12 Haziran 2022 Pazar, 00:00
Yağmur yağıyor seller akıyor
Su hayattır. Hayatın doğuşunda su vardır. Canlıların varoluşu suyla başlamıştır. Kuşkusuz varlığın idamesi için de ona ihtiyaç duyarlar. Su yoksa can olmaz. Su olmayan yerde hayat da yoktur. Dünyamızda karalardan fazla göller, denizler ve okyanuslar var. Onlar olmasaydı uzaydan masmavi bir nazar boncuğu gibi görünebilir miydi dünya?
Baharda
yemyesil olan tabiat su sayesinde canlanıp diriliyor. Bitkiler suyla, hayvanlar
da bitkilerle beslenerek yaşıyor. İnsanlar da bitki ve hayvanlardan
yararlanıyor. İnsanoğlu tarımı, bitki yetiştirmeyi, hayvan ehlileştirmeyi
öğrenmiş. Neticede bu bir altın döngü. Şayet olmasaydı hayatın devamı da mümkün
olmazdı.
Su cennet
tasvirlerinde mutlaka yer alır. Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde "altlarından
ırmaklar akan cennetler" ifadesi var. Bu ifadenin “içinden
ırmaklar akan cennetler” anlamında olduğunu biliyoruz. İnsanoğlu ömrü boyunca
içinden çıktığı cennete dönmek arzusundadır. Nasıl bedeni yüzde yetmiş seksen
suysa, hayalleri ve rüyaları da suyla doludur. Suya bağımlılığı, suya olan
sevgisi de bir bakıma bu hasret sebebiyledir.
Gördüğümüz
bir akarsu, şırıl şırıl akan bir derecik bizi heyecanlandırır. Bir şelale,
orman içinde bir gölcük, dağ başında bir çeşmeyi görüp te duygulanmamak mümkün
mü? O yüzden eşsiz manzaraların ayrılmaz parçasıdır su. O yüzden şiirlere,
şarkılara, öykü ve romanlara konu olmuştur.
Ama Rabbim
her şeyi bir ölçü ve hikmetle yaratmış. Hayat veren su lüzumundan fazlasıyla
ölümcül de olabiliyor. Her yıl binlerce insan suda boğularak ölüyor.
Yüzbinlerce insan sellerin meydana getirdiği zarar dolayısıyla evsiz ocaksız
kalıyor. Karın fazlası, yağmurun afat hali korkunç sonuçlara yol açıyor.
Bugün
Ankara'da kırkikindi yağmurlarından biri daha yaşandı. Yarım saat, bir saat
Kızılay'da hareket durdu. Caddeler adeta nehirlere dönüştü. Yağmur zaman zaman
dolu şeklinde vurdu. O kadar şiddetliydi ki insanlar kendilerini güvenli
yerlere alıp o süre içinde yağışın sakinleşmesini beklediler. Neticede bir yaz
yağmuruydu ama nimetin bir anda nasıl tehdide dönüştüğünü gösteriverdi gören
gözlere.
Su bir
nimet, ona şek şüphe yok. O susuzluğumuzu gideren, temizliğimizi sağlayan,
gözlere ve gönüllere inşirah veren bir nimet. Ağaçtaki meyvenin, tarladaki
ürünün, çayırdaki yayladaki otun temel ihtiyacı. Ancak aynı nimet bir felaket,
afat ve yıkım sebebi de olabiliyor. Bu yüzden nimete şükretmek, öte yandan afat
ve felaketlerden Allaha sığınmaktan doğal bir şey yok. Dileriz son nefesimizde
bizi yıkayıp arındıran da su olsun.
Kaynak
<https://www.facebook.com/photo/?fbid=7938820076135635&set=a.3079998512017840>
14 Haziran 2022 Salı, 06:30
Bir nefes
sıhhat gibi
Susuz üç gün
durulabilir. Yemek yemeden üç hafta hayatta kalmak mümkün. Ancak oksijen
olmadan sadece üç dakika yaşayabiliriz. Nefes aldığımız hava bu kadar önemlidir.
Hava, %21'i Oksijen, %78'i Azot, %1'i Argon ve çok az miktarda diğer gazlardan
oluşan bir gaz karışımı. İçinde %0,03 oranında karbon dioksit ve değişken
miktarda su buharı (nem) bulunuyor. Elbette bu oranlarda da bir hikmet var.
Rabbim onu da bir ölçüyle yaratmış. Herhangi birinin az ya da çok olması
sıkıntıya yol açar.
Normal
atmosferik basınçlar altında nefes alarak havadan %20’den fazla oksijen almak
mümkün değil. Ancak nefesle birlikte akciğerlere çekilen havanın içinde bu
oranlar değişir. Hava bu organın en uç noktaları olan alveol’lere giderken
nemlendirilir ve buradaki su buharı diğer gazları seyreltir. Bu yüzden
alveol’lerin içindeki gaz yoğunlukları atmosferdeki havadan farklı.
Alveol’lerin içindeki hava; %14 oranında oksijen, %75 oranında azot, %5 karbon
dioksit ve %6 su buharı içeriyor.
Oksijen
sabit bir şekilde alveol’lerdeki hava tarafından emilirken, karbon dioksit de
sabit bir şeklide alveol’lere nüfuz eder. Nefes hacmi ve ritmi artınca, oksijen
oranı da artar. Yani alveol’lerin içine kan tarafından alınıp
götürülebileceğinden daha fazla oksijen alınır. Bu da oksijenin alveol’lerin
kılcal zarına doğru nüfuz edişini artırır ve kandaki oranının çoğalmasıyla
sonuçlanır. Kandaki oksijen yoğunluğundaki artış ise, dokulardaki ve hücrelerin
içindeki oksijen oranının da artışına yol açar.
Kan
akışındaki hızlanma, hücrelere daha çok besin ve oksijen taşınmasına;
hücrelerden daha çok karbondioksit ve diğer metabolik atığın toplanmasına neden
olur. Yüksek miktarda oksijen dağıtımı, hücrelere metabolizma hızlarını artırma
ve daha çok enerji üretme imkânı sağlar. Temiz hava bir yandan kanı temizlerken
öbür yanda boşaltımı da kolaylaştırır. Neticede bir nefese bağlı sağlığımız ve
hayatımız böylece devam eder.
Kuşkusuz bütün
canlıların havaya ihtiyaçları var. Hatta denizin derinliklerinde yaşayan
canlılar bile oksijen olmadan yapamazlar. Ancak insan için hava çok daha özel
ve stratejik önemde. Havadaki kirlenme oksijen azot karbondioksit dengesini
bozduğundan neticede canlılar için ölümcül sonuçlara yol açar. Hava kirliliği özellikle
çocukların akciğer gelişimini olumsuz etkilemekte ve kirliliğin yoğun olduğu
bölgelerde astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) gibi kronik hava
yolu hastalıklarının nedeni olmaktadır.
İnsan ve
diğer canlılara zarar verecek miktar ve süredeki kirleticilerin atmosfere
karışması havanın fiziksel, biyolojik veya kimyasal olarak değişmesine yol
açıyor ve kirlilik olarak adlandırılıyor.
Dünya nüfusunun hızla artmasına paralel olarak, artan enerji kullanımı,
endüstrinin gelişimi ve şehirleşme hava kirliliğinin başlıca nedenleri. Bu
kirlenme doğal dengeyi de bozuyor ve sadece havanın değil, suyun ve toprağın da
kirlenmesi demek oluyor.
Atmosferin
%78'ini oluşturan azot orman yangınları, şimşek gibi doğal atmosfer olayları ve
yanma sonucunda meydana geliyor. Atmosferin hacim olarak %21'ini ve ağırlık
olarak %23'ünü oluşturan oksijen ise oldukça reaktif bir gaz. Diğer gazlar ise
atmosfer hacminin ancak %1'ini oluştururlar.
Atmosferi oluşturan
bu gazların en kararsız olanları su buharı ve karbondioksit. Atmosferdeki su
buharı miktarı, denizler, göller, nehirler ve bitkilerden olan buharlaşma ile
artar. Bulutlardan sis, çiğ, kırağı, yağmur, kar ve dolu oluşumu ile de azalır.
Bu olaylar, uzun sürede, birbirini öyle dengeler ki su buharının atmosferdeki
miktarı değişmez. Karbondioksit ise normalde çok küçük yer teşkil eden bir
bileşendir. İnsan ve hayvanların teneffüsü ve bitkilerin fotosentez olayı ile
atmosferdeki miktarı dengede tutulur.
Bunların
daha azı ya da daha çoğu insan sağlığı için tehlikeli. Bu anlamda hava nefes
alan her canlı için hem hayatın idamesinin olmazsa olmaz şartı hem de ölümcül
tehdididir. Mesela rüzgâr büyük bir nimettir. Yağış getirir, berekettir. Uzak
mesafelere tohum taşır ve bu anlamda aşılayıcı olarak adlandırılmıştır. Ancak
fırtına, kasırga vb. gibi atmosferik hava olayları, yaşamımızı olumsuz
etkileyen tehditler arasında yer alırlar.
Hava
olaylarını etkileyen en temel etken dünyanın güneş etrafında dönmesidir. Bu
şekilde mevsimler meydana gelmekte ve hava olayları derinden değişmektedir. Güneş
ışınlarının dik geldiği yerlerde hava sıcaklığı daha yüksekken, güneş
ışınlarının yatay olarak geldiği yerlerde ise hava daha soğuktur. Yıl
içerisinde güneş ışınlarının açısı sürekli olarak değişmektedir. Böylelikle
sıcaklık değişimi olmakta ve hava olayları meydana gelmektedir.
Temiz hava
insana sağlık bahşeder ve enerji kaynağıdır. Aynı zamanda yaşamayı keyifli
kılan bir nimettir. Bunu yeşil bir çevrede, orman ya da su kenarında doyasıya
hissedebilirsiniz. Öyleyse nefeslerimizin sayılı olduğu bu dünyada, üç
dakikadan fazla onsuz yapamayacağımız bu olağanüstü nimetin kadrini bilmeliyiz.
Atamız Kanuni Sultan Süleyman o ünlü gazelinde ne güzel dile getirmiş: "Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet
gibi/Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi".
Şükür nimeti
çoğaltır derler, şükretmekte cimri olmamalı. Havanın kirlenmesinden, felaket
haline dönüşen hava olaylarının şerrinden de yaradanımıza sığınmalı. Bunu yapabiliriz.
Kaynak <https://www.facebook.com/photo/?fbid=7949048628446113&set=a.3079998512017840>