehlivanlık ve yiğitlik geleneği var. Güreş oyunsuz olmaz. O da er meydanında mertçe olur. Ancak, yalanın, iftiranın, küfür ve kaba kuvvetin yeri değildir oralar. Kazanılsa bile, böyle kazanmanın onuru olur mu ? Millet huzurunda soyunup meydana çıkanlar sırf kazanma uğruna böyle çirkin yollara tevessül etmemeliler. 

Özellikle de birbirlerine çuvaldızla saldıranlar, yanlarında küçük bir iğne taşısalar iyi olur doğrusu. Çünkü bazen küçücük bir iğne yapılabilecek büyük yanlışlara mani olabilir.

İster o politik arenada olsun, isterse işyerinde veya kahvede; başkalarına olan davranışlarımızla kalp kırabilir, istemeyerek de olsa zarar verebiliriz. Söyleyeceğimiz sözler can yakabilir. Bu sebeple düşünmeden söz söylememeli, davranışlarımızı kontrol edebilmeliyiz. İnsanların söz, hal ve hareketlerine çeki düzen vermesi, hiç şüphesiz sonradan doğabilecek acı pişmanlıkları ve dostlukların zarar görmesini de engelleyecektir.





3 Aralık 2018 Pazartesi

03 Aralık 2018 Pazartesi 13:30 ANKARA HASTALIKLARI.....................Çalışanın Fizyolojisi

Çalışanın Fizyolojisi

Balzac, yaşadığı çağın ruhunu kavrayan, anlatan bir romancıdır. Bir düzen/sistem analistidir aynı zamanda. 

Yazdıkları yaşadığı kültürel coğrafya ikliminin bir ürünüdür. Balzac’ın inşa ettiği roman dünyası yaşanan hayatın birer yansımasıdır. Dönemi insanlarının çoğunun öyküsü, gözleyicisi Balzac’ın roman kahramanlarıdır aslında. En üsttekiler, ortadakiler ve alttakiler…

Balzac, bize, romanlarında giderek yüzsüzleşen, arsız bir toplumu anlatmaktadır. Ondaki görülmeyeni gösterme, sezilmeyeni sezdirme bilinci toplumu kavrayış, insanı anlamak düşüncesinden geçer. Alain bu konuda “Balzac söylenmeye asla cesaret edilemeyen şeyi söyleme cesaretini gösterir…” tespiti yapar.

Onun bu yanını hemen şu iki cümlesinde görürüz: Ülkenin işlerinin kötü yönetimi, devlet adamlarının alanıdır. Bir çalışan, doğa tarihi yasalarından bihaber bir ağustos böceğinden daha fazla sorumluluk sahibi değildir, ama durumu gözlemlemek için en iyi yerde konumlanmıştır.”

Kasım ayında Vakıfbank Kültür Yayınlarından çıkan küçük bir kitap “Çalışanın Fizyolojisi”  (La Physiologie de l’employé), okurken beni epey şaşırttı.

Bildiğimiz Balzac çağının ruhunu kavrayıcı biçimde yazar. Bu hacmi küçük kitap bile, onun nasıl bir bakış/gözlem/analiz/sezgi gücü ile roman yazdığını gösteriyor. Aynı zamanda “İnsanlık Komedyası”nın nasıl oluştuğuna dair ilk elden sırlar bunlar. Onun her romanında karşımıza çıkan tutku/arzu/yıkıcı benlik sanrıları, toplumsal çözülmenin getirdiği dönüşümle yaşanan açmazlar, insan ilişkilerindeki derin çatışma, kapitalizmin ahtapot gibi sardığı bir dünyanın nereye yöneldiğini gösterme biçimi… Dönem romancılığının da en belirgin öğeleri aslında.

1841’de yayımlanan ve yaklaşık 180 yıl sonra ilk defa Münif Sair tarafından Türkçeye çevrilen 'Çalışanın Fizyolojisi' adlı küçük bir kitapta Balzac Franz Kafka’nın ofis bürokrasisinin kâbus metafiziğini anlatmasından çok önce, Herman Melville’in Kâtip Bartleby’sinin yayımlanmasından evvel, edebi dehası ve kurgu ustalığıyla bizi Paris’te bir ofis hayatına götürüyor.

"…çalışanın en iyi tanımı şu olmalıdır: Yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan ve istifa etmekte özgür olmayan kişi. Çünkü bu kişinin sonsuz kağıt kalabalığı üretmekten başka hiçbir alanda donanımı yoktur…Çalışan bir masada oturup yazan kişidir. Ofis, çalışanın doğal ortamıdır. Çalışanlar ofissiz var olamaz ve bir ofis de çalışanlarsız var olamaz. ..Kamu personeli, üst makamların partizan olmayan temsilcisidir. Çalışanla devlet adamı arasında bir yerdedir. …Kişinin maaşı 20000 frankı geçerse, artık bir çalışan sayılamaz. ..Genel Müdürler devlet adamı olabilir. ..Bir devlet bakanı dört Genel Müdür eder. …Bir çalışanın yagâne hedefi, daire başkanlığıdır. ..Çalışan olmak bir hükümete hizmet etmektir. ..Hükümetten kâr eden Mösyö Thiers, hükümete alet olacağına, onu kendi kârına alet eder. Bu kurnaz teknokratlara devlet adamı denir."

Yaklaşık 180 yıl önce 1841’de yayımlanan bu küçük kitapta, Balzac’ın diğer tüm eserlerinde görüp tanıyıp aşina olduğumuz suretler ve hikâyeler bir kez daha -ama bu sefer beyaz yakalılar olarak karşımıza çıkıyor. Toz yüklü, stres dolu ve boğucu ofis ortamına dair eğlenceli bir dille kaleme alınan Çalışanın Fizyolojisi, Sanayi Devriminin iş hayatında yarattığı köklü değişikliğe dair asla eskimeyen bir ilk bakış.

Bize 200 yıl önce Fransa'dan bulaşan bürokrasi ve 'Memur' hastalığının dönemin ünlü romancısı Balzac'ın kaleminden bizzat yerinde ve zamanında tanısı. Bizim Ankara hastalıkları olarak bugün yaşadıklarımızı o 180 yıl önce Paris'te gözlemlemiş. Mizahi bir dille de anlatmış.
--------------
Balzac’ı böyle okumak | Feridun Andaç
Kaynak <http://www.edebiyathaber.net/balzaci-boyle-okumak-feridun-andac/>