Kültür hazinemiz
Nereye gidelim diye düşündüğümüzde aklımıza
Hamamönü geldi. Epeydir gitmemiştik.
Tacettin dergahıyla, restore edilmiş tarihi evleriyle,
otantik sokakları ve el sanatı sergileriyle zaman zaman gitmeyi sevdiğimiz bir
mahalle Hamamönü.
Gittiğimize de değdi. Son gidişimizden bu yana çok daha
güzel olmuş.
Hem restoran, kafe, sanat atölyeleri ve sergileriyle canlıydı, hem
de restore edilen alan fazlalaşmıştı. Sadece sokaklarında dolaşmak bile bizi
memnun etti.
Tabi ki öncelikle Tacettin dergahını ziyaret ettik.
İkindi namazımızı orada kıldık. Mehmed Akif evini beşinci kez yeniden gezdik.
Merhum şehit Muhsin Yazıcıoğlu ve haziredeki diğer zatlara fatihalar
okuduk.
Başta Altındağ Belediye Başkanı Tiryaki olmak üzere,
emeği geçenlere, orada yaşayanlara, yaşamasına katkı verenlere teşekkür ederiz.
Kültürümüzü oluşturan küçük ama önemli ayrıntılar vardır. Kıraathane kavramı da
onlardan biri.
Kökenlerinin
hanlarda ocak başı sohpetlerine, köylerde camilerdeki okuma odalarına,
kasabalarımızın çarşılarındaki çayhanelere dayandığını düşünüyorum.
Çocukken o
okuma odalarında çok masal ve kahramanlık hikayeleri okumuşluğum vardır.
Yaşlılar kütür kütür yanan sobalı okuma odalarında, namazı beklerken ya da
namaz sonrası uzun kış gecelerinde bana kitap okuttururlardı.
Önce 'kahvehane'ye sonra da 'kave'ye dönüşen bu mekanlar
şimdilerde popüler olan buluşma
yerleri'Cafe'lerin gerisinde kaldılar.
Zaten 'boş gezenin boş kalfası' yatağı
yerlerdi. Bunlardan ne kadar fazla varsa o kadar işsizlik var diye düşünürdüm.
Şimdinin modası kafeler için de 'zamane gençliği' yerler algım var.
Nasıl külü biraz karıştırırsanız
altından kor çıkar
ya, bazen bir tür
mutasyona uğramış kültür kalıntılarımızın altından neler çıktığını keşfetmek hoşuma gidiyor.
Bir kaç yıl önce Eskişehir'de
keşfettiğimiz 'Tiryakizade kıraathanesi' de böyle keşiflerimizden birisi oldu.
Ama burası gerçekten anlamına uygun bir kıraat yani okuma yeri. İçinde binlerce
kitap, kütüphane gibi masa sandalyeler ve çay ocağı...
Burası hem okumak, hem ders çalışmak, hem sohpet, hem
de bir şeyler yemek içmek için düzenlenmiş. Yeri Eskişehir'in Odunpazarı
semtinde Tiryakizade camiinin altında.
İçerde başka mekanlardan farklı olarak çok sessiz,
saygılı, hoşgörülü ve huzurlu bir hava var.
Biz orada iken bazı gençler ders çalışıyor, bir grup
genç satranç oynuyor, bir başka grup ta sohpet ediyordu. Hiç birinden başka
yerlerde alışık olduğumuz rahatsız edici bir ses ya da davranış görmedim. Ne
güzel...
Burada otururken çay kahve ya da bitki çayı gibi sıcak
içecekler, soğuk meşrubat alabiliyorsunuz. Özel olarak dondurmalı irmik helvası
da bulunduruyorlar. Pahalı da değil.
İkindi namazından sonra biz de oturup bir şeyler yedik
içtik. Çayı da irmik helvasını da beğendik. Etrafı gıpta ile seyrettik, içimden
genç olmak, saatlerce buradaki kitapları karıştırmak geldi.
Odunpazarı semti de Ankara'daki Hamamönü gibi restore
edilen eski osmanlı evleriyle dolu. Bu sefer biraz arka sokakları da dolaştık
daha yapacak çok şey var gibi görünüyor.
Ön taraftaki restorasyon bir nevi vitrin gibi. Ama arka taraflar daha
onarılıp aslına dönmeyi ve şenlenmeyi bekliyor.
Son zamanlarda eski vakıf eserlerinin restorasyonunun
hızlanması gözden kaçmıyor. Hatta bu çalışmalar balkanlarda, yakın türk ve
islam coğrafyasında da sürdürülüyor. Beldelerimizde eski türk evlerinin ve
otantik çarşıların yeniden ihya edilmesi gittikçe yayılıyor. Ülke olarak
turizmde de klasik anlayıştan kültür turizmi ağırlıklı bir bakış açısına doğru
evrildiğimizi görüyorum. Son seçimde iktidar partisinin üzerinde çok tartışılan
'kıraathaneler' sözü verdiğini de unutmayalım.Bunlar iyi, güzel ve hayırlı
gelişmeler.
İnsan gibi kültür de yaşar. Gerekli ilgiyi
göstermezseniz yozlaşır hatta ölür. Anadolu'muz gerek yapıları, gerek el
sanatları, gerekse sözlü, sazlı ve yazılı motifleriyle gerçek bir hazine.
Yöresel tatları ve olağanüstü güzellikleriyle keşfede ede bitirilemeyecek
zenginlikte.
Bu kültürün evleriyle, kıraathaneleriyle, el
sanatları, müziği ve yöresel tatlarıyla yaşaması lazım. Ülkemizin bütün
güzellikleri, renkleri ve farklılıkları öne çıkarılmayı bekliyor. Ama hiçbir
restorasyon insansız olmaz. Yapılanların insanla birlikte, onun desteği ve
katkısıyla yaşatılması kaçınılmaz.
Tiryakizade kıraathanesini düşünenleri,
yapanları, işletenleri, gelip ona destek verenleri tebrik ederim. Bana göre Eskişehir'e gidildiğinde,
mutlaka uğranılması gereken bir yer. Odunpazarını gezdikten sonra oturup huzur
içinde dinlenilebilecek bir mekan.
Ancak, 'Marifet iltifata tabidir' diye bir söz var. Kültür ve sanatımızın canlanması için bu yolda çalışan sanatkârlarımıza destek vermemiz lazım.
Eskişehir Odunpazarı'nda Kurşunlu Camisi ve Külliyesini de gezdik. Oradaki lületaşı, tezhip ve cam eserleri gördük. Ancak bu insanları biraz mahzun ve garip bulduk. Bir şeyler alalım diye gözümüzün içine bakıyorlardı. Satamayınca da yüzleri bulutlanıyordu.
Yalnız bir tanesi başını önüne eğmiş, önündeki sanatıyla meşguldü. Bize bakmadı bile. Gözlerim duvardaki eserleri incelerken küçük bir kağıda bir beyit yazılı olduğunu fark ettim. Şöyle yazıyordu:
Sağlığında nice ehl-i hünerin / Bir tutam tuz bile konmaz aşına;
Öldürüp evvel onu açlıktan / Sonra bir türbe dikerler başına.
Sanatkâr bu beyitle sanki hepimize sitem ediyor gibiydi. Mahçup oldum, "Kolay gelsin" dedim ama aklım o beyitte kaldı. Yazarı kimdi ve ne için yazılmıştı ?
Dönünce araştırdım, buldum. Beyitin yazarı Ömer Ferid KAM'mış. Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşad dergilerinin ilk yazarlarından Mehmed Âkif’in en samimî
dostlarından.
1914'de
Dârülfünûn’da, Mehmed Âkif’in ayrılmasıyla boşalan Türk Edebiyatı Müderrisliği (Profesör)
kadrosunda vazife almış. Nüktedanlığı ile meşhurmuş. Yokluk içinde vefat eden Süleyman Nazif’in kabrinin
belediye tarafından yaptırılacağını duyunca o dörtlüğü yazmış.
Ne kadar haklıymış.