Işık
durakları
Mescid-i
Haram
‘Kabe’ nin arapçada kelime anlamı "dört köşeli
ve küp şeklinde bir nesne" demekmiş.
Zaten batı dillerindeki
"Cube" (Küp ) kelimesinin kökeni de Arapça'daki "Kabe"
kelimesine dayanmaktaymış.
Küp şekli geometrik olarak her yüzeyinde 4 eşit
kenarlı yüzey (kare) olan ve toplam 6 yüzeyden oluşan üç boyutlu geometrik
şekil olarak tanımlanıyor.
Zaten Kâbe`nin kendisi de penceresiz, üstü kapalı,
tek kapılı bir bina. Kur`ân`ın verdiği bilgiye göre Kâbe ‘Beytullah’tır, yani
Allah`ın evidir.
Ayrıca "kâbe" arapça bir kelime olarak,
kalb ile aynı kökten geliyormuş. Şekli hem yuvarlak hem de köşeli olabilen gibi
bir anlamı varmış. Bazı Etimolohjik araştırmalar “Kabe, kıble ve Kybele’
kelimelerinin birbiriyle ilişkisi olduğunu iddia etmekteymiş. Belki ‘Habil’ ile
‘Hubal’ın, ‘Kabil’ ile ‘Kybele’ nin de birbirleriyle alakası vardır. Bunda
şaşılacak bir şey yok. Nesilden nesile aktarılan bazı kutsal değerlerin nasıl
olup da asıl manasından saptığını ‘kulaktan kulağa’ oyunu bile açıklar.
Kabe ile birlikte sözü geçen önemli bir isim de ‘Mescidi
haram’dır. Mekke'de Kâbe'nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescit
demek oluyor. Halk arasında Harem-i Şerif de deniyor. "Harem" denilmesi bu ibadet yerine
saygının zorunlu olması sebebiyle. Hürmetli Mescid anlamına gelen bu ifade
Kur'an'da tam 16 ayette yer alıyormuş. [1]
Mescid-i Haram, Peygamberimiz (sav) 'in devrinden
itibaren zaman zaman tamir edilmiş veya yeniden yapılmış. Kâ'be'nin
çevresindeki revaklı, kubbeli kısım Osmanlı Padişahı II. Selim zamanında,
mescidin son genişletilmeleri ise Suudlular tarafından yapılmış.
Safta birlikte oturduğum birileri konuşurken kulak
misafiri olmuştum: Aralarında daha bilgili, tecrübeli olduğu anlaşılan zata sordular: 'Hocam eskiye nazaran kabenin
bu halini nasıl görüyorsunuz ?' Dedi ki: 'Haremi mahzun, hapsolmuş, esir
görüyorum. Etrafındaki yüksek yapılar yokken burayı, minarelerini görürdük.
Heybetliydi. Şimdi öyle değil.'
Düşündüm de haklı galiba. Ama bu kadar fazla sayıda
insanı burada misafir edebilmek te zor iş doğrusu. Herhalde ihtiyaçlar da
zorluyor ki harem bölgesi bu kadar betonlaştı. Şu anda umrenin en tenha
zamanıymış. Ancak yine de belki bir milyon insan var. Hem kabenin hem de çevresindeki dört katta 7/24 durmadan
tavaf yapılıyor. Her yer insan seli.
Zaten zemzem kuyusundaki inşaat nedeniyle kabe
çevresi daraltılmış durumda. Birkaç gündür ihramlı olmayan erkekleri tavafa
almıyorlar. Sadece ihramlı erkekler ve kadınlar kontrollü olarak tavaf
yapabiliyor.
Mescid-i Haram'da kılınan namazın diğer mescidlerde
kılınan namazlara göre daha sevap [2]
olduğu nakledilmiş. Haremde namaz kılacak yer bulmak bile zor. Bu nedenle
genişletme, kapasiteyi arttırma, ihtiyaçları ve güvenliği sağlama amaçlı
yapılaşmalar haklı gibi duruyor. Yine de aslı muhafaza ve estetik açıdan
yapılan eleştiriler de haklı olabilirler.
Anlatıldığına göre kabenin gökte melekut aleminde bir
aslı varmış. Adem yeryüzüne indirildiğinde bir benzerini istemiş. Melekler de
Allahın izniyle yapıvermişler. Böylece gökte melekler yeryüzünde insanlar
sürekli aynı izdüşümde tavaf edip duruyorlar beytullahı.
Sonraları bu bölgeden başta Nuh tufanı olmak üzere
bir çok sel suyu kabe’den iz bırakmamış. Ne zaman ki İbrahim cariyesi Hacer ile oğlu İsmaili buraya yerleştirmiş. Zemzem
suyu nedeniyle insanlar artık yollarını buradan geçirir olmuşlar. İlk Yemen
tarafından bir kabile gelip yerleşmiş bu ıssız mekana. İsmail de onlardan bir
kızla evlenmiş. Böylece araplar bölgede çoğalmışlar.
İbrahim’in Urfa'dan Filistin'e oradan Mısıra geldiği
anlaşılıyor. Karısı Sare ile ilgili bir alıkonma olayı sonrasında olağanüstü bazı
olaylar cereyan etmiş. Allahın onu bu şekilde yine koruması sonucu, firavun
sarayından kendisine Hacer validemiz cariye olarak verilip Mısırdan çıkarılmış.
İsmail işte habeş ya da kıptı olması muhtemel saray
cariyesi Hacer annemizden olmuş. Bunun üzerine Sare kıskançlık göstermiş ve
Hacer'le oğlunu istememiş. Hz. İbrahim bunun üzerine Allah'ın yönlendirmesi ile
daha önce bilmediği bir vadiye, kabenin olduğu yere getirmiş onları.
Mekke'nin bulunduğu yer o zamanlar ıpıssız bir yer.
Kadını ve küçük çocuğunu orada bırakmış ve dua etmiş onlara. Bir müddet sonra
erzakları tükenmiş tabi. Hacer annemiz su bulmak ya da herhangi bir yardım olur
mu diye iki tepe arasında bir süre koşturmuş. Bu sırada İsmail'in
topuğunun bulunduğu yerde bir su çıkmış. Hacer annemiz suyun akmasını
önlemek için kendi diliyle "Zam zam, zam zam !" (akma ! akma !)
diyerek çabalıyormuş. Elleriyle küçük bir gölcük yapmış suyun önüne.
Artık hayatları için en elzem su ve hurmaları
varmış. Suyun olduğu yerde kuşlar da olur. Nitekim Yemen tarafından gelen bir
kervan kuşları görmüş. Birisini göndermişler. Kuş varsa su da vardır diye. Gerçekten de bakmışlar ki; bir su başında yalnız bir anne ve oğlu. "Biz de
burada kalabilir miyiz ?" demişler. Hacer de "Suya sahip çıkmamak
şartıyla olur" demiş.
İşte bu yemenli kabilenin kızıyla evlenen İsmail
arapların atası olmuş. Bu arada İbrahim de arada onları ziyarete
geliyormuş. Bir gelişinde kurban hadisesi yaşanmış. Büyüyüp delikanlı olan
İsmail'le bir başka seferinde yıkılıp kaybolmuş kabeyi yeniden yapmışlar. Böylece
kabe arapların ve gelip giden kervanların uğrak yeri, ticaret pazarı ve
yerleşim alanı olmuş.
İbrahim'in ikinci oğlu, Kur'an da Sare'ye
müjdelendiği anlatılan İshak ise belki 40-50 sene sonra doğmuş olmalı. Ondan da
Yakup ve İsrail oğulları türemiş. Bu nedenle kurban hadisesinin İshak'la ilgili
olmadığı anlaşılıyor.

Muhtemelen volkanik bir taş ya da gök taşı parçası. [3]Cennet
taşı olduğuna inanılıyor. Peygamberimiz
de ona selam vermiş, öpmüş ve saygı göstermiş. Biz de onun sünnetine uyuyoruz.
Kabenin tavaf başlangıç yönünde Rüknü Yemani köşesi
var. Onun da selamlanması gerekiyor. Nedeni şu: Peygamberimiz burada Cebrail’i
ve melekleri görmüş, onları selamlamış.
İnsanlar tavafa başladığında melekler buna şahit olup dua ediyorlarmış. Bu yüzden bizler de 'BismillahiAllahüekber !' diyerek orayı selamlıyoruz. 'Allahım senin isminle başlıyorum. Sen birsin ve teksin' anlamında.
İnsanlar tavafa başladığında melekler buna şahit olup dua ediyorlarmış. Bu yüzden bizler de 'BismillahiAllahüekber !' diyerek orayı selamlıyoruz. 'Allahım senin isminle başlıyorum. Sen birsin ve teksin' anlamında.
Rüknü yemaniden sonra kabe kapısı var. Biraz
yüksekçe yapılmış. Herkes giremiyor. İnsanlar bu bölgeden itibaren hatim
bölgesine kadar yoğunlaşıyor. Kabeye yaklaşmak, tutmak, el sürmek, öpmek ve
elleriyle yaslanıp öyle dua etmek istiyorlar.
Hemen ilerde makamı İbrahim var. Hz. İbrahimin taş
üzerine çıkmış ayak izi burada muhafaza ediliyor. Rivayet şu ki: Hz. İbrahim
kabeyi onarırken bu taşı iskele olarak kullanmış. Hz. İbrahim bir taşı nereye
koymak isterse bu taş havalanır onu oraya eriştirirmiş. İşte bu sırada ayak
izleri taş üzerine çıkmış. Bu bir mucize. Mucizeler ancak Allah resulleri tarafından
yapılabilir. Bu yüzden onun hatırasına Allah için iki rekat namaz kılmanın
faziletine inanılıyor.
İbrahim makamından sonraki köşede hilal şeklinde
bir duvar var. Buraya da 'hatim' deniyor. Tavaf sırasında buraya girilmiyor ama
namaz sonrası burada namaz kılmak için büyük bir rağbet var. Çünkü burası
kabeden sayılıyor.
İlk kabe dikdörtgen şeklindeymiş. Sonraki zamanlarda seller nedeniyle yıkılan kabe onarılırken malzeme yetersiz kalmış. O yüzden şimdiki kare şeklinde küçülmüş. Kalan kısım böyle çevrilerek muhafaza edilmiş. Kabeden sayıldığı için içinden geçerek tavaf olmuyor. Ama yine kabeden sayıldığı için içinde namaz kılmaya çalışıyor insanlar.
İlk kabe dikdörtgen şeklindeymiş. Sonraki zamanlarda seller nedeniyle yıkılan kabe onarılırken malzeme yetersiz kalmış. O yüzden şimdiki kare şeklinde küçülmüş. Kalan kısım böyle çevrilerek muhafaza edilmiş. Kabeden sayıldığı için içinden geçerek tavaf olmuyor. Ama yine kabeden sayıldığı için içinde namaz kılmaya çalışıyor insanlar.
Bir ara kabeyi seyrederken hacerül esvedin orada
kalabalıkta ihramlı bir adamı top gibi 5-6 adam kadar arkaya fırlattıklarını
görmüştüm. Adam eller, başlar üzerinden geriye kalabalık arasına düştü.
Muhtemelen taşa yapışıp diğerlerini kızdırmış olmalı. Bizim baktığımız yerden
oradaki itiş kakış görülebiliyor.
Ben de imkan olsa buralara dokunur, öper, ellerimi
dayayıp tövbe istiğfar eder, namaz kılmak isterdim.
Bu nedenle adeta böyle bir aşkla
davranıp yoğunlaşan insanları kınayamam. İnşallah dokundukları, öptükleri,
dayandıkları, secde ettikleri binanın sadece ve sadece beytullah yani Allahın
evi olduğunun, taşa toprağa secde etmediklerinin bilincindedirler.
Burada
aslolan Allahtır ve onun kutlu davetine icabet edilmiştir. Yani bizzat
Allah'tır beytullaha anlam katan. Özünde ‘kıble’ ve ‘secde’ de Allaha dönmek ve
yalvarmaktan ibaret değil midir ?
Yazmaya devam ediyorum…
Şimdi Kabe tam karşımda. Burası rüknü yemani köşesinin hizası. Osmanlı revaklarında yeşil avizenin altında Ümmü Hani'nin [4]
evinin olduğu yer. Kabeyi ve etrafı seyretmeye çok uygun. Burada vakit
geçirmek, seyretmek, dua etmek ve namaz kılmaktan hoşlanıyorum. Klima ve
pervane de yok. Yalnızca karşımda kabe, üstümde sonsuz gökyüzü. Bir taraftan
defterimi yazıp, bir yandan da etrafımı seyrediyorum…
Kabenin misafiri iken etrafta seyretmeye değer o
kadar çok renkli ve değişik manzara var ki. Mesela kabenin etrafında bir gencin
sırtında yaşlı babasıyla tavaf ettiğini görebiliyorsun. Farklı ülkelerden
rengarenk giysiler ve örtülerle kadınlar oldukça fazla. Bebekleriyle bile
gelenler var.
İhramlı küçük oğlan çocukları, uzun giysili
başörtülü kız çocukları görülüyor. Aynı ailenin boy boy birkaç çocuğuyla tavaf
ettikleri fark edilebiliyor. Engelli ve yaşlılar tekerlekli koltuklarda ya
yakınları, ya da görevlilerce dolaştırılıyorlar.
Mekke'nin kedileri bile buraya
uymuş. Bu kadar kalabalık arasında onlar da nasiplerinin peşinde. Ve etrafta
kur'an okuyan, dua eden, dinlenen, sohbet eden insanlar... Sade seyretmesi
bile insanı irkiltmeye yetiyor.
Yüzlerce farklı takke, fes,
başlık. Yüzlerce farklı giysi. Yüzlerce farklı beden. İbretlik muhteşem bir
manzara bu. Biraz önümde akan bir nehir gibi insanlar tavafta. Yanımda yöremde
kur'an okuyan, namaz kılan, dua eden, sohpet eden, kabeyi seyreden onca insan…
Kur’an okumak isteyenler için etraftaki
dolaplarda bol miktarda kur'an var. Küçüğü, orta boyu, büyük boyu. Ancak bu
Kur'anlarda cezim ve şedde kullanımı bizden biraz farklı. Yasin okumaya alışkın
olunca insan zorlanmıyor.
Kabe’de en çok da bol bol dua ediliyor.
O an akla ve dile ne geldiyse onları: Kendine, ailene, çocuklarına,
memleketime, müslümanlara dua..Selam gönderenlerin selamları, dua isteyenlerin
duaları iletiliyor. Bazen de bu dualara ıslak gözler eşlik edebiliyor.
Rabbim yapılan tüm duaları kabul etsin. Zira yalnızca ona güveniyor, ona inanıyor ve ona dayanıyoruz.
Rabbim yapılan tüm duaları kabul etsin. Zira yalnızca ona güveniyor, ona inanıyor ve ona dayanıyoruz.
Genci yaşlısı, erkeği kadını,
çocuğu bebeği, sakatı engellisi hepsi bir arada. Hepsi Allah'ın davetine uyup gelmiş.
Burada bir ve bütün olmuşlar. Hepsi rabbin daveti üzerine burada, beytullahın
misafirleri. Yüce mevlam parça parça olmuş islam dünyasını esirgesin. Zulüm
payidar olmasın. Kan ve gözyaşı dursun. İslam memleketleri selamete
çıksın.
Üzerlerindeki tuzaklar, hesaplar
onu kuranların ellerine, ayaklarına dolaşsın. Kazdıkları kuyulara kendileri
düşsünler. Müslümanlar izzetlerini yeniden kazansınlar. Yolunda yürüyen
idarecilerine de rabbim yar ve yardımcı olsun.
Kaamet ezanı okununca tavaf
edenler Kabe’nin etrafında çabucak halkalar hainde saf tutuyorlar. Binlerce
kişi birden kalkıp kabe imamının güzel okuyuşu eşliğinde namaz kılıyorlar. Hem
de büyük bir lezzet alarak. Muhteşem bir hal bu.
Burada fatiha suresinden sonra
daha uzun ve sesli bir 'Amiiinnn !' çekiliyor. Medine'de daha musikili bir
'Aaamiiinnn!' dinlemiştik. Sanırım güney asyalı müslümanların geleneği
böyle. Biz de 'Aminn !' deriz ama çok yüksek sesle değil. Kısa ve öz. Kabede
sanki biraz orta yol bulunmuş gibi.
Burada namaz kılmak gerçekten de
bir başka. Sanırım bir sayfadan az değil imamın okudukları. Çok da etkili
okuyorlar.
Ruku'da, secdede, aralarda oldukça uzun duruyorlar. İster
istemez insanın zihninden bir sürü dua geçiyor. Allahın huzurunda, beytullahın
karşısında binlerce müslümanla aynı anda yüzbinlerce dua. Müthiş bir şey bu.
Artık gideceğiz. Bu namaz bir
bakıma veda demek oluyor. İçimden bütün samimiyetimle "İnşallah yine
geliriz, inşallah rabbim haccı da nasip eder" diye düşünüyorum. Mevlama
çok şükürler olsun ki bize buralara gelip görmeyi nasip etti.
Tavaf ettik, say yaptık, namaz
kıldık, dua ettik. Bol bol kabeyi ve etrafımızı seyredip tefekkür ettik. Bunlar
güzel anlardı. Ama her şey gibi buradaki zamanımız da bitti işte. İnşallah
ziyaretimiz makbul, ibadetlerimiz ve dualarımız kabul olur.
Bu sırada, kabe’yi son bir daha doya doya
seyretmeye çalıştım. Tavaf eden insanları, binlerce müslümanın manevi
buluşmasını zihnime sabitlemeye uğraştım.
Kabeyle vedalaştım ve İsmail
kapısındaki rampaya yöneldim. Çıkışta ve meydanda etrafıma hep
"elveda" nazarıyla baktım. Ejyad yolu ve A.Aziz kapıları önündeki meydan
adeta bir insan seli halindeydi.
Baktığım her şeyde ve yerde sanki başka bir hal varmış gibi dikkatle hep "onu" aradım. Sevdiğim bir şeyi içer gibi, yer gibi, temiz havayı ciğerlerime çeker gibi baktım.
Baktığım her şeyde ve yerde sanki başka bir hal varmış gibi dikkatle hep "onu" aradım. Sevdiğim bir şeyi içer gibi, yer gibi, temiz havayı ciğerlerime çeker gibi baktım.
Sadece bir şey aklımda kalmıştı:
'Biz İbrahimin dilinden yapılan ilahi daveti duyup, Allahın beytini ziyarete
gelmiştik. Lebbeyk ! sedası onun içindi. Geldik, gördük ve işte dönüyoruz.
İnşallah sırtımızdaki kamburları atmışızdır. İnşallah dönüş heybemiz boş
değildir.'
[1] Mescid-i Haram, emniyet ve
güven yeridir, oraya giren güvendedir (Âl-i İmrân, 3/97) namazda Mescid-i Haram
cihetine yönelinmesi (Bakara, 2/144-150), müşriklerin Mescid-i Haram'a
sokulmaması (Tevbe, 9/28) emredilmiştir. Mü'minlerin burada savaş, Allâh yoluna
engel olmak, Allah'a ve Mescid-i Harâm'a karşı nankörlük etmek ve Fitne'dan men
edilmesi (Bakara, 2/217) ve burada savaşılması yasaklanmıştır (Bakara, 2/191).
Mü'minlerin Mescid-i Haram'a gelmelerine engel olunmasının zulüm olduğu
bildirilmiştir (Hac, 22/25).
[2] ‘Mescid-i Haram'da kılınan
namaz diğer mescidlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır’
(İbn Mâce, Salat, 195).
[3] Bu konuda şöyle ilginç bir
rivayet var. Hz. Ömer şöyle diyor: 'Ey hacerül esved ! Sen bir taşsın,
biliyorum. Eğer Allah rasulünün seni öptüğünü, selam verdiğini ve hürmet
gösterdiğini görmeseydim vallahi seni kırar parçalardım.'
[4] Ümmü Hâni: Kadın
Sahâbîlerden. Ebû Tâlib’in kızı ve Hazreti Ali’nin kızkardeşi. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) sekiz
yaşından itibâren amcası Ebû Tâlib’in yanında büyüdüğünden O’nu çok iyi tanır
ve öz kızkardeşi gibi severmiş. Onun istek ve arzusunu hiç geri çevirmezmiş.
Hazreti Ümmü Hâni de, Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) aynı şekilde sever
ve ona hürmette kusur etmezmiş.
Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) Hicretten bir yıl
önce Taif dönüşü çok üzgün imiş. Her taraf düşman dolu olduğundan bir gece Ümmü
Hânî’nin Ebû Tâlib Mahallesindeki evine gelmiş. “Amcan oğlu Muhammed’im, kabûl
edersen, misâfir geldim” buyurmuş. Ümmü Hânî ( radıyallahü anha ): Senin gibi
doğru sözlü, emîn, asil, şerefli misâfire can feda olsun. Yalnız teşrîf
edeceğinizi önceden bildirseydiniz birşeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir
şeyim yok demiş. Peygamberimiz de( aleyhisselâm ) yiyecek içecek istemem.
Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir,
buyurmuşlar.Resûlullah ( aleyhisselâm ) o gün Taifte çok incinmişti. Abdest
alıp yalvarmaya, af dilemeğe, kulların imâna gelmesi, se’âdete kavuşmaları için
duâya başlamış. Çok yorgun ve üzüntülü imiş. Hasır üzerinde uzanıp uyuyuvermiş.
Ümmü Hânî ( radıyallahü anha ) misafirine yer gösterip babasının kılıcını almış
ve evin etrâfında dolaşmaya başlamış. İşte o anda Allahü teâlâ Cebrâil
aleyhisselâmı gönderip resulünü davet etmiş. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) mi’râcı
bu gece bu evde olmuş.