Ehliyet
Sözlükte
"yetki; elverişli, lâyık ve yeterli olmak" anlamlarına gelen ehliyet;
bir iş ve konuda ehil olma, yeterlilik ve onu yapabilecek kapasiteye sahiplik
manalarına gelmektedir.
Sürücü belgesi olarak kullandığımız
belgeye de “ehliyet” denilmesi tesadüf değildir.
İster devlet
yönetiminde, isterseniz herhangi bir kurumun idaresinde liyakat ve ehliyete
riayet edilmiyorsa, adalet, hak ve hukuk gibi temel ahlaki değerlere riayet
edilmiyorsa orada itimat sarsılır.
Güvenin sarsıldığı yerde de verimlilik
düşer. Güvene dayalı olmayan bir kurumun temelleri sarsılıyor demektir. Göz
boyama ve kuru reklâm ile bir yere varılamaz. Çünkü insanları sürekli kandırmak
mümkün değildir.
Kriterlerin adamına
göre uygulandığı, çifte standartların hüküm sürdüğü kurumların yöneticileri
bilmelidirler ki neticede kaybedenler, mağdur edilen fertlerden ziyade küçük
hesaplar peşindeki kurum ve toplumlardır.
Ehliyet, fıkıh
terimi olarak, kişinin dinî ve hukukî hükümlere muhatap olmaya elverişli
oluşunu ifade etmektedir. Başka bir deyişle, insanların leh ve aleyhindeki hak
ve sorumluluklara muhatap olabilmesi halidir. İnsanın bu hitaba ehil ve
muhatap oluşu da, akıl denilen anlama, düşünme ve ona göre davranma
kabiliyetine sahip bulunmasıyladır.
Bu anlamda ehliyet;
kişinin haklardan faydalanmaya, bu hakları kullanmaya ve borçlanmaya
elverişliliği demek olduğundan, cenin safhasından itibaren aklî ve bedenî
gelişimine paralel olarak parça parça kazanılır ve rüşt ile tamamlanır. Kişinin
aklî ve bedenî gelişimine uygun olarak, önce lehindeki haklara, sonra
aleyhindeki haklara sahip olur, daha sonra bazı muamele ve tasarruflarının
sahih olmasına; en son olarak da hukukî ve cezaî müeyyide ve mesuliyete ehil
hale gelir.
Hukuk dilinde
ehliyet iki ana gruba ayrılır: Vücup ehliyeti, edâ ehliyeti.
Vücup ehliyeti,
haklara sahip olabilme ve borçlar altına girebilme ehliyetidir. Bu ehliyet,
insanın var olmasıyla gerçekleşir ve ölünceye kadar devam eder. Bu ehliyete
zimmet adı da verilmektedir. Vücup ehliyeti ceninde nakıs olarak mevcuttur; ana
karnındaki cenin bu ehliyet ile sadece menfaatine olan ve kabule ihtiyaç
duymayan miras, vasiyet, vakıfta lehtar olmak gibi bazı hakları kazanır. Sağ
olarak doğmasıyla bu ehliyete tamamen sahip olur.
Edâ ehliyeti,
muamelat ehliyeti demek olup, kişinin dinî ve hukukî hak ve borçları bizzat
kullanmaya ehil oluşunu ifade etmektedir. Bu ehliyetin esasını akıl
oluşturmaktadır. Akıl noksan olursa edâ ehliyeti noksan olur, akıl kemale
ererse, ehliyet de kamil olur. Akıl bulunmadığı zaman edâ ehliyeti sabit olmaz.
Kaynak : DİB ve
muhtelif
---------------
Liyakat
Liyakat'in sözlük
karşılığı bir işi yapabilmeye layık olma, işi hakkıyla yapabilme, işin ehli
olma olarak açıklanabilir.
Özellikle yönetici
atamalarında liyakat ve ehliyet kavramları daha bir önem arz eder, sanki
yönetici vasfıymış gibi de algılanır. Aslında her iş için liyakat ve ehliyet
şarttır.
Liyakat birey olarak yapılan işlerde de çok önemlidir, fakat yönetici
konumundaki kişiler için olmazsa olmazlardandır. Çünkü yönetici karar veren,
yön veren, aldığı kararlarla önemli sonuçlar ortaya çıkaran kişidir.
Bir toplumda
sevginin yaygınlaşması, adaletin gerçekleşmesi ve haksız güç kullanımının
ortadan kalkması ancak o toplumda yönetimin faziletli insanların elinde [1] bulunmasıyla
mümkün olur. Onun için Fârâbî şöyle der: "Bir faziletli insan öldüğü veya
öldürüldüğü zaman insanlar ona ağlamasın; asıl onu kaybeden ülke halkına
ağlasın!"
Günümüzde herkes
kendini her işe ehil görme gibi bir tutum içerisine girmiştir. Kimse
ben bu işi yapamam demiyor, “En iyi ben yaparım” diyor. Oysa ki,
bunun değerlendirmesini yapacak olanlar işin muhataplarıdır.
Özellikle devlet işlerinde muhatap halktır.
Yönetici, çalıştığı
kurumun lideridir, lider olma zorunluluğu vardır. Kurumun çalışanlarına
rehberlik yapabilecek donanımda iş hakimiyeti lider yöneticiliğin olmazsa
olmazlarındandır. Lider yönetici yönettiği kitle karşısında zayıf
görünmemelidir. İletişim becerisi ile, problemlere çözüm önerileri ile yönetici
net, kararlı ve sonuç odaklı olmalıdır. Lider yönetici yönettiği kitlenin
tamamı tarafından kabullenilmelidir.
Kurumların
yöneticisi zayıf iradeli, her şeye “evet” diyen, işleri yöneten değil işin
yönettiği, hitap ettiği kitle karşısında ne dediği anlaşılmayan karakterde
olursa o kurumda işler nasıl yürür? Yöneticinin mesajları net olmalı,
çalışanları tarafından “ bilge kişi” olmayı başaracak donanıma sahip olmalıdır.
Ayrıca yönetici özel
yaşantısı ile de örnek olmalıdır. Çünkü yönetici kurumun dışa dönük çehresidir.
Kurumu tanımayanlar, yöneticiye göre değerlendirmelerde bulunurlar. Yöneticinin
özel hayatı toplumun inanç algısına aykırı olmamalı, söyledikleri ile yaptıkları
uyum içinde olmalıdır.
Fârâbî, ideal bir
devlet adamında [2]
bulunması gereken başlıca nitelikleri şöyle sıralar: “Beden sağlığı ve
kusursuzluğu, anlama ve kavrama üstünlüğü, güçlü hâfıza, güçlü zekâ, etkili
hitâbet, öğrenme sevgisi ve yeteneği, mideye ve kadına düşkün olmama,
doğruluk sevgisi, cömertlik ve ikram sevgisi, gönül zenginliği ve tok gözlülük,
adalet sevgisi, azim ve kararlılık.” [3]
Benzer şartlar
Gazzâlî tarafından da sıralanmıştır. [4]Ayrıca Gazzâlî'ye göre siyasette liyakat kaygısını en çok
duyması gereken kişi, bu görevi üstlenecek olandır. Çünkü siyasî makamda
bulunan kimse, kontrolü elinde tutmak ve genel düzeni sağlamak için, başka
mesleklerde bulunanlara hâkim olması; insanları, dünya ve âhirette [5] kendilerini
mutlu kılacak en doğru yola yöneltmesi gereken insandır. Bu yüzden siyaset
mesleği, şerefli olduğu kadar da tehlikelidir.
Kaynak : DİB ve
muhtelif
---------------
[1] Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyuruyor
ki; “ Şüphesiz Allah, emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve
insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla
Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.(nisa
58)”
[2] Hz. Peygamber, "İş, ehlinden başkasına verildiği
zaman kıyameti bekle" (Buhârî, "İlim", 13; "İmâre",
170) buyurmuştur. Bu hadiste "iş" anlamına gelen emr kelimesi,
öncelikle devlet işi yani idarî ve siyasî görev olarak düşünülmüştür. Nitekim
Kur'ân-ı Kerîm'de devlet adamları için "ülü'l-emr" (iş başında
olanlar) ifadesi kullanılmıştır (en-Nisâ 4/59). Yukarıdaki hadis, siyasette
ehliyetin önemini açık bir şekilde göstermektedir. Bu sebeple İslâm bilginleri,
eserlerinde siyasî ve idarî görevlere getirilecek kişilerde aranması gereken
niteliklere geniş yer vermişlerdir.
[3] el-Medînetü'l-fâzıla, s. 88-90
[4] et-Tibrü'l-mesbûk, s. 53
[5] Nitekim Hz. Peygamber, "On kişi üzerinde bile
olsa, yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde (Allah'ın huzuruna)
elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya
haksızlık etmiş olduğu için mahvolur!" (Dârimî, "Siyer", 72;
Müsned, II, 431; V, 267) buyurmuştur.
Kariyer
Kariyerin sözlük
anlamı "bireyin, yaşamının üretken yıllarını kullanarak geliştirdiği
ve genelde çalışma hayatının sonuna dek sürdürdüğü iş ya da
pozisyon" olarak tanımlanmaktadır.
Kariyer yapmak;
ihtisas yapmak, bir alanda uzmanlaşmaktır. Kariyer, işimizi yaparken koyduğumuz
hedefler doğrultusunda deneyim kazanırken, gerekli eğitimleri alıp, mesleki ve
bireysel açıdan kendimizi gerçekleştirme sürecimizdir.
Kariyer;
hedeflerinizin, yapmak istediklerinizin toplamıdır. iş hayatında, en yakından,
en uzak noktaya kadar belirlenen amaçların bütünü kişinin kariyeridir. Kariyer;
çalışmalar yanında alıınan eğitimler, kendini kişisel ve mesleki olarak
geliştirme sürecinin tamamıdır. Kariyer; sonu olan bir süreç değildir. Tüm iş
hayatı boyunca yapılanlar ve planlamalar bu sürece dâhildir.
Kariyer, seçilen bir
iş yolunda ilerlemek ve bunun sonucunda daha fazla deney ve yetenek kazanmak,
daha fazla sorumluluk üstlenmek, daha fazla saygınlık elde [1] etmektir. Diğer yandan kariyer,
kişinin çalışma hayatında, işe ilişkin tecrübeleri, aktivitesi ve hiyerarşik
pozisyonunu gösteren bir bileşke anlamını da taşımaktadır. Bireyler bir
pozisyonda, yararlı tecrübelerini biriktirirler, daha sonra yeteneklerini
geliştirip daha üst bir pozisyona geçerler.
Kariyer planlaması
iş hayatına atıldıktan sonra başlamamalıdır. Aksine lise yıllarından itibaren
kendine uygun meslek ve üniversiteyi seçip bu yıllarda yapılandırmaya
başlanması gereken bir süreçtir. Planlama yapmak, sürecin ilk adımıdır.
Bugün “dün”ün
yarınıdır. Bir şeyler yapmak için yarını beklerseniz bugünü harcamış olursunuz.
Bugünü harcamak, israf etmek yani çöpe atmak demektir.
Günümüzde yetişkin
personel ve nitelikli insan gücünü tutabilmek ciddi bir sorundur. Bugün
nitelikli işgücü, ancak gelişmeye açık bir kariyer yönetimi ile
tutulabilmektedir. Onun içindir ki, tüm profesyonel organizasyonlar ciddi bir
şekilde çalışanları için kariyer programları ve uygulamaları düzenlemektedir.
Genel olarak kariyer
planının bireyler için şirketler tarafından yapılacağı beklenir. Ancak
şirketlerde yapılan, var olan pozisyonların kariyer planıdır. Kişinin
hayalleri, yetenekleri, ilgi alanları, yaşam değerleri ve beklentileri dikkate
alınmamaktadır. Bu da kişilerin kendilerini pasif hissetmelerine,
yaratıcılıklarının azalmasına ve mutsuz bireyler haline gelmelerine neden
olmaktadır. Bunun sonucu da özel ve sosyal yaşama yansımaktadır.
Görev kişinin
kendine düşmektedir, kişi kariyer planını kendi yapacaktır. Kariyerimiz yaşam
kalitemizin [2]
en önemli belirleyicilerinden biridir. Kişisel kariyer planım var diyebilmek
bir ayrıcalıktır.
Kaynak : Muhtelif
---------------
[1] Kariyer, günlük yaşamada genellikle sadece “bir iş”
olarak algılanabilmektedir. Oysa kariyer sadece olanaklar, ilerleme ve
başarılarla ilişkili bir iş veya istihdamı içermez. Bu tip tanımlamalar,
kariyere yönelik sadece geleneksel yaklaşımları yansıtmaktadır. Daha az ve
geleneksel diğer kariyer tanımlamaları da vardır. Örneğin Arthur vd.’ne göre
kariyer, bireyin yaşamı boyunca ardışık iş deneyimleridir. Tanım, “ilerleme “
açısından incelendiğinde “iş” ve “zaman” gibi iki temel boyutu içermektedir.
[2] Kariyer, insanın istek, hedef ve davranışları ile
ortaya çıkan, yaşam boyu devam eden iş hayatının itici gücü olmalıdır. Seçimler
yapılarak, gelişerek belirlenen bir iş yolculuğunda ilerlemektir. Amaç,
başarılı olmak, daha fazla para kazanmak, daha çok sorumluluk üstlenmek, daha
fazla statü, güç ve saygınlık elde etmektir.
Adalet
Adalet kavramı
sözlükte, insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, eşit olmak, eşit tutmak, her
şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak,
istikamet ve hakkaniyet anlamlarına gelmektedir.
Dini bir terim
olarak Adalet ise; hak yol üzere dosdoğru olmak, dini yükümlülükleri yerine
getirmek, davranışlarda ölçülü olmak, insanlarla ilişkilerde hakkaniyete riayet
etmek, insafı davranmak, haksızlık etmemek, haklıya hakkını vermek, düzeltmek,
her şeyi yerli yerinde yapmak anlamlarına gelir.
Adaletin zıddı ise zulümdür.
Yüce Allah, Kur’an’da; mü’minlerin her konuda adil olmasını emretmektedir. [1]
Peygamberimiz son
derece âdil ve insaf sahibiydi. Hayatının her döneminde adalet ve doğruluktan
ayrılmamış bu ilkeleri toplumda hakim kılmak için mücadele vermiştir. Onun
adaletini yalnız Müslümanlar değil, düşmanları bile kabul etmişti. En zor
olaylarda kabileler onun hakemliğine başvurmuşlar ve verdiği kararlarına saygı
göstermişlerdir. Peygamberimiz insanlar arasında ayrım yapmaz, eşit davranırdı.
[2] Hayatı boyunca hiç kimseye farklı
davranmamış, kuralları ve kanunları herkese eşit uygulamıştır. [3] Ona göre zengin, yoksul, büyük,
küçük herkes eşitti.
İslâm dini, hangi
durum da olursa olsun, adaletten ayrılmamayı tavsiye [4] eder. Müslim-gayr-i müslim,
yabancı-tanıdık ayrımı yapmaksızın adaletin uygulanmasını ister. Hz. Pey gamber
(s.a.s.), önceki toplumlardan bazılarının helâkine, zengin-fakir, asil-garib
gibi ayrımlarla adaletten ayrılmalarının yol açtığını, bu bakımdan adaletten
ayrılmamak gerektiğini belirtmişlerdir. [5]
Adalet, bireysel ve
toplumsal hayatta istikrar, güvence ve huzurun ana şartı, ahiret mutluluğunun
temel sebebidir. Toplumun mutlu, siyasi, iktisadi ve hukuki bakımdan istikrarlı
olabilmesi ve gelişmesi adaletin kurumsallaşmasına, bireysel ve toplumsal bazda
yaygınlaşmasına bağlıdır. Bunun için “adalet mülkün temelidir” denilmiştir.
Kaynak : DİB ve
muhtelif
---------------
[1] (Mâide, 5/8), yine yüce Allah Kur’an’da: “Allah,
size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel
öğüt veriyor!” (Nisa, 4/58) buyurarak adalet ve doğruluğu öğütlemektedir.
[2] Bedir savaşında alınan esirler arasında
Peygamberimizin henüz Müslüman olmayan amcası Abbas da vardı. Esirler fidye
vererek esirlikten kurtuluyorlardı. Ensardan bazıları Abbas’ın Peygamberimizin
amcası olduğunu öğrenince, onun affedilmesini istemişlerdi. Peygamberimiz:
“Hayır öyle bir şey olamaz. Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin bir dirhemi
bile afolunmaz.” (Buhârî “Meğazi”, 9) buyurmuştu.
[3] Bir keresinde soylu bir kadın hırsızlık yapmış,
kadının yakınları Hz. Peygamber’den cezada indirim yapmasını talep etmişler;
bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s): “bu suçu kızım Fatıma dahi işlese gereğini
yaparım (cezasında bir değişiklik yapmam)”(Buharî, “Hudûd”,12) şeklinde
karşılık vermiştir
[4] Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulur: “Ey iman
edenler! Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için
şâhitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun...” (Ni sâ,
4/135) ve “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adaletle
şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe
itmesin. Adil olun...” (Mâide, 5/8)
[5] Müslim, “Hu
dûd”, 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder