33 24 Şubat 2014 Pazartesi 21:29 ANKARA HASTALIKLARI..............Torbadan çıkan öcü mü, tavşan mı ?
Torbadan çıkan öcü mü, tavşan mı ?
Ankara’da yaşanan demokrasi biraz tuluat tiyatrosuna benzer. Gündeme göre senaryo yazılır, dekor, ışıklar herşey hazırlanır ve açılan perde ile birlikte oyuncular karşılıklı sahne alırlar.
İktidar bir şey söyler, muhalefet cevap verir. Muhalefet konuşur hükümet daha fazlasıyla karşılık verir. Liderlerindir salı günkü grup toplantıları. Karagöz Hacivat gibi atışırlar, gövde gösterilerine dönüşür konuşmaları. Biri ak der, öbürü kara.
Hemen ardından medya korosu da dahil olur bu kakafoniye. Gazeteler çarşaf çarşaf yayınlar yaparlar, manşetler atılır sıcak sıcak. Köşe yazarları köşelerinden mitralyöz ateşine başlarlar ertesi gün. Televizyon kanalları da eksik olmaz bu sahnede. Açık oturumlar, yorumlar, canlı bağlantılar peş peşe gelir.
Gündem birdenbire rayından çıkar, “o ne dedi, bu ne cevap verdi, şu nasıl konuştu, helal olsun ! Nasıl da esti gürledi demi !” ye kadar iner. “Bugün hava bulutlu”, “Sen bana ördek mi dedin ?” “Yok, aslında sen bana komplo kurmuşsun”, “Anneniz hamfendiye saygılarımı sunarım” gibi abuk sabuk mecralara gider doğaçlama konuşmalar.
Konunun aslı kaybolur bu gürültüde, seyirciler almak istediklerini seçer alırlar bu oyundan. Artık, gündemdeki konunun ne olduğunun hiç bir önemi yoktur, bir imaj ve algı savaşıdır yaşanan.
Oyunu izleyenler her biri filin bir yanını tutup “Fil kulaktır !”, “Yok hayır, fil hortumdur”, “Olur mu canım, fil basbaya dört adet bacaktır”, “Amma yaptınız, fil dediğin aha şu elimle tuttuğum kuyruktur” münakaşasına girerler. Evinde gazetesinden başını kaldıran adam, televizyonunu kapatan kadın, internetten çıkan genç de artık kurulmuş bir saat gibidir. Nasıl dolduysa öylesine cırlar durur etrafına.
Biz öyle gördük, böyle bilirdik. Ama günümüzde demokrasinin kapsamı daha da tartışmalı bir biçimde genişledi galiba. Parlamentonun, siyasi parti faaliyetlerinin, hatta yazılı ve görsel basının sınırlarını aştı ve sanal dünyaya da sıçradı. Şimdi artık sosyal medya da bu tiyatroda arzı endam ediyor. Hem de bu alanda oldukça yaygın, güçlü ve etkin biçimde rol çalarak.
Özellikle son birkaç yıl içinde yaşanan bazı tarihi olaylar bu gücün nasıl yıkıcı olabileceğini de gösterdi maalesef. Amerika’daki protestolar, Avrupa’da meydana gelen sokak olayları, Arap baharı, Mısır devrimi, Gezi parkı kalkışması, Güney Amerika’da halen devam eden çatışmalar ve nihayet Ukrayna örneği.
Diğer taraftan internetin yaygınlaşmasıyla siber suçlar çoğaldı. Doğal olarak bu alanı düzenleyen yeni bir hukuk dalı da giderek gelişiyor. İnsan sağlığının, özellikle de çocukların ve gençlerin korunması devletlerin anayasal görevlerinden. Elbette düpedüz insan ve uyuşturucu ticareti yapan internet siteleriyle, bu yolla çeşitlenen dolandırıcılık ve sahtekarlık örnekleriyle, hatta şirketleri, kurumları ve ülkeleri hedefleyen siber saldırılarla mücadele edilmesi gerekiyor.
Klasik hukuk düzeninin dışında gelişen bu tür olayların adli takip gerektirdiği açık, hatta geç kalınmış bile sayılabilir. Bu yüzden dünyadaki bütün hükümetler birbiri ardına bu alanı düzenleyen yeni yasalar çıkarmaya çalışıyorlar. Ancak konuyla ilgili düzenlemeler tam da bu sebeple bazen oldukça radikal ve tartışmalı olabiliyor.
Ülkemizdeki uygulama 2007 yılında 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun’la başlatılmıştı. Geçtiğimiz günlerde torba yasa mantığı içinde meclis’ten geçen son düzenlemeler de işte bu kanuna dayanıyor.
Her gündemin kendine özgü takma kod adları var. “Kamuoyunda bilinen adıyla” diye lanse edilip, öyle yazılan, konuşulan, öyle hatırlanması istenilen başlıklar bunlar. Sözgelimi; yargı paketi, çözüm süreci, danıştay davası, 4+4+4, gezi direnişi, demokratikleşme paketi, torba yasa vs. gibi. Ankara’daki bildik tartışma bu kez de “internette sansür” ve "yasak" kavramları üzerinde odaklaştı.
Hükümetin ilgili Bakanı’na göre bu bir internet yasağı değil. Temel amaç, kişilik haklarının korunması ve vatandaşların mağduriyetinin giderilmesi. Bakan, "İnternet yasaklanıyor, internete sansür geliyor, TİB her şeyi engelleyecek" gibi söylemlerin gerçekle ilgisinin olmadığını belirtiyor. Hatta, "Biz, İnterneti yasaklamıyoruz, internetin yasaklanmasının kolay olduğu mekanizmayı ortadan kaldırıyoruz" diyor.[1]
Muhalefete göre, 5651 sayılı kanun zaten bugüne kadar birçok siteye erişimin engellenmesine sebep olan bir kanundu. Son düzenlemelerse internette “sansür” ya da daha diplomatik bir dille “devlet müdahalesinin” daha da artması anlamına geliyor. Dolayısıyla bu düzenleme, başta kişisel hak, bilgi özgürlüğü ve diğer birçok konuda ciddi sıkıntı getiriyor.
Hükümetse farklı görüşte. Bu tasarı Türkiye'de yıllardır sıkıntı olan site engelleme, kapatma ya da benzeri durumlara bir çeki düzen getirme amacıyla hazırlanmış.
Muhalefetin bir kısmı “trafik bilgileri” konusuna takılmış. Ne alaka demeyiniz, bu trafik bildiğiniz trafik değil. Çünkü yasaya göre herkesin hangi siteye girdiği, hangi dosyaları indirdiği, hangi videoyu izlediği ve hangi müziği dinlediği gibi bilgiler servis sağlayıcılar tarafından bir yıldan az iki yıldan fazla olmamak kaydıyla saklanacak. [2] Muhalif görüşlere göre bu düpedüz vatandaşın fişlenmesi. Ayrıca toplanan bilgilerin nasıl kullanılacağı, kimin erişiminde olacağı da belirsiz.
Hükümetse daha çok erişimi engelleme konusuna odaklanmış gibi. Mesela ona göre bu düzenleme YouTube gibi sitelerin tümden kapatılması sorununa çözüm getiriyor. Artık bütün bir sitenin değil IP tabanlı engelleme olacak. Böylelikle örneğin Yani youtube.com adresi tümüyle değil, içindeki bir videonun linki olan youtube.com/xxxxx kapatılacak. Mağdur olan bir kişi herhangi bir sitedeki fotoğrafı 'müstehcen' bulup şikayet ederse, yalnızca o fotoğrafın bulunduğu sayfanın kapatılması söz konusu olacak.
Bu değişiklik muhalefetin kulağına hoş gelse de, söz konusu içeriklerin yasal olup olmadığının nasıl belirleneceği, bunu kimin nasıl yapacağı ve bu yetkinin nasıl kullanılacağında kuşkuları var.
Her konu gibi “müstehcenlik” konusunun da göreceli olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden ülkemizde “genel ahlak” kavramı zaten hep tartışmalı olmuştur. Doğal olarak burada da bir karışıklık söz konusu. Bu yüzden olmalı ki, hükümet tarafı konuya “kişilik haklarının ihlali” olarak yaklaşırken, muhalefet “sizin aklınız fikriniz pornoda” diye saldırıp durdu.
İşte bu hay huy arasında malum torba yasa meclisten çıktı ve onaylanmak üzere Cumhurbaşkanı’na gitti. Cumhurbaşkanı da tepkileri dikkate alarak 2 önemli husus üzerinde durduğunu açıkladı. Bu gelişme üzerine hükümet hemen o iki noktada düzeltme yaptı.
İlkinde, trafik bilgisi tanımı gözden geçirildi ve bir anlamda da kapsamı daralttı. Trafik bilgisi içinde artık sadece IP adresi, başlama ve bitiş süreleri, yararlanılan hizmetler, varsa abone bilgileri ve aktarılan veri miktarı olacak. Ayrıca, söz konusu trafik bilgilerinin mahkeme kararı olmaksızın hiçbir şekilde verilememesi, kullanılamaması da güvenceye bağlandı.
İkinci husus, özel hayatın gizliliğinin korunmasına ilişkin gecikmesinde sakınca bulunan hallerde erişimi engelleme kararı verilebilmesiyle ilgili. Bu durumda TİB Başkanının 24 saat içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurması gerekecek. Engellemenin devam edip etmeyeceği ise işte bu mahkeme kararına göre belli olacak.
Sonuç olarak, hükümet Cumhurbaşkanı’nın dikkat çektiği her iki noktayı da mahkeme kararına bağlamış ve o sorunlu hallere "yargı freni" rötuşu yapmış oldu. İnternet kullanıcılarının hangi siteleri, ne kadar süreyle ziyaret ettikleri ve internette kimlerle temasta oldukları gibi özel hayat bilgileri, ancak soruşturma veya kovuşturma aşamasında yargı kararı ile TİB'e teslim edilecek. Bu düzenleme, idarenin, milyonlarca insanın özel hayat bilgilerine istediği anda, yargı kararı olmadan [3]sahip olmasına karşı önemli bir adım kuşkusuz.
Ancak, karşı görüşlere göre bu adım, kısmi bir iyileşme getirmekle birlikte, yeni yasadaki temel yaklaşım sorununu ortadan kaldırmıyor. Yürürlüğe giren yasanın ve hükümetin temel yaklaşımı, özel hayat ve kişilik haklarının ihlaline ilişkin iddialarda önceliği "yasaklamaya" vermesi, yargı kararını ikinci adımda araması.
Deniyor ki, “Burada amaçlanan süratse, aynı sürat yargıyla da sağlanabilir. İdarenin, ifade özgürlüğünün en temel alanı olan internette doğrudan içerik çıkarma yetkisine tamamen son verilebilir. Böylece mahkemelerin önüne, yargı henüz bir değerlendirme yapmamışken, idarenin engelleme iradesinin yansıdığı dosyalar konmamış olur.”
İçerde, dışarda çeşitli muhalif çevrelerin eleştirdiği yeni internet yasasında, hükümetin sorunları tamamen gidermese de yargı ayarı yapmasının hiç kuşkusuz önemli bir anlamı var. Ayrıca Cumhurbaşkanının devreye girmesiyle de olsa yapılan bu iyileştirme demokrasi adına bir kazanç. “Tencere dibin kara”, “Seninki benden kara” didişmesi içinde bu örneğe pek sık rastlanmıyor çünkü.
Ancak, bir kere daha görüldü ki, bu düzenleme; sürece dahil muhalefet partilerini, konuyu "internette sansür", muhalif kitleleri de “internetime dokunma” noktasına savururken, hükümeti ve iktidar yanlılarını da "iktidar ne yaparsa onu savun" pozisyonuna kilitledi. Bir taraf "müstehcenliği" özgürlük kavramıyla savunur hale gelirken, karşı taraf da internette özgürlük tartışmasını "pornoculuk" ithamıyla bastırmaya çalıştı.
Bakana göre, bu, gerçekten ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek bir düzenleme. Çünkü dünyanın hangi gelişmiş ülkesine gidilirse gidilsin mahkeme kararı olmadan, bir çok engelleme yapılabiliyor. Mesela Almanya hariç Avrupa'nın bütün ülkelerinde trafik bilgileri saklanıyor. Yine bazı gelişmiş ülkelerde 100 binin üzerinde kelime ve kavramın google arama motorunda engellenmiş durumda ve aranamıyor.
Ayrıca yeni yasa, kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğinin korunması açısından da önemli uygulamaları barındırıyor. Türkiye'de bir çok yasa dışı dinlemenin, görüntünün internet sitelerinde kullanıldığını ve kimsenin bunlar nasıl kullanılıyor diye sormadığını belirten bakan, "Dünyanın hangi ülkesinde yasa dışı görüntüler yayınlanabiliyor?" diye soruyor.
Sonuç olarak, bu düzenlemelerle artık erişim engelleme kararları, sadece IP bazlı verilebilecek. Yani bir web sitesinin yalnızca belli bir bölümü engellenebilecek, ayrıca DNS değiştirerek erişime engelli sitelere giriş mümkün olmayacak.
Mevcut kanunda yalnızca katalog suçlar [4] işlendiğinde o site erişime kapatılabilirken, yeni düzenlemede kişilik hakkı ihlal edilen veya özel hayatın gizliliği ihlal edilen kişiler de bu sitelerin erişime engellenmesini talep [5] edebilecek. Şöyle ki, kişilik hakkının ihlali varsa, söz konusu kişiler artık mahkemeye doğrudan başvurarak 24 saat içinde siteyi erişime kapattırabilecekler.
Diğer yandan Erişim Sağlayıcılar Birliği [6] kurulacak ve internete erişim sağlama hizmeti veren şirketler için örneğin telekomünikasyon firmaları için bu birliğe üyelik zorunlu ve ücretli olacak. Birliğe üye olmayanların da bu alanda faaliyet göstermesi engellenecek. Böylece bir karar verildiğinde tek elden uygulanması sağlanacak ve denetleme kolaylaşacak.
Peki, şimdi bu yasal düzenlemeden ne çıktı sizce ? Birilerinin sürekli “öcü geliyor !” korkutmasına karşılık, hükümet torbasından “tavşan” mı çıkardı ? Ya da “Tavşana bak !” derken başımıza ne çorap örüldü diye vehimlenelim mi ?
Ben şöyle düşünüyorum; demokrasi dediğimiz şey keşke “erdem” yarışı olsa. Ülke için doğruyu bulma, eksiği tamamlama, yanlışı önleme yeri olsa. Ancak, bu son derece safdil bir bakış açısı galiba. İktidar mücadelesi hiç de öyle düz bir mantıkla yapılmıyor. Biraz da satranç oyununa benziyor bu Ankara hastalığı. Piyonları, taşları, şahı, veziri insanlar olan acımasız bir çarpışma oyunu.
Her çarpışma hasar bırakır, hükümetin de bu süreçte ötesi berisi hırpalandı kuşkusuz. Fakat internet dünyasını boş bulup yalanla, küfürle, iftirayla, ahlak dışı girişim ve komplolarla şah mat yapacaklarını sananlar, karşı bir hamleyle bir kere daha yıldızları saydılar.
Son sözüm de internet korsanlarına. Sen yap et, sanal dünyayı ilkesiz kuralsız tepe tepe kullan, adeta bindiğin dalı kes, sonra da internetime dokunma de. Böyle bir kurnazlığa, facebookta bir başka kullanıcının biraz da argo cevabı geliyor aklıma, “Oldu canım, başka emrin ? Çay da var içen mi ?”
--------------------
[1] Bu ironik durumu da şöyle açıklıyor sayın bakan: “Mevcut düzenlemede, özel hayatla ilgili istenmeyen görüntünün, kaydın ya da herhangi bir içeriğin internet sitelerinde yayınlanması halinde vatandaşın öncelikle yer sağlayıcıya başvurması ve 2 gün cevap beklemesi gerekiyor. Genellikle bu cevap gelmiyor. Bunun üzerine vatandaş 2 gün sonra mahkemeye başvurabiliyor. Mahkeme de 3 gün içinde kararını veriyor. Dolayısıyla en az 5 gün vatandaşın mağduriyeti devam ediyor. Mahkeme 'internet sitesi kapatılabilir' ya da 'içerik çıkarılabilir' şeklinde karar verebiliyor. İçerik çıkarma kararı verdiyse vatandaşın bu 5 günde her tarafa yayılmış içeriği çıkartmak için erişim sağlayıcılara bu kararı götürmesi gerekiyor. Yer veya erişim sağlayıcı yurt dışında ise mahkeme kararını ekleyerek bir yazı ile bildiriyor. Çoğunlukla bir sonuç elde edemiyor. Mahkeme kararı bile olsa eli kolu bağlı kalıyor. Bu nedenle mahkemeler genellikle 'internet sitesi kapatılmalı' şeklinde karar veriyor." İşte bu yüzden "Biz, İnterneti yasaklamıyoruz, internetin yasaklanmasının kolay olduğu mekanizmayı ortadan kaldırıyoruz" diyor sayın bakan.
[2] İşin bir başka önemli bir yönü daha var, maliyet: Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre internet kullanıcı olan 30 milyon kişinin kişisel bilgilerinin servis sağlayıcıları tarafı tarafından depolanması demek 2 yıl boyunca bu kayıtlar için çok ciddi bir yatırıma ihtiyaç olacağı anlamına geliyor. Bunun için milyon dolar mertebesine ulaşacak bir altyapı yatırımı yapılması gerekiyor. Bu yatırımı servis sağlayıcılar yapsa bile bunun bir maliyeti olacak ve bu maliyet de (doğal olarak) son kullanıcıya yansıyacak. Bu da dolaylı yoldan internet erişim fiyatlarının artması demek.
[3] Yasanın önceki halinde "özel hayat ihlali olduğu ve gecikmesinde sakınca bulunduğu düşünülen hallerde idareye, yani TİB'e, yargı kararı olmadan, doğrudan internet sitelerinden içerik çıkarma yetkisi" tanınmıştı. TİB, özellikle haber alma hakkı karşısında sınırları son derece tartışmalı olan "özel hayat ihlali" kararı verdiği anda istediği içeriği, içerik sağlayıcılara da haber vermeden çıkartabilecekti. Hükümet, yargıyı işte bu yetkinin kullanılma sürecine ekleyecek bir değişiklik yaptı. Buna göre, TİB Başkanı internet sitelerinden çıkardığı her içerik için 24 saat içinde sulh ceza hâkimliğine başvuracak, mahkeme de 48 saat içinde karar verecek. TİB 24 saat içinde mahkemeye başvurmazsa veya mahkeme içerik çıkarma kararını yerinde görmezse engellenen içerik tekrar yayına girecek. Böylece, yeni yasada, özel hayat ve kişilik haklarının ihlali gerekçesiyle başvuru yapan kişiler için getirilen 24 saat içinde yargıya başvurma yükümlülüğü, TİB Başkanlığı için de getirilmiş oluyor.
[4] a) 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; 1) İntihara yönlendirme (madde 84), 2) Çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra), 3) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190), 4) Sağlık için tehlikeli madde temini (madde 194), 5) Müstehcenlik (madde 226), 6) Fuhuş (madde 227), 7) Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228), suçları. b) 25.7.1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan, c) 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunda yer alan suçlardır. Kısaca; 5651 sayılı Yasada belirtilen suçlar ve daha sonra ilave edilen yasadışı bahis ve şans oyunlarına ilişkin konularda erişimin engellenmesi kararı verilebilir.
[5] Bir İnternet sitesinde hak ihlali durumundaki bir yayının engellenebilmesi konusu 5651 sayılı kanunun 9 uncu maddesinde düzenlenmiştir. Bu durumda, öncelikle yayını yapan İnternet sitesinin iletişim kısmındaki yetkililere (içerik veya yer sağlayıcı) içeriğin çıkarılması için başvuruda bulunmanız gerekir. Talebiniz iki gün içinde karşılanmazsa 15 gün içinde yerleşim yerinizdeki Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak mağduriyetinizin giderilmesini istemeniz gerekir. Mahkeme verdiği kararı sitenin iletişim kısmındaki yer alan adrese tebliğ ederek kararın uygulanmasını temin eder. Erişimin engellenmesi kararını Cumhuriyet savcılıkları, ceza mahkemeleri ve Başkanlığımız erişimin engellenmesi kararı verebilir. Ancak Başkanlığımızın bu kararı verilebilmesi için İnternet sitesinin içerik veya yer sağlayıcısının yurt dışında olması gerekir. Yurt içi yayınlarda sadece çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik suçunda hâkim onayına sunmak şartıyla Başkanlık erişimin engellenmesi kararı verebilir
[6] Dünyadaki internet kısıtlama uygulamalarına bakıldığında özellikle Batı'da devletin internete özel bir müdahalesi yok. Bu iş ilgili kurumlar tarafından yerine getiriliyor. İşte bu nedenle Türkiye’de de internet servis sağlayıcılarının yer alacağı “Erişim Sağlayıcıları Birliği” kuruluyor. Bu birliğe üye olmayan şirketler artık servis sağlayıcı olarak çalışamayacak ve bu birliğin temel görevi mahkeme kararlarını uygulamak olacak.Yüreğimin sesi-I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Masallar şöyle dermiş; Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim.
Bir de baktım ki gittiğim, bir arpa boyu yol imiş.
Ardımda yalnızca bir iz, belli belirsiz.
Önümde yol; kıvrılıp gidiyor, gölgeli sessiz.
Yarında, gelecek ayda, bir sonraki mevsimdeymiş.
Oysa bak, gerideki seneler ? Un ufak olmuş.
Hani nefes kesen engeller ? Sanki hiç yokmuş.
Hayret ! Nerede o eserler ? Gör ki, silinip uçmuş.
Ey yolcu ! O halde;
Gelip te gittiğin yol işte besbelli. Aldanma ! Yolcu yolunu bilmeli.
NE DÜŞÜNÜYORUM -I- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
24 Şubat 2017
Eskiden bilek gücüyle yenmeyi erlik sanırdım. Oysa gerçek yiğitlik öfkeyi yenebilmekmiş, anladım.
Sabretmek, affetmek ve kötülüğe iyilikle karşılık vermek çok daha zor.
24 Şubat 2020 Pazartesi 17:30 DÜŞÜNCELER......................................Ne düşünüyorum?
Ne kadar çok yalan var ortada dönen ve ne kadar çok yalan söyleyen. Şimdi yalanın adı 'paylaşım' oldu sanal dünyada. Evet, 'Yalancının mumu yatsıya kadarmış' ama kendi sönse de isi kalıyor geride. Tüketim toplumu olduk ya, sanal dünyada dönen yalanlar da çabuk tüketiliyor, o kadar da çabuk unutuluyor. Eskiden olsa yalancının mumu sönmekle kalmaz el aleme maskara da olur, gün yüzüne çıkamazlardı.
A be kardeşim! Kimin uydurduğuna, doğru olup olmadığına bakmadan iki tıktık paylaşıveriyorsun. Söylenen şey bir iftira mı, yalan mı, ihanet mi bilmiyorsun. Nasıl bir mikroba taşıyıcılık ettiğinin farkında değilsin. Genellikle o tür yalan mikroplarını sanal dünya için üretip saçanlar kendilerini gizliyorlar, anlamıyor musun? Çoğu sahte hesap ya da bir takım organizasyonların kasıtlı tertipleri. Başkalarının piyonu oluyorsun anlasana!
Paylaştığın senin düşüncen değil, 'kopya' bir söylemi ne diye vakit ayırıp okuyayım. O tür düşünceleri aslından okuyup dinleme imkanım varken seni niye kaale alayım ki? Varsa sana ait, kendi düşüncelerini paylaş yine de katılmayabilirim ama hiç değilse seni bilirim, saygı da duyarım. Bu ülkenin tek renkli olmadığını, olamayacağını bilecek kadar aklım fikrim var. Fizikteki F1, F2 kuvvetleri ile 'bileşke' çizimini bir hatırla. Sen F1'sen ben F2'siyim, bunun daha F3'ü,F4'ü,milyonlarca Fx'i var. Hepimiz aynı gemideyiz, birbirimizi, düşüncelerimizi ve yönümüzü etkiliyoruz. Hiç kuşkun olmasın ki hepimizi taşıyan ülke, hatta dünya gemisinin gittiği yön ne tam olarak benim ne de tam olarak senin istediğin yönde. Cumhuriyet ve demokrasi dediğimiz şey de tam olarak bu değil mi zaten?

İnsan ne saattir, ne robot, ne papağan ne de kukla. İnsan her şeyden önce düşünebilen, kendisi olabilen ve kendisini ifade edebilen bir varlık. Esaretin türlü çeşit halleri var ama aklını, fikrini zalim taşeronların kullanımına sunmuş birine özgür denilebilir mi? Özgürlük insana ait, farklı bir haldir, ama bunun farkında olması beklenir.
Anladık okumuyorsunuz, okuduklarınız daha doğrusu baktıklarınız bir iki satırlık paylaşımlardan ibaret. Hiç değilse gönül gözünüz, ferasetiniz açık olsa. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna aklınızı kiraya verdiğiniz için gücünüz yetmiyor olabilir. Ancak, inanın ki azıcık yüreğinizi dinleseniz o sizi yanıltmayacak. Aksi halde…Aksi halde, biraz abartılı olsa da -teşbihde hata olmaz- bir gün kendinizi şöyle bir kara komedyanın içinde bulabilirsiniz: ''Haber geldi, dünya dönmüyormuş; genel başkan öyle dedi !'' Aaa öyle miymiş, baksen şu aptallara dünyanın döndüğünü sanıyorlar! Cahil işte, ne olacak!..''
Cehalet sadece bizim bildiğimiz, kullandığımız manada cahillik, bilgisizlik değilmiş biliyor musunuz? Cahil; bilgisiz olan, bir şey hakkında yeterli ilme ve bilgiye sahip olmayan, bir şeyin önemini gereği kadar fark edememiş olandır. Genelde cahil deyince hepimizin anladığı ilk mana bu. Çok ilginçtir ama, Kur’an böyle bir cahilliği çok da kınamıyor, bilgisizlikten dolayı yapılan yanlışların Allah tarafından af edilebileceğini söylüyor.
Fakat; Allah’ın emirlerine karşı soğuk davranan, o emirleri basite alıp gereğince önemsemeyen ve daha da kötüsü o emirlerin üzerine başka sözler söyleyenler için, hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hüküm bina edenler için, hakikatlere karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamak istemeyenler için, başkasına bahşedilen güzellikleri çekemeyerek kıskanan, kendi elinde bulunan nimetlere şükür edeceği yerde, başkalarının elinde bulananları hazmedemeyenler için, başkalarına dil uzatan, kendisi salih bir amel ortaya koymadığı gibi, güzel iş yapanlara engel olan ve güzelliği ortadan kaldırmak için ona-buna çelme takanlar için oldukça şiddetli ifadeler kullanmış.
Fakat; Allah’ın emirlerine karşı soğuk davranan, o emirleri basite alıp gereğince önemsemeyen ve daha da kötüsü o emirlerin üzerine başka sözler söyleyenler için, hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hüküm bina edenler için, hakikatlere karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamak istemeyenler için, başkasına bahşedilen güzellikleri çekemeyerek kıskanan, kendi elinde bulunan nimetlere şükür edeceği yerde, başkalarının elinde bulananları hazmedemeyenler için, başkalarına dil uzatan, kendisi salih bir amel ortaya koymadığı gibi, güzel iş yapanlara engel olan ve güzelliği ortadan kaldırmak için ona-buna çelme takanlar için oldukça şiddetli ifadeler kullanmış.
Bu nedenledir ki Mekke’nin en kültürlü ve soy itibari ile en asil insanına Ebu Cehil/Cehaletin babası denilmiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de cahilin ve cehaletin bu anlamlarını çok iyi kavramış olduğundan, onu belli bir zamanın ve mekânın ismi olarak değil, bir zihniyet ve hayat tarzının ifadesi olarak anlamış ve böyle anlaşılmasını istemiş.
Zamanımızda da böyle koyu bir cehalet ve bir dolu cahil örneğine rastlıyoruz. Meselâ bir insan herhangi bir iman belirtisi olmadığı halde neden dini mevzularda başkalarını keser biçer? Kendi yaşamadığı halde neden başkalarının eksik ve kusurlarıyla uğraşır? Dinde olmadığı halde neden yaşamda karşılaşılan bazı olumsuzlukları ısrarla dine yamamaya kalkışır? Din olgusunu başka dinlerdeki inanç ve uygulamalarla genelleyerek neden İslamı da suçlar? Din istismarından rahatsız olduğu halde neden kendisi de dini kavramlar ve uygulamalar üzerinden eleştiri yaparak politik kazanç umar? Bu da bir din istismarı değil midir? Birilerine ya da birşeylere saldırırken neden acaba bu işin aslı, doğrusu nedir diye merak etmez? Bu cehaleti sırıtmaz mı, anlaşılmaz mı sanır?

Herkes yaptığının hesabını verecek. O gün geldiğinde onların yerinde olmak istemem. Ama onca kul hakkından nasıl kurtulacaklar? Abdurrahim Karakoç'un bir şiirinde bu gibilere zarif bir nasihat var:
Gölgesinde otur amma / Yaprak senden incinmesin / Temizlen de gir mezara / Toprak senden incinmesin.
Burdayım de ararlarsa / Doğru söyle sorarlarsa / Tabutuna sararlarsa / Bayrak senden incinmesin.
İl göçsün göçtüğün vakit / Yol yansın geçtiğin vakit / Suyundan içtiğin vakit / Kaynak senden incinmesin.
Yukarıda sıraladıklarım dindar insanlar için de geçerli. Mücadele edilir, edilecektir ancak Allah korusun savaşın bile bir usulü var. Yalan, iftira, hakaret Müslümana yakışmaz. Başkalarının kutsallarına saldırılmaz. İman etmişsek dosdoğru olmakla da emrolunmuşuz. Mücadele ederken bile bir edep ve adap içinde olmak gerek. Bakın, Müslümanlık iddiasında olanların yanlış, eksik ve kusurları nasıl bize bir silah gibi yöneltiliyor. Tavsiyem şu: inanan inanmayan herkes kur'an okumalı. İslamı öğrenmeye çalışmalı. Sapla saman karıştırılmamalı. Aksi halde bu kör dövüşünden herkes yara alacak. Belki de ahireti kararacak. Yapmayın.

Herkes huyuna suyuna göre davranır elbette, gördüğü eğriliği düzeltmeye çalışan, susmayıp karşılık verenlere de saygım var. Ancak, bunu yaparken hasmının üslubuyla denk düşenler de içimi acıtıyor. Sözün şehveti de bu olsa gerek, içlerinde söz ustalığı, zeka ve cesareti görebiliyorum. Muhtemelen "nasıl da vurdum ama"keyfini tadıyorlardır. Bana uymuyor.
Bazen saldırı ve tacizin arttığını gözlemliyorum. Dört bir yandan geliyor. Evet bu ülkede karanlık odakların tertip ve piyonları çok tanıdık, sır değil. Ne boyaya girerse girsinler, hangi bahaneyi kullanırsa kullansınlar onları tanıyabiliyoruz. Adeta düğmeye basılmış gibi aynı malzemeyle aynı hedeflere saldırıyorlar.
Bunlara karşılık organize olmuş birileri de var, onları da fark etmemek mümkün değil. Atışa karşılık atış, tacize karşılık taciz, söze karşılık sözle vuruşuyorlar. Keşke kötülükle mücadele ediyoruz derken kötülüğün bataklığına düşmeseler.
Bir de dini mevzularda köktenci karıştırıcılar var. Belki doğru şeyler söylüyorlar ama üslupları bir terörist gibi. Başkalarıyla didişerek, 1400 yıllık birikimi toptan reddederek nasıl bir tebliğ oluyor ki yaptıkları. Kuranı temel aldıklarını söylüyorlar ama bir güzel ahlak örneği vermiyorlar. Bunların tacizi de az yara açmıyor yüreğimde. Öyleyse bu konuya bir nokta koymadan önce onun sesine de kulak verelim, bakalım ne demiş:
Vurduğun yere iyi bak yanlış olmasın / Düşün, dinle, araştır dolan olmasın / Kırdığın, döktüğün yerler talan oluyor / Etme! az bir tamah için dünyan yanmasın
Bakarım nerede pislik sen oradasın / Dikkat et kendine ziyan olmayasın / Cedel ister isen elbet hasmın da olur / Bulaşma, bulaştırma seni boğmasın
Varsa fikrin söyle, hayra çalış durma! / O dedi, bu dedi deyip vır vır edip konuşma / Başkalarının ardı için bak atalar ne demiş:/ Eşelenip durursun 'b.k içinde çekirdek arama'
Kendine göre dürüstsün, iyisin belli / Durmuşsun bir köprüde kulağın küpeli / Deli Dumrul gibi hesap kesersin / Geçmeyenden yüz, geçenden yüz elli
Hepimiz faniyiz bu dünya yalan / Eğriyle, uğruyla oynaşma kalan / İyilik istersen yolun dümdüzdür / Kuklacı ipi olmasın sana dolanan
Allah bir, Kur'an haktır kuşkusuz inanırsın / İnsanoğlu şaşar, onu da Ademden bilirsin / Öyleyse kişinin günahı da olur, sevabı da / Hoşgör! Gün gelir incittiğinin eline düşersin
İman bahçesinde destursuz gezme / Zülfüyare dokunur bastığın çizme / Maksadın bağcıyı dövmekse şayet / Bağa zarar verme, gülleri ezme
Yalana, iftiraya, kumpasa gelme / Bir kuru hırs için kul hakkı alma / Söyleyecek daha çok söz var amma / İncitmek istemem 'bir' gönlü asla

İnşallah okuyarak, yazarak, tohum ekerek ve fidan dikerek hak menzile ulaşmaya çalışacağım. İşte bunları düşünüyorum. Bu arada günler, aylar yıllar geçiyor. Diktiğim fidanlar da Allahın izniye büyüyorlar. Bir yandan hamdolsun torunlarım da artmakta. Fidanlarım da birer evlat gibi. Canlarımla birlikte büyüyüp serpilmekteler. Rabbim fidanlarımın meyvesini bereketli, gölgesini şifa eylesin. Can parelerimin de iki cihan saadet ve selameti için duacıyım.