17 Eylül 2014 Çarşamba

182 17 Eylül 2014 Çarşamba 11:00 ESKİMEYEN KELİMELER..............Feyiz, Hasene, Hayr, Hayrât


Feyiz


Feyiz kelimesi kültürümüzde; verimlilik, gürlük, ongunluk, bereket, artma, çoğalma, ilerleme, kültürel gelişme, olgunlaşma, olgunluk, manevi haz, mutluluk, iç huzuru anlamlarında kullanılmış. 

Bir kız ismi olan Feyza ile erkek ismi Feyyaz kelimelerinin de kökü Feyz kelimesinden geliyor. Aynı kökten gelen feyz ve feyezân kelimelerinin ise sözlükte "fazla suyun yatağından taşması, bir haberin yayılması, bir sırrın açığa çıkarılması" gibi anlamlara geldiği belirtiliyor. Çoğulu ise füyûz, füyüzat oluyormuş.

Feyiz kelimesi mecazi olarak “bağış ve lütufkârlık” mânasında da kullanılmış. Bu kökten türeyen fiillere “akmak, taşmak, dalmak” anlamında Kur’an ve hadislerde rastlanıyor.

Tasavvufta ise bu kavramın bütün bilgi ve varlıkların Allah'tan zuhur ve tecelli etmesi anlamında kullanıldığı [1] anlaşılıyor. 

Bu anlayışa göre bütün varlıklar, belli bir kaynaktan çıkıp akan bir su gibidir. Herhangi bir kesintinin söz konusu olmadığı bu akışta varlık her an kaynağına muhtaçtır ve her lahza ondan aldığı destekle varlığını devam ettirmektedir. 

Bundan dolayı bir akışın eseri ve bir taşmanın sonucu olan varlık da aslında bilgi gibi ilâhî bir feyizdir. Burada feyiz “varlığın zuhur ve tecelli etmesi” anlamına geliyor.

Hasene


Hasene kültürümüzde insanın hoşuna giden her türlü maddî ve manevî iyilik ve nimetlere deniyor. İyilik, güzellik, güven, sıhhat, mal, servet, zenginlik, bolluk, fetih, zafer, ganimet, makam, hayırlı amel gibi.

Arapça'da ise Allah rızasına uygun iş, sevab, iyi âkibet, iyi söz ve iş, nimet gibi iyiliğin ve güzelliğin her türünü anlatmak için kullanılan çok yönlü bir kelime. Çoğulu "hasenât", karşıtı ise suç, kötülük, günah demek olan "Seyyie" oluyor.

Türkçeye de hemen hemen aynı anlamları taşıyarak girmiş olan bu kelime konuşma dilinde daha çok, hayır-hasenat biçiminde, bir deyim gibi kullanıla gelmektedir. Özellikle kalıcı ve sürekli hayır işlerini ifade eder.

"Hasene" kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de yirmi sekiz yerde bu tekil haliyle, üç yerde de "hasenât" olarak çoğul şekliyle geçiyor. [2] Söz konusu âyetlere baktığımızda hepsinde ortak nokta "hasene"nin yüce Allah'tan gelen bir üstünlük oluşunun vurgulanmış olması. [3]

Bu nedenle Îmân, namaz, oruç, hac, zekat, sadaka, hayır, insanlara yardım, iyilik, güzel söz hasene kavramının içine giriyor. Ayrıca, yenilen, giyilen, içilen, kullanılan, insana faydası olan her türlü nimet, güzellik ve imkânın da bu kapsamda olduğu görülüyor. Hatta cennet ve nimetleri ile Allah'ın rahmeti, mağfireti, lütfu, sevgisi ve rızası da hasene olarak ifade edilmiş.  

Kul planında "hasene", yapılan iyi işlerin/sâlih amellerin doğurduğu bir sonuç oluyor. Zira "İnsanlar ve salih amelde bulunanlar; sakınırlar, inanırlar, yararlı işler yaparlar, sonra (haramdan) sakınıp inanırlar ve sonra (isyandan) sakınıp iyi davranırlarsa, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Çünkü Allah iyi davrananları sever" [4] denilmiş.

Hayr


Sözlüğe göre iyilik, karşılık beklenmeden yapılan yardım, iyi, hayırlı, yararlı, meşru iş, sevablı amel, halkın rağbet ettiği akıl, ilim, ibadet, adalet, ihsan gibi anlamlara geliyor.

Bir şeyi diğerine tercih etmek, hayırlı olmak, hayırda birine üstün gelmek, birine hayırlı olan şeyi vermek anlamındaki "h-y-r" kökünden türemiş. 

Hayr, isim olarak da; insanların rağbet ettiği, sevip arzu ettiği ve hayırlı olan şeylere deniyor. Şer ve zarar kelimelerinin zıddı.

Hayr kelimesi Kur'ân'da 176 âyette geçmiş. [5] Genel olaral dînin ve aklın beğendiği şeyler “hayır”; dînin ve aklın beğenmediği şeyler “şer” olarak tavsif edilmiş. Dilimizde “hayr” daha ziyade "hayır" şeklinde yazılıp söyleniyor ve iyilik anlamında kullanılıyor. [6]

Aslında hayr/hayır iyilik yapmak, sadece bizim kültürümüzde değil hemen her toplumda teşvik edilmiş. Bu anlamda iyilik yapmanın belli bir ölçüsü, sınırı da yok. 

İnsanlara güler yüzle davranmak da, üzüntüsüne ortak olup teselli etmekte bir hayr yani iyilik oluyor. İmkân nisbetinde maddî bir ihtiyâcı gidermek, hasta olanı ziyâret etmek, ikrâmda bulunmak da öyle. [7]

Hayrât


Hayr kelimesinin dişili olan “hayra” nın çoğulu olup sözlükte hayırlı olanlar, seçilip tercih edilenler ve kendisinde çok fayda bulunanlar şeklinde geçiyor. [8]

Hayrât dilimizde daha çok; sevap kazanmak için yapılan iyilikler, sevaplı amel, meşru-faydalı-hayırlı işler için kullanılıyor. 

Örneğin insanımızın sosyal yaşamında; halkın yararlanması için yapılan okul, han, (halka parasız olarak yemek ve su vermek veya hastaları tedavi etmek için yapılan) aşhane, hastahane, çeşme, sebil vb. hayır kurumları ve binalara bu ad veriliyor.

"Hayrât" hayır kelimesinin çoğulu. Yapılan iyi ve hayırlı işleri anlatmak için kullanılıyor. [9] Mesela Osmanlı kültüründe "Hayrât" denilince kalıcı hizmet kurumları kastediliyor. "Bu çeşme filancanın hayrâtıdır" veya "Bu câmi falancanın hayratıdır" denilince, bu müesseseleri o zatların yaptırdıkları ifade edilmiş oluyor. Böyle hayratların en başında da "Vakfiye"ler geliyor tabi ki.

Genel olarak bu kelime iyilik ve hayırlı davranışları ifade ettiği için [10] özellikle Müslümanların, bütün insanlar hakkında iyilik isteyen, iyilik yapan kişiler olmak üzere gayret göstermeleri tavsiye ediliyor. 

Bu nedenle imkanı olan müslümanlar mü'min kardeşlerine, içinde yaşadıkları topluma ve çevreye maddi-manevi elinden gelen her türlü yardımı yapmalıdırlar. Çünkü bu Allah rızası için önemli bir fırsattır. Maddi imkânı olmayanlar dahi hiç değilse diğerlerine hayır duâ ederek hayrâtta bulunabilirler. Unutmamalıdır ki güzel söz bile sadaka sayılmıştır.

Bu manada Sadaka-i câriye kavramını çok önemsemek gerekir. Çünkü "Hayrât" ve "Vakıf" kelimelerinin tam karşılığıdır bu kavram. Bununla; hayrı, sevabı dâimi olan sadaka, sevabı öldükten sonra da devam edecek olan hayırlı işler kastedilmektedir.


KAYNAK: DİB ve muhtelif


[1] Örneğin İbnü’l-Arabî bir tek varlığın (Allah) bulunduğunu, var olarak görünen her şeyin bu varlığın çeşitli görüntüleri olduğunu söyler.
[2] Tevhid "Allah'ı birlemek, ona eş ve ortak koşmamak" (Neml, 27/89), zafer ve ganimet (Âl-i İmrân, 3/120), bolluk (A'râf, 7/130), sıhhat ve saâdet (Râ'd, 13/6), maddî ve ma'nevî nimet (Bakara, 2/201; Nisâ, 4/78-79) güzel söz, iyilik ve iyi davranış (Fussilet, 41/34) hayırlı, iyi ve faydalı amel-iş (En'âm, 6/160), iyi ve güzel (Nahl, 16/125; Ahzâb, 33/21), îman ve sâlih ameller (Hûd, 11/114)
[3] Nitekim, kulların amellerinin övüleni ve buyurulanı "sâlih amel" olarak anılıp, bu fiil kula izafe edildiği hâlde; "hasene" için kesin bir biçimde "sana ne iyilik (hasene) gelirse, Allah'tandır" buyurulduktan sonra, "ne kötülük dokunursa, o da kendindendir" ifadesiyle, "hasene" yüce Allah'a hasredilir (en-Nisâ, 4/79). Aynı sûredeki bir önceki âyet de "Onlara bir (hasene) iyilik gelirse, "bu Allah'tandır' derler; bir kötülüğe uğrarlarsa "bu da senin tarafındandır" derler. De ki, hepsi Allah'tandır" (en-Nisâ, 4/78) buyuralarak, bu durumun ön açıklaması da yapılır.
[4] el-Mâide, 5/93
[5] îman (Enfâl, 8/70; Hûd, 11/31), İslâm (Kalem, 68/12), Kur'ân (Bakara, 2/105), çok mal (Bakara, 2/180,215), sıhhat, afiyet (En'âm, 6/17; Yûnus, 10/107), ücret, mükafât (Hac, 22/36), en iyi en üstün (Mü'minûn, 23/118), taam, yiyecek (Kasas, 28/24), zafer (Ahzâb, 33/25), at (Sâd, 38/32), daha faydalı (Bakara, 2/106), daha hayırlı (Yûsuf, 12/64), bolluk (Hûd, 11/84), iyilik, yarar, salah (Nur, 24/33), güc, kuvvet (Duhân, 44/37), dünya, mal, mülk (Âdiyât, 100/8), iyi, güzel, yararlı olan şey (Âl-i İmrân, 3/104), hayırlı, sâlih çocuk (Nisâ, 4/19), iffet (Nûr, 24/12), daha güzel daha iyi daha edepli, terbiyeli, ahlâklı (Hucurât, 49/5), faydalı (A'râf, 7/188), şerrin zıddı olan hayr (Âl-i İmrân, 3/26) anlamlarında; ahyar kelimesi ise 2 âyette geçmiş ve hayırlılar anlamında peygamberlerin sıfatı olarak kullanılmıştır (Sâd, 38/47-48). "Sizi hayr ve şerle deneyeceğiz..." (Enbiyâ, 21/35) Allâh'ın sıfatı olarak hayr, Kur'ân'da bir âyette geçmiştir: "...Allah daha hayırlı, (mükâfat ve cezası) daha devamlıdır. (hayr ve ebkâ)" (Tâ-hâ, 20/73) Allah'ın insanlara, yararı, hayrı, nimeti, ihsanı her şeyden daha çoktur. O, hayırlıdır, faydalıdır. Bütün hayr onun elindedir (Âl-i İmrân, 3/26). Yardım edenlerin (Âl-i İmrân, 3/150), hüküm verenlerin (A'râf, 7/87), cezalandıranların (Enfâl, 8/30), rızık verenlerin (Hac, 22/58), merhamet edenlerin (Mü'minûn, 23/109) ve konuk edenlerin (Mü'minûn, 23/29) en hayırlısıdır.
[6] Kur’ân-ı kerîm’de meâlen; “Kim zerre mikdârı bir hayır işlerse, onun mükâfâtını (karşılığını) görür.” (Zilzâl sûresi: 7) buyrulmaktadır.
[7] Nitekim Peygamber efendimiz; “Hayra (iyiliğe) yol gösteren (sebeb olan) onu yapan gibidir.”; “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.”; “Müslümanların hayırlısı, Müslümanların, elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” buyurmaktadır.
[8] Kur'ân'da 10 âyette geçmiş ve sâlih ameller, hayırlı işler (Bakara, 2/148), iyi huylu, güzel ahlâklı kadınlar (Rahmân, 55/70), hayırlar, mükafatlar ve manevî nimetler (Enfâl, 8/88) anlamlarında kullanılmıştır.
[9] Kur'ân-ı Kerim'in Bakara Suresi 148'inci ayetinde: "Hayır işlerine koşunuz" emri verilmiştir. Hayrât kelimesi bu ayetin içinde zikredilmiştir.
[10] Sahâbe-i kiramdan Ebu Musa (r.a.) buyurdu ki: Allah'ın Rasulü'nün şöyle buyurduğunu işittim: Her Müslümanın sadaka vermesi (iyilik yapması) icabeder. Yanındakiler: ? Ya Rasûlallah! Sadaka verecek birşeyi yoksa ne yapar? dediler Allah'ın Rasûlü: ? Eliyle çalışır, kendisi faydalanır. Sadaka da verir, buyurdu. ? Onu da yapamazsa? diye soruldu. ? Sıkıntıya düşmüş kişiye yardım eder, buyurdu. Onu da yapamazsa? diye soruldu. Hayrı emreder, buyurdu. Onu da yapamazsa, dediler. Kötülük yapmaktan kaçınır, çünkü o da sadakadır/ iyiliktir, buyurdu.

16 Eylül 2014 Salı

181 13 Eylül 2014 Cumartesi 18:12 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER...............Yol üstü çeşmeler


Yol üstü çeşmeler


Yolculuk yaparken bir görünüp bir kaybolan kır çeşmelerine hiç dikkat ettiniz mi ?

Bu çeşmelerin herhangi bir musluk olmaksızın özgür bir şekilde biteviye yaz kış, gece gündüz akıp durduklarını biliyor musunuz ? Biraz mahçup, biraz meraklı duruşlarını, yeşil koyu gölgeler arasına adeta saklanışlarını merak etmez misiniz ? 

Ben merak ederim, ayrıca düşünürüm de. Geçmiş zaman aynaları gibi gözümü alırlar. Yalnız, mahzun ve garip halleri yüreğime dokunur. Orada öyle durup boynu bükük geleni geçeni seyredişlerine dayanamam. 

İnip suyundan içemesem, elimi yüzümü yıkayamasam da gözden kaybolana kadar bakarım onlara. Böylece hiç değilse sessiz el sallayışlarını karşılıksız bırakmadığımı düşünürüm. Son anda fark edemediğim, gözden kaçırdığım her çeşmenin bende hatırı kalır sanki. 

Yol üstü çeşmeler bize hayırsever dedelerimizin hatırasıdır. Çoklukla köylerimizin yollarında, meralarında yapılmışlar. İnsan da, hayvan da, kuş da, hatta börtü böcek de susuz kalmasın, bol bol içebilsin diye. 

Yapanlar da muhtemelen oraların kendisi fakir gönlü zengin insanlarıdır. Onlar "İnsanın öldükten sonra iyilik defteri kapanır, ancak faydalı ilim, hayırlı evlat ve sadaka-i cariye hariç" müjdesine inanmış olmalılar

Malum, Sadaka-i cariye; öldükten sonra da hesabımıza sevap yazdıran sadaka demek. Yani, cami, okul, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işe sadaka-i cariye deniyor. Anadolu'nun hemen her yerinde su getirmek, çeşme yapmak, su yolu tamir etmek sevap bilinmiş. Hacca gidenlerin bir de çeşme yapmaları adetten olmuş yüzyıllarca.

Susuz yolculuk olmaz. Bu yüzden yollar bu çeşmelerin önünden geçermiş eskiden. Çünkü güdülen sürülerin, yolculuk edilen binek hayvanlarının belli duraklarda sulanması, dinlenmesi lazım.
Kuşkusuz insanlar kağnılara, at arabalarına bindiklerinde de bu çeşmeler birer yol menzili olarak değerliydiler. Uzun sıcak yolculuklarda sık sık radyatör kaynatan eski kamyonlar, otobüsler, otomobiller de bu çeşmelerin önünde zorunlu mola verir oldular. Yolcular da buralarda elini yüzünü yıkar, susuzluğunu giderir, abdest alıp namazını kılar, dinlenirlerdi.

Pek çok şey gibi zamanımızda yollar da,  araçlar da, yolcular da değişti. Yolların çoğu duble yol oldu, otobanlar arttı. Hava ulaşımı, hızlı tren hatları, feribotlar uzun yolculuk saatlerini kısalttı.  

Öküz arabaları, at arabaları çoktan tarihe karıştı. Artık kimse at eğerinde, deve hamutunda, katır veya eşek semerinde yolculuk etmiyor. İnsanlar iki adım yere bile traktörleriyle, otomobilleriyle gidiyorlar. Yağ gibi kayan yollarda taşıt araçlarının her çeşidi, en modern, son teknoloji modeller yarışıyor. İnsanlar bugün eskiye göre çok daha rahat, klimalı araçlarda seyahat ediyorlar.

Şişe suları icad oldu. Yolculara otobüslerde çay, kahve, su her türlü ikram yapılıyor. Yol üstü modern mola tesisleri var. Kimsenin aklına "bir çeşme kenarında duralım da su içelim" gelmiyor.  


Böyle olunca elbette ki yol üstü çeşmeleri de kaçınılmaz olarak eski önemlerini kaybettiler. Su yolları tıkandı, onarılmadıkları, etrafları temizlenmediği için yıllar onları yavaş yavaş taşın, toprağın, otun içine gömdü. 

Adeta güneşin batışı gibi, dönemlerini kapamış, ömrünü tamamlamış arkeolojik eserler gibi bir bir gözden kayboldular. Şayet kırık dökük, yalnız ve mahzun hala ayaktalarsa, azıcık akıyorlarsa inanın susamış birkaç yaban hayvanının, kuşların rızkı için olmalı.

Kuşkusuz yollarımızın daha iyi olması sevindiriyor bizi. Kullandığımız araçlarımızın, seyahat ettiğimiz otobüslerin konforu da öyle. Ancak, bu gelişmenin bedeli yol üstü çeşmelerinin ölümü mü olmalıydı ? Hayatımızın her alanında yaşadığımız ışıltılı değişim dönüşüm getirdiği kadar da götürüyor işte. Halbuki gelişme maddi manevi her alanda olmalı, tadı, rengi, farkı olmalı değil mi ? Daha yükseğe çıkmak için illa ki üzerinde yaşadığımız temel direkleri söküp atmalı mıyız ? Dedelerimizin mirasını böyle yok edersek torunlarımıza ne bırakacağız ? Unutmayalım ki iyi şeyleri yaşatmak da herhalde iyilik yapmak  kadar değerli ve yararlıdır.
Bugün modern yolların seviyesi çevrelerine göre doğal olarak yüksek. Ayrıca, her istediğiniz yerde durup arabanızı park edemiyorsunuz. Bölünmüş yollarda belirli geçitler dışında karşı tarafa geçişiniz imkansız. Bir otobandaysanız sebepsiz duramazsınız bile. Limitin altına düşmeden güzergahınızda hızla geçip gitmeniz gerekir. Bu arada tabi dışardaki güzellikler de her iki tarafınızdan durmaksızın akıp geçer. 

Hele hele bir otobüsteyseniz oturup etrafınızı seyretmekten başka seçeneğiniz yoktur. Sadece mola yerlerinde durulur çünkü. Görebildiğiniz her dikkat çekici nesne gibi eski çeşmeler de bir an için görünürler size. O kadar kısa sürer ki bu an, fotoğraf bile çekemezsiniz. Hızla kaybolurlar, yerine başka başka şeyler girer görüş alanınıza. Hakkında düşünmeye dahi fırsatınız olmaz bir öncekini. Tıpkı bugünün tüketim yaşamı gibi. Dışımızdaki dünya renkli ve çekici. Hızla dönüyor etrafımızda, bizi de sürükleyip götürüyor bu girdap. Fakat bir şey var, doğal olmayan bir şey ! Sanki cam bir kavanozda gibiyiz. Refah, zenginlik, mal, eşya her şey var. Ama kanmıyoruz, hiçbir şeyden lezzet alamadığımız gibi.

Belki bu çeşme zamanında yolcuların uğrak yeri, canlı bir yerdi. Suyu güzel, bol ve serindi. İnsanlar burada birbirleriyle selamlaşır, ihtiyaçlarını görür, muhabbet eder ve dinlenirdi. Gün geçti, zaman döndü ve işte şimdi yalnız, sessiz bir kenarda duruyor. Tıpkı yaşlanmış insanların kırışmış yüzleri, kısık gözleriyle bir ağaç altında oturup eski günleri andığı gibi.

Dikkat ederseniz yol kenarlarında bazen piknik yeri olmuş çeşmeler görürsünüz. Köyden gelen ham yolun karayoluna ulaştığı yerlerde konuşlanmışlar. Köyün muhtarı bir de ağaç /veya beton oturaklı masa koymuş buraya. Muhtemelen su yolu da, çeşme de onarılmış. Bu azıcık bakım ve ilgi, insanımızın mangal sefası keyfiyle de desteklenmiş, zamana uydurmuş. Olsun, bu da iyi bir şey. Yeter ki, yeyip içip etrafı çöplük haline getirmeyelim değil mi ? Suya, çeşmeye, yeşil çevreye saygı gösterelim. Unutmayalım ki, bu çeşmelerden zaten hayvanlar sulanıyor, ama "insan" yararlansın diye de yapılmışlar. 
Elbette su hayattır, her zaman ve her yerde. Bu yüzden eski çeşmeler yok olmayıp zaman içinde farklı şeylere, başka başka hallere dönüşmüş olarak da karşımıza çıkabiliyorlar. 

Bunun en tipik şekli yol boyu görebileceğiniz küçük mola yerleri, kır lokantaları ve sebze meyve satış çardakları. Ama buralarda ticari amaç büyük ihtimalle çeşmeyi köreltip, suyunu kendi musluğuna, mutfağına, tuvaletine bağlamıştır. Yani artık o su paralıdır. Olsun, suyundan istifade etsin, para da kazansın ama o çeşmenin hazin hali kabul edilemez. Bu küçük işletmeler eskinin hanlarına benzer bir işlev görürler. Sadece yatılmaz. Yenilir, içilir, alışveriş yapılır ve yeniden yola çıkılır. Zira artık mesafeler gece yatılmasını gerektirmeyecek ölçüde kısaldı. Daha doğrusu uzak mesafeler daha kısa zamanlarda aşılabilir oldu. Yine de yemek yemeye, ihtiyaç gidermeye gerek var. O yüzden daha mütevazi, daha doğal yararlı oluşumlar bunlar. Ancak, o çeşmenin hatırasına, onu hayır niyetiyle yaptıran insanlara saygı gösterilmesi gerekir diye düşünüyorum .
Ben Balıkesir'liyim. Bu fotoğraflar da Balıkesir Edremit arasında çekildi. Tabi herkese kendi memleketi bir başkadır, benim de öyle. Senelerdir bu yoldan gider gelirim. Her defasında sanki Anadolu'da yol üstü çeşmelerinin en çok olduğu bölge acaba burası mıdır diye düşünmekten kendimi alamam. İnsanımızın suya, çeşmeye ilgisini, sevgisini minnetle anarım. 

Ancak, her defasında giderek harap olan, kaybolan bu çeşmelere üzülürüm. Neden bu çeşmeleri yaşatamadığımızı, kültürümüzün güçlülüğüne karşın neden böyle değerlerimizi bir bir yitirdiğimizi düşünürüm. Eski çeşmeleri yaşatan, onaran, suyu yeniden akıtan bir hizmet, vakıf ya da gönüllüler var mı diye araştırdım, bulamadım. Belki vardır da bana rasgelmedi, haberdar olsam inanın onlara katılırdım. Zira, şu fotoğraftaki gibi yalnız, mahzun ve susuz kalmış çeşmelere dayanamıyorum. 

Yoldan uzak kalmış olması, esasen yolun da araçların da yolcuların da değişmiş olması bu çeşmeleri tarihe gömmeyi gerektirmiyor. İnsanların ona artık eskisi gibi ihtiyaç duymamaları da bunun nedeni olamaz. Bu bir hayır işi, Allah'ın rızasına talip olma işi. Susamış bir kuşun, susuz kalmış bir hayvanın içtiği bir damla suda cennet arayanların işi. 

Kaybolup giden her çeşme kültür mozaiğimizden bir pulun daha kayıp düşmesi demek. Anlamıyor musunuz ? Küçük büyük demeyin, böyle böyle o zengin ve renkli dünyamız solup gidiyor işte.