24 Ekim 2020 Cumartesi

24 Ekim 2020 Cumartesi 22:30 CORONA GÜNLERİ...............................Tuna bebek (II)

Coronalı/Acılı Mart Nisan 

Mart ayı bizim için kötü başladı. 3 Martta annemi mide kanamasından Ege Üniversitesi aciline yatırmışlar. Haberi alınca Özgürle bizim arabayla İzmir’e gittik. Vardığımızda saat sabahın 2’sine geliyordu. Dört gün sonra gastroloji servisinde özel bir odaya geçtik. Mide kanseri olduğu söylendi. Patoloji sonuçları bekleniyordu.

 

Bu arada güzel haberlerle kötü gelişmeler birbirine karıştı. Martın 7’sinde Cüneytin son kitabı çıktı. “Serüvengiller” bir çocuk kitabıydı. Annem verilen ilaçlar ve bakım sayesinde kendine gelmişti. 9 Martta arabayı onlar için Özgürle bırakıp Orjana gittim. Ertesi sabah bir baktım, Panda balkondaydı. Çok sevindim. Hem ayakta kaldığına hem evi unutmadığına. O gün eve aldım onu hasret giderdik.  

 

Takip eden günler bir kulağım Ankara’da, öbürü İzmir’de bahçeleri temizledim, meyva ağaçlarını budattım. Bu arada Boncuk da geldi. Ama boğazında bir yara vardı. Birkaç gün gördüm sonra birden yok oldu. Tam da o günlerde Türkiye’de ilk korona haberleri duyulmaya başladı. Daha çok Çin ve İran kaynaklıydılar. Bizde ise 11 Martta ilk vaka görülmüştü. 15 Marta kadar 18’e çıkmıştı hasta sayısı. Henüz vefat eden yoktu. Doğrusu çok önemli gibi gelmemişti bu olay o zaman.

 

Ayın 16’sında yeniden İzmire döndüm. Annem artık evdeydi. İyi görünüyordu. Ama doktor ne isterse verin, mutlu edin demişti. İki ay kadar bir süresi vardı artık annemin. Bize bol bol eski günlerden anlatıyordu. Üzülüyordum ama sözünü kesmek olmazdı. 23 Martta patoloji sonuçlarını aldık. Teşhis doğruydu: kanser. Yapılacak bir şey yoktu. Gitmek için Oğuzhan’ı çağırdım İzmir’e.

 

25 Martta akşam üzeri Orjana vardık. Kediler yine geldi. Mamalarını suyunu verdik ve yeniden İstanbul’a doğru yola çıktık. O günkü yapılan test sayısı 5.035, vaka sayısı 561 ve toplam vefat sayısı ise henüz 59 idi. Ayın 17’sinde ilk vefat gerçekleşmiş, o günde sonra vakalar artmaya başlamış, toplam vaka sayısı 2 bin 433’e yükselmişti.

 

İstanbul’da tam anlamıyla ev hapsindeydik. Bir yandan corona haberlerini izlerken, öbür yanda kulağım annemden gelen haberlerdeydi. Tabi ki diğeri de Ankara’da. Küçük torunum Tuna 21 Martta 5 aylık olmuştu. Ece ise bir ay sonra iki yaşına girecekti. Akıllı telefonun görüntülü görüşmeleri bu dönemde oldukça işe yaradı diyebilirim.

1 Nisan corona tablosu artık herkesi endişelendirmeye başlamıştı. O güne kadar yapılan toplam test sayısı 106.799, toplam Vaka Sayısı 15.679 ve toplam Vefat Sayısı ise 277 olmuştu. İyileşenlerin sayısı ise sadece 333 idi. Şehirlerarası seyahat yasğından söz ediliyordu. O gün akşam üstü yasağa yakalanmamak için Oğuzhan’la Ankara’ya yola çıktık.

Evde izalasyonu Ankara’da da devam ettirdik. Bu arada seyahat kısıtlaması da başlamıştı. Günlerimizin neşesi eğlencesi küçük Tuna’ydı. Kalabalıkta sevgi halesi içinde olmak onun da hoşuna gidiyordu. 16 Nisanda Ece’nin ikinci yaş gününü kutladık. 21 Nisanda da Tuna artık 6 aylık olmuştu.Fena halde dişleri kaşınıyor, kendine göre sesler çıkarıyordu. 24 Nisanda Ramazan başlamak üzereydi. Ama annemden gelen haberler hiç iyi değildi. İyi olmayan corona haberleriydi öte yandan.

Oruçlu olduğumuz Ramazanın ilk günü Türkiye günlük koronavirüs tablosuna göre vaka sayısı 104 bin 912'ye, Koronavirüs sebebiyle vefat edenlerse 2.600’e ulaşmıştı. Günlük vaka 3 binin, ölenler de 100’ün üzerindeydi.  Ama o gece acı haber İzmir’den geldi: annem ölmüştü. Beklediğimiz yine de vurgun yemiş gibi etkileyen bir haberdi.

25 Nisan gecesi Cüneyt’in arabasıyla yola çıktık. Kimseye özel olarak haber vermedik, sadece sosyal medyada yayınladık cenaze duyurusunu. Sabah Susurluğa ulaştık. Kardeşlerim de geldiler. Cenaze Büyükşehir’in bir ambulansıyla öğleyin geldi. Çok garib bir cenaze oldu. Bir elin parmakları kadar insan namazını kılıp daha önceden belli olan yerine defnettik annemi. İzinli gittiğimiz için de herkes akşam geldiği yere döndü. Adet olan şeyler yerine annemin hayrı için Susurluk aşevi vakfına 1000 lira bağışlamayı seçtik.

Ankara'da Ramazan ayı bir haftasını doldurmuştu. Camiye gidemiyor evden de çıkmıyorduk. 30 Nisan akşamı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 'Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu'nu paylaşmış, 42 bin 4 test yapıldığı, 2 bin 615 yeni tanı konulduğu, Vefat eden kişi sayısının 93 olduğu açıklanmıştı. Böylece toplam vaka sayıları 120.204, toplam vefat 3.174 olmuştu. Durum gittikçe daha kötüye gidiyordu.

Tuna'yla corona yokuşu

Bugün gecikmeli olarak Tuna’nın doğum gününü kutladık. Oğuzhan’la bir haftadır birlikteydik. Dün büyük kızım Elif de, eşi Aydın ve torunum Yağız’la birlikte Adapazarı’ndan geldiler. Nazlı üniversite sınavına hazırlandığı için gelemedi. Hilal’ler de gelmişti akşamdan. Bugün sabah annesi babası Ece Mercan’ı da bize bıraktı. Hep birlikte güzel bir kahvaltı yaptık. Selma hanım böyle çocuklarıyla beraber olunca çok mutlu oluyor zaten.

 

Öğleden sonra Gölbaşı şehir parkı sosyal tesisine gittik. Hava da çok güzeldi şansımıza. Özgürle birlikte kızkardeşlerim de geldi. Büyük bir aile olarak Tuna’nın doğum günü pastasını kestik. Çocuklarla ilgilenme, sohpet, muhabbet, fotoğraf derken saat 5’i buldu. Daha fazla serine kalmadan 6’ya kadar eve döndük. Canlı, renkli bir akşam yemeği yedik yine hep birlikte. Çay faslından sonra yine fotoğraflar çekildi. Saat dokuz buçuk gibi Cüneyt’ler gitti. Tuna da uyudu. Ben bu yazıyı yazmaya oturunca evimiz bayağı sakinlemişti.

Evet, bugün Tuna artık bir yaşında ama corona da 228.nci gününü doldurdu. İlk başta Çin ve çevresini etkileyen bölgesel bir "epidemi" olarak algılanan salgının sonraki günlerde Asya sınırlarını aşıp halk sağlığını küresel çapta tehdit etmeye başlamasıyla, dünya virüsle ilgili gelişmelere kilitlendi, salgının kontrol altına alınması ve önlenmesine yönelik tedbirler tüm ülkelerin ana gündemi haline geldi.

7 Ocak'ta Dünya Sağlık Örgütü, hastalığın SARS olmadığını fakat yeni tip bir koronavirüsten kaynaklandığını açıkladı. Yarasalardaki bir betakoronavirüsün insana geçerken mutasyona uğramış hali olan yeni tip koronavirüse "2019-nCov" adı verildi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), koronavirüsün (Covid-19), pandemi (salgın) olarak nitelendirildiğini duyurdu. Örgüt koronavirüs salgınında dünya çapında 11 Mart'a kadar 4 bin 291 can kaybı yaşandığını duyurdu.

Bu arada salgının merkez üstü önce Avrupa'ya kaydı, daha sonraysa Amerika Birleşik Devletleri vaka sayısında dünyada ilk sıraya yerleşti. Bu arada dünya genelinde 123 ülke ve bölgeden 132 bin Covid-19 vakasının bildirilirken 5 bin kişinin hayatını kaybetmesi bir dönüm noktası olarak açıklandı.

28 Nisan'a gelindiğinde Covid-19 salgınında vaka sayısı 3 milyonu, can kaybı ise 211 bini geçmişti. Ancak artış hızının düşmesiyle birlikte Avrupa ve dünyada birçok ülke Covid-19 tedbirlerini gevşetmeye başladı. Ancak Türkiye'de Covid-19'la mücadele kapsamında 30 büyükşehir ve Zonguldak'ta 4 Mayıs saat 00.00'a kadar sürecek sokağa çıkma kısıtlaması 1 Mayıs gecesi 00:00'da başladı.

Zaten uzun bir süredir evden çıkmıyorduk. Belki çok zarurri ihtiyaçlar için markete. Ekmek ve pide bile fırınlar tarafından sokaklara kadar getiriliyordu. Tuna'yla Ece bir araya geldiklerinde hoş görüntüler yaşanıyordu. Ece abla olduğunun farkındaydı, Tuna da bir kardeş olduğunun. Evimizin salonu oyuncak çeşitleriyle kreş görüntüsü veriyordu. 1 Mayıs'ta Oğuzhan'ın 25.nci doğum gününü evimizde kutladık. Ayın 14'ünde yine iki küçük torunumuzla birlikteydik. Bir dizimde Ece diğerinde de Tuna vardı. Ecenin böyle kucağımdalarken kardeşi Tunayı öperken çekilen resmi çok güzel bir hatıra oldu.  

Mayıs ayı bizim için Ramazandı. Ama Corona Virüs salgını dünya genelinde yayılmaya devam ediyordu. Tuna’nın 7 aylık olmasına bir gün kala 20 Mayısta toplam 4.867.515 vaka sayısına ulaşılmış, 321.459 kişi ölmüştü. Amerika ve Rusya'da kritik günler yaşanmaya devam ediyordu. Amerika'da 1.508.957 vaka bulunurken, Rusya'da vaka sayısı 299.941 olmuştu. ABD'de toplamda 90.369 kişi hayatını kaybederken, Rusya'da bu rakam henüz 2.837 idi.

Türkiyede ise 11 Marttan bu yana zirve yapan vaka sayıları tam bir ay sonra 11 Nisanda günlük 5.138 ile pik noktasına ulaşmıştı. O tarihten sonra kademeli olarak 16 Nisanda 4.801’e, 21 Nisanda 4.611’e, 24 Nisanda 3.122’ye, 29 Nisanda 2.936’ya, 5 Mayısta 2.253’e, 15 Mayısta 1.708’e ve 28 Mayısta da 1182’ye kadar düşmüştü. 

Ramazan bayramı 24 Mayısta oldukça garip geçti. Ne bayram namazına gidebildik ne de yoğun bayramlaşmalar yaşadık. Şükür ki Oğuzhan da bizimleydi, kendi kendimize kutladık bayramı. Çocuklarımızla görüntülü görüştük telefonla. Ama 27 Mayısta Cüneytler Ece'yi getirdi de hasret giderdik ailece. 

3 haziranda seyahat yasağının kalkmasıyla hemen toparlanıp körfeze gittik. İki aylık evde hapislikten sonra bize iyi gelecekti. Orjanda hava çok güzel, bahçeler yemyeşildi. Hem evimize kavuşmuş hem de kedimiz Panda'yı yine orada bulmuştuk. Bu beni nihayetsiz sevindirmişti. Hilaller de Tunayla ardımızdan gelmişlerdi. Artık Tuna'nın dişleri iyiden belli olmuştu. Sevimli halleriyle de kucaktan kucağa geziyordu. 

6 Haziranda ilk defa denize girdi. O orjana gelen üçüncü kuşaktı. Daha önce Oğuzhan da, Nazlı, Yağız ve Ece de bebekliklerinde gelmişlerdi. Yazlığımızın olduğu körfezin havası, suyu, yeşilliği güzeldir. Etrafta da gezilecek görülecek yer çoktur. Ama bu kez bir kaç istisna hariç öyle çok gezemedik. Corona her alışkanlığımızı olumsuz etkiliyordu. Bu arada Oğuzhan'da İstanbul'a döndü. Evden çalışacaktı.

9 Haziranda da Elifler geldi yanımızda. Nazlı ve Yağız'da vardı. Sabah yürüyüşlerinden sonra Yağızla birlikte denize giriyordum. Bazen saat 10 gibi Hilal Tuna'yla birlikte iskeleye geliyorlardı. 12 Haziranda böyle havanın denizin enfes olduğu bir günde simitle denizde çok mutlu olan Tuna'nın çok güzel fotoğraflarını çektim. Yağız sabah deniz akşam üstü de futbola gidiyordu. Ertesi günü onun da sahada oynarken epey bi fotoğrafladım.

Yazlığımızın klasiği sabah arka balkonda kahvaltı, akşam üstü de ön tarafta çay muhabbetidir.  Elif gelince bazen sahilde iğdeler altında kahvaltı yaparız. 16 Haziranda böyle bir gündü. Akşama kadar sahide kaldık. O gün de çok güzel fotoğraflar çektim.  

Büyük kızım Elif te bizim gibi gezmeyi sever. 17 Haziranda bir kaçamak yapıp Ayvalık Küçükköy'e gittik. Boşnak böreği ve ev yapımı limonata enfesti. Dönüşte Gömeçten sonra Karaağaç'ta güzel bir yeme içme yeri keşfettik. "Madradan" da akşam yemeği güzeldi. Oradan "Yine geliriz inşallah" temennisiyle ayrıldık. Ertesi günü çocuklarım bana bir sürpriz yapmışlar. Hepsi birleşip bana spor ayakkabı, şort ve tişort almışlar. Kaliteli şeyler, çok hoşuma gitti tabi. 

19 Haziranda tapu işlemleri için Selma hanımla Susurluğa gittik. Evin işlemlerini hallettik. Ancak tarlalar daha sonraya kaldı. Bu arada Selma'nın eski ev yerinde bahçeye de uğradık. Ihlamur varmış topladık. Parka gittik, Susurluk tostu ve kokoreç yedik. Haziranın 24'ü günü haber aldık ki Tuna'nın ilk dişi çıkmış. 25 Haziranda Oğuzhanla birlikte Orjan'a döndük. Vişne topladık ağaçlarımızdan. Selma hanım reçel yaptı. 29'unda küçük bir Kazdağları gezmesi daha yaptık. Güre, Dedepınarı, Küçükkuyu Sabunhane ve Adatepe Çınaraltı'na gittik hep birlikte.

Bu arada Tuna 8 aylık olmuş, Corona da hafif bir kabarma yaşanmıştı. Mayısta düşüşe geçen vaka sayıları 2 Haziranda 786 ile en düşük seviyesini görmüştü. Ancak daha sonra 4 Haziranda 988, 9 Haziranda 993 olmuş, ardından 13 Haziranda 1.459 ve 15 Haziranda 1.592 ile yeniden 1000’in üzerine çıkmıştı. 30 Haziranda hafif bir düşüşle 1.374 olarak gerçekleşmişti. Bu kabarma 1 Haziran normalleşme kapısının bir bedeli olacağını gösteriyordu.

Türkiye'nin 30 Haziran koronavirüs tablosuna göre vaka sayısı 198.613'e yükselmiş, vefat edenlerin toplam sayısı 5.115 olmuştu. O gün 51 bin 14 test yapılırken, 1374 kişiye Kovid-19 tanısı konulmuş, 18 hasta ise vefat etmişti. 

22 Ekim 2020 Perşembe

22 Ekim 2020 Pazar 22:30 CORONA GÜNLERİ.....................................Tuna bebek (I)

Tuna bebek bir yaşında 

Tuna bebek 21 Ekimde dünyaya geldi. Bugün bir yaşında. O doğum telaşındayken dünya da corona virüse hamileymiş. Bugün artık corona günlerinin de 225.nci günü. 


Çok garip bir durum ama birlikte geliştiler sanki. Biri serpilip büyürken, diğeri bütün dünyaya yayılıp ejderhalaştı. Biri bütün sevimliliğiyle etrafına renk ve canlılık katarken, öbürü ürkütücü boyutlarla dünyaya kol budak sardı.

Oysa Coronanın Çinde doğduğu Aralık ayının meş'umluğuna karşılık, ondan bir ay önce Kasım ayı bizim için büyük mutluluktu. İlk bir ayı sabah akşam değişen bebek halleriyle geçti. Gözlerini açıp bocuk boncuk etrafına bakması, uyuması, uyanması, doyması, acıkması hep güzellikti bizim için.

 

Doğumdan sonra kızımızı bırakmamıştık. Dört artı bir evimiz 24 saat renkli ve canlıydı. O küçücük canlı kımıldadıkça, ağzını açıp gözlerini yumdukça hepimiz başındaydık. İlk başlarda ana kucağı denilen küçük bir beşikte uyudu. Göbeği düşünce 1 Kasımda ilk banyosunu yaptırmıştık. Tören gibiydi.

 

Halden hale giriyordu, görüyorduk. O kadar tatlıydı ki neredeyse kucaktan kucağa geziyordu gün boyu. Ağzı burnu kulakları küçücük, gözleri boncuk boncuktu. Saçları hafif kızıla kaçtığı için benim "kınalı kuzum"du o. Annesinin babasının bir tanesi, nenesinin de can paresiydi.


Doğduğundan beri hiç kundak görmedi. Zıbınlar filan da vardı ama hep ona göre giysileri vardı. Göğüslerimize yaslanıp bakınmayı seviyordu. Babasının avuçlarına yatabilecek kadar küçücüktü. Onun göğsünde bir tırtıl gibi duruyordu.


Kasımın 16'sında sallanan beşiğe yatırdık. E-bebekten almıştım. Kızak gibi eğri ayakları olan portatif ahşap bir şeydi. İpi vardı, sallanabiliyordu. Aynı gün 4.ncü kitabım "Kelimeler"i annesi Hilal'e hediye etmiştim. Bir aylık olduğunda da onun için evimizin karşısına meşe palamutları ekmiştim onun için. Birlikte büyüsünler, ulu olup yücelsinler diye.


Kasımın son günü anne ve babasıyla çok güzel resimler çektim. O akşam ilk "atta"sına Ece ablasına gitti. 1 Aralık eskilerin "40'ı çıktı" dedikleri gündü. Adet üzere nenesi iki yumurta verdi, ilk para hediyesini o gün aldı. O günlerde sabahları dedesiyle nenesinin arasına gelmeye başladı. Günaydınnn! dedik birbirimize. Hafiften gülümsemeleri de o günlerde başlamıştı. 


Aralık ayı hem Tuna için, hem benim için, hem de Corona için önemliydi. Tuna artık iki aylık olmuştu ve cicili bicili giysiler giymeye başlamıştı. Haymanaya bir termal otele gitmiştik o gün hep birlikte. Hareketlenmişti, etrafına gülücükler atıyordu ve sesler çıkarıyordu bebekçe. Yattığı yerden yukardan sarkıtılan renkli yumuşak oyuncaklara ellerini uzatıyordu. Solak mı acaba diye merak etmemiz o günlerden. 


Bizim yaklaşan fırtınadan haberimiz yoktu ama Çin'in Wuhan kentinde ilk koronavirüs vakaları görülmeye başlamıştı. Henüz dünya nasıl bir  salgının pençesine düşeceğini bilmiyordu. Ben de o günlerde "Susurluk için ne yapılabilir?" sorusuna haftalık gazete yazılarımla cevap aramakla meşguldüm. Ardından bir "stratejik plan" önerisi yapmaya karar vermiş, REİS gazetesinde yazdıklarım sadece Susurluk üzerine olmaya başlamıştı. Henüz o günlerde bu çabamın memleketim için neredeyse bir baş eser iddiasında olabileceğini bilemezdim. 


Tuna'nın seyir defteri

2020’nin Ocak ayına girdiğimizde Tuna bebek ilk defa kendi evine gitti. Kızım, alışmamız lazım arada gitmemiz iyi olur demişti. Evlerinde Suzi isminde dişi bir kedileri var. Galiba kıskanmış Tuna’yı. Önce görmezden gelmiş biraz da huysuzluk yapmış. Tabi fazla duramayıp geldiler. Zaten kızımın kışı bizde geçirmesini istiyorduk. Onlara alışmıştık, Tuna da bize. 


12 Ocakta Balder Balıkesirliler derneğinin Hakimevindeki kahvaltısına gittik hep birlikte. Böylece Tuna en genç Balıkesirli olarak ilk sosyalleşmesini yaşamış oldu. Evde yeni alınmış sallanan ana kucağında artık iyiden serpilen bir Tuna görüyorduk. 17 Ocakta Oğuzhan bize sürpriz yaparak hafta sonu için İstanbul’dan çıka geldi. Elifler de sömestr tatili fırsatıyla Adapazarı’ndan geldiler. Birlikte güzel bir hafta sonu geçirdik. Pazar günü Ankara’ya kar yağmıştı. Salı günü de Tuna üç aylık olmuştu. Salonun penceresinden birlikte dışarıya baktık. Ümit’le Yağız karşımızdaki tümsekte kızak kayıyorlardı. Tuna’nın bembeyaz olmuş manzaraya bakması ise görülecek şeydi.


Bu arada ben üç ay süreyle semtimizdeki yaşam merkezine gitmeye başlamıştım. Haftada üç gün bazen cumartesi de dahil dört gün orada spor yapıp havuza giriyordum. Tuna ise evimizde tam bir canlılık kaynağı olmuştu. Bazen hafta sonu cumartesi günleri Ece için İncek’e gidiyorduk. O da artık iki yaşına yaklaşıyordu. Ocağın 26 sında bu defa hep birlikte Ece’lerdeydik.  Sadece Oğuzhan yoktu aramızda. Cüneyt’in doğum gününü gecikmeli olarak kutladık. Tuna’yla Ece’nin birbirine ilgisi görülecek şeydi. 


27 Ocakta ben, eşim ve Elif’le Susurluğa gittik. O sırada annem İzmir’de kızkardeşimin yanındaydı. Henüz hastalığı ağırlaşmamıştı. Üç gün sonra da Oğuzhan’ın yanına İstanbul’a gittik.1 Şubatta Aydın’lar da Adapazarı’ndan geldiler. Vefa bozası içtik, Süleymaniye’de namaz kılıp kuru fasulye yedik. Ertesi gün Üsküdar’a öğretmenimin evine ziyarete gittik. Elif’ler Adapazarı’na biz de Ankara’ya döndük. Ankara’da yine kar vardı. Evimiz sıcak, Tuna da kucağımızdaydı.

 

22 Şubatta bu kez Yağızın doğum günü için Adapazarı’ndaydık. Cüneyt’ler de gelmişti. Her yıl bu gün sömestr tatilinde Cüneyt’inkisiyle birlikte Ankara’da kutlanıyordu. Bu sefer Elif gününde ve bizde olsun deyince onu kıramamıştık. Hafta sonunu değerlendirerek doğum gününü yaptık ve döndük.

 

Mart ayı kapımıza dayanmış, kazma kürek yakmak için değil ama zor günleri dayatmak için gelmişti.

21 Ekim 2020 Çarşamba

21 Ekim 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı184.................................Yeşilelma yolu

Yeşilelma yolu

“Susurluk için ne yapılabilir?” sorusu üzerinde düşünerek ve yazarak birlikte çıktığımız bir yolculuğu sürdürüyoruz. Amacımız 2023-2028 döneminden başlayarak 'en az beş yıllık orta vadeli, bölgesel mahiyette Stratejik bir alt plân’ önerisi yapabilmek. Susurluğun içinde bulunduğu olumsuz gidişi orta vadede durdurup olumluya çevirmek ve gelecekteki değişim ve dönüşümünü gelişme yönünde planlayabilmek’ istiyoruz. Bu çalışmanın ilk aşaması “Neredeyiz?” sorusuydu. O bölümde Susurluğun Güçlü ve Zayıf yönleriyle, çevreden yönelen Fırsat ve Tehditleri sektörel bazda tek tek analiz etmiştik. Şu anda da “Nereye varmak istiyoruz?” aşamasının son bölümüne geçmek üzereyiz. Artık Susurluğun güçlü ve zayıf yönlerini, karşı karşıya olduğumuz fırsat ve tehditleri, değerlerimizi, ilkelerimizi, Misyon ve Vizyonumuzu biliyoruz. Hatta Amaç, Stratejik Amaç ve uygulama Stratejilerinin de bir bölümünü ortaya çıkarmış durumdayız. Önümüzdeki iki ay süresince ‘Hedefler, projeler ve faaliyetler’ üzerinde çalışacağız. Bu arada başka bazı Amaç, Stratejik Amaç ve Stratejiler de bize katılmış olacak. Bu hafta sizlere; geldiğimiz nokta itibariyle ürettiğimiz plan araçlarını özet olarak bir kez daha tekrar etmeyi düşündüm. Böylelikle bizi tam olarak takip edemeyen, ayrıntıları unutan ya da hatırlamak isteyen okuyucularımıza bir fırsat daha sağlamış olacağız.  Umuyorum bundan sonra daha fazla katılım ve katkı sunabilirler. Zira sonraki üç ay “Nasıl yapacağız?”sorusunun cevabıyla uğraşarak geçecek.

Susurluğun sahip olduğu güçlü ve zayıf yönler ile karşı karşıya olunan fırsat ve tehditler 12 adet sektör ya da alan bağlamında değerlendirildi. Bunlar: “GY.01-NÜFUS VE SOSYAL HAYAT, GY.02-KONUM, GY.03-KALKINMA VE TEŞVİKLER, GY.04-ULAŞIM, GY.05-LOJİSTİK, GY.06-ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR, GY.07-TURİZM, GY.08-SANAYİ, GY.09-TARIM VE HAYVANCILIK, GY.10-SAĞLIK, GY.11-EĞİTİM ve SPOR, GY.12- KENTLEŞME VE ÇEVRE” başlığını taşıyorlardı. Bu şekilde 46 adetlik bir GÜÇLÜ YÖNLER listesi ortaya konuldu: “01.1 Henüz çok yaşlanmamış bir nüfus, 02.1 İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük merkezlere yakınlık, 02.2 Beldemizin diğer ilçelerle karşılaştırıldığında nispeten daha bakir olması, 02.3 İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için oldukça uygun bir konum, 03.1Yatırımcılar için tercih edilebilir bir teşvik sistemi, 04.1  Bandırma limanına demiryolu ve karayolu ulaşımının  bulunması, 04.2  Güçlü ulaşım ağlarına sahip olması,  05.1  Üretim merkezleri ve büyük pazarlara geçiş noktasında yer alması, 06.1 Rüzgâr enerjisi kapasitesi, 06.2 Rüzgâr enerjisi kapasitesi, 06.3 Güneş enerjisi, 06.4 Biyogaz potansiyeli, 06.5 Jeotermal kaynaklar, 07.1 Alternatif turizm imkânları, 07.2 Keşfedilmeye hazır zengin sosyo-kültürel yapı ve değerler, 07.3 Termal turizm için Jeotermal potansiyel, 07.4 Geleneksel mola ve dinlenme tesisleri tecrübesi, 07.5 Ayranıyla meşhur olması, tost ve ayran için coğrafi konuma sahip olması,  08.1 Şeker fabrikası, 08.2 Yörsan, 08.3 Entegre et tesisleri, 08.4 Beyaz et tesisleri, 08.5 Gıda sanayinin gelişmiş olması ve Konserve tesisleri, 08.6 Ahşap sandalye, masa imalatı, 08.8 İstanbul sanayisinden ilçemize kayacak olanlar için alternatif OSB potansiyeli, 09.1Güçlü bir Tarım faaliyeti, 09.2 Zengin su kaynakları ve sulu tarım imkânı, 09.3 Organik tarım potansiyeli, 09.4 Sağlıklı ve taze sebze meyve kapasitesi, 09.5 Zengin biyo çeşitlilik, tıbbi ve aromatik bitkilerin varlığı, 09.6 Seracılık yatırımları için de uygun arazi varlığı ve jeotermal kaynaklar, 09.7 Önemli miktarda orman varlığına sahip olma, 09.8 Yaygın ve güçlü tarımsal örgütlenme, 09.9 Canlı Hayvancılık, Kırmızı et ve süt üretimi, 09.10  Süt ve süt ürünleri üretimi, 09.11 Kanatlı hayvan üretimi, 09.12 Sektöre dayalı sanayi oluşumları konusunda güçlü bir potansiyel ve yüksek bir rekabet gücü, 10.1 Yakın iki ilde de üniversite hastanesi olması, 11.1 Meslek yüksekokulu, 11.2 Endüstri Meslek lisesi, 11.3 Genç sporcu yetiştiren bir alt yapı, 11.4 Son yıllarda sağlanan başarılar,  11.5 Motorkros sporu, 11.6 Rahvan at yarışları,  12.1 Çaylak mesire yeri, 12.1 Çataldağ”.

Aynı çalışmada önümüzdeki dönemde yararlanabileceğimiz 38 adet FIRSAT da görülmüş oldu: “FRS.01.1 Göç baskısının olmaması, FRS.02.1-Balıkesir’in büyükşehir olması, FRS.02.2-Yol üstü konum, FRS.02.3-Ulaşım ağlarının güçlendirilecek olması, FRS.02.4-Büyük merkezler ortasındaki konumu, FRS.03.1-Teşvik sisteminde Balıkesir’in 3/2. bölgede olması, FRS.03.2-OSB kurulması ile ilgili çalışmalar, FRS.03.3-Güney Marmara Kalkınma Ajansı, FRS.04.1-Ulaşım ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri, FRS.05.1-Bölgede Lojistik ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri, FRS.05.2-ilçemiz sınırlarında bir Lojistik merkez kurulmasıyla ilgili çalışmalar, FRS.06.1-Rüzgâr enerjisinin gelişimi, FRS.06.2-Biyogaz kapasitesi, FRS.06.3-Güneş enerjisinden yararlanma projeleri, FRS.07.1-Alternatif turizm talebinin giderek artması, FRS.07.1-Jeotermal yatırım potansiyeli, FRS.08.1-İstanbul sanayisinin desantralizasyonu, FRS.08.2-İstanbul sanayiinin giderek bizim bölgemize doğru kayması, FRS.09.1-Küresel gıda talebindeki artış, FRS.09.2-Uygulanan yeni teşvik sistemi, FRS.09.3-Tarımsal desteklemeler,  FRS.09.4-Hayvancılıkta  Yerli Üretimi Destekleme Modeli, FRS.09.5-Mera hayvancılığı yetiştirici bölgeleri, FRS.09.6-Damızlık koç-teke üretim merkezleri,  FRS.09.7-Milli tarım kapsamında yürütülen çalışmalar, FRS.09.8-Elektronik satış ve pazarlama uygulamaları, FRS.09.9-Büyümekte olan Meyve Ve Sebze Sektörü, FRS.09.10-Giderek güçlenen et ve süt ürünleri pazarı, FRS.09.11-Kümes hayvancılığı sektöründe artan yerel ve bölgesel talep artışı ve ihracatta güçlü bir büyüme potansiyeli, FRS.09.12-Ülkemiz seracılığında iddialı hedefler, FRS.09.13-Organik gıda pazarının büyümesi ve geleceğe yönelik beklentiler, FRS.09.14-Tüketim merkezlerine yakınlığımız ve ulaşım imkânlarımız, FRS.09.15-Arazi toplulaştırmaları,  FRS.09.16-Tıbbi ve aromatik bitki potansiyeli, FRS.09.17-Üniversite sektör işbirliği imkânı, FRS.10.1-Yeni şehir ve devlet Hastane projeleri, FRS.11.1-17Eylül Bandırma üniversitesi kampüsü, FRS.12.1-Kentsel dönüşüm uygulamaları, FRS.12.1-Artan çevre bilinci.”  

    Dayandığımız DEĞERLER: “DEĞ.1-İyilik, DEĞ.2-Vatana sadakat, DEĞ.3-Misafirperverlik, DEĞ.4-Yardımseverlik, DEĞ.5-Yetiştirdiğimiz değerli insanlar, DEĞ.6-Yöresel ürünlerimiz, DEĞ.7-El sanatlarımız, DEĞ.8-Fabrika, marka ve tesislerimiz, DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz, DEĞ.10-Cazip yatırım imkânları ve DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre”miz olarak tespit edildi. Yolculuğumuzun TEMEL İLKELER’i ise; “İLK.1-Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan, İLK.2-İstikamet üzere olma, İLK.3-Amaç Birliğine riayet, İLK.4-Planlı değişim dönüşüm ve İLK.5-Birlikte başarmak” olacak. 
        Hatırlayacaksınız; 2023-28 Stratejik Plan dönemi için önerdiğimiz Misyon bildirimi yani temel görev/yapılacak iş de şöyle belirlenmişti: SUSURLUĞUN GELECEK VİZYONU İÇİN BİR STRATEJİK PLAN ÇERÇEVESİNDE; İÇERDE ETKİN İŞ VE GÜÇ BİRLİĞİNİ, DIŞARIDAN DA GEREKLİ DESTEĞİ SAĞLAMAK SURETİYLE; KALKINMA, SÜREKLİ DEĞİŞİM-DÖNÜŞÜM VE GELİŞİMİ İÇİN ÇALIŞMAK VE UYGULAMA PERFORMANSINI İZLEYİP GEREKEN GÜNCELLEMELERİ YAPMAK”. Bu cümlenin akılda kalacak kısa bir versiyonu, daha doğrusu bir tür özeti de Geleceğin Susurluğu için bir Stratejik Plan uygulaması” gerçekleştirmek şeklinde ifade edilebilir.

Bildiğiniz gibi geçen haftalarda Susurluğumuzun gelecek vizyonunu da netleştirmiş ve önerdiğimiz vizyon cümlesini “Yeşilelma” sembolüyle; ‘DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, GELİŞMİŞ, REKABETÇİ, ÜRETKEN VE İTİBARLI BİR CAZİBE MERKEZİ OLARAK; BÖLGESİNDE YÜKSELEN, İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’ olarak paylaşmıştık. Ayrıca vizyonumuzun açıklamasında yer alan ‘Daha fazla değer üreten, daha adil paylaşan, değerlerini koruyup geliştiren’, ‘Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak Mevcut üretim tesislerini çoğaltan’, ‘OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran’,’ Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek sosyal ve ekonomik kalkınmasını başaran’, ‘İnsan odaklı, Gençlerin ve çocukların önemsendiği, Çevre duyarlılığına sahip, Öncü, Nitelikli insan yetiştiren’ ifadelerini de muhafaza edeceğimizi belirtmiştik. Zira bu ifadeler bize içindeki bazı Amaç, Stratejik Amaç ve Stratejileri görmemizi sağlayacaktı.

                Nitekim buradan yola çıkarak 3 ana Amaç, 10 Stratejik Amaç ve 17 Strateji belirlemiş olduk. Öngörülen üç ana Amaç şöyleydi:  ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ , ‘AMAÇ.2-KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’’ ve ‘AMAÇ.3-İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK’. Onların altında kodlanmış olarak: “StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma, StrA.1.2-İstihdamı arttırma, StrA.1.3-Cazibe merkezi olma, StrA.2.1-Değerlere dayanmak, StrA.2.2-Nitelikli insana odaklanmak, StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik, StrA.2.4-Özgün, ileri ve Güçlü olmak, StrA.3.1-Sürdürülebilir kalkınmayı başarmak, StrA.3.2-Büyümüş, müreffeh ve itibarlı olmak ile StrA.3.3-Yeşil ve yaşanabilir bir Susurluk” şeklindeki STRATEJİK AMAÇLAR bulunuyordu. Bunların da altında: Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanmak, Str.1.2.1-Üretim tesislerini çoğaltmak,  Str.1.3.1-OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlamak, Str.1.3.1-Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirmek, Str.2.1.1-Daha fazla değer üretme, Daha adil paylaşma ve Değerleri koruyup geliştirme, Str.2.2.1-Nitelikli insan yetiştirme, Str.2.3.1-Üretken olma, Str.2.3.1-Rekabetçiliği benimseme, Str.2.4.1-Özgün bir model ortaya koyma,Str.2.4.2-Her alanda ilerleme sağlama, Str.2.4.3-Güçlenme,Str.3.1.1-Amaç ve güç birliği yapma,Str.3.2.1-Sürekli değişim-dönüşüm ve gelişim,Str.3.3.1-İnsanların sağlık, huzur ve refah içinde; mutlu, huzurlu ve umutlu olması,  Str.3.3.2- Huzur içerisinde yaşanabilen, çevreye duyarlı iyi insanlar şehri olma,Str.3.3.3-İnsan odaklılık, gençlerini ve çocuklarını önemseme ve Str.3.3.4-Yaşam kalitesini yükseltme ve çevre duyarlılığı” olarak ifade edilen bazı UYGULAMA STRATEJİLERİ teklif edilmişti.

Böylece şu ana kadar döşemiş olduğumuz “Yeşilelma yolu” taşlarını sizlere özetlemiş olduk. Ancak YEŞİLELMA YOL HARİTASI sadece bunlardan ibaret olmayacak. Daha “Nereye varmak istiyoruz?” sorusu bağlamında Susurluğun güçlü-zayıf yanlarını, Fırsat-tehditlerini yeniden ele alarak başka bazı Amaç, Stratejik amaç ve Stratejiler de üreteceğiz. Ama esas itibariyle o çalışmadan HEDEF, PROJE VE FAALİYETLER’in uç vermesini bekliyoruz.  Bu noktada bir kez daha duymayan kulaklara, görmeyen gözlere, akletmeyen akıllara ve hissetmeyen gönüllere bütün gücümüzle çağrımızı yenilemek istiyoruz: “Ayağa kalk Susurluk! Kalk ve yürümeye başla. Gelecek ellerinde!” 

 yyalcin3@gmail.com

20 Ekim 2020 Salı

20 Ekim 2020 Pazar 12:30 CORONA GÜNLERİ.....................................Tartışmalı mevzular

Salgında tartışmalar

Tarihin çok ilginç bir dönemini yaşıyoruz. Bilim kurgu romanlarında okuduğumuz, filmlerde gördüğümüz, ‘olmaz’ dediğimiz birçok şey oluyor. Gözle görülemeyen bir virüs adeta tüm insanlığı tehdit ediyor. Dünya çapında milyonlarca insan evde kalmaya zorlanıyor, dışarıda herkes maskeli. 

İşyerleri sıkıntıda, üretim aksamış, pek çok insan işlerini kaybetmiş, kalanların önemli bir kısmı evden çalışmak zorunda. Yüzyüze eğitim tam yapılamıyor, siyaset bile toplantı alışkanlıklarını değiştirmiş durumda. Güvenlik kuvvetleri ilaveten salgınla ilgili olağanüstü tedbirlerle uğraşıyor. Bütün sağlık sistemi, görevliler canla başla virüs bulaşmış kişileri kurtarmaya çalışıyor.

Corona'nın ilk çıktığı Çin’den artık ses soluk duyulmuyor. Sanki salgının yayılmasını kontrol almışa benzeyen dünyadaki tek ülke orası. Ocak ayından itibaren aldığı radikal önlemlerle epey tartışma da yarattı ama. Bu tedbirlerin bir kısmı da halen sürüyor. Diğer yandan Hindistan, Avrupa, Rusya, ABD ve Güney Amerika ülkelerinde "ikinci dalga" olarak tabir edilen bir patlama hali daha yaşanmakta.

 

Dünya bu salgınla uğraşırken kamuoyu da çıkan tartışmalarla sarsılıyor. Önce pek ciddiye alınmadı, sonra komplo teorileri çıktı bol bol. Birileri Çin’i suçladı, başka birileri Amerika ve küresel güçleri. Yetmedi Dünya sağlık örgütü de ABD ile Çin arasındaki kapışmanın tam ortasında kaldı. Yaşlıların korunamadığı, hatta ölüme terkedildiği iddiaları ortaya atıldı. Batılı gelişmiş ülkelerin sağlık sistemlerinin yetersizliği konuşuldu bir süre. Hazirana doğru normalleşme çabaları tartışılır oldu. Ekonominin büyük yara alması bütün dünyada belki salgından da öne çıkan bir sorun oldu. Son olarak virüsün ne olup olmadığı, aşı ve ilaç geliştirme çalışmaları gibi bilimsel konular da alabildiğince tartışılıyor. Pek biteceğe de benzemiyor.


Koronavirüs ilk çıktığında ne Çinliler, ne de dünya onu pek ciddiye almadı. Çinlilerin salgını başta gizlemeye çalıştığı söylense de tablonun giderek vahimleşmesi saklanacak bir taraf bırakmadı. Aslında işin ciddiyeti Çinliler, apar topar sahra hastaneleri yapmaya başladığında kendini belli etmeye başlamıştı. Sonra yol üstünde nefessiz kalıp düşen insan görüntüleri... Batı’nın düştüğü yanılgı ise Covid-19’un da 2003 yılındaki SARS salgını gibi Asya’da sınırlı kalacağını sanmaktı.

 

Ancak bu virüs Batı’yı komple ters köşeye yatırdı. Sars’tan deneyimli olan Asya ülkeleri Çin’den yayılmaya başlayan vakaları kontrol altına almak için tedbirlerini arttırırken salgının Avrupa’daki merkez üssü, her memleketten insanın gelip geçtiği İtalya’nın turistik Bergamo kenti oldu. Virüsü nereden aldığı hâlâ bilinmeyen 38 yaşındaki bir İtalyan hastadan salgın hızla dallanıp budaklandı. Sonrasında neredeyse tüm ülkeyi karantinaya alan İtalya’nın nasıl olup da hastalığı kontrol altına alamadığı ise hala merak konusu.

 

Salgında neredeyse 10 ay tamamlanmak üzere. Ancak üzerindeki bu gibi tartışmalar hala sona ermedi. Önce bir sürü komplo teorisi atıldı ortaya. Sonra da bahar aylarındaki dalga söner gibi olduğunda "normal hayata geçiş" tartışmaları yaşandı. Maske, izolasyon, karantina ve genel kısıtlamalar sürekli tartışıldı. Bilim adamları da bu ortamda alabildiğince farklı görüşler savundular. O kadar ki bazıları bilimsel anlamda tam tersi şeyler söylediler. Şu anda konudan konuya atlamakla birlikte çeşitli kesimlerce sürdürülen tartışmalar halen devam ediyor.

 

Korona salgını tüm dünyayı kasıp kavururken perde arkasında da büyük bir kapışma yaşanıyor. Salgın ABD’de hızla yayılırken Trump yönetimi, Çin’i ‘salgını geç haber vermekle’ suçladı. Pekin yönetimi ise ihtiyaç sahibi ülkelere tıbbi malzeme temin ederek koronavirüs krizi nedeniyle bozulan imajını düzeltmeye çalıştı. ABD Başkanı Donald Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) yönelik mali yardımı askıya alma kararının ardında da aslında ABD ile Çin arasındaki bu kapışma yatıyor. Düne kadar ticaret savaşı yaşayan bu iki ülke, bu kez salgın yüzünden dalaşıyorlar.

 

Haziran başında Avrupa’da birçok ülke ağır bir ekonomik faturanın çıkabileceği endişesiyle tedbirleri gevşetme yolunda adımlar atmaya başladı. Danimarka, Norveç’te ilkokullar açıldı. Almanya’da 800 m2’den küçük dükkanlar iş başı yaptı. Çekya’da az katılımlı düğünlere izin çıktı. Avusturya, AVM, güzellik salonu ve kuaförleri açtı. ABD’de ise Başkan Donald Trump, eyalet valilerine tedbirlerin esnetilmesi için baskı yapıyordu.

 

Salgın tam olarak kontrol altına alınmamışken önlemleri gevşetme kararları pek çok riski de gündeme getirdi. Çünkü mücadelede en başa dönme ihtimali var. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ‘Henüz tehlike geçmedi. Dikkatli ve disiplinli olalım. Alınan bu kararların neticesi iki hafta sonra belli olacak’ diye uyarması da bundan. Nitekim DSÖ yetkilileri de sık sık krizin geçmediği konusunda ikazda bulunuyor.

 

Son günlerde dünyada korona ile tartışmalarda iki konu öne çıkıyor. Biri tabi ki maske zorunluğu. İkincisi hastalığı taşıyan ama semptom göstermeyen insanlar. Maske sorunu üzerinde tartışmalar zaten başından beri hiç bitmedi. Maskeye karşı çıkanlar, maskenin güvenirliğini tartışanlar, maske takıyormuş gibi yapanlar vs. Ancak orada bile şöyle bir risk var. Maske, insanda ‘güvende olduğuna dair yanlış bir hissiyat’ yaratarak diğer tedbirleri ihmal etmesine neden olabiliyor.

 

Bir yandan da maske takılması halinde virüs taşıyan, ama virüs taşıdığını bilmeyen insanların tükürük damlacıkları aracılığıyla hastalığı bulaştırma oranının azalacağı söyleniyor. Zira hastalığı belirtisiz geçiren, ya da hastalık semptomlarını henüz göstermeyen kişiler de virüsü yayabiliyor. 5 milyon nüfuslu Singapur’da yapılan ve Amerikan Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından yayımlanan bir çalışmaya göre, koronavirüs vakalarının yüzde 10’u hiç belirti göstermeyen kişiler aracılığıyla yayılmış. Önemli bir Amerikalı tıp yetkilisi, koronavirüs bulaşan insanların yüzde 25’inin öksürük ya da ateş gibi herhangi bir semptom vermediğini söylüyor. Bunlar salgına katkıda bulunan ama semptom göstermeyen insanlar.

 

Hastalığın ilk çıktığı ve salgının kontrol edildiği Vuhan’da insanların akıllı telefonlarına bir aplikasyon yüklenerek ‘sağlık kodu’ veriliyor. ‘Yeşil’ sağlıklı anlamına geliyor. Metro kullanabiliyor, kent merkezine girebiliyor. Kodu ‘sarı’ ya da ‘kırmızı’ olanlara ise seyahat kısıtlaması uygulanıyor. ‘Sarı’, enfekte bir kişiyle teması olduğu, hastane ya da karantinada olması gerektiği anlamına geliyor. ‘Kırmızı’ ise enfekte olan ya da teşhis bekleyen kişilere veriliyor.

 

ÇİN bu takip yöntemiyle anti-demokratik olmakla eleştirilirken benzer uygulamalar bizde de, başka ülkelerde de yapılıyor. Ülkemizde HES kodu bu sebeple uygulamada. Moskova’da koronavirüs karantinasında olan kişiler akıllı telefonlarına gelen barkodlarla takip ediliyor. Buna göre kişi çöp atmaya çıksa bile aplikasyon üzerinden onay alması gerekiyor. Bu sayede kişinin virüsü başka kişilere bulaştırmasının önüne geçilmesi hedeflenmiş. Salgının klasik yöntemlerle kontrol altına alınamaması halinde yapay zekanın devreye girdiği bu tür aplikasyonların takip teknolojilerinin giderek hayatımıza daha fazla girmesi muhtemel.

 

Korona ile mücadelede en kritik noktalardan biri hastalığı taşıyan kişilerin izole edilmesi gibi duruyor. Aksi halde ne kadar önlem alınsa da virüsü taşıdığını bilmeyen birileri hastalığı yaymayı sürdürmekte. Bu yüzden de salgın bir türlü kırılamıyor. Çin belki de bunu oldukça radikal ve tartışmalı da olsa başarmışa benziyor.

 

Metrolarda ateş ölçülmesi, maske takma zorunluluğu, testlerin yaygınlaşması gibi uygulamalar mücadeleyi etkinleştirebilir.  Özellikle de virüs taşıyanlara katı bir izolasyon politikası uygulanması ise en az hastalara gerekli sağlık hizmetinin sağlanması kadar kritik bir unsur.

Dünyada şu günlerde en önemli konulardan biri Covid-19’a rağmen sınıflarda dersbaşı yapmak. Salgınının devam etmesine rağmen birçok ülke sınıf eğitimine geçmeyi deniyor. Almanya’nın başkenti Berlinde Ağustos ayından bu yana daha hijyenik, sosyal mesafeli, maskeli eğitimi deniyor. Okulların toptan kapatılması yerine koronavirüsün tespit edildiği okul ya da sınıflardaki öğretmen ve öğrencilerin karantinaya alınması tercih ediliyor.

Belçika’da sarı, turuncu, kırmızı diye planlar yapılmış. Hali hazırda sarı seviye geçerli. Hem öğrenci, hem de öğretmenlerin okul koridor ve sınıflarında ders saatlerinde de maske takmaları zorunlu. Hastalığın yayılma eğilimi göstermesi halinde alarm seviyesinin daha da arttırılıp yeni tedbirlerin gelmesi söz konusu. Fransa da 1 Eylül’den itibaren sınıflar küçültülüp, havalandırma ve hijyen kuralları arttırılarak eğitime devam etme denemesi yapılıyor. Çocukları okula yollamak zorunlu. Okullarda 11 yaş üzeri öğrenci ve öğretmenlerin maske takması da zorunlu. Maske, sınıfta da okul bahçesinde de çıkarılmayacak.

Türkiye’de EBA TV üzerinden uzaktan eğitim, özel okullarda ise yine sanal telafi eğitimi başladı. Ardından 21 Eylülde de kademeli olarak yüz yüze eğitim başladı. Belki de önümüzdeki haftalarda bu uygulamanın kapsamı genişleyecek.


Salgın artçıları 

Dünya genelinde can kaybı 1 milyonu aşarken, bilim insanları neredeyse bir yıla yaklaşan salgının farklı etkilerini açığa çıkarmaya devam ediyor. İsrail’de yapılan bir araştırmada, corona virüsün testislere saldırdığı ve sperm hücrelerini enfekte edebildiği ileri sürülmüş. İddiaya göre, erkekler yeni tip corona virüsü (Covid-19) hafif semptomlarla atlatsalar bile kısırlık problemi yaşayabileceklermiş. Araştırma hastaların Covid-19 teşhisi konulduktan 30 gün sonra sperm sayılarının yarı yarıya azaldığını ortaya koymuş. Ancak bu iddia başka bilim adamlarınca doğrulanmamış durumda. Mesela İngiltere'den gelen bir açıklamada gribin bile geçici olarak sperm sayısında düşüşe neden olduğu ifade edilmiş. Kaldı ki corona virüse yakalanan kişiler muhtemelen başka rahatsızlıkları sebebiyle bağışıklığı zayıf hastalar. Temel sorun, durumun  kalıcı olup olmadığı. Bunu anlamak için de yıllar gerekiyor.

 

Türkiye'de tartışılan bir başka konu da açıklanan resmi vaka sayılarının doğru olup olmadığı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın “Her vaka hasta değildir, pozitif çıkıp semptom göstermeyenler var” sözleri Uluslararası basında geniş yer buldu. Dünyada en fazla vakanın ve can kaybının görüldüğü ABD kesin tanıların yanı sıra muhtemel vakaları da verilerine ekliyor. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi teyit edilmiş kesin vaka ya da ölümü, “Covid-19 için doğrulayıcı laboratuvar olgusu kriterinin karşılanması” olarak tanımlıyor. Hindistan, Dünyada en fazla vaka sayısına sahip ikinci, can kaybı görülen üçüncü ülke. Ülkede Covid-19 teşhisi için PCR’ın yanı sıra TrueNat ve CBNAAT gibi farklı tanı kitleri de kullanılıyor. Ayrıca, hızlı antikor testleri de yapılıyor. Hindistan da test sonucu pozitif çıkan vakaları kesin tanı olarak açıklıyor.

 

Brezilya Dünyada en fazla vakanın görüldüğü üçüncü ülke.Brezilya’da açıklanan günlük vaka sayılarına klinik teşhis konulan, tomografi sonucunda bulgu tespit edilen ve PCR testi pozitif çıkan hastalar ekleniyor. Antikor testi pozitif çıkanlar da toplam vaka sayısına dahil ediliyor.Brezilya hükümeti, Haziran ayında toplam ölüm ve vaka sayısını duyurmayı bıraktı ancak Yüksek Mahkeme kararı sonrası sayılar yeniden açıklanmaya başladı. Rusya vaka sayısını yapılan PCR testi sonucunun pozitif olması kriterine göre belirliyor. Veriler günlük olarak ve bölgelere göre, hükümetin kurduğu Covid-19 bilgilendirme sitesinden yayımlanıyor. Ancak Rusya’da esas tartışma yaratan konu vaka sayıları değil, can kayıpları oldu. Rusya, test sonucu pozitif olan Covid-19 hastalarının tedavi sırasında bir başka sağlık sorunundan dolayı hayatını kaybetmesi halinde, bu kişileri corona virüsü kaynaklı ölüm verisine eklemiyor.

 

Corona virüsünün ortaya çıktığı Çin, vaka tanımlamasını salgının başlangıcından bu yana yedi kez değiştirmiş. Her değişiklikle birlikte vaka tanımının da kapsamı genişletilmiş. Çin, Mart ayına kadar, Türkiye’deki gibi test sonucu pozitif çıksa da asemptomatik olan kişileri vaka sayısının içine dahil etmiyordu. Artık test sonucunun yanı sıra klinik bulguları ve asemptomatik kişileri de vaka sayılarına ekliyor. 

 

İtalyada Mayıs ayından bu yana vakalar Sağlık Bakanlığı tarafından internet sitesinde yayımlanıyor. Test sonucu pozitif çıkan hastalara ilişkin veriler ise “hastanede tedavi gören semptomlu kişiler”, “yoğun bakımdakiler” ve “evde karantinada tutulanlar” alt başlıklarıyla ayrı ayrı veriliyor. Günlük tabloda salgının başından bu yana tespit edilen toplam vaka sayısı ve günlük vaka artışı bilgileri de yer alıyor. İngilterede günlük açıklanan verilerde, en az bir kez laboratuvar analizinde PCR test sonucu pozitif çıkmış kişiler vaka olarak kabul ediliyor. Hükümetin konuyla ilgili resmi sitesinde, test sonucu pozitif çıkan kişilerin ya örnek alındığı tarihte ya da sonucun bildirildiği tarihteki verilere eklendiği belirtiliyor.

 

Türkiye’nin şüpheli Covid-19 vakalarını bildirmemesi konusunda Bakan Fahrettin Koca, PCR testi yapan ülkelerde buna ihtiyaç olmadığını savunuyor. TTB Başkanı ise en son şüpheli vakaları da ekleyerek vaka sayısını bir günde ikiye katlayan ABD’yi örnek gösteriyor. DSÖ Covid-19 hastalığı için iki uluslararası kod (U07.1 ve U07.2) önermiş. İlk kod (U07.1) testlerle tanısı konulmuş kesin pozitif vakalar için, ikinci kod (U07.2) ise testi negatif çıksa da klinik-epidemiyolojik açıdan kuşkulu/olası vakalar için kullanılıyor. Bu vakalar ‘Covid-19 virüs tanımlanmamış’ kodu olarak bildiriliyor. İşte bu ikinci kod Türkiye tarafından kullanılmıyor. Bazı ölümler kayıtlara “bulaşıcı hastalık ya da doğal ölüm” olarak geçmeye devam ediyor. Tartışmanın odak noktası bu. 

 

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bu konudaki bir soruya DSÖ’nün “şüpheli” kodunu PCR testi yapılmayan ülkeler için önerdiğini, PCR testi yapabilen Türkiye içinse “doğrulanmış vaka” şeklinde kod verdiğini söylüyor. Bakan Koca ayrıca Türkiye’de vaka sayısıyla ilgili şeffaflığa dikkat çekiyor ve DSÖ’nün de bildirimleri 'takdirle andığını' da ilave ediyor. 

 

Koronavirüs salgınında gerçek vaka sayılarına ilişkin şüphe ve tartışmalar, ortaya atılan yeni bir iddia ile sürüyor. İddiaya göre açıklanan ‘günlük hasta sayısı’, sadece hastaneye yatırılan vakaları ifade ediyor. Sağlık Bakanlığı 29 Temmuz’da koronavirüs tablosunda değişikliğe gitti. Tablonun sol tarafındaki bölümde yer alan “Toplam Yoğun Bakım Hasta Sayısı” ile “Entübe Hasta Sayısı” çıkarıldı, onların yerine “Hastalarda Zatürre Oranı” ve “Ağır Hasta Sayısı” paylaşılmaya başlandı. Tablonun sağ tarafında yer alan bölümde ise, “Bugünkü Vaka Sayısı” ifadesinin yerini “Bugünkü Hasta Sayısı” aldı. ‘Günlük hasta sayısı’ ifadesi “günlük olarak hastanede tedavi altına alınanların sayısını yansıtıyor. 29 Temmuz’dan beri testi pozitif çıkıp da tedavisi evde yapılanların sayısı ise açıklanmıyor, o veriler günlük korona verilerine yansıtılmıyor.

 

Pozitif tanısı konup da tedavisi evde yapılanlar için artık ‘vaka’ yerine ‘taşıyıcı’ ifadesi kullanılıyor. Herkesin farkında olduğu gibi salgın yayılmasına rağmen rakamların küçük gözükmesinin nedeni bu. Muhtemelen bu tabloda bir değişiklik daha yapılacak. Özellikle filyasyon çalışmalarının sonuçlarına dair veriler paylaşılacak. Sayıları 11 bini geçen filyasyon ekiplerin neler yaptığı, nerelere ulaşabildikleri aktarılacak. Ayrıca, o değişiklikten sonra sağlık kuruluşlarının hasta yükünün biraz daha detaylandırıldığı bilgiler paylaşılacak.

 

Covid-19 salgını gelecekle ilgili tartışmaları tetiklerken, kapitalizmin yeniden düzenlenerek sürdürülmesiyle ilgili tartışmalar da oldukça yoğun. Bunlardan bir bölümü, şirket batmalarının önlenmesi, işsizliği telafi edecek önlemler getirilmesi, uluslararası koordinasyonun güçlenmesi gibi önerilerle temelde talebin ve küresel piyasanın sürdürülmesine odaklı. Buna karşın kapitalizmin devamını ciddi anlamda dönüşümüne bağlayanlar da var ki, bu gurup içinde vergi politikalarında radikal değişiklikler, sosyo-ekonomik haklara dayalı sosyal devlet anlayışı, Keynesyen politikalara dönüşün gerekliliği gibi konular öne çıkmakta.

 

Aslında ‘corona’ öncesinde de küresel kapitalizmin ve neoliberal politikaların geleceği tartışma konusuydu. Bir yandan büyüme krizi yaşanıyor, öte yandan küresel ve ulusal düzeyde artan sosyo-ekonomik eşitsizlikler yalnız ahlaki değil sistemin geleceği açısından da kaygı yaratıyordu.

 

Şu anda dünyada herkesin aklından geçen sorular aynı. Salgın ne zaman bitecek? Dünya ne zaman normale dönecek? Aslında kimsenin bu konuda net bir cevabı yok. Öngörüler ise oldukça muğlak. Ancak bir yandan da salgın sonrası için hazırlıklar başladı bile. Çünkü Türkiye’nin de ticaret ortağı olduğu ABD ve Avrupa’dan gelen ekonomik veriler hiç iç açıcı değil. Mesela Almanya ekonomisinde rekor küçülme öngörülüyor. Keza Fransa resesyona girdiğini açıkladı. Bu nedenle Avrupa Birliği, pandemiye rağmen salgını kontrol etmek için getirilen kısıtlamaları kademeleri olarak kaldırmanın çarelerini arıyor.