O devirlerde hacca
deve ile gidilmektedir. Develerin sırtında mahmil ismi verilen, iki kişinin
rahatça yolculuk edebileceği semerleri
vardır. İşte Nabi ile Paşa da böyle bir deve de yolculuk ederler.
Nabi'nin kalbi,
Resulullah aşkıyla yanmaktadır. Seher vakti kafile Medine’ye yaklaşınca,
zirveye çıkar, ondaki bu muhabbet. Nabi, Peygamberin kabrini ziyaret edeceğim
diye heyecanlanmaktadır ama, mahmilin öbür tarafında ayakları kıblede Paşa yatmış uyumaktadır. Bu
durum Nabi yi mütessir eder. İki cihan güneşi bulunduğu topraklara geldik.
Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz. Böyle yatmak hiç münasip olur mu? diye
düşünür ve bu heyecanla dudaklarından onu uyandıracak yüksek bir sesle hemen, O
anda, şu mısralar dökülür:
Sakın terk-i
edepten, kûy-ü mahbub-u Hüdadır bu / Nazargah-ı ilahidir,
makam-ı Mustafa’dır bu.
Müraatı edep’le, gr
Nabi bu dergaha / Mutaf-ı kudsiyandır,
busegah-ı enbiyadır bu.
Nabi farkında
olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz
yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Paşa uyanır."Nabi ne oldu,
ne söylüyorsun" der. Nabi de: "Efendim, Peygamberimizin kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik
de, bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim." Paşa da hatasını anlayıp,
doğrulur hemen. Ve Nabi’ye sorar:"Ne zaman yazdın bunu? İkimizden başkaca,
bunu duyan oldu mu?" "İlk defa söylüyorum." Bu cevabı duyunca,
Paşa rahat bir nefes alır.
"Aman
Nabi, ne olur aramızda kalsın, duymasın
başka biri bunu."
Abdest alıp Medine
sokaklarında Ravza-i Mutahharaya doğru yürürler. Ezan vakti, mescid-i Nebeviye
varırlar. Bu esnada bakarlar ki,
Mescid-i Nebî’deki bütün minârelerden
müezzinler hepsi birden Nâbî’nin, “Sakın terk-i edebden…” diye başlayan nâtını
okuyorlar.
Sakın terki edepten
kûy-ü mahbubu Hüda’dır bu / Nazargah-ı ilahidir,
makam-ı Mustafa’dır bu.
Şaşkınlıkla durup dinlerler. Hayretten dona kalmışlardır.
Paşa Nabi ye sorar."Nabi bu hal nedir?" Nabi de:
"Bilmiyorum" der.
Her ikisi de sükût
ederler ve sabah namazını kıldıktan sonra, namaz kıldıkları câminin müezzinini
bulurlar. Nâbî, müezzine:"Allah aşkına, Peygamber aşkına ne olursun söyle!
Ezândan önce okuduğun nâtı kimden, nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorar.
Fakat müezzin bir türlü söylemez. Ne kadar ısrar ederse de "Söylemem,
kafamı kesseniz de söylemem!" deyince:"Ama, der Nabi, Bunları biraz
önce ben söyledim. Sana kim söyledi." Bu sefer müezzinin tavrı ve şekli
değişir, heyecanla:"Senin ismin Nabi mi?" der. "Evet"
cevabını alınca müezzin Nabi nin ellerine, boynuna sarılır.
Bu dehşetli manzarayı
seyreden Paşa, dayanamayıp:"Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu,
Allah aşkına söyle"der.
Müezzin rüyasını
anlatır:"Efendim, Resûl-i ekrem bu gece Mescid-i Nebî’deki bütün
müezzinlerin rüyâsını şereflendirerek buyurdu ki: "Ümmetimden Nâbî isimli biri
beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah
ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak, Medîne’ye girişini kutlayın.” İşte biz de,
Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye
koştuk ve Resulullah’tan öğrendiğimiz bu şiiri
hep birlikte okuduk."
Nâbî
ağlayarak;"Sâhiden Nâbî mi dedi? O iki cihân Peygamberi, Nâbî gibi bir
zavallıyı ve günahkârı, ümmetinden saymak lütfunu gösterdi mi?” der.
"Evet" cevâbını alınca da, sevincinden kendinden geçer ve sevinç
gözyaşları içinde şiirini tamamlar.
Na't
Sakın terk-i edebden
kûy-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu / Nazargâh-ı İlâhî'dir
Makâm-ı Mustafâ'dır bu
(Edebi terketmekten
sakın! Zîrâ burası Allahü teâlânın sevgilisi olan Peygamber efendimizin
bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i ekremin makâmıdır.)
Habîb-i Kibriyâ'nın
hâbgâhıdır fazîletde / Tefevvuk kerde-i
Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ'dır bu
(Fazîlet yönünden
düşünülürse, Allahü teâlânın arşının en üstündedir. Yaradılmışlar, iki gözünü
körlükten açtı. Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren sürmedir)
Bu hâkin pertevinden
oldu deycûr-ı adem zâil /Amâdan içti mevcûdât
çeşmin tûtiyâdır bu
(Bu mübârek yerin
mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Burası
Cenâb-ı Hakk’ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir.)
Felekde mâh-ı nev
Bâbü's-Selâm'ın sîneçâkidir / Bunun kandîlî Cevzâ
matla-ı nûr u ziyâdır bu
(Gökyüzündeki yeni ay,
O’nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O
peygamberin nûrundan doğmaktadır.)
Mürâât-i edeb
şartıyla gir Nâbî bu dergâha / Metâf-ı kudsiyândır
busegâh-ı enbiyâdır bu
(Ey Nâbî, bu dergâha
edebin şartlarına riâyet ederek gir. Zîrâ burası, büyükmeleklerin etrâfında
pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf yeridir.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder