Yapmayı öğrenen çocuk
Yazmak benim için yeni bir şey değil. Bu tutkum, daha ortaokul öğrencisiyken hatıra defterleriyle başlamıştı. Lisede kompozisyon dersleri en çok sevdiğim dersler arasındaydı. Yazdıklarım okunur ve beğenilirdi. Bunu bilirdim. En önemlisi onların sadece not için olmadığının da farkındaydım.
"Şiir ve İnşa" başlıklı bir okuma parçası hala hatırımdadır. Bu makalede, Ziya paşa şiir ve düzyazı ile ilgili görüşlerini yazmıştı. Milli bir dil, milli bir şiir ve milli bir nesirden bahsediyordu. Gerçi o gün sadece bu başlık için Edebiyat hocamızdan mükellef bir dayak yemiştik ama, makalenin beni yazma ve onun tekniğiyle ilgili yeni ufuklara yönelttiğini söylemeliyim. İşte yazmanın bir tür "yapmak" olduğunu ilk o zamanlar anlamıştım.
Oralarda ekilen tohumlar önce duvar gazetelerinde, sonra da bazı gençlik dergilerinde boy verdi. Yazılarımdan birkaçı bazı gazetelerin okuyucu sayfalarında bile yayınlandı.
"Şiir ve İnşa" başlıklı bir okuma parçası hala hatırımdadır. Bu makalede, Ziya paşa şiir ve düzyazı ile ilgili görüşlerini yazmıştı. Milli bir dil, milli bir şiir ve milli bir nesirden bahsediyordu. Gerçi o gün sadece bu başlık için Edebiyat hocamızdan mükellef bir dayak yemiştik ama, makalenin beni yazma ve onun tekniğiyle ilgili yeni ufuklara yönelttiğini söylemeliyim. İşte yazmanın bir tür "yapmak" olduğunu ilk o zamanlar anlamıştım.
Oralarda ekilen tohumlar önce duvar gazetelerinde, sonra da bazı gençlik dergilerinde boy verdi. Yazılarımdan birkaçı bazı gazetelerin okuyucu sayfalarında bile yayınlandı.
Şimdi hatırlıyorum da ilk yazım şimdi rahmetli olmuş bir siyasi lider hakkındaydı. İnanmıştım, yazı o günkü hesapsız samimi düşüncelerimi yansıtıyordu. Gazeteyi elime alıp okuduğumda iki şeyi çok iyi hatırlıyorum. Tabi ki biri yazdığımın basılmasıydı. Sevinçten ne yapacağımı bilememiştim. Çevremdeki herkese gösteriyordum. Yetmedi makasla kesip saklamıştım. Şimdi nerelerde, hangi dosyaların içinde sararmış bükülmüş duruyordur bilemem. Belki de çoktan yitip gitmiştir. Yıllar oldu görmüş değilim. Kalıcı olan o değilmiş anladım.
O gün yaşadığım ikinci duygu çok daha kalıcıymış. Heyecanla üzerinde yeteri kadar düşünmemişim. Ancak, kelimelerin gücünü anlamış, düşüncelerin kağıda geçirilmesindeki çekici cazibeyi fark etmiştim. Yazmanın üretmek demek olduğunu zamanla daha iyi anlayacaktım.
68 kuşağı oldukça popülerdir. 70'li yılların gençliği nedense atlanarak birdenbire 80'lere geçiliverir. O acılı dönem hatırlanmak bile istenmez. Zaten biz bile kendimize "kaybolmuş nesil" demiyor muyduk ?
Gençlik dönemimiz halk tabiriyle "anarşik" yıllardı. Herkes bir yana savrulmuş, diğer taraflara ateş püskürüyordu. Nihayet bağırıp çağırmak da yetersiz kaldı. Konuşma sırası silaha, bombaya gelmişti.
O günler, her gün onlarca genç insanın öldüğü, acıların iflah olmaz bir kanser yarasına dönüştüğü yıllardı. Etrafı kan ve ölüm sisi kaplamış, göz gözü görmez hale gelmişti. Akıllar tutulmuş, yürekler dağlanmıştı.
Çok şükür ki, biz Rabbim nasip etmiş elimizi silaha sürmemiştik. Hiç bir şekilde akan kana bulaşmamıştık. Okumak, yazmak, dinlemek hem sığınağımız hem de silahımız olmuştu o dönem. Benim ve benim gibi düşünenlerin mücadelesi, davası yoktu sanılmasın. Bizim çıktığımız yol önce kendimizi "inşa" sonra da ülkemize, milletimize "hizmet" etmeye ayarlanmıştı.
Edebiyata, sanata, şiire merak sarmam aynı döneme rastlar. İktisat okuyordum ama fotoğraftan, tiyatroya hatta sinemaya kadar bazı görsel sanatlarla yakından ilgilendim. Ama amaç bu araçlar yoluyla ülkeye nasıl katkıda bulunabilirim kaygısıydı. Yani "yapma" davasıydı peşinde olduğumuz. Bu yüzden okumaya, yazmaya devam ettim inançla.
O günler, her gün onlarca genç insanın öldüğü, acıların iflah olmaz bir kanser yarasına dönüştüğü yıllardı. Etrafı kan ve ölüm sisi kaplamış, göz gözü görmez hale gelmişti. Akıllar tutulmuş, yürekler dağlanmıştı.
Çok şükür ki, biz Rabbim nasip etmiş elimizi silaha sürmemiştik. Hiç bir şekilde akan kana bulaşmamıştık. Okumak, yazmak, dinlemek hem sığınağımız hem de silahımız olmuştu o dönem. Benim ve benim gibi düşünenlerin mücadelesi, davası yoktu sanılmasın. Bizim çıktığımız yol önce kendimizi "inşa" sonra da ülkemize, milletimize "hizmet" etmeye ayarlanmıştı.
Edebiyata, sanata, şiire merak sarmam aynı döneme rastlar. İktisat okuyordum ama fotoğraftan, tiyatroya hatta sinemaya kadar bazı görsel sanatlarla yakından ilgilendim. Ama amaç bu araçlar yoluyla ülkeye nasıl katkıda bulunabilirim kaygısıydı. Yani "yapma" davasıydı peşinde olduğumuz. Bu yüzden okumaya, yazmaya devam ettim inançla.
Sonra nasıl olduysa memur oldum. Bilinçli bir seçim değildi. Çok farklı bir alanda oldukça inişli çıkışlı bir yaşamım oldu. Belki eskisi kadar okuyamadım, yazamadım. Lafın gelişi zorlu bir mücadele içinde hayatı yazmakla meşguldüm diyelim.
Okuduğum şeyler yönetmelik, genelge vs. bol bol yazdığım şeylerse resmi yazılar ve raporlardı. Okulda en sevmediğim ders muhasebeydi. Büyük konuşmamak lazımmış; ilk paramı ondan kazandım, ömrümün 35 yılı onunla ve rakamlarla geçti. Memuriyette sıkı bir muhasebeci, iş yaşamımda farklı bir yönetici oldum.
Okuduğum şeyler yönetmelik, genelge vs. bol bol yazdığım şeylerse resmi yazılar ve raporlardı. Okulda en sevmediğim ders muhasebeydi. Büyük konuşmamak lazımmış; ilk paramı ondan kazandım, ömrümün 35 yılı onunla ve rakamlarla geçti. Memuriyette sıkı bir muhasebeci, iş yaşamımda farklı bir yönetici oldum.

Bu arada yazarlık başka kılıklara girdi. Yıllık bilançolar, tablolar bana elime doğan evlatlarım gibi geldi. Rakamları sadece kullanmadım, onları yorumladım da. Grafiklerle dillendirdim. Okunsun okunmasın böyle yüzlerce rapor yazdım çalıştığım kurumlar için.
Velhasıl kağıt kokusu, kalem cızırtısı, daktilo tıkırtısı eksilmedi yaşamımdan. Okuma yazma üstü küllenmiş bir kor gibi uzak düşmedi zihnimden. Nihayet şimdi emekliyim. Özgürüm, herhangi bir amire ya da kuruma bağlı değilim. Sorumluluğunu taşıdığım bir personel de bulunmuyor. Kendimi sıkmama, frenlememe de gerek yok. Artık onca sene ötelediğim, sevdiğim şeyi yapabiliyorum.
Bol okumak, araştırmak, öğrenmek ve çokça yazmak. Okudukça, yazdıkça da yenilenmek, çoğalmak. Yazarak dünyalar kurmak, o dünyaları herkesle paylaşabilmek. İçimdekileri açmak; yüreğimi, düşüncelerimi hayallerimi anlatabilmek için şimdi önümde hiçbir engel yok. Yapmak için yazmak. İşte benim için bütün hikaye bu.
Küçükken köy evimizin bahçesinde eski çiviler, kiremit parçaları bulurdum. Sanırım evimiz eskiden orada olan bir yapının kalıntıları üzerine yapılmış. Onlardan kendime bir oyun kurardım. Çivileri toprağa sıralı dizince bahçe gibi olurdu. Üstüne yanına kiremit parçaları konduğunda ise eve benzerdi.
Annem babam sorarmış "Oğlum ne yapıyorsun ?" Verdiğim cevap bir çocuk için oldukça ciddi: "Dag yapıyorum !" Elimdeki taşla "tak, tak" vurarak onları toprağa çakıyorum ya, işte "dag yapmak" ondan.
Annem babam sorarmış "Oğlum ne yapıyorsun ?" Verdiğim cevap bir çocuk için oldukça ciddi: "Dag yapıyorum !" Elimdeki taşla "tak, tak" vurarak onları toprağa çakıyorum ya, işte "dag yapmak" ondan.
Bu işi bazen samandan da yapıyordum. Komşu annenin arka bahçesinde kule haline getirilmiş saman yığınları vardı. Benim için harika bir oyun alanıydılar. Atlamak, yatmak, hoplamak ve oynamak için saman çok uygundu. Ayrıca, içi oyulabiliyor küçük evcikler de yapılabiliyordu.
Bir gün işi biraz fazla abartmışım. Oyduğum bir mağaracığa küçük dal parçaları doldurarak fırın yakmaya kalktım. Kibriti çakınca saman parlayıverdi tabi. Kısa pantolon ve naylon sandalet ayakkabıyla denedim olmadı. O benim küçük ateşim saniyeler içinde genişlemiş alevler artık boyumu geçmişti. Tabana kuvvet eve kaçtım.
Bir gün işi biraz fazla abartmışım. Oyduğum bir mağaracığa küçük dal parçaları doldurarak fırın yakmaya kalktım. Kibriti çakınca saman parlayıverdi tabi. Kısa pantolon ve naylon sandalet ayakkabıyla denedim olmadı. O benim küçük ateşim saniyeler içinde genişlemiş alevler artık boyumu geçmişti. Tabana kuvvet eve kaçtım.
Öğleden sonra uykularını hiç sevmezdim. Babam bahçede odun kesiyormuş. Alel acele anneme uyuyacağımı söyleyip üzerimi örttürdüm. Aklımca saklanmıştım. Biraz sonra gürültüler arttı. Yangın büyümüş, komşu annenin ahırlarına sıçramış, neredeyse evler yanacakmış.

Söndürmek için bütün köylü seferber olmuş, tabi babam da. Ben korkudan uyumuşum. Annemin sarsmasıyla uyandım. Çok şükür yangın söndürülmüş. Ama yangını benim çıkardığımı da öğrenmişler. Meğer yan bahçelerde çalışan biri benim oralarda oynadığımı görmüş.
Annem doğru dışarda bekleyen babamın yanına götürdü beni. O günden sadece babamın kızgın halini, elindeki baltayı ve duyduğum korkuyu hatırlıyorum.
Böyle "yakma" sakarlıkları dışında oyun da olsa "yapmak" çocukluğumun en güzel anıları arasında. Mesela Başköyde o zamanlar bol bol ayçiçeği ekimi yapılırdı. Gündöndü dediğimiz bu bitkinin saplarından iyi araba olur. Özü kazındığında yeşilden kahverengiye dönmüş saplardan kayış gibi bir malzeme çıkar ki oldukça kullanışlıdır. On santim boyunda yıldız şeklinde birbirinin içinden geçirilmiş üç sapın üstüne geçirildiğinde ise gayet güzel bir tekerlek elde edilir.

Söndürmek için bütün köylü seferber olmuş, tabi babam da. Ben korkudan uyumuşum. Annemin sarsmasıyla uyandım. Çok şükür yangın söndürülmüş. Ama yangını benim çıkardığımı da öğrenmişler. Meğer yan bahçelerde çalışan biri benim oralarda oynadığımı görmüş.
Annem doğru dışarda bekleyen babamın yanına götürdü beni. O günden sadece babamın kızgın halini, elindeki baltayı ve duyduğum korkuyu hatırlıyorum.
Böyle "yakma" sakarlıkları dışında oyun da olsa "yapmak" çocukluğumun en güzel anıları arasında. Mesela Başköyde o zamanlar bol bol ayçiçeği ekimi yapılırdı. Gündöndü dediğimiz bu bitkinin saplarından iyi araba olur. Özü kazındığında yeşilden kahverengiye dönmüş saplardan kayış gibi bir malzeme çıkar ki oldukça kullanışlıdır. On santim boyunda yıldız şeklinde birbirinin içinden geçirilmiş üç sapın üstüne geçirildiğinde ise gayet güzel bir tekerlek elde edilir.
Gerisi hayal gücüne ve yeteneğe kalmıştır. Kağnı mı, kamyon mu, otobüs mü ? Ön dingile monte edilmiş uzun bir mil, ucuna da tekerleğin büyüğü bir direksiyon taktın mı, oldu sana bir araba. Akşam üstü köy meydanı arabalarını birbirine gösterip caka satan çocuklarla dolar.
Köy çocuğunun cebinde, elinde çakı eksik olmaz. Bir çakı ve biraz saptan neler çıkar inanamazsınız. Bütün bunlar "yapma" ile ilgilidir. Zaten hayvan güden, tarlada ormanda çalışan çocuk yıkmayı, yakmayı bilmez.
Köy çocuğunun cebinde, elinde çakı eksik olmaz. Bir çakı ve biraz saptan neler çıkar inanamazsınız. Bütün bunlar "yapma" ile ilgilidir. Zaten hayvan güden, tarlada ormanda çalışan çocuk yıkmayı, yakmayı bilmez.

AVM vardı da biz mi gitmedik. Köy bakkalı yumurta karşılığı çocukları bir iki kilometre bisikletle götürüp getiriyordu. Tüketmeye değil üretilen şeylerin değiş tokuşuna dayalı bir yaşamdı.
Çocuk gözüyle boyum kadar yayın balığını eşeğin heybesinden çıkarıp bir teneke kepek karşılığı satan adam bugün gibi hatırımda. Babam onu yüksek bir yere kancayla asmış derisini yüzmüştü. Ulubat gölü kıyısından her geçişimde çocukluğumun bir kısmının geçtiği o köyü ve balık satıcısını hatırlarım. Sudan değer çıkaran, karşılık olarak aldığı kepekle hayvan yetiştiren, kısaca "yapan" üreten bir adamdı.
Radyoda yurttan sesler dinlerdik. Muzaffer Akgün'ün gür sesi o günlerden yüreğime işlemiş. Neriman Altındağ Tüfekçi'den türküler hala kulağımda. Türküyle güne başlayan, çalışan, türküyle oynayıp eğlenen insanlar arasında gözümü açtım ben. Türküleri hala severim.
Radyoda yurttan sesler dinlerdik. Muzaffer Akgün'ün gür sesi o günlerden yüreğime işlemiş. Neriman Altındağ Tüfekçi'den türküler hala kulağımda. Türküyle güne başlayan, çalışan, türküyle oynayıp eğlenen insanlar arasında gözümü açtım ben. Türküleri hala severim.
O gün için teknolojinin görünen yüzü radyoydu benim için. Babamsa yukarda asılı aynayı gösterip "Bir gün gelecek bu radyoda gördüğümüz insanları da görebileceğiz" demişti hiç unutmuyorum. Allah rahmet etsin geleceği görebilen ufku açık bir insandı.
Çok şükür ki Kur'an okunan bir evde büyüdüm. Daha beş yaşında Kur'an okumayı öğrendim. Babamla birlik camide namaz kıldım, müezzinlik yaptım. Onlar hem dünyalarını hem ahiretlerini "yapan" insanlardı.
Tek kanatla uçulmayacağını, yol almak için iki kanat gerektiğini işte o çocukluk günlerimde öğrendim ben. Aslında yapmanın mayası çalınmıştı minik bedenime. Çok şükür ki aslını inkar eden haramzadelerden olmadım. Yazmam da bu yüzden; hayatıma renk katan, yönlendiren küçük ama büyük şeylere vefa borcum var benim.
Duyulsun, bilinsin istedim. Hislerimin karşılıksız olmadığına da yürekten inanıyorum.
Çok şükür ki Kur'an okunan bir evde büyüdüm. Daha beş yaşında Kur'an okumayı öğrendim. Babamla birlik camide namaz kıldım, müezzinlik yaptım. Onlar hem dünyalarını hem ahiretlerini "yapan" insanlardı.
Tek kanatla uçulmayacağını, yol almak için iki kanat gerektiğini işte o çocukluk günlerimde öğrendim ben. Aslında yapmanın mayası çalınmıştı minik bedenime. Çok şükür ki aslını inkar eden haramzadelerden olmadım. Yazmam da bu yüzden; hayatıma renk katan, yönlendiren küçük ama büyük şeylere vefa borcum var benim.
Duyulsun, bilinsin istedim. Hislerimin karşılıksız olmadığına da yürekten inanıyorum.