22 Kasım 2013 Cuma

094 19 Kasım 2013 Salı 12:21:00 ŞİİR VE TÜRKÜ..............................Yalan dünya bizim olsa ne fayda

Yalan dünya bizim olsa ne fayda


Türküler bir avazdır. İçten, yürekten gelen. Anadolu insanının acısı, sevinci, sevdasıyla yüklüdürler. Şiirle söylenip sazın telleriyle dökülürler su gibi, ırmak gibi. Riyasız, hesapsız deyiverirler yüzüne yalan dünyanın.

“Vay dünya, dünya, yalansın dünya / Yalan ile yalan olansın dünya / Can ile cananı alansın dünya, alansın dünya / Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya” (Sadık Doğanay) [1]

Bir şairin deyişiyle “şiirin hası” vardır türkülerde. “Şairim / Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım” diyor şair/ressam Bedri rahmi Eyüboğlu.[2] Ama o bile “Ne zaman bir köy türküsü duysam / Şairliğimden utanırım” demiş. Haklı, şu dizeye bir bakar mısınız. 

“Cahildim dünyanın rengine kandım / Hayale aldandım boşuna yandım” (Neşet Ertaş) [3]

Kaynak kişi, derleyen ve söyleyen bir usta, bozkırın tezenesi. Belli ki “Seni ilelebet benimsin sandım” dediği sevdiğinden çok canı yanmış. Dünya gibi, renkli, cazibeli ama bir o kadar da aldatıcı, yalan. O gün bu gündür ustanın sesi Kırşehirden böyle yankılanıyor. Hem sazının hem sözünün hakkını vererek. Söyleyin bir sevda bundan daha güzel nasıl anlatılabilir ? “Gözyaşım sen oldun kahirim sensin / Evvelim sen oldun ahirim sensin.” 

Evet sevda derin, ama dünya da bir o kadar yalan. Neşet usta bir başka türküsünde “Alamadım eyvah muradım kaldı / Ben gidip ellere kalan dünyada / Ah yalan dünyada yalan dünyada / Yalandan yüzüme gülen dünyada” diyor bu yüzden. Muratlarını alamadığı bu dünyadan şikayeti var.

Bakın söz ve türkü ustası Pir Sultan Abdal [4] da bir taraftan “dünya bizim” derken “yalan dünya bizim olsa ne fayda ?” da diyebilenlerden. “Pir Sultan Abdal'ım çıktık oturduk / Kaza lokmasını burda yetirdik / Dünya bizim diye çektik getirdik / Yalan dünya bizim olsa ne fayda” 

Dünyanın yalanlığı genellikle “felek” tabiriyle anlatılır. Felek sözlükte “Dünya, alem, talih, baht” gibi anlamlara geliyor. Ancak Ziya Paşa’nın [5] deyimiyle onun meşrebi “döneklik” tir. Neşet ustada olduğu gibi renkli olmasına kapılmamak gerekir. Zira “Pek rengine aldanma felek eski felektir / Zîrâ feleğin meşreb-i nâsâzı dönektir”

Söz dünya ise, onun “felek” liğine dair söylenecek çok söz var. Musa Eroğlu [6] da böyle sazını sözünü esirgemeyenlerden. Hem güzel, hem derin. İşte buyrun:

“Bu Dünyanın Direği Yok / Merhameti Yüreği Yok / Kılavuzun Gereği Yok / Yolun Sonu Görünüyor”

Birdenbire ürperiyorsunuz. “Kılavuzun Gereği Yok / Yolun Sonu Görünüyor” diyen ses bir uyarı, bir çağrı gibi. Bir kere daha yalan dünyaya aldanmamak gerektiği anlatılıyor. Kimse dünyada kalıcı değil, baksanıza dünyanın bile direği yok. Boşlukta dönen bir gemi gibi. 

Anonim bir söz bu hali tasvir etmiş kendince “İbret gözüyle bakın dünya misafirhanedir / Bir mukim insan bulunmaz ne tuhaf bir hanedir.” İki kapılı, geçici bir misafirhaneye benzetilmiş dünya. Gelen gidiyor, kalanı yok, ne tuhaf bir hane ?

Söz bu noktaya gelince “Sultan-üş Şuara” en güzel anlatanlardan biridir faniliği. İnsanın bu tabii deveran karşısında acizliğini, çaresizliğini. “Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; / Tek nokta seçemez dünyadan nazar. / Yerinde mi acep, ölü ve mezar? / Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? / Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?”(Necip Fazıl Kısakürek) [7]

Üstad Çile adlı şiirinde de devam eder bu dünya tanımlamasına. Zordur onu anlamak, anlatabilmek ama o anlayıp, bir sonuca varabilenlerdendir. “Bu nasıl bir dünyâ, hikâyesi zor; / Mekânı bir satıh, zamânı vehim./ Bütün bir kâinat muşamba dekor,/ Bütün bir insanlık yalana teslim.” 

Anlamayanlara bu kez de anlayabileceği örnekler veriyor Pir Sultan Abdal, kendine hitap ederek. “Hüma kuşu suya düştü ölmedi, / Dünya Sultan Süleyman'a kalmadı. / Dedim yâre gidem nasip olmadı, / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.” 

Neticede "anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az" denilmiş, öyle değil mi ?

