23 Nisan 2020 Perşembe

23 Nisan 2020 Perşembe 13:30 CORONA GÜNLERİ.............................Müslümanın virüsle imtihanı

Sorular...sorular...

Tüm dünyaya üç ay gibi kısa bir sürede yayılan, şu anda 2,5 milyon vaka sayısına dayanan Corona virüsü bugüne kadar toplam 160 bin dolayında insan hayatına maloldu. İyileşenler ise 600 bin civarında. 200 kadar, neredeyse tüm dünya ülkelerinde görülmüş durumda. Tablo daha kötüsünü yaşamamış bir çağ ve biz nesiller için oldukça ürkütücü. Ancak yine de bazı gariplikler var sanki bu olayda.

Meselâ, Rockefeller vakfının 10 yıl önceki raporu ile Bill & Melinda Gates ve WEF vakfının 2019 Koronavirüs çalıştayı bugünleri nasıl öngörebildi acaba? Davos gibi dünyanın geleceğinin planlandığı toplantılarda konuşulan; insan sorası toplum, insan ötesi toplum, yapay zekâ, hiper-gerçeklik, hibrit robotlar, genetik haritalama, Epidemik Hazırlık Birliği himayesinde bir aşı programı geliştirilmesi, akıllı-çipli ilaçlar, yeni sağlık sistemi, biyometrik sensörler, data şirketlerinin savaşları vs. gibi daha pek çok konunun acaba yaşadığımız süreçle herhangi bir ilgisi olabilir mi?

Küresel pandeminin neredeyse pik yaptığı ya da yapmak üzere olduğu günler içindeyiz. Olabileceğin en kötüsünü yaşıyoruz. Dünyada normal ölümlerin bu yılki toplamı 18 milyona yakın, bir günde ölenlerin sayısı da yaklaşık 100 bin dolayında. Corona virüsünden ölenlerin şu ana kadarki 100 günlük ortalaması ise sadece 6000. Peki, hasta olan ve ölen insan sayısı, diğer ölümlerden sayısal olarak çok daha az olduğu halde bu pandemiyi dünyanın sonu gelmiş gibi anlamamıza sebep olan nedir? Size çok abartılı gelebilir ama acaba bu bir komplo mu? Daha önce yaşanan sars, ebola, kuş gribi ve domuz gribi gibi benzer covid vakalarında yaşadığımız böylesi algı kasırgalarına neden yine muhatap oluyoruz?

Acaba bu işin içinde Çin ABD kapışması, Avrupa Amerika ayrışması, küresel sermayenin doymaz iştahı, Dünya Sağlık Örgütünün kendisine biçilen misyonu ve onun destek aldığı ilaç endüstrisinin süper güçlerle olan karmaşık ilişkileri ne kadar var? Yaşadıklarımız, küresel güç odaklarının önceden planladıkları şeyler olabilir mi? Ya da mevcut durumu, planladıkları dünya için bir fırsata mı dönüştürüyorlar? Korona testlerinin güvenilirliği kadar, aşı çalışması yürüten onlarca gizli laboratuarın stratejik önemdeki çalışmalarına ne kadar bel bağlanılabilir? Adeta ülkeden ülkeye değişebilen korona vaka tespit biçimleri, uygulanan ilaç ve tedavi şekilleri ile alınan tedbirler neden bu kadar farklılaşabiliyor? Üzerinde yazan çizen ve söz söyleyen bilim insanlarının açıklamaları neden böyle dağınık?

Komplocu biri değilim, ama samimi olarak bu ve buna benzer pek çok soru var aklımda.

Müslümanın virüsle imtihanı

Bir müslüman olarak her hayırdan olduğu gibi her şerden de ders çıkarmak zorundayız. Bu, olanı biteni nasıl değerlendirmemiz ve anlamamız gerektiğine ışık tutacağı gibi sonrası için de bize yol gösterecektir. Corona diye bildiğimiz Covid-19 adlı virüs de belki yüz yılda bir gelen küresel bir afet. Sebebi ne olursa olsun, arkasında neler olursa olsun ciddi bir salgınla karşı karşıyayız. Elbet onunla mücadeleye odaklanılması ve en az hasarla atlatılmaya çalışılması çok normal. Ayrıca her türlü musibete karşı panik yapmamak, korkulara yenilmemek, tedbirli davranmak ve sabır direnciyle mücadele etmek müslümanlığımızın da icabı değil mi?

Ancak şu corona günlerinde her dünya insanının öğreneceği çok şeyler olduğu gibi müslüman olarak bizlerin de ibret ve ders alacağı şeyler var. Bir kere müslümanlar dahil tüm insanlık değerini bilmediği, kıymetini takdir etmediği bir çok nimetten mahrum kaldı. Sağlığımızın ne kadar önemli olduğunu, bir nefeslik dahi olsa yaşamanın kıymetini anlayabildik mi acaba? Meğer özgürce dolaşabilmek, istediğimiz yere seyahat edebilmek ne kadar güzelmiş. Evlere tıkılınca; çalışabilmeyi ve bir işimizin olmasını ne kadar da özledik değil mi? Konuşmaya ve birlikte olmaya ne kadar da ihtiyacımız varmış. Yakınlarımız, komşularımız, dostlarımız ve arkadaşlarımızla selamlaşıp kucaklaşmak ne kadar da önemliymiş.

Her ülkenin umutla yükselttiği küresel örgütlerin pandemiye olumlu hiçbir katkısı olmadı. Bu örgütlerin üçü beşi geçmeyen sözde gelişmiş ülke çıkarlarına hizmet ettiği bir kez daha ispatlandı. İmaj ve PR olarak kullandıkları “toplumsal dayanışma, halkların refahı, küresel mutluluk” gibi kavramların meğer çağdaş dünya düzeninde gerçekte hiçbir karşılığı yokmuş. Elbet zalimlerin dünyası da bu salgınla sarsıldı, ancak Pandemi sadece onlara değil, tüm mazlum ve iyilere de zarar veriyor. Emperyalist ülkeler de, onlara karşı birlikte mücadele edemeyen diğerleri de sadece virüsün değil, onun tetiklediği sosyal ve ekonomik krizin de altında kaldılar. İnsanlık adeta adalet, cesaret, dayanışma, eşitlik gibi uğruna mücadele etmediği çok sayıda nimetten mahrum kalmış durumda.

Mesela müslümanlar bu yıl Kâbe ziyaretinden mahrum kaldılar. Belki de bu yıl Hac ibadeti yapılamayacak. Bu ceza acaba, islam dünyasının vahdete sarılmadığı, Kâbe’yi yönetenlerin de küresel güç odaklarına teşne olmaları sebebiyle gelmiş olmasın? İslam dünyası eli kanlı zalimlere göz yumduğu, müslüman kanının akmasına, yaşanan açlık, sefalet ve göçe sağır olduğu için mi acaba Kabe'nin kapanmasını hissetmedi. Hani camiler de toplumsal birliğin, kardeşliğin ve dayanışmanın merkezleriydi? Camide kılınan namaz en temel ibadet değil miydi? Acaba camiler o birliğin merkezi olabildi mi? Cuma hutbesi ve namaz devlet olmanın icabıdır diye biliyorduk. Demek cemaatle kıldığımız namazlar bizi bir Kuran Müslümanı ve islam devleti yapamamış. Düşünüyorum da acaba daha böyle bir çok vahim hata, ihmal ve kusurlarımızın cezası camilerden ve cemaatten mahrum kalmak olmuş olabilir mi?

Müslüman imanıyla vardır. İmandan kaynaklanan değerlerle yaşar ve ölür. Şimdi hepimiz kendimize bir bakalım: Acaba ahireti unutmuş, sadece dünya için yaşıyor olabilir miyiz? Ölmekten neden çok korkuyoruz? Hastalıkla bilinçli ve sorumlu bir mücadele etmek varken, neden telaş ve panik içinde kendimizi kaybediyoruz? Acaba para, makam, mal mülk, geçimlik ve bedenlerimizi ahlak, inanç ve ibadetlerimizden daha çok mu önemsiyoruz? Dünyadan mahrum kalmak neden bu kadar önceliğimiz oldu? Mesela anne ve babalar olarak çocuklarımızın dünyasını önemsiyoruz da neden ahiretinden bu kadar kaygılanmıyoruz? Dünya için onca gayrete karşılık, ahiret hayatı için hiçbir çaba içinde olmamak acaba gayretullaha dokunmuş olabilir mi? Bu yüzden mi acaba bedenlerimize ve evlerimize hapsolunduk. Artık biliyoruz ki, virüsten korunmanın en etkili yolu temizlikmiş! Ama biz bu kuralı zaten imanımızın yarısı bilmiyor muyduk? Beden temizliği yanında ruh ve kalp temizliği de önemli değil miydi? Belki korona virüsünü yok edebiliriz ama ölümü yok edemeyiz öyle değil mi? Sonuçta 'her nefis ölümü tadacak.' Bu ilahi yasayı unuttuk mu?

Kur’an bize Allah’ın azabını sık sık hatırlatıyor ve dünyanın bir imtihandan ibaret olduğunu söylüyor. Bakara suresi 155. ayet “Biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele” diyor. Bu yüzden insan olarak çeşitli zorluk, sıkıntı ve musibetlerle imtihan edildiğimizin farkında olmalıyız. Ölümü öldüren bir bakış açısıdır bu. Kesin kazanmanın tek yoludur. Neden? Çünkü, bize zarar verecek şeyleri Allah’tan başka giderecek herhangi bir güç yok da ondan. Nihayetinde korona da bitecek. Ama başımıza gelecek iyi ve kötü şeyler olmaya devam edecek. Sonuçta bu hastalık da diğerleri gibi tarihe karışacak ama hayat yeni gailelerle sürecek. O zaman biz de insan olmaya, daha da önemlisi 'teslim olan' anlamında müslümanlaşmaya ve böylece yaşamaya ahdetmeliyiz
-------
http://www.islamianaliz.com/m/3818/coronavirus-krizine-muslumanca-bakmak

Geldi 23 Nisan, Geldi ramazan; Neşe dolamıyor insan

Bugün 23 Nisan, TBMM'nin 100. açılış yılı. Milli Egemenliğimizin ilan edildiği yıl. Çocuk bayramı olarak hep cıvıl cıvıl kutlanan ve öyle hatırladığımız bir bayram. Bu yıl 100 yaşına girmesi sebebiyle çok daha coşkulu ve görkemli kutlanacaktı. Ama maalesef coronavirüs sebebiyle ancak evlerimizden, balkonlarımızdan, dijital ortamlardan ve yüreklerimizden kutlayabildiğimiz buruk bir yıldönümü oldu. 

Yine bugün mübarek Ramazan ayının eşiğindeyiz. Gece oruca kalkacağız ama bu akşam camilere teravihe gidemiyeceğiz. Oruç tutacağız ama eşimizi dostumuzu iftara alamayacağız, arkadaş ve dostlarımızla geniş katılımlı davetlerde bir arada olamayacağız. Camilerde alıştığımız mukabeleler olmayacak. Beş vakit namazımızı cemaatle kılamayacağız. Muhtemelen fitre, sadaka ve zekatlarımızı da dijital ortamlardan ulaştırmaya çalışacağız. Her zamanki ramazan neşesini hissedemeyeceğiz. Belli ki Ramazan da bu yıl garip geçecek.

Salgın sebebiyle vefat edenler var, hastanelerimizde halen tedavi altında olanlar var. Karantina altında olanlar, 14 günlük gözetim altında bulundurulanlar var. Çetin bir mücadelenin tam da ortasındayız. Oruç bir yönüyle sabır, metanet ve istikamet üzere olmak demek. İnşallah hem nefsimize hem de salgına karşı verdiğimiz mücadeleyi kazanacağız. Kutlayacağımız bayram çifte bayram olacak. Allahın izniyle daha çok coşkulu 23 Nisanlar, kutlu ramazanlar ve sağlıklı bayramlara erişeceğiz.

Bütün çocuklarımızın 23 Nisan bayramını kutluyor, müminlerin ramazan ayını da tebrik ediyorum. Bu arada ölenlerimize rahmet, hastalarımıza şifa diliyor, iyileşenlere de geçmişler olsun diyorum.

22 Nisan 2020 Çarşamba

22 Nisan 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı158..................................Fırsat ve tehditler (III)

Fırsat ve tehditler (III)
ULAŞIM başlığı altında ilçenin gelişmesini hızlandıracak ve destekleyecek bir dış 'Fırsat’  olarak halen yürütülmekte olan ‘Ulaşım ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri’ ni görebiliriz. Bunlardan tamamlanmış durumdaki Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu Projesi boylu boyunca Susurluk’tan geçtiği ve iki noktada giriş-çıkış imkânı verdiği için ilçemiz açısından oldukça önemli. 

Bilindiği üzere İstanbul ve İzmir arasındaki güzergâh geçmişten bu yana ticaret ve iç turizm açısından yoğun olarak kullanılıyor. Bu otoyol da, Karacabey ayrımı kavşağından başlayarak Susurluğun kuzeyinden geçmekte ve Ömerköy’den sonra Yeniköy üzerinden Balıkesir’e ulaşmakta. Otoyolun, mevcut karayolu üzerinde günden güne artan araç trafiği yoğunluğunu hafifletmesi ve ulaşım süresini önemli oranda kısaltması bekleniyor. Diğer yandan mevcut otoyol ile yapımı halen devam eden Kınalı-Tekirdağ-Çanakkale-Savaştepe Otoyoluna bağlanılması ve Çanakkale köprüsü üzerinden Tekirdağ’a ulaşılması da mümkün olacak. Otoyolun, aynı zamanda böyle bir başka proje olan 'Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Boğaz Köprüsü' ile de bütünleşmesi planlandı. Neticede kuzeye, batıya, doğuya ve güneye yani dört yöne de otoyol bağlantısı Susurluğa önemli bir avantaj sağlamış olacak. Böylece, işgücünden, harcanan yakıttan ve seyahat süresinden önemli ölçüde tasarruf edilecek. Daha da önemlisi ulaşımı daha ekonomik, hızlı ve güvenli hale getirecek.
Deniz yolu ulaşımı konusunda Bandırma hiç kuşku yok ki önemli bir potansiyel. Gelişmiş ve donanımlı limanı ile sadece ilçemiz için değil Bölgenin de denize açılan kapısı. Kaldı ki 1998 yılında başlatılan İstanbul-Bandırma arasındaki hızlı feribot ve deniz otobüsü seferleri de ulaşımda büyük kolaylık sağlamaya devam ediyor. Karşılıklı hafta içi ve hafta sonu seferlerle bir buçuk iki saat gibi kısa bir sürede, İstanbul’a ulaşmak mümkün. Ayrıca Bandırma’dan her gün Tekirdağ ve İstanbul'a Ro-Ro seferleri de yapılıyor. 

Susurluk, Bandırma’yı İzmir’e bağlayan demiryolu üzerinde bulunuyor. Bu demiryolu hattı Bandırma limanı ile bütünleşmiş bir şekilde Susurluk üzerinden Balıkesir-Soma-Manisa-İzmir’e kadar uzanıyor. Balıkesir’den doğu istikametine devam eden demiryolu hattı ise bölgeyi Eskişehir-Ankara ve Afyon-Konya kentlerine bağlamakta. Bu arada 2023 yılına kadar yapımı planlanan yüksek hızlı demiryolu hatlarından biri de Bölgeyi ilgilendiren Bursa-Balıkesir-İzmir hattı. Bu Hızlı Tren Hattı ile Ankara, İzmir, İstanbul ve Bursa gibi metropollerin arasındaki ulaşımın kolaylaştırılması ve seyahat süresinin azaltılması hedefleniyor. Gerek yolcu taşımacılığı gerekse Bölge ekonomisinin girdileri ile üretilen mamullerin iç ve dış pazarlara ulaştırılması açısından söz konusu proje büyük önem arz ediyor. Zira çift yönlü toplam 245 km uzunluğundaki demiryolu hattının Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Soma-Bergama hattı üzerinden Çandarlı Limanı ve Aliağa’ya ulaşması planlanıyor. İlaveten bu hatta Bandırma-Biga-Çanakkale bağlantısının sağlanması da düşünülmüş.
 Ulaşım konusunda ‘İstanbul-İzmir otobanının ilçe merkezinin dışından geçmesi’ bir tehdit olarak da algılanabilir. Aynı şekilde ‘Otoyolun ilçede yol açacağı ekonomik, sosyal ve çevre sorunları’ da olabilir. Plaka Tanıma Sistemi kayıtları itibarıyla, 2018 yılında Susurluk karayolundan 13 milyon 200 bine yakın araç geçmiş. 2019 yılında geçen araç sayısı ise 13 milyon 900 bine yakın. Bu açıdan bakarsak yeni otoyol şehrimizden geçen araç sayısını azaltmamış. Ülkede trafiğe giren araç sayısına paralel olarak artmış.  Belki açılışını takip eden ilk birkaç ay bir azalma olmuş olabilir, ancak rakamlar yıl geneli itibariyle 700 bin artış olduğunu gösteriyor. İşletmecisi tarafından uygulanan ve kimi kesimler tarafından yüksek olduğundan şikâyet edilen geçiş ücretleri de buna sebep olmuş olabilir. 

Ben bu yolu Gökçe yazı girişinden Gebze çıkışına kadar özel aracımla geçtim. Köprü dahil 220 lira tuttu. Bu tercih bir fayda maliyet karşılaştırmasına bağlı. Zaman, yoğun trafik yükü ve harcanacak yakıt maliyetini hesaplayan herkes dilediği alternatifi kullanabilir. Her hâlükârda karayolumuzdan geçme tercihinde bulunanlar hiç de az olmayacak. En azından uygulandığı iddia edilen yüksek geçiş ücretinin bizim için şimdilik ve yakın gelecekte de bir fırsat olduğunu düşünebiliriz. 

Diğer taraftan otoyol sebebiyle ilçemizde elbette bazı ekonomik kayıplar söz konusu olacak. Oradan geçip gidenleri biz görmediğimiz, tanımadığımız için, onlar da Susurluğu görmedikleri, tanımadıkları için sosyal hayatı da olumsuz etkileyebilecek. Belki de tüm otoyol güzergâhlarında yaşanan bazı çevre sorunlarına biz de şahit olmuş olacağız.

Ancak unutmayalım ki fırsat ya da avantaj olarak gördüğümüz şeyler de değerlendirilmediğinde kaçar gider. Tehdit ya da dezavantaj olduğunu düşündüğümüz şeyler de tedbir almazsak korktuğumuzu başımıza getirir. Fırsat veya tehdit, dışardan bize hangisi yönelmişse yönelsin onu fırsat ya da tehdit haline getirecek olan bizim onlara karşı tutum ve davranışımızdır.
 
LOJİSTİK başlığı altında önümüze gelecek Fırsatlar: ‘Bölgede Lojistik ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri’ ile ‘ilçemiz sınırlarında bir Lojistik merkez kurulmasıyla ilgili çalışmalar’ olarak görülüyor. Karşımıza çıkacak Tehditler ise: ‘Bölgede öngörülen bazı lojistik merkezlerinin öncelikle Balıkesir ve Bandırma için planlanması’ olabilir. 

Güney Marmara Bölgesi coğrafi konum ve ulaşım ağları açısından hiç şüphesiz stratejik bir öneme sahip. İstanbul ve Bursa illeriyle İzmir arasındaki bağlantıyı sağlayan devlet yolu ile yeni otoyol ilçemizden geçiyor. Öncelik bölge içerisindeki ilçe lojistik bağlantılarının tesisi. Sonrasında lojistik ağlarının Bursa, İzmir ve İstanbul gibi yakın ticaret merkezlerine entegre edilmesi gelecek. Bu anlamda bölge içi ticareti canlandırmaya yönelik tren hattı ve yol bağlantılarının güçlendirilmesi de önem arz ediyor tabi ki. Rekabet edebilir bir fiyat için ulaştırma ve lojistiğin önemi büyük. Zira işletme faaliyetlerinin yüksek maliyete sahip olan kalemlerinden biri. Uygun kazancın elde edilebilmesi için lojistik yöntemi ve tedarik zinciri kısmının da başlı başına iyi yönetilmesi gerekiyor. 

Bu nedenle ülkemizde lojistik merkezlerin öncelikle, OSB’ler ile bağlantılı olarak yük taşıma potansiyelinin yoğun olduğu toplam 19 merkezde inşa edilmesi planlandı. Bölge ulaşım ağı açısından önem taşıyan projelerden biri TOBB’un öncülüğünde ve Ulaştırma Bakanlığı’nın desteğiyle yürütülen Büyük Anadolu Lojistik Organizasyonlar (BALO) projesi. Bu kapsamda yurtiçindeki toplama merkezlerinden konteynerlerle alınan yüklerin tren seferleriyle Anadolu ve Avrupa yakasındaki yük birleştirme merkezlerinde toplanacağı ve gideceği şehirlere göre ayrıştırıldıktan sonra Avrupa’daki lojistik kentlere ulaştırılacağı öngörülmüş. Meselâ bu kapsamda Bandırma ilçesi de bir Anadolu yük birleştirme merkezi. Burada toplanan yükler limandan Tekirdağ’a denizyoluyla ulaşarak Avrupa’ya yol alacak. Bu kapsamda Tekirdağ-Bandırma Trenferi Projesi ile trenlerin feribotla deniz üzerinde bir yerden başka yere taşınması planlanıyor. Ayrıca Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi ile bütünleşme hedeflenmiş. 

Böylece bölgemizden yüklenen ürünler, Avrupa ve Orta Asya’ya kadar kesintisiz ulaştırılabilecek. Bölgenin sanayi mallarının yanı sıra yöremizin tarımsal ürünleri; et, süt, kuru gıda, konserve gibi maddeleri de oluşan lojistik köylerden yüklenip yurtiçi ve yurtdışına taşınabilecek. Bu sayede Avrupa’ya gönderilen ihraç mallarının ulaşım süresi ve maliyetlerinin yarıya düşürülerek İstanbul’un yükünün hafifletilebileceği öngörülüyor. Bu projelerin hayata geçmesiyle Bandırma ilçesi başta olmak üzere bölgemiz ve Balıkesir ilimizin stratejik anlamda daha fazla önem kazanacağı gün gibi ortada. Demir yolu ve otoyola sahip, boydan boya karayolu üzerinde yer alan, limana çok yakın, yeni otoyol ve hızlı tren projeleriyle bağlantılandırılmış bir Susurluğun bu fırsatı iyi değerlendireceğini umut ediyorum. Çünkü giderek bölgemizdeki ulaşım; dış ve iç ticaret açısından daha kapsamlı, daha ekonomik hale geliyor. En azından bu sayede Susurluğun ürünlerinin de kolay, ucuz ve hızlı biçimde çevresindeki büyük kent pazarlarına ulaşabileceğini öngörebiliriz. Ayrıca Susurluk bu avantajını iyi kullanabilirse; tarımsal üretime dayalı işletmeler, kendisine yer arayan bazı sanayi kuruluşları ve lojistik şirketleri için de yeni bir cazibe merkezi olabilir. Bu nedenlerle ‘Bölgede Lojistik ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri’ ile ‘ilçemiz sınırlarında bir Lojistik merkez kurulmasıyla ilgili çalışmalar’ çok kıymetli bir fırsat olarak duruyorlar.

Öte yandan ‘Bölgede öngörülen bazı lojistik merkezlerinin öncelikle Balıkesir ve Bandırma için planlanması’ bir vakıa. Ancak lojistik sektörü de orta vadede Balıkesir ve Bandırma’ya sıkışmak istemeyecektir. Susurluğun özellikle Yahyaköy, Okçugöl gibi mahalleleri tren yolu, otoyol ve karayolunun neredeyse birbirine kenetlendiği noktalar. Ayrıca Bandırma’ya ve limana yakın olma avantajları da var. Bu yüzden lojistik sektörünün kısa süre içinde ilçemizde de konuşlanacağını bekleyebiliriz. Ayrıca bu sektörün ulaşımla ilgisi olduğu kadar depolama tesisleri, soğuk hava depoları ve paketleme tesislerini de içerdiğini unutmayalım. İşte bu nedenle de ilçemizin bir lojistik merkezine sahip olmasını ısrarla talep etmeli ve takipçisi olmalıyız.

20 Nisan 2020 Pazartesi

20 Nisan 2020 Pazartesi 19:00 CORONA GÜNLERİ..............................Vehimli düşünceler


Koronanın gösterdikleri

Daha çok Mart ayının onundan bu yana korona nam Covid-19 ile hemhaliz. Adeta onunla yatıp, onunla kalkıyoruz. İzolasyon, sosyal mesafe, temassızlık, filyasyon, karantina, sokağa çıkma yasağı, şehirler arası seyahat kısıtlamaları en çok duyduğumuz kelimeler. Her gün Sağlık Bakanımızın açıklamalarını ve paylaştığı güncel corona verileri tablosunu bekler hale geldik. Artış hızı, pik noktası, plato yapma, artış hızında yavaşlama gibi istatistik kavramlarına da aşina olduk sayılır. Dünyada corona sayılarının gün gün nasıl çoğaldığını ve yayıldığını görüp izliyoruz. Bütün kanallarda corona hakkında konuşan bilim insanları var. Nereyi açsak orada farklı profesörler ancak konuşulan konu aynı. Reklamlar bile corona günlerine uyum sağladı. Karanlık ince uzun bir tünelden geçmekteyiz. Herkesin evde gün tüketirken duymak istediği tek haber var. Adeta nefesimiz kesilircesine bu korku tünelinden "Ne zaman çıkacağız?" sorusuna odaklanmış durumdayız.

Kabul edelim ki Türkiye aldığı tedbirlerde etkili ve başarılı. Ancak bu uygulamalar ve korku kültürü hepimizi esir almış vaziyette. O kadar korku ve tedirginlik içindeyiz ki birbirimize “selam” demekten çok "evde kal!" diyoruz galiba. Daha önce harala gürele içinde kaynayıp durduğumuz onca gündem kayboldu gitti. Varsa yoksa corona, başka bir meselemiz yok. Siyasilerin, sağlık insanlarının ve habercilerin bu konuyu en öncelikli sorun olarak ele almasını tabi ki doğal buluyorum. Onların görevi ve işi bu. Ancak bu salgın ve tedbirlerin muhatabı olan bizlerde ölüm ihtimaline karşı "sıfır ölüm" gibi hayatın tabiatına aykırı bir beklenti yaygınlaşıyor. Bu obsesif bozukluk bir tür endişe bozukluğu, istemediğimiz ve tekrarlanan düşünceler girdabına sokuyor bizi. Bu hisler, fikirler, takıntılar veya saplantılı düşüncelerden kurtulmak için adeta tüm riskleri sıfırlamayı çalışan çaresizler gibiyiz.

Temassızlık ve sosyal mesafe kuralı dijital dünya ile bütünleşerek yakınlığı tamamen sildiği gibi sohbeti de öldürdü. Evde konuşulan ve belki topu topu 100 kelimeyi geçmeyen günlük konuşmalar içinde dönüp duruyoruz. Konuşmaya konuşmaya dilimiz de dolaşmaya başlayacak yakında. Birçok kişi hiçbir hastalığı olmadığı halde kapıdan burnunu bile çıkarmaktan ürküyor. Eldiven ve maske olmadan havadan bile virüs kapacağımızdan korkuluyor. Mevcut duruma ilişkin aykırı soru ve şüpheler ilave soru ve şüpheler doğuruyor. Oysa kulaklarımızı ve gözlerimizi açtığımız kadar aklımızı ve kalbimizi de kullanabilmeliyiz. Zira bu Koronavirüs afetinin gösterdiği ve göstermediği bir sürü gerçek var.

Mesela ölüm hangi bahane ve hangi adla gelirse gelsin bu dünyanın en büyük hakikati. Coronadan ölüm kayıp da kanserden ölüm kazanç mı? Savaş ve terör sebebiyle ölen yüzbinlerce insanın akan kanı pul kadar değersiz mi? Her gün trafik kazalarından, açlık, susuzluk ve sefaletten ölen binlerce insan neden bir salgın kadar önemli değil? Coronadan korktuğumuz kadar; her an, her hangi bir sebeple ölebileceğimizden endişe etmiyor muyuz yani? Dünyanın kahir ekseriyeti 1 kuruşa yarı aç yarı tok yaşarken 99'u ile tıka basa yaşayanlar, bu kez ölüm kendilerine bu kadar yaklaştığında neden feryat figan ediyorlar? Aldıkları mazlum ahı dünyada çıkmayacak mı sandılar? Koronavirüs, kibir efendilerinin, kendini güçlü gören insanın aslında ne kadar da zayıf ve zavallı olduğunu gösterdi.

Meselâ; corona vesilesiyle AB, BM, Dünya bankası ve İMF gibi bilumum uluslararası kuruluşların ne kadar kağıttan kaplan ve ikiyüzlü olduğunu bir kez daha görmüş olduk. İspanya, İtalya zorda da İran ya da Venezuella bir eli yağda bir eli balda mı? Ağır siyasi ve ekonomik ambargolar böyle bir küresel salgın karşısında hiç değilse ertelenemez miydi? Bunları bir tarafa bırakalım sözde güçlü ülkeler ve bu örgütler İtalya, İspanya gibi Avrupa ülkelerine dahi sırt çevirebildiler. Hatta daha vahimi, birbirlerinin tıbbi malzeme ve techizatına bile hava alanlarında el koyup ultra modern korsanlık yapabildiler. IMF'nin pandemi nedeniyle ülkelere verebileceğini açıkladığı birkaç trilyon dolarlık destek paketine ne oldu?

Korona günleri içimizdeki bazı fırsatçı ve eşkiyaları da gösterdi. Stokçuluk yapıp komşusunu, akrabasını ve halkını kazıklamaya çalışanlar görüldü. Birileri ne alakaysa; korona bahanesiyle aklınca dine, dindarlara ve hükümete gol atma hırsına kapıldı. Camilerle hastaneleri, din görevlileriyle sağlık ordumuzu kıyaslamaya kalktılar. Bu arada kendinden menkul bilgi ve istatistiklerle desteklenen bir sürü komplo teorisi ortaya çıktı. Sıra dışı rüyalar, tarifler, hikayeler ve mucize rivayetlerle din üzerinden parazit yapanları hiç saymıyorum. İçimizdeki bazı ahlaksızlar yolda yürüyen adama virüs muamelesi yaptı. Tehditle ve zorla maske takarak başına kolonya döktüler. Sanki yaşlılar yürüyen corona imiş gibi üzerlerine pet şişe atıldı. Hakaret edildiler. Korona bize ölümün ne kadar yakın, inancımızın ne kadar zayıf olduğunu gösterdi. Meğer hayatta kalmaktan başka bir değerimiz yokmuş.

Vehimli düşünceler

Corona günlerinin bize algı dayatmaları yanında "ya değilse? diye düşündürdükleri de oluyor. Zaten bize nasıl düşünmemiz ve anlamamız gerektiği bol bol dikte ediliyor. Acaba diyorum, acaba birilerinin bize bu virüsü gösterip görmemizi istemedikleri başka şeyler var mı? Hani "Cambaza bak!" deyip gizlenen gerçekler gibi meselâ. Nasıl oldu da dünyanın onca gündemi birden perde arkasına saklandı. Ne oldu ticaret savaşlarına, nereye gitti savaş çığlıkları, hani terör çağın vebasıydı? Sars, ebola nereye gitti?

Nasıl oldu da tüm dünya aynı tehlikeye odaklanabildi. Can korkusu ise dünyada bundan bol daha ne var ki? Terör, kanser, kalp krizi, obezite, savaşlar, açlık ve sefalet her yıl milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuyor mu? Acaba dünyanın diğer kısmında ülkelerin yakılıp yıkılmasına, şehirlerin harap olmasına, yüzbinlerce insanın evlerini yurtlarını terk edip göçmen durumuna düşmesine hiç kılı kıpırdamayanlar, tehlike doğrudan kendilerine yöneldiği zaman mı ortalığı ayağa kaldırdılar?

Şimdiye kadar aldatıldığımızı düşündüğüm böyle pek çok tecrübe yaşadık. Bu yüzden insanın aklına binbir türlü entrika gelebiliyor. Bolca dinliyor, okuyor ve düşünüyorum. En azından Türkiye'de yürütülen mücadelenin hesapsız, dalaveresiz ve hasbi olduğuna eminim. Ama Çin?, Ama Avrupa? Ama Amerika? Ama Rusya? Oralarda olup bitenler beni hemen ikna edemiyor. Bazen hani acaba “bu işin içinde bir bit yeniği mi var?” diye sormadan da edemiyorum. Meselâ Çin'in sakladığı bir şeyler mi var? Avrupa'nın hiç olmadığı kadar sarsılması, ABD'nin salgınla karışık bir sürü iç tartışmalarla boğuşması bana hiç mantıklı gelmiyor. Acaba çağdaş ileri gelişmiş Avrupa'nın makyajı eridi aktı da gerçek yüzünü mü görmüş olduk? Trump'ın vurgun yemiş gibi yalpa yapması, olmadı sağa sola sataşması beni şüphelendiriyor? Sanki geri planda uluslararası aşı ve ilaç kartellerinin de yarışı var gibi geliyor.

Ortada bir salgından ziyade yaydırılmış bir korku ve panik havası var. Bu hava içinde sadece virüsü, bulaşma tehlikesini ve hergün binlerle ifade edilen ölüm sayılarını görebiliyoruz. Oysa bu afetin neden olduğu, olacağı sosyal, psikolojik, ahlaki ve pedagojik sorunlar da var. Ekonomide arkasından gelecek tusinami dalgaları nasıl bir hasar bırakacak bilemiyoruz. Salgın geçip gittikten sonra arkasında kalan sorunlar muhtemelen daha büyük ve derin olacak. Acaba yaşamak durumunda kalacağımız o çok boyutlu sorunlara da küresel pandemi diyebilecek miyiz? Onları geçtim insan bedeni ve ruhunda bıraktığı derin izler nasıl tedavi edilebilecek? Öyle bir yangın hali yaşıyoruz ki, enkaza dair ya da sonrasına dair pek az şey konuşulabiliyor. Hasarın ne olacağı, nasıl onarılabileceği ve geleceğimizin nasıl şekilleneceği hakkında düşünmeye bile alan bırakmıyorlar kafamızda. Değil ki çözüm önerilerine sıra gelsin. Sadece şu laf var ortada dolaşan: "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!" Bunu söyleyebiliyorsak, birilerinin sinsice harekete geçmiş olduğunu da kabul etmeliyiz. Çünkü onlar hiçbir zaman böyle pandemide olduğu gibi bütün bağırsaklarını ortaya dökmez. Çünkü dünya 'canla' uğraştığını sanırken birilerinin 'canan' peşinde olduğunu göremez. 

Korkunun ecele faydası yok denmiş. Yaşadığımız korku nasıl bir dünyaya evrildiğimizin anahtarı değil. Belki de pandemi sonrasında yep yeni bir dünyaya uyanacağız. Ama bu dünya kimin dünyası olacak? İşte o belirsiz, öyle de olması isteniyor olamaz mı? On yıllar öncesinden bilimkurgu olarak yazılan, çizilen, gösterilen şeyler bugün mazi mi oldu? Bu ne demek? Yazdılar, kurguladılar, yaşandı; şimdi bambaşka bir kurguya mı geçtik? Kurgu varsa, kuklalar da vardır. Kuklaların olduğu yerde de mutlak kuklacılar. Üzerimize  çöken pandemi ve ölüm bulutu bize burnumuzun ucunu dahi göstermiyor. Doğal olarak akla gelen soru şu: "Bu afeti yaradanımızın bir silkeleme aracı olarak mı göreceğiz, yoksa her hayır ve şerde kendi organize işlerini yürütmesini bilenlerin köpürttüğü bir abrakabadra mı?"