24 Temmuz 2020 Cuma

24 Temmuz 2020 Cuma 22:30 CORONA GÜNLERİ...............................Ayasofya


Kızılelma Ayasofya

Corona günlerinde tarihi olaylara da şahit oluyoruz. Ayasofya'nın müzeden yeniden aslına yani camiye dönüşmesi de bunlardan biri. O 1453'te gerçekleşen fethin sembolü, islam askerlerinin "Kızılelması"ydı. Nice islam ordusu onun sahsında bu şehri fethetmek için dalga dalga geldi bu topraklara. Fetih genç Sultan Mehmet ve onun güzel ordusuna nasip oldu. Tam 567 yıl cami olarak hizmet verdi. Fatih Sultan Mehmedin kılıç hakkı ve kurduğu vakfın mülküdür. Tapusu hala camidir. Fakat sonra nasıl olduysa müzeye çevrilmiş. Bu yüzden gençliğimizde her 29 Mayıs "Ayasofya açılsın, zincirleri kırılsın!" sloganlarıyla yürürdük. O bizim neslimiz için de bir "kızılelma"ydı.

Ayasofya I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş. Bu tarih Peygamber efendimizin (sav) 571'de doğumundan 34 yıl kadar önce. Bir anlamda onunla çağdaş bir mabed. Bu arada yaşanan bir deprem sebebiyle kubbesinin yıkıldığı haberi üzerine onun Ayasofya için dua ettiğini okumuştum. Hangi din adına yapılmış olursa olsun mabed olarak yapılmış bir eserin bu vasfının korunması gerektiğini düşünüyorum. Zaman içinde kilise camiye, tapınak kiliseye dönüştürülebilir. Ancak o yapılarda Allah'ın adının ilelebet anılması ve yüceltilmesi gerekir. İşte Ayasofya 85 yıl aradan sonra yine aslına dönüyor. Orada ibadet edilmesi kimseye karşı değil, kimsenin yanında da değil. İnsanın sadece ve sadece rabbine yönelmesi anlamına geliyor. 

6. yüzyılın ünlü bilim adamları, fizikçi Miletli İsidoros ve Trallesli matematikçi Anthemius'un yönettiği inşaatta yaklaşık 10.000 işçi çalışmış. Yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşlar çok daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş. Ayasofya adındaki "aya" sözcüğü "kutsal, azize", "sofya" sözcüğüyse herhangi bir kimsenin adı olmayıp Eski Yunancada "bilgelik" anlamındaki sophos sözcüğünden geliyormuş. Dolayısıyla "aya sofya" adı "kutsal bilgelik" ya da "ilahî bilgelik" anlamına geliyor. Bu kavram aynı zamanda Ortodoksluk mezhebinde Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılıyormuş.

İstanbul'un 1453'te fethinden sonra, fethin sembolü olarak camiye dönüştürüldü. Zaten o sıralar Ayasofya harap bir haldeymiş. Ayasofya’ya özel bir önem veren Fatih Sultan Mehmet kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini emretmiş, fakat adını değiştirmemiş. İlk minarenin inşaası da onun döneminde. Hatta minarenin hızla inşa edilebilmesi için tuğladan yapıldığı biliniyor. Diğer minarelerden biri de sultan II. Bayezid tarafından eklenmiş. Bugünkü Ayasofya binası, aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen bir kilise. Bu yüzden "Üçüncü Ayasofya" olarak da biliniyor. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmış. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş. Mimar Sinan’ın binaya payanda eklemesinden bu yana sapasağlam duruyor.

1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş, içermeyenlerse olduğu gibi bırakılmış. Yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler, bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiş. 1935 yılından 2020 yılına kadar müze olarak kullanılan mabed geçtiğimiz günlerde bir cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle tekrar cami statüsü kazanmış oldu.

Bu vesileyle öğreniyoruz ki Ayasofya'nın tekrar cami olma süreci ilk olarak 2005 yılında başlamış. Yargıya taşınan olay Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiş. 2016'da tekrar açılan dava da Haziran 2018'de açıklanan karar ile aynı şekilde sonuçsuz kalmış. Hatırlıyorum, Temmuz 2016'da Ayasofya'da düzenlenen Kadir Gecesi programında, 81 yıl aradan sonra sabah namazı ezanı okunmuştu. O yıl TRT Diyanet TV de Ramazan ayı boyunca Ayasofya'dan "Bereket Vakti Ayasofya" adlı sahur programı yapmıştı. Bu sürece Yunanistan'dan tepki gelmesine rağmen Ekim 2016'da Müze'nin ibadete açık olan bölümü Hünkar Kasrı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uzun yıllardan sonra ilk kez asaleten bir imam atanmıştı. Böylece o yıldan sonra Hünkar Kasrı bölümünde vakit namazlar kılınmaya ve minarelerinden Sultanahmet Camii ile birlikte beş vakit çifte ezan okunmaya başlanmış oldu. Bu yıl da 29 Mayıs 2020 tarihinde İstanbul'un Fethinin 567. yıl dönümü münasebetiyle içinde Fetih Suresi okundu, dinledik.

Bu sırada Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği'nin "Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali" istemiyle Danıştay'da dava açması üzerine 2 Temmuz 2020 tarihinde tarihi bir duruşma gerçekleştirilmiş. Nihayet 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını "Ayasofya'nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını" belirterek iptal etmiş oldu. Bunun üzerine 2729 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Ayasofya, Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilerek tekrar cami statüsü kazandı. Bu gelişme milletimizin belleğinde bir "Kızılelma" hüviyetiyle yaşayan Ayasofya'nın herşeye ve her kese rağmen zincirlerini kırıp özgürleşmesi anlamına geliyor. Her konuda bizim işlerimize burnunu sokma adetinde olan bazı ülkeler tabi yine vır vır ediyorlar, edecekler ama artık atı alan Üsküdara geçti bile.

Hiç kuşkusuz Kızıl elma kavramının Fetih ve gaza kültürümüz içinde önemli bir yeri var. O, millet olarak geçmişimizde, yaklaşıldıkça uzaklaşan, uzaklaştığı oranda da değeri artan ülküleri sembolize eden bir ifade. Devlet için de belli bir hedef ve amacı özetliyor. Bazen de ulaşılması gereken menzili, fethedilmesi gereken şehirleri. Özellikle de Ayasofya'nın şahsında İstanbul, Roma, Viyana, Estergon ve Budin gibi şehirler bu ifadenin müşahhas hali olarak karşımıza çıkıyorlar. 

Kızılelma genellikle bir ideal olarak uzak ve erişilmez bir hedefi temsil etmekle beraber, ecdadımızın ‘i'lây-ı kelimetullah’ vizyonunu da ortaya koyuyor. Sözlük anlamı, Allah'ın kelimesini yüceltmek demek olan "i'lây-ı kelimetullah", günlük kullanımda Allah'ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına geliyor. Ayasofya'nın yeniden Allaha ibadet edilen bir mekan olması da bundan başka bir manaya gelmiyor zaten.


Ayasofyada namaz

Bugün 86 yıllık hasret bitti. Bugün Ayasofya'nın zincirlerinin kırıldığı ve yeniden inananlara kavuştuğu gün. Bugün aynı zamanda Cuma, tarihin en eski mabedlerinden Ayasofya için de esaretin son bulduğu bir vuslat günü. Onun bir sembol olarak genç Fatih tarafından Cuma namazı kılınarak din i islamla şereflendirildiği günden bu yana yaşadığı en sevinçli günlerden biri. Fethi taçlandıran Ayasofya'nın izzet ve itibarının yeniden iade edildiği kutlu bir gün.
Yirmi dokuz Mayıs sabah: 
Birlikler hücum ve savaş düzeninde /Sabaha karşı verilen savaş emriyle
Konstantinopoliste halk kiliselere koşuyor / Şehir umutsuz, son çırpınışına hazırlanıyor

Yirmi dokuz Mayıs öğle:
Karadan ve denizden tekbirlerle / Coşan gülbank ve davul sesleri ile 
Ordu son büyük saldırıya geçiyor / Nihayet, surlarda Ulubatlı beliriyor

Yirmi dokuz Mayıs ikindi:
Yükseliyor sancak şehitler üzerinde / Kutlu ordu akıyor açılan gediklerