30 Ekim 2018 Salı

31 Ekim 2018 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı83.....................................Üzülme, sevin !

Üzülme, sevin !

Pazartesi günü Cumhuriyetimizin 95. yılını kutladık. Türkiye Büyük Millet Meclisi 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilan etmişti. Ortaya çıkan kabine bunalımı buna vesile olmuştu ama sonuçta Anayasanın ilgili maddeleri değiştirilerek, ülkenin yönetim şekli cumhuriyet olarak belirlenmişti. Mustafa Kemal Atatürk de, 10. yıl nutku'nda 29 Ekim’i en büyük bayram olarak nitelendirmişti. 

Nitekim o günlerden bu yana millî bayramlarımızdan biri olarak da kutlana geliyor. Hepimizin gururu 3.Havaalanının görkemli açılışı ile taçlanan bu yılki kutlamaların daha güzel günler için var olan umutlarımızı arttırmasını diliyorum.

Son 10 yılda ülkemizde bir kaç kez Anayasa değişikliği yapıldı. Hepsi de aynen 1923’teki gibi yine ortaya çıkan siyasi krizleri aşmak üzere gündeme gelmişti. Sonunda halk tarafından doğrudan seçilen bir Cumhurbaşkanı ve onun başında olduğu bir hükûmet sistemine geçilmiş oldu. Böylece Cumhuriyetin 95. yılını onun ruhuna uygun bir idare şekliyle kutlamış olduk. Yeni Türkiye, hem yürütme, hem yasama, hem de yargı erklerinin olması gereken haline değişip dönüşmesiyle daha da netleşmiş oldu.

Bu süreçte milletin her seçimde ortaya koyduğu tablonun "aşkolsun" dedirtecek kıvamda bir olgunluk eseri olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Bunu her defasında hem katılım oranı, hem sonuçları itibariyle çok açık bir şekilde gösterdi. Bu anlamda son zamanlarda yaşadığımız seçimler adeta anket tacirlerine, politika demagogları ve siyaset mühendislerine hep kapak gibi gerçekleşti. 

Millet kendi iradesi üzerine vesayet kurmak isteyenleri, onları küçümseyen hatta tahkir edenleri mahcup etmeye devam etti. Cumhuriyet ve demokrasi konusunda olgunlaştığını, sessiz ama etkili gücünde hissettirdi. Adeta "herkes konuşuyor; millet dinliyor, gözlüyor ve gereğini de yapıyordu." Egemenlikte son söz hakkının kendisinde olduğunu her defasında bir kez daha hatırlatıyordu dosta düşmana.

Bunda anlaşılmayacak, şaşıracak bir şey yok. Cumhuriyet hepimizin. Bu ülke, bu bayrak hepimizin. Güneş balçıkla sıvanmaz denilmiş. Cumhuriyet kervanı kazanımlarımızla birlikte yürüyor. Üzülme kardeşim, aksine sevin!  Bize bu yürüyüşü emekle, çabayla, sevgiyle, saygıyla ve hoşgörüyle devam ettirmek düşüyor. Daha nice başarılar, zaferler göreceğiz inşallah.




28 Ekim 2018 Pazar

28 Ekim 2018 Pazar 20:30 SİNEMA YAZILARI.......................................Mezarımı Taştan Oyun

Mezarımı Taştan Oyun

Sinema tarihçileri ve eleştirmenler; Hüseyin Peyda’nın “Mezarımı Taştan Oyun” filminin, elde kesin rakamlar olmamakla birlikte, yeşilçam sinemasının en fazla seyirci toplayan yerli yapımı olduğu kanaatindedirler. 

1951 yılı yapımı bu film 1952 de Çemberlitaş ve Ferah sinemalarıında gösterime girmiş ve Anadolu’da 10 yıl boyunca gösterilerek çok büyük bir hasılat getirmiştir.

Senenin en ses getire
n filmi, hiç kuşkusuz, Hüseyin Peyda’nın senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı “Mezarımı Taştan Oyun” filmidir.

Sinema başkenti İstanbul’dan Anadolu’nun en ücra kasabasına varıncaya kadar sinema salonu veya yazlık bahçe sineması bulunan her yerleşim biriminde aylarca kapalı gişe oynar.

 
 

Abdo Bey

Aslı kürtçe bir ağıttan yola çıkarak çekilen filmde, bir toprak ağasının, Abdo Bey'in hayatı anlatılmaktadır.

Hüseyin Peyda da filmdeki Abdo Bey tiplemesini daha sonra da birçok filminde lakap olarak kullanmış ve adeta bu adla Türk Sinema tarihine geçmiştir.


Hüseyin Peyda 1952 yılında Şanlıurfa’da çevirdiği mezarımı taştan oyun filmi ile o dönem sadece Rudolph Velentine ile Raj Kapoor’un ulaşabildiği şöhreti yakalamıştı.

Peyda, bu filmi çektiğinde henüz 28 yaşındadır. Yönetmen olarak Hüseyin Örmen, senaryoda Hüseyin Kazasfil ve başrol oyuncusu olarak da Hüseyin Peyda adını kullanmıştır. 

Film bazı kaynaklarda Atıf Yılmaz’ın ilk filmi olarak gösterilirken, bazı kaynaklarda da Hüseyin Peyda – Atıf Yılmaz tarafından çekilmiş gibi gösterilmektedir. Ancak film, H. Peyda’nın çektiği bir filmdir. 

Aynı dönemde Urfa'da Yılmaz asistan olarak gösterilirse de -pek- asistanlık yapmamıştır. Çünkü o günlerde yine yapımcılığını Hüseyin Peyda’nın üstlendiği ve Diyarbakır’da çekimleri devam eden “Kanlı Feryat” filmini yönetmektedir.

Filmin diğer oyuncuları, Sabiha İzer, Nurhan Nur, Orhan Erçin, Abdullah Ataç, Tekin Akmansoy, Meral Körmükçü, Üftade Kimi ve Hadiye Bulaner 'dir. 

Atıf Yılmaz, hatıralarında Hüseyin Peyda ile birlikte çalıştığı Mezarımı Taştan Oyun hakkında detaylı bilgiler vermektedir. 

Film ekibi Diyarbakır’da bir ev kiralamıştır. Bu ev ayvanlı, havuzlu, 3 katlı taş bir konaktır. Hüseyin Peyda Urfa’dan oyuncular getirmiş, Diyarbakır’dan da bir prodüksiyon müdürü bulunmuştur. Urfa’dan gelen oyuncu Mustafa Dişli’dir. 

Dişli, Peyda’nın yakın arkadaşıdır ve aynı zamanda ünlü bir terzidir. Bölgede çekilen filmlerin bütün kostümlerini o diker. Abdo Ağa’nın giydiği gösterişli kostüm de buna dâhildir. Diyarbakırlı prodüksiyon müdürüyse ilginç biridir, cinayetten 18 yıl yatmış, hapisten yeni çıkmıştır.

Atıf Yılmaz’ın anlatımıyla 'Abdo Ağa' film piyasasına düşer düşmez ses getirir. 'Mezarımı Taştan Oyun' büyük yankı uyandırmış Peyda ise başında örtüsü, sırmalı giysileri ve çizmeleriyle yeni bir tip getirmiştir sinemaya”.

Türk Sineması 1951’de 36 filmle kendi rekorunu egale eder.“Aysel Bataklı Damın Kızı” filmiyle starlaşan Cahide Sonku,“Sonku Film”, Cemil Filmer / Lale Film, Handan Adalı / Adalı Film ve Dr.Ardişir Alyanak / Yakut Film prodüksiyon firmalarını kurarlar. Yıl içinde çekilen 36 filmin arasında Nuri Akıncı, Dr. Ardişir Alyanak ve ıhsan Tomaç ilk kez yönetmen koltuğuna oturur. Bu yılın en güzel filmlerinden birini ise “Sürgün” ile Orhan M. Arıburnu çeker.

Ancak senenin en ses getiren filmi, hiç kuşkusuz, Hüseyin Peyda’nın senaryosunu yazdığı, yönettiği ve başrolünü oynadığı “Mezarımı Taştan Oyun” filmi olur. 

Sinema başkenti ıstanbul’dan Anadolu’nun en ücra kasabasına varıncaya kadar sinema salonu veya yazlık bahçe sineması bulunan her yerleşim biriminde aylarca kapalı gişe oynar. 
Aynı başarıyı, sinemaya sadece elitlerin gidebildiği ıstanbul-Ankara ve ızmir gibi büyük şehirlerde de göstererek bütün zamanların en fazla seyirci toplayan filmleri arasında ilk sıraya yerleşir.

Bu gerçeği filmin yapım ekibinde görev alan Peyda’nın yakın dostlarından Hüseyin Mısır da doğrulamış ve bir görüşme sırasında, o günlere dair anılarını: 

“Biz sinemaları kiraladık.Hal böyle olunca, neredeyse bir ay ve her gece kiraladığımız ıstanbul sinemalarını iki koldan dolaşır, kesilen bilet koçanlarını ve elde edilen hasılatı şeker çuvallarına doldurur, bir arabanın bağajına atar ve Hüseyin Peyda’nın evinde buluşurduk” sözleriyle anlatmıştı. 

Benzer bir anektodu Mustafa Dişli’de kendisine özgü esprili üslubuyla; “kağıt para saymaktan parmaklarımın uçları nasır tuttu. Para çuvallarını taşımaktan belim fırk/fıtık oldu” der kahkahayı basar ve mutlaka “hey gidi günler hey” diye de hayıflanırdı.

Ancak ne var ki, Peyda’nın bu başarısı yıllarca kabullenilmemiştir. Etrafına topladığı tiyatroculara kendilerini “Türk Sineması”nın kurucusu”, “Tek Adam”ı ve “Yegane Hakimi” olarak alkışlatanlar, Urfalı bir gencin dağdan gelip bağdakilerin yerine oturmasını kabul edemezler. Mezarımı Taştan Oyun’un Beyoğlu sinemalarında haftalarca kapalı gişe oynamasını içlerine sindiremezler. Bu red ediş Hüseyin Peyda’nın ikinci üçüncü derecede rollere çıkmasına kadar devam eder.

Mavi gözlü taşralı sinemacının bir kaç filmlik saltanatı olabileceğini düşünür; memleketinde satıp sermaye yapacağı mal-mülk kalmayınca tasını tarağını toparlayıp geldiği yere döneceği hayaliyle kendilerini avuturlar. Peyda,1952’de yaptığı Kubilay filmi ile sinemacıların ismini bile anmaya korktuklar tarihi bir olaya el atarak, sinemada kalmak konusunda ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha gözler önüne serer.

Mezarımı Taştan Oyun ile bileğinin, yüreğinin, sanatının ve sanatçılığının hakkını almayı başarmıştı ziyadesiyle. 

İlk filmi Söyleyin Anama Ağlamasın’ın jenerik ve afişlerine; yapımcı-yönetmen Hüseyin Örmen; Senarist, Hüseyin Dedehayır ve aktör Hüseyin Peyda diye yazdırmıştı adını. 

İstanbul dışında çekilen ilk filmler arasında ilk sıralarda yer alan Söyleyin Anama Ağlamasın ile beyazperdeye yeni bir oyuncu kazandırmanın yanı sıra yepyeni bir soluk ve alışılagelmişin dışında bir sinema anlayışının da oluşmasına öncülük etmişti. 

Muhsin Ertuğrul fırtınasıyla yelkenlerini dolduran Dar ül Bedayi sanatçılarının yıllardır senarist, yönetmen ve oyuncu olarak parselledikleri Yeşilçam’a girişinden bir yıl kadar sonra zirveye oturmuştu. Karizmatik tipi ve abartısız oyunu ile bir anda Anadolu insanının idolü haline gelen Hüseyin Peyda, sağlam senaryo yazarlığı ve yalın yönetim diliyle de eleştirmenlerden tam not almıştı bu ilk üç filmiyle. 

Mezarımı Taştan Oyun filmi, o güne kadar yabancısı olduğu karton kahramanların serüvenlerine alkış tutan ya da gözyaşı döken Anadolu insanından çok yoğun ilgi görmüştü. Öyle ki Mezarımı Taştan Oyun’daki Abdo Beg ismi ve tiplemesi Hüseyin Peyda ile özdeşleşmişti kısa sürede. İstanbul’un en gözde eğlence merkezi olarak kabul edilen Beyoğlu’nun en muhteşem sinema salonlarında aylarca kapalı gişe gösterimde kalan film, inanılması güç hasılat elde etmişti. 

Mezarımı Taştan Oyun Hüseyin Peyda ile birlikte Atıf Yılmaz gibi tiyatro dışından gelen genç yönetmenlerin de önünü açmıştı. Yeşilçam’ın en ünlü yapımcıları, Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını geç de olsa yine bu filmle fark edebilmişlerdi.