----------------------------
[1] Sadık DOĞANAY Zile'nin Yücepınar Köyü'nde1933 yılında doğmuştur. Sefil Kemterî diye bilinen büyük âşığın torunu, Sefil Edna'nın yeğenidir. Âşık geleneğinden gelen bir ailenin ferdidir. O, Zile'nin Veysel'idir. Çünkü Âşık Veysel gibi âmâdır. Birçok eseri TRT repertuarında yer almış, birçok sanatçı onun türkülerini söylemiştir. Otuz dört yıl önce 1979 yılının Ocak Ayı’nın 23. günü vefat etmiştir. 
[2] Bedri Rahmi Eyüboğlu 1913 yılında, Görele'de doğdu. İlk şiirlerini lise yıllarında yazdı. Trabzon Lisesi’nde okurken, öğrencisi, olduğu ünlü ressam Zeki Kocaemmi’nin yönlendirmesi sonunda, İstanbul'a giderek, Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Mezun olduktan sonra Fransa'ya gitti. İki yıl, Paris'te eğitim gördü. Türkiye'ye döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisi'nin Resim Bölümü'nde öğretim üyesi olarak göreve başladı. Eyüboğlu; resim çalışmaları ile 1969 yılında, Sao Paulo Bienali'nde onur madalyası kazandı. Çok sayıda öğrenci yetiştiren ve bir çocuk babası olan Eyüboğlu; 1975 yılında öldü. 1927’de başladığı resim öğretmenliğini ise ölümüne kadar sürdürmüş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir.
[3] Neşet Ertaş 1938 yılında Çiçekdağı Kırşehirde doğmuş Türk ozanıdır. Abdal müzisyen olarak tarif edilir. Bozkırın Tezenesi olarak bilinen Kırşehir Abdallarındandır. Babası saz ustası Muharrem Ertaş, annesinin adı da Döne hanımdır. Çocukluğu köyde geçmiştir. Neşet Ertaş 1950 yılının sonlarında İstanbul'a gelip babası Muharrem Ertaş'a ait bir türkü olan Neden Garip Garip Ötersin Bülbül adı ile ilk plağını çıkarmıştır. Beğenilen bu plağı diğer plak ve kasetler izlemiştir. Daha sonra Ankaraya yerleşmiş ancak yaşadığı sağlık sorunları sebebiyle Almanya'ya gitmiştir. Çocuklarının eğitimi ve sanatsal çalışmaları sebebiyle Almanya'da uzun bir süre kaldıktan sonra 2000 yılında tekrar Türkiye'ye dönerek İstanbul'da verdiği konserle sahne hayatına yeniden dönmüştür. Devlet sanatçılığı ünvanını reddetmiş, halkının sanatçısı olarak bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul etmiştir. Neşet Ertaş 25 Eylül 2012 Tarihinde izmir'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir.
[4] Pir Sultan Abdal, 16. yüzyılda yaşamış, Türk-Alevi halk şairi ve ozanıdır. Asıl adı Haydar'dır. Yaşamının büyük bölümü Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır bucağına bağlı Banaz köyünde geçti. Ölümünün, 1547-1551 ya da 1587-1590 yılları arasındaki bir tarih olduğu sanılıyor.Pir Sultan Abdal, şiirlerinde Allah, İslam Peygamberi Muhammed, Ali, On İki İmam ve Ehl-i Beyt sevgisini sıkça işlemiştir. Ayrıca sosyal konulara da yer vermiş ve bunları birer sosyal uyarı niteliğinde işlemiştir. Çoğu şiirini nefes tarzında ilahilerle yazmıştır. Alevi bir şair olduğundan Hakk-Muhammed-Ali izinde yürümüştür. Alevi gelenekleri ile dergâh ortamında yetişmiştir. Dolayısıyla bir derviş olarak toplumu ilmiyle ve aklıyla bilgilendirmiştir. Tekke ve tasavvuf'un kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine seslenebildi. Medrese öğrenimini Erdebil'de görmesine rağmen, diğer bazı halk şairlerinin tersine, Divan Edebiyatı'ndan hiç etkilenmemiştir. Pir Sultan Abdal, Aleviler arasında Yedi Ulular olarak bilinen Yedi Ulu Ozan'dan birisidir.
[5] Ziya Paşa, (d. 1825, İstanbul - ö. 17 Mayıs 1880, Adana) Türk yazar, şair ve devlet adamı. Asıl ismi "Abdülhamid Ziyaeddin" dir. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin en önemli devlet adamlarından birisidir ve en çok eser veren Tanzimat çağı yazarlarındandır. Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte “batılılaşma” kavramını ilk defa ortaya atan Osmanlı aydınları arasında yer alır. Sultan Abdülaziz döneminde Avrupa'ya kaçarak Genç Osmanlılar arasına katılmış ve gazete çıkararak devrin hükümeti ile mücadele etmişti; yurda dönüşünde çeşitli valiliklerde bulunmuş ve son görev yeri olan Adana'da hayatını yitirmiştir.
[6] Musa Eroğlu 1944 yılında İçel'in Mut İlçesinde doğmuştur. Küçük yaşlarda müziğe ilgi duyarak bağlama çalmaya başlamış, Arif Sağ ve Muhlis Akarsu ile birlikte başladığı, daha sonra Yavuz Top’un da katılımı ile genişleyen "Muhabbet" seri albüm çalışmaları 1980 sonrasında Türk halk müziğinin geniş kitlelere yayılmasında önemli katkı sağlamıştır. 1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını alan Musa Eroğlu, müzik çalışmalarına devam etmekte ve Kültür Bakanlığı'nda Halk Kültürleri ve Oyunları konusunda uzman ve araştırmacı olarak görev yapmaktadır.
[7] Necip Fazıl Kısakürek, ünlü türk şair, yazar ve fikir adamı. Necip Fazıl, 1904 yılında istanbul'da doğmuş ve 1984 yılında yine istanbul'da ölmüştür. 2o yaşındayken yayınladığı "Kaldırımlar" adlı şiir kitabıyla tanınmıştır. Ancak Necip Fazıl'ın, 1934 yılında Abdulhakim Arvasi ile tanışması hayatındaki en büyük dönüm noktasıdır. Büyük Doğu Hareketi'ni başlattığı Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ile birkaç yılda bir hapse mahkûm oldu.1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü'nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) unvanını kazanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder