21 Kasım 2013 Perşembe

05918 Ağustos 2013 Pazar 01:26 ESKİMEYEN KELİMELER ..............Şecaat / Cesaret / Merhamet / Vakar

Şecaat


Savaş ve şiddet sıralarında cesaret ve yüreklilik göstermek demektir. İhtiyaç görülünce, şiddet ve tehlikelere karşı koymak hususunda kalbin yılmamasıdır. Korku ve dehşet yerlerinde olağanüstü haller karşısında sabır ve sebat göstermek, korkuya düşüp uygunsuz iş yapmamak demektir. 

Şecaatin aşırı derecesi tehevvür olur ki insanın, birden bire öfkeye kapılarak kendisini boş yere tehlikelere atması, bundan da düşmanlık, ululanmak, birden hiddetlenmek, kibirlenmek, büyüklenmek, kendini beğenmek hâsıl olur.

Şecaatin azlığı ise korkaklıktır ki sabır, sebat göstermek ve savaşmak gereken yerlerde korkuya düşerek hezimete uğramaktır. Şecaatin noksanlığından hakirlik, zelillik, korkaklık, hasislik, kin aşağılık duygusu, hakkını alamamak hâlleri doğar.

İnsan dışarıdan gelecek saldırılar karşısında korkak olmamalı, fakat saldırıya haddinden fazla karşılık vererek mütecaviz,saldırgan veya hemen öfkeye kapılan, kızan bir kimse de olmamalıdır. Bu hususta insana yakışan fazilet, saldırıya misliyle cevap vermek, karşılık vermeye gücü yettiği halde affetmek, suçluyu cezalandırmakta haddi aşmamak ve korkup sinmemek olmalıdır.

Şecâat bir müslümanda bulunması gereken faziletlerdendir. Her faziletin en güzel örneklerini Hz. Peygamber’de gördüğümüz gibi,şecaatin de örneklerini onda görmekteyiz. [1] Hz. Peygamber, gayri müslimlerle yapılan bütün savaşlara katılmış, zaman zaman en ön saflarda çarpışmıştır. 

İnsandaki şecâat duygusu doğru yerlerde kullanılmalı, insanların veya nefsin beğenmesi (gurur ve ucb) için olmamalıdır. Diğer taraftan şecâat, dinin emrettiği veya izin verdiği yerlerde olmalı, haram olan şeylerde yapılmamalıdır. Meselâ, başkalarını ezmek, kuvvet göstermek, hak edilmeyen bir şeyi güç kullanarak almak haramdır.

Kaynak : DİB
------------------

[1] Bir defasında, Hz. Peygamber uyurken müşriklerden biri kılıcını kaldırır ve; Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" der. Peygamberimiz, hiç korkmadan ve telaşa kapılmadan; "Allah" cevabını verir. Bu cevap karşısında hayrete düşen ve korkuya kapılan müşrik kılıcını elinden düşürünce, Hz. Peygamber, kılıcı alır ve aynı soruyu ona sorar. Müşrik eman diler, Hz.Peygamber de onu affeder. Müşrik, bu âlicenablık karşısında müslüman olur.


Cesaret


Aynı zamanda yiğitlik, kararlılık, ataklık, ve dayanıklılık özelliklerini de içeren, korku, acı, risk, belirsizlik veya tehdit ile başa çıkabilme yeteneğidir. "Fiziksel cesaret" fiziksel bir acı, zorluk veya ölüm tehlikesi ile yüzleşme sırasındaki cesareti tanımlarken, "ahlaki cesaret" çoğunluk muhalefeti, utanç, skandal veya şevk kırıcılığı karşısında etik davranmayı ifade etmektedir.

Cesaretin ne olduğunu daha iyi anlayabilmek için, onun zıddı olan korkuyu anlamamız gerekir. Korku halk arasında şu şekilde kullanılmaktadır: Tehlikeli bir hal, sıkıntı veya bunlarla ilgili düşüncelerin doğurduğu heyecanla yüklü his, kaza korkusu, kaygı, endişe, tasa, üzüntü, ürkme, dehşet ve tehlike. Korku öyle bir şey ki insanı ya Allahın emir ve yasakları doğrultusunda bir hayat sürmesini sağlıyor ve nihai olarak cennetin kazanılmasına sebep oluyor, ya da kula kul olma durumuna getiriyor.

Hayatı ve hayattaki güzellikleri vermekle rahmeti, lütufları sebebiyle ALLAH’ı sever, kulluk vazifemizdeki eksikliklerimiz, isyanlarımız sebebiyle de O’ndan korkarız. ALLAH’tan korkmamız Kur’anın emrine uymak içindir. Zira Kur’an; ALLAH’tan korkmayı emretmekte, zalimler ve âsiler için ALLAH’ın azabını (cehennemi) haber vermektedir.

Gerçek cesaret, Kuran'da bildirildiği üzere, Allah'ın sınırlarını bütünüyle ve kusursuzca korumada Allah'tan başka kimseden korkmadan ve çekinmeden kararlılık göstermek, hiçbir ortamda Kuran ahlakından taviz vermemektir. 

İnananlar Allah'a olan imanları, Allah korkuları ve ahiret özlemleri nedeniyle doğal bir cesaret ortaya koyarlar. Her davranışları son derece samimi ve cesurdur. Allah rızası için, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamak ve diğer insanların da bu ahlakı yaşamalarını sağlamak için çabalar, etraflarında işleyen kötülüklere karşı sessiz kalmaz, Kuran'a uygun tavır gösterirler. 

Müminlerin cesaretinin kökeninde tamamen Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik samimi bir çaba bulunmaktadır. 

Cesaret peygamberlerin en önemli özelliklerindendir. Peygamberimiz de diğer peygamberler gibi üstün şecaat ve cesaret sahibi idi. O İslam dinini tebliğ vazifesinde karşılaştığı güçlüklere cesaretle direnmiştir. [1]

Kaynak : DİB
-----------------
[1] Peygamberimiz on üç senelik Mekke hayâtı boyunca hiçbir felakete, hakarete, işkence ve sıkıntıya aldırmadan büyük bir cesaretle ve şecaatle, anlatmakla vazifeli olduğu hak dini yaymaktan çekinmemiştir. Peygamberimiz ve arkadaşları, baskılara boyun eğmeyerek davaları uğruna yurt ve yuvalarını, mal mülklerini terk edip hicret etmeyi bile göze alarak vazifesinde başarılı oldu.


Merhamet


Esirgemek, acımak, sevgi göstermek, kimsesiz ve yoksullara yardımda bulunmaktır. Merhamet temiz bir kalbin ziynetidir. Merhamet, Allah’ın dışındaki tüm canlıların eksik ve başkalarına muhtaç oluşlarının bir tezahürüdür. Yüce Allah, yarattığı tüm canlıları, bir şekilde birbirine muhtaç olacak şekilde dayanışma içine sokarak evrensel bir denge oluşturmuştur. Bu dayanışmanın en özel yönlerinden biri “merhamet” dediğimiz karşılıklı ilgi ve gözetim eylemiyle açığa çıkar. Allah Teala'nın isimlerinden bir tanesi de acıyan, bağışlayan, merhamet eden ve merhametli olan anlamlarına gelen Rahim’dir.

Bu yüzden acımak, merhametli olmak dinimizin üzerinde önemle durduğu prensiplerden biridir. Hz. Peygamber, bu evrensel merhamet eyleminden yeterince nasiplenebilmeleri için insanlara tüm canlılarla karşılıklı dayanışma mantığı içinde merhametli davranmalarını tavsiye etmiştir. Sevgili Peygamberimiz aile halkına, Müslümanlara ve özellikle çocuklara karşı şefkat ve merhametli idi. Sokakta çocuklarla oynar, şakalaşır, bir yetim görse onunla ilgilenir, başını okşardı. [1]

Müslüman; kimseyi incitmez, zarar vermez, elinden geldiğince yardıma ihtiyacı olanlara elini uzatır, düşeni kaldırır, açları doyurur, yoksulu giydirir. Yaptığı insanlığın, ihsanın karşılığını da yalnız Allah’tan bekler. Böyle kimselere Allah da merhamet eder.[2]

Fert ve toplum olarak görevlerimizden birisi de yetimlere sahip çıkmak, onların maddî-manevî ihtiyaçlarını karşılamaktır. Hz. Peygamber’in yetimlere gösterdiği şefkat ve merhamet örneği, bizim için bir model teşkil etmelidir. O hayatı boyunca bütün insanlara, özellikle zayıflara ve yetimlere merhametli davranmıştır. 

İslam’ın öngördüğü merhamet sadece insanları değil tüm yaratıkları kapsar. İsrail oğullarından günaha saplanmış bir kadının susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su verdiği için Allah tarafından bağışlandığını [3] bildiren Peygamber (s.a.s.) efendimiz başka bir hadisinde de kedisini açlıktan ölüme mahkum eden merhametsiz bir kadının, bu davranışı nedeniyle cehenneme atılmayı hak ettiğini [4] belirterek merhamet etmeyenin Allah’ın merhametinden mahrum kalacağını bildirmiştir.

Kaynak : DİB
------------------
[1] Bir gün Peygamberimiz torunları Hz. Hasan ve Hüseyin ile oynuyor ve onları öpüyordu. Sahabeden Akrab. Habis onun bu halini görmüş ve yadırgayarak “Ey Allah'ın Rasulü! Benim on çocuğum var, daha onlardan hiç birini kucağıma alıp öpmedim” deyince ona cevaben“merhamet etmeyene merhamet olunmaz”(Bu ha rî, “Edep”, 18) buyurarak bu hâlinin sevginin, merhametin bir nişanesi olduğunu beyan etmişlerdir.
[2] Peygamber efendimiz (s.a.s.): “Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Siz yer yüzündekilere merhamet ediniz ki göklerdekiler (Allah ve melekler) de size merhamet etsin” (Ebu Davud, “Edeb”, 58; Tirmizi, “Birr”, 16) buyurarak merhametin önemine işaret etmişlerdir.
[3] Buhari, “Şürb”, 9, “Edep”, 27; Müslim, “Selam”, 153, “Cihad,”44
[4] Buhari, “Edep” 18, 27; Müslim, “Fezail”, 65


Vakar


Ağırbaşlılık demektir. Vakar, kişinin bulunduğu makamına uygun bir ciddiyet göstermesi, hafif meşrep olmaması, ağırbaşlı olma, temkinli davranma, mevki ve kişiliğin gereğini hakkı ile koruma gibi manalara gelir. Vakar, sahibine hürmet duyguları kazandıran bir fazilettir. 

Vakarın kibre kaçmaması, hatta vakarlı birinin aynı zamanda mütevazi (alçak gönüllü) de olması gerekir. Bu iki huy birlikte bulunduğu zaman tam bir fazilet olur. [1] Rasûlüllah (s.a.s)'in, cemaatle namaza başlanmış bile olsa, camiye gelenlerin koşarak acele etmemesini, vakar ve sükuneti elden bırakmamasını tavsiye eden hadisi [2] her Müslümanda bulunması gereken vakarı ifade etmektedir. Peygamberimiz (asv) daima, hürmet duygularını davet eden bir vakar ve aynı zamanda sevgiyi celbeden bir tevazu halinde bulunurdu.

Vasıflar, hasletler, tutum ve davranışlar, yerlerine göre iyi veya kötü ahlakı temsil ederler. İş yerinde bir memurun ağırbaşlılığı, akıllıca bir vakar sayılır, fakat aynı tavrı ailesi içinde gösterirse ahmakçasına bir kibir-gurur sayılır. Masası başında bir yetkilinin gösterdiği vakar ve o vakardan kaynaklanan güven duygusu övgüye değer iken, aynı tavrı evinde sergilediğinde şımarık bir pozisyona girer. 

Keza, bir yetkilinin çoluk çocuğu arasında gösterdiği tevazu takdire şayan bir erdemlik olduğu halde, aynı tavrını makamında göstermesi, tevazudan çok bir zillet ve pintilik ifadesi olur.

Kaynak: DİB
---------------
[1] "Rahmân'ın öyle kulları vardır ki, onlar, yeryüzünde sükunetle (vakarla) yürürler" (Furkan, 25/63)


[2] Buharî, Ezan, 21

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder