18 Aralık 2019 Çarşamba

18 Aralık 2019 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı140..................................Yörsan depremi

Yörsan depremi

Olacak olan oldu ve bir yıl evvel süt üreticilerine ve tedarikçilerine borçlarını ödeyemediği için Susurluk Asliye Hukuk Mahkemesine konkordato talebinde bulunan Yörsan’ın üzerindeki kara bulutlar dağıtılamayınca bu kez de iflas başvurusunda bulunuldu. Türkiye'nin önde gelen süt ve süt ürünleri üreticisi Yörsan Gıda'nın iflası için mahkemeye dilekçe verilmesi işçileri Susurlukta adeta bir deprem etkisi yaptı. İşsiz kalacaklarından ve ücretlerini alamayacaklarından korkan işçiler fabrika önünde toplanıp basın açıklaması yaptılar ve Balıkesir milletvekillerinden yardım istediler.

Yörük ailesi Yörsan’daki çoğunluk hisselerini 2014’de fon şirketi The Abraaj Group’a satmış, küçük ortak olarak kalacak şekilde şirket yönetimden de ayrılmıştı. Ocak 2018 tarihli ticaret sicil gazetesine göre Yörsan’ın yüzde 96 hissesi Abraaj Grubu’nun kontrolündeki Dairy Fresh Süt Ürünleri Ve Gıda Yatırımları San. Ve Tic. AŞ’ye, kalan hisse ise Yörsan ailesine ait. Daha önce de Şerafettin Yörük ile Abraaj’ın davalık oldukları duyulmuştu. Bloomberg’in 3 ay önceki haberine göre Yörük, ‘adil olmayan sermaye artırımlarıyla şirketteki hisselerinin yüzde 20’den yüzde 3’e inmesine neden olunduğu’ gerekçesi ile yargı yoluna gitmişti. Ancak 2018 yılı Haziran ayında Birleşik Arap Emirlikleri sermayeli bir Dubai şirketi olan The Abraaj Group global ölçekte iflas edince Türkiye’deki fonlarını başka bir fon şirketi olan Amerikalı Colony Capital’e sattı. Türkiye’de 6 şirkette önemli yatırımları bulunan Dubaili Abraaj Gruop’un başı sahip olduğu fonlardaki kötü yönetim iddialarıyla zaten dertteydi. Bu sorunlar ona küresel ölçekte 2,4 milyar dolar büyüklüğünde bir fon sattırmış oldu. Şirket, Türkiye’deki fonlarının yanı sıra Latin Amerika, Sahra Altı Afrika ve Kuzey Afrika‘daki fonlarını da sattı. ABD’li Colony Capital tarafından satın alınan fonlar arasında 990 milyon dolarlık varlığa sahip Abraaj Afrika Fonu, 375 milyon dolarlık Abraaj Kuzey Afrika Fonu, 526 milyon dolarlık Abraaj Türkiye Fonu ve 545 milyon dolarlık Abraaj Latin Amerika Fonu bulunuyordu. Abraaj Group’un Türkiye’de de Biletall, Netlog, Fibabanka, Hepsiburada, Yörsan ve Republika olmak üzere 6 yatırımı vardı. Bunlardan Netlog halen Türkiye’nin en büyük lojistik şirketlerinden birisi. Bu hisselere de uluslararası karanlıklar prensi Soros’ın talip olduğu konuşuluyordu. Bu arada şirketteki sarsıntı Yörsan’ı da etkiledi ve konkordato ilan edildi. Bu arada geçen bir yıl içinde fabrika üretime devam etmesine rağmen devam eden ekonomik deprem atlatılamadı ve firma bu kez de iflasını istedi. 

Görüldüğü gibi sorun değil Susurluğu, Türkiye’yi de aşan dünya çapında bir sarsıntı ile ilgili. Muhtemelen çözümü de o ölçekte olacak. Dev fonlar arasında elden ele mi gezecek, yoksa milyarlarca dolarlık bir piyasada önemsiz bir yatırım olarak sonunda çöp sepetine mi atılacak? Bu noktada o fonların ulusal çapta, hele hele Susurluk bazında çözüm aradığını sanmıyorum. Ama Yörsan ülkemiz için önemli, Susurluk için hayati ölçüde daha da önemli. Yaşadığı bu zor günler atlatılamazsa 1979 yılında Susurluk’ta başlayan efsane 40 yıl sonra yine burada sönüp gitmiş olacak. Küçücük bir mandıradan doğan, beş yıl sonra 1984’de Türkiye’nin ilk beyaz peynir fabrikasına dönüşen, 10 yıl içinde ülkenin 500 büyük sanayi tesisi içine giren Yörsan ne yazık ki kapanacak. Elbette bunun Susurluk için çok derin insani, sosyal ve ekonomik sonuçları olur. Birbirini tetikleyen depremler gibi işçisinden esnafına, süt üreticisinden hayvancılığa, inşaat sektöründen Susurluğun marka değerine kadar pek çok alanda ağır tahribat yapacağı aşikâr. Tabi ki global para baronlarının değil Susurluk, Türkiye’yi dahi umursadıklarını sanmıyorum. Onlar için kesip atacakları kurtulacakları önemsiz bir yükten başka bir şey değil Yörsan. Yüzlerce kişi işsiz kalacakmış, süt üreticileri, nakliyeciler, esnaf ne olacakmış, böyle bir dertleri olmadı, olmaz, olmayacak da. Ama sadece ilçemizin sosyal ve ekonomik tahribatı anlamında değil, ülkemiz ekonomisi için de böyle bir üretim değerinin yok olması ağır bir darbe anlamına gelir.

Neden? Çünkü; süt bölgemizin ve tabi ki de Susurluğumuzun en öncelikli ürünlerinden biri. Balıkesir ili son yıllara kadar süt üretiminde 3. sıradaydı. Ülkemizin büyükbaş hayvan varlığının 500.000’den fazlası yani %3,7’si Balıkesir’de. Bunların içinde en büyük pay sığır cinsi hayvanlar. Altıeylül, Karesi, Bigadiç ve Gönen’le birlikte Susurluk da süt sığırcılığının öne çıktığı ilçelerden. Sadece Susurluk'ta yakın yıllarda 27304 baş sığır, 30000 baş koyun, 9000 baş keçi yetiştirildiği tespit edilmiş. Yıllık süt üretiminin ise 70 bin ton civarında olduğu kayıtlara geçmiş. Elde edilen çiğ sütten; içme sütü, yoğurt, ayran, tereyağı ve peynir gibi daha birçok süt ürünü elde ediliyor.
1964 yılında kurulan Yörükler Gıda Limited Şirketi 1979 yılında Susurluğa geldi.  1999 yılında Pastörize süt üretimine ve kültür peynirciliğine başlandı. Bir mandırada başlayan bu olağanüstü gayretlerin devamında 1984’te inşa edilen süt ürünleri fabrikasıyla birlikte Yörsan A.Ş de kurulmuş oldu.
Bu fabrika aynı zamanda Türkiye’nin ilk beyaz peynir fabrikasıydı. Üç yıl sonra 2002'de Susurluk’ta yeni bir fabrikanın temelleri atıldı. Ertesi yıl 2003'te Entegre süt ve süt ürünleri fabrikası kaliteli üretimiyle, Türkiye'nin en büyük süt ve süt ürünleri fabrikalarından biri olarak hizmete açılmıştı. Eski panayır yerinde 50.000 m2 açık 4.000 m2 kapalı alana kurulmuştu. Yapılan yatırımlarla 2002 yılında 55.000 m2lik kapalı alana ulaştı. Böylece 56.000 metrekareye yakın kapalı alan ve toplam 107.415 metrekarelik alanda süt ürünleri üretimine geçilmiş oldu. 

Bu tesislerde ilçemizin merkez, köyler ve çevre ilçelerden toplanan sütler işlenerek beyaz peynir, kaşar, tereyağ, ayran, pastörize süt, yoğurt ve meyve suyu üretildi. Yıllık ortalama 190 bin tona yakın süt alımı yaptı ve günlük 500 ton süt işleme kapasitesine ulaştı. Böylece hem Susurluğun süt hayvancılığının gelişmesine, hem de 500’ün üstünde istihdama katkı sağladı. Yörsan, süt ve süt ürünleri kategorisinde 200’e yakın çeşidiyle geniş bir ürün yelpazesine sahipti. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk kaymaklı tava yoğurdunu (2010) ve ev yoğurdunu (2014) da satışa sunan bir markaydı. 

1996’dan bu yana Türkiye’nin dört bir yanındaki güçlü satış ağıyla tüketicilerine ulaşabilen ulusal ölçekte dev bir kuruluşa dönüşmüştü.  Türkiye’de üretilen süt ve süt ürünleri geleneğinin sürekliliğini sağlamak, dünyaya tanıtmak ve sahip olunan bu kültür mirasına sahip çıkmak Yörsan’ın başlıca şirket politikası ve misyonu idi. 

İşte Susurluk bu muhteşem çıkışın sonrasında birdenbire önce stratejik satış, sonra da konkordato laflarını duydu. İlgili herkes öğrendi ki; konkordato, bir borçlunun ticari durumunun sarsılmış olmasıyla alacaklıların alacaklarını belli bir plana göre almaları konusunda kendi aralarında vardıkları ve mahkemece onaylanan anlaşma demekmiş. 

Susurluk asliye hukuk mahkemesi geçen yıl işte bu talebi kabul etmiş ve bir yıl süre vermişti. Dava dilekçesine göre, genel sıkıntıların şirketin mali yapısını olumsuz etkilediği belirtiliyordu. Genel sıkıntıların ülkemiz genel ekonomik seyrinde yaşanan bildik şeyler olduğunu sanıyorduk. Zincir marketlere satılan ürünlerin kâr marjındaki düşüş, akaryakıt nedeni ile artan lojistik giderleri ve kredi maliyetlerindeki yükselişler vs. gibi. 

Oysa şirketin mali dengesini bozan esas şey aslında küresel ölçekte Dubaili Abraaj Gruop’un kötü yönetiminden kaynaklanıyordu. Ama biz Susurluğa yansıyan yüzüyle görebiliyorduk meseleyi. Sarsıntı başlayınca, artçıları da gelir. Nitekim, konkordato talep eden Yörsan Gıda’ya yönelik hemen icra girişimleri başlamış, şirkete süt veren bir alacaklı 400 bin liralık alacağı nedeni ile Yörsan’a yönelik ihtiyati haciz kararı aldırmıştı.

Kanunlarımızda iflas, ‘tacir ya da tacir statüsündeki bir borçlunun artık borcunu ödeyememesi hali’ olarak tanımlanıyor. Günü gelmiş borçlarını ödeyemez duruma düşen, işlevini yerine getirememe durumu mahkeme kararıyla tespit ve ilan edilen tüccarın durumu oluyor. Kısmi icradan farklı olarak iflas ancak tacirler için söz konusu. Bir başka ifadeyle ancak tacirler, müflis duruma düşebiliyor. İflas kararını, müflisin veya alacaklıların talebi üzerine ilgili mahkeme veriyor. İflas, ticaret mahkemesince hakkında tasfiye kararı verilen bir borçlunun (müflisin), haczedilebilen bütün mal varlığının cebri icra yolu ile paraya çevrilip, bu paradan bilinen bütün alacaklarının tatmin edilmesini sağlayan toplu bir takip yolu.
 




İflas halinde borçlunun bütün mal varlığına el konuluyor. Mal varlığının hepsinin, borçların tamamına karşılık gösterilmesi söz konusu. Bir borç mükellefiyetinin, borçlu tarafından rıza ile ödenmemesi halinde, devletin zor kullanma yollarından biri olan iflas, cebri icranın bir başka çeşidi. Müflisin haczedilebilen bütün mal ve haklarından bir iflas masası oluşuyor. Ardından, iflas masasına giren bütün mallar iflas idaresince tasfiye edilip alacaklıların alacakları ödeniyor. Alacaklarda tahsil bakımından bir öncelik yok. 

Diğer taraftan, kanunlarımıza göre bir şirketin borçları alacaklarından fazla ve şirketin finansal verileri bozulmuş ise zaten iflasını istemekle yükümlü. Ayrıca iflasa karar verildiğinde iflas işlemlerinin yanı sıra bir de cezai bir durum söz konusu. Ülkemizde iflas etmiş her firma iflasın ne şekilde olduğunun tespiti için açılan bir yargılama sürecinden geçiyor. Şirketin kendi iflasını istememiş olması, İcra ve İflas Yasası’na göre suçtur ve bundan sorumlu olanlar, hapis cezası ile cezalandırılıyorlar.  Bu cezalarla yüzleşmemek için şirket iflasını istemeli veya iflas ertelemeye başvurmalıdır. 

Borçlu hakkında iflas kararı verilmesi üzerine tüm alacaklıların alacaklarını, hakkında iflas kararı verilen borçlunun malvarlığından isteyebilme hakları var. Bu noktadan sonra ailenin yeniden hisselere talip olması mümkün mü, fon idaresi elinde olan şirket ne yapacak, hükümet olaya müdahale edecek mi, göreceğiz. Süt üreticisi alacaklarını ne zaman nasıl alabilecek, çalışanların hakları güvence altına alınabilecek mi, bunlar sırada olan sorunlar.  

Ancak, hepsinden önemlisi Susurluk Yörsan’ın ölümünü tepkisiz kalıp sadece izleyecek mi, yoksa sahip çıkmanın çözümlerini mi arayacak. Sıkıntılı günler gelecek için sıçrama fırsatları da içerir. Önemli olan, Susurluk için sızlanmadan, şikâyetlenmeden; neyin iyi olduğunu, neyin olması gerektiğini ve ne yapılması gerektiğini kavrayıp harekete geçmek.

15 Aralık 2019 Pazar

15 Aralık 2019 Pazar 23:30 İİTİAksaray'da.............................................Muhasebe

Muhasebe

19 Mayıs 1976, Saraç İshak

Arkada kalan iki ayın muhasebesi özetle şöyle:

İstanbul'daki günlerim daha çok MTTB ile meşgul olmakla geçiyor. Şu ana kadar Genel sekreterlikte üç vazife ile uğraştım. İlki Sheraton otelinde verilecek MTTB yemeğinin davetiyelerinin -ki her biri 250-500TL idi- İstanbul'daki özel teşebbüs erbabına, umum müdürlüklerine satışı. Sonradan iptal edildi ama 10000TL ye yakın davetiyesini sattım. 

İkinci olarak, Milli Gençlik gecesinin dört kişilik tertip komitesinden biriydim. Burada vazifem programa çıkacak sanatçı, ekip vs. ile mukaveleleri tanzim ve gecede program akışını ve aksamamasını temin etmekti. Tabi gece sırasında başımdan hayli sıkıntılı  anlar geçti, ama başardım. Üçüncü vazifem Üniversite giriş imtihanı deneme imtihan komisyonu üyeliği idi. Burada da vazifem hala devam ediyor. Esas itibariyle İstanbul'daki imtihanın yürümesini temin, okullarla temas, mümeyyiz meselesi, imtihan günü organizesi vb. işlerle ilgiliyim. Komisyon başkanı Cemalettin abi. Netice olarak MTTB raporunu da bunlara eklersek hayli önemli vazifeler bunlar. Bu durum hakkımda müspet düşünüldüğünü mü ifade ediyor bilemiyorum. Bütün bildiğim önemli biri gibi davranmaları. Bu arada işaret etmem gereken bir nokta var. Gerek MTTB ve gerekse İslamî camiada bir otokritik dönemi başladı. Yer yer ülkücülerle çatışma haberlerinin geldiği böyle bir ortamda bu vakıanın hayırlı neticeler doğurmasını diliyorum. İnşallah fitneye yer verilmez. Ayrıca son İslam konferansı ve Ayasofya'da kılınan namazın düzende doğurduğu 'İRTİCA' korkusu ve saldırganlığının hedef aradığı bir dönemde çok dikkatli olmalıyız.

Mayısın 5'inde Susurluk'ta idim. Orada bir hafta kaldım. Bu süre içinde Susurluk Lisesi, MSP ve diğer özel işlerle uğraştım. Susurluk lisesi ile ilgili düşündüklerim tam manasıyla gerçekleşmedi. Gerçi hocalarla tanışıklığım var, talebelere test dağıtmak suretiyle MTTB'nin tanıtılmasına bir ölçüde çalıştım ama ne deneme imtihanı yapabildim, ne de talebelerle yüz yüze gelme imkanı bulabildim. Bütün tesellim seneye yapacaklarım için bir hazırlık yapmış olmak. MSP ile ilgili işler ise hayli önemliydi. Bir kere 12 Mayısta kongreler dışında şimdiye kadar en kalabalık bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda 'iş listesi' kesin hale kavuştu. Aşağı yukarı Susurluk köylerinin yarısının köy temsilcileri tespit edildi. Kongre delege listesi aşağı yukarı belirlendi. 13-15 Mayısta Balıkesir'e gelecek olan Ahmet Akçael'e bir rapor halinde gönderildi. Diğer özel işlere gelince; rahat ve sakin bir hafta geçirdim diyebilirim. Yeni dükkana Haziran sonunda girebilecekmişiz. Hayli geç oldu ama inşallah temiz olur. Evdeki evlenme meselesi her zamanki gibi ordan burdan sözlerle hiçbir neticeye ulaşmadan geçti. Daha da ne kadar sürecek bakalım. Aslında bu atışmalardan hoşlanmıyor değilim. Ama biraz da rahatsız oluyorum. Zamansız gibi…
…………
Ev arkadaşlarım Beyazıt'taki muhallebiciye gitmişlerdi. İrfan ve Kadirin eve dönmesi ile başlayan ve az önce biten hemen hemen 2 saati bulan bir sohbet yaptık. Kadirin beklemeli olduğu tarih kitabından başlayan sohbet, nice derin ve önemli meselelere dalıp çıktıktan sonra Yılmaz Güney'in senaryosunu yazdığı 'Bir gün mutlaka' adlı filme ve komünizmde nihayete erdi. Sanıyorum her üçünün de üzerlerinde epey etki bırakan bu konuşma esnasında ben de epeydir dolan enerji depomu deşarj etmiş oldum. İnşallah boşuna boğaz patlatmamışımdır. Sene başından beri Ziya'daki değişiklikler çok ümit verici. Kendisine açık açık konuştuğum ve hiç zorlamadığım halde maşallah odasındaki çıplak resimleri kaldırıp atacak, yerine Osmanlı padişahlarının posterlerini ve eski yazı hat tabloları asacak kadar şuurlu hale geldi. Allah çok çok daha sevindirici ve kurtarıcı merhalelere çıkarsın inşallah. İrfan ve Kadir'den şimdilik ümitli olamıyorum maalesef. Gerçi solcu olmaları imkansız ama davranışları müstakbel birer 'Kapitalist' gibi ikisinin de. İrfan bu konuda Kadir'e çok kötü örnek oluyor. Fakat şuna inanıyorum ki biraz daha okuma ve düşünmeye yer ayırabilseler hakikatleri ve doğru yolu bulacaklar. Belki de bunu hissediyorlar ama mesuliyetinin ağırlığı karşısında ürküp, hiç adını anmak dahi istemiyorlar. Boş vermişlikleri tamamen kendilerini aldatmadan ibaret. Gün doğmadan neler doğar. Bakalım Mevla'm neyler, neylerse güzel eyler.

Evet…Gelelim maddi durumuma. İki ay önceki karamsar tablo bir hayli düzeldi. Şu anda yaklaşık 2500 lira borcum var. Bunun 1750'si Temel'e. Aslında ona karşı çok mahcubum. Krediden alacağım 750 lirayı hemen ona vereceğim. Geri kalan 750 liranın 500 lirası Kaya'ya, 200 lirası Kasım abiye, 50 lirası da bana kalacak. Ne şirin bir durum değil mi?!!! Aslında yine de Allah çok şükür sene başındaki o felaket durumum neydi öyle? Bu arada halamdan ve evden 500'er lira alabilirim. Bu parayla da haziran sonuna kadar idare etmenin yolunu bulmalıyım.

'Macera'ya gelince, hala hatırladıkça tüylerim ürperiyor. Neyse ki çabuk ve kazasız belasız bitti. Köyüne giderken acıdım kızcağıza. Ama yine de nazik davrandığım ve incitmediğim için bir parça teselli buluyorum.

Derslerle daha yeni yeni tanışacağız. Üç ders ikinci sınıftan, 10 ders te üçten var. Bütün bu derslerin  imtihanlarına  bir ay içinde hem çalışmak, hem de girmek zorundayım. Özellikle 2.sınıftan dersleri muhakkak vermem gerek. Bunlara ve diğerlerine arkadaşlarla beraber çalışmak tek çözüm. Tek başıma çalışmam gülünç olur çünkü kitapları bile yok bende. Bu gidişle onları alamayacağım da.