Kendimle başbaşa
Önümüzdeki hafta pazar günü seçimler var. Seçim aslında yerel, ancak neredeyse genel seçim sınırlarını zorluyor. Son dönemece girdiğimiz bu günlerde tansiyonun da giderek tavan yaptığını görüyoruz.
İnsanların ayrıştığı, safların belirginleştiği bir süreç yaşıyoruz. Sandığa gitmek, tercih yapmak elbette bir görev.
Ancak vuracağımız evet mührü aynı zamanda nerede durduğumuzu da gösterecek. Kime karşı olduğumuzu, en önemlisi de kimin yanında nereye yürüdüğümüzü de anlamış olacağız. Ülkemizdeki demokrasiye sahip çıktığımız kadar, ne istediğimizi de haykırmış olacağız.
Ülke at izinin it iziyle karıştığı, fitne ateşlerinin tutuştuğu dumanlı bir havada sandığa gidiyor. Yalanların, iftiraların, kasetlerin, tapelerin havada uçuştuğu bir ortam yaşıyoruz. Üstümüzde bir algı kasırgası koparıldı. Bu fırtınalı havada değil sağlıklı düşünmek, doğru tercih yapmak, ayakta kalmak bile zor.
Ancak vuracağımız evet mührü aynı zamanda nerede durduğumuzu da gösterecek. Kime karşı olduğumuzu, en önemlisi de kimin yanında nereye yürüdüğümüzü de anlamış olacağız. Ülkemizdeki demokrasiye sahip çıktığımız kadar, ne istediğimizi de haykırmış olacağız.
Ülke at izinin it iziyle karıştığı, fitne ateşlerinin tutuştuğu dumanlı bir havada sandığa gidiyor. Yalanların, iftiraların, kasetlerin, tapelerin havada uçuştuğu bir ortam yaşıyoruz. Üstümüzde bir algı kasırgası koparıldı. Bu fırtınalı havada değil sağlıklı düşünmek, doğru tercih yapmak, ayakta kalmak bile zor.
Yine de o mührü bir yere vuracağız. Seçenek çok, ama bir tek tercih şansımız var. Demek, yanlış, eğri çok ama doğru olan bir tane. O zaman düşünmek gerek. Tercihimizi nasıl yapacağımızı, neden o şekilde kullanacağımızı tartıp biçmek gerek. Madem ki bize bir tek şans veriliyor, o halde bu fırsatı değerlendirmek, çok güçlü bir şekilde de konuşmak gerek.
Çok sayıda yanlış, tek bir doğru varsa "hayır" diyeceklerimizin çok fazla önemi yok. Stratejik olan "evet" diyeceğimiz o tek doğruyu görebilmek. Demek, neye karşı olduğumuzun değil, nerede yürüdüğümüzün, hangi yöne gittiğimizin önemi var. Neden mi, çünkü karşı olduğumuz şeyler kavgaya, tercih edeceğimiz yolsa bizi menzillere ulaştıracak da ondan.
O zaman düşüneceğiz; cedel mi
istiyoruz, yoksa çözüm mü ? Didişip durmakta hayır yok, o halde çözümü tercih edeceğiz. Böylece belki sorunun değil, istikametin parçası
oluruz.

Zalimler, firavunlar sadece tarihte yaşamadı, günümüzde de var. Hem de pek çok. Elbet yanlışa, zulme baş eğilmeyecek. Tabi ki
yalana, iftiraya, tuzaklara karşı durulacak. Fakat onların bütün bu sihir ve
hileleri alt edilse bile, inan ki zafer elde edilmiş olmuyor.
Asıl başarı halkını alıp çıkarabilmek, kurtarabilmek o firavunlardan. Onun için yol firavuna karşı çıkmaktan değil, Musa'nın yanında olmaktan geçiyor.
Asıl başarı halkını alıp çıkarabilmek, kurtarabilmek o firavunlardan. Onun için yol firavuna karşı çıkmaktan değil, Musa'nın yanında olmaktan geçiyor.
Kurtuluş, mücadele etmenin daha fazlasını
yapmak, çözüm için çalışmakla sağlanıyor. Buna rağmen sanılmasın ki bitti, hayır ! Bu yol uzun,
çileli bir yol. Nerden biliyorsun ? Kur'andan biliyorum. Kızıldeniz yarılıp geçsen, halkına her gün kudret helvası
bıldırcın eti yedirsen nafile. Altından buzağı yapıp taparlarsa şaşma. Biraz
da soğan sarımsak isteriz derlerse kızma. Lazım olduğunda geri dururlarsa
hatırla o Musa'yı. Sen vaad edilene doğru yol almaya devam et. Varsın nankörlük
etsin bazıları, bilmiyorlar, keşke bilselerdi.
Yalnızca eleştirmek,
ona buna sataşmak çözüm değil. Neredeyse herşeye
karşı olmak çıkışı olmayan gayya kuyularına benziyor. Hasbelkader belki o kör kuyulara
atılmış da olabilirsin. Sen yine de Yusuf gibi, onunla birlikte kuyulardan çıkmayı seç.
Züleyha'yla imtihan da edilsen, zindanlara bile düşsen takdir olan olacaktır.
Korkma ! Zamanı yeri geldiğinde "Allahın izniyle yaparım" demeyi bil. Esir
pazarında satılmış bile olsan mülke vezir olursun. Ama dikkat et ! İş, sultan olmak değil
adaletle iş görmektir. Neticede her şey sahibine dönecektir, öyle değil mi ? O
halde böbürlenme ! Projelerine, hizmetlerine hayaller yetişemese bile sen yine
de gönüllere sığmayı bil. Onu kuyuya
atanları hatırlamıyoruz bile, ancak Yusuf'un güzelliği, adaleti, hizmeti hala dillerde. Bu yüzden bir an durup düşünelim, neden
acaba ?
Dosdoğru ol ! Hakikati baban da olsa, nemrut da olsa söyle. ne var ki dik dur ama dikleşme. Bırak onlar
kendi elleriyle yapıp yücelttikleri, uydurup putlaştırdıkları şeylerin nasıl
olup ta yıkıldığına şaşırsınlar. Yeter ki sen zafer sarhoşluğuna kapılma. İnan ki, ateşe
bile atsalar gül bahçesine düşersin.
Nefretin, kinin yararı yok. Bilirsin ki altın kaseyle de sunsalar ateş olma
yakarsın. Su ol ki hem kendine can ver hem etrafına. Serin ol hep kızgın nefislere,
odun olma balık ol temiz gönüllere. Gör ki hayat gül yetiştirmek, bağçelere
bağban olmaktır. Anla ki yol İbrahim gibi dost, adam gibi adam olmaktır.
Hüzünlenme, karamsar da olma. Sen ne yaptın ki ? Nuh yüzlerce yıl uğraşmış halkı için. Ne deliliği
kalmış, ne yalancılığı. Kavga etmemiş yine de. Sabır ve inançla devam etmiş
yoluna, yapmış o koskocaman gemiyi. Sel gelince kurda, kuşa, kuzuya bile sığınak
olmuş o mekan. Ama ne yazık, oğlunu dahi kurtaramamış dalgalardan.
Halkı aralarında
tartışıp dururlarken kabarıvermiş sular. Ne zenginlikleri fayda etmiş, ne
asaletleri. Ne evleri kurtarmış, ne dağları tepeleri. Aşağılayıp durdukları
hakikat gelip çattığında değil pişmanlık duymak, şaşırmaya bile fırsatları
olmamış. Demek, zaman bin yıl bile olsa bitiyor. Sen sen ol, eğleşme, gemiye
binenlerden ol.
Her birisi dehşetli
imtihanlardan geçmiş. Balığın yuttuğu tövbekar Yunus, kurtların kemirdiği Eyyup, değil
halkını karısını bile kurtaramayan Lut. Hangi birini sayayım. Ya İsa ? Kudüs
sokaklarında zincirlendi, sürüklendi yine de "Rabbim onları affet, bilmiyorlar"
dedi. Duası üzerine gökten yemek inen bu elçi, istese helak edilmesi mümkün
düşmanlarına onca eziyete rağmen beddua dahi etmedi. Bugün merhamet ve sevgi timsali
olarak milyarlarca takipçisi var.
Hepsinde derin ibretler, örnek haller var
değil mi ? Mesela tevbe, mesela sabır, mesela şükür. Dahası bugün dirayet, merhamet,
tevazu gibi bütün o güzel hasletleriyle anılıyorlar. Hiç birini sokaklarda
bağıran çağıran, kırıp döken, insanlarla itişip kakışan bir vaziyette duymadık,
öğrenmedik.
Süleyman mahlukatla
konuşabilen, emrinde insanlar ve kuşlardan oluşmuş orduları olan bir kıraldı. Rüzgarlara
emir verip cinleri çalıştırabilen o nebi karıncayı bile ezmezdi. İstese
ordu çıkarıp zapt edebileceği Belkıs ülkesine mektup gönderip onları davet
etmeyi tercih etti. Saray da yapabilirdi, ancak, inşa ettirdiği yapı zamanın en
görkemli mabediydi. Bir zaman İslamın da kıblesi olan bu mabet, bugün Mescidi
Aksa adıyla hala kutsallığını koruyor. Hem de üç büyük dinin ortak kutsalı
olarak.
Şimdi soruyorum; o zaman yaşasaydınız Süleyman'ın emrinde olmak en
büyük şeref olmaz mıydı ? İnşa edilen o mabede taş taşımayı asırlara kazınan
bir imza olarak tercih etmez miydiniz ? Peki, neden bugün de aynı şeyi yapmıyor
olasınız ki ?
Ya rahmet peygamberi
? Dünya incisi o yetim ? Düşmanlarının bile el emin ve güvenilir saydıkları
dosdoğru bir güzel adam. O bir eline ayı, bir eline güneşi verseler yolundan
sapmayacak kadar inançlı bir insandı. Çocukların başını okşamadan geçmeyecek
kadar sevgi dolu bir babaydı. Hiç tıka basa doymadan yaşamış bir fakirdi o. Kendisine
yapılan eziyetlere sabreden, direnen, ama hakkı ve hakikati yine de susmadan
söyleyen bir mücahiddi.
Kendisine kasteden şehrine muzaffer bir ordu komutanı olarak girdiğinde
intikam duygularıyla değil, af ve şefkatle hareket etmişti. Pek çok vasfı olmasına karşılık "güzel ahlak" timsali olarak öğülen bir örnekti. Yerine göre eline kılıç, yerine göre vahiy sayfalarını da alsa haddi asla
aşmayan bir devlet başkanıydı.
Çünkü "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi öğütlenmişti. "Sen sadece bir uyarıcısın, kimsenin başına bekçi değilsin" denilen bir elçiydi o. Hem bir resul hem de kuldu Rabbine. Biz de onun dua ettiği ümmeti değil miyiz ?
Çünkü "Sizin dininiz size, benim dinim bana" demesi öğütlenmişti. "Sen sadece bir uyarıcısın, kimsenin başına bekçi değilsin" denilen bir elçiydi o. Hem bir resul hem de kuldu Rabbine. Biz de onun dua ettiği ümmeti değil miyiz ?
Etrafınıza bakın.
Olayları seyredin. O kadar çok Ebu Cehil, o kadar güçlü Ebu Sufyan, o kadar
ürkütücü Vahşi göreceksiniz ki. O kadar zulüm, o kadar haksızlık, o kadar
adaletsizlik, o kadar isyan ve yalan duyacaksınız ki. Oraya buraya saldıran o
kadar kalabalık, o kadar müfteri, o kadar siber virüs algılayacaksınız ki.
Bütün bunlar için durup kavgaya tutuşmak, eğriyi düzeltmek, sapmışı yola
getirmek, zalime dur demek isteyeceksiniz. Her gördüğünüz firavuna karşı haykırmak, her
duyduğunuz isyana karşı durmak isteyeceksiniz.
Ancak, bir düşünün; bütün bu
kötülükler nereye saldırıyor ? Bütün bu şer ittifak niçin, kime karşı
kurulmuş ? Anlayacaksınız ki, bugün olması lazım gelen firavuna karşı olmak
değil Musa'nın yanında olmaktır.
İnsanlık tarihinden bu yana çizilmiş istikamet
levhaları bize hep tek bir yönü gösteriyor. O yol sırat-ı müstakim yoludur. O yol işaretlenmiş, öğütlenmiş, aydınlanmış bir otoban gibi apaçık meydanda. O zaman bırak patikalarda, çıkmaz sokaklarda
kaybolmayı. Önünde tertemiz, durgun çözüm nehri akıp duruken, boş yere sorun girdaplarında boğulma.
Bizi sessiz yığınlar olarak bilirler. Sanki ensemize vurup elimizdekini alacaklar. Biz milli irade tadını aldık, kolay mı öyle bırakıvermek. Öyle gür bir sesle haykıracağız ki, değil bizdeki şer ittifakları, dünya da duyacak sesimizi inan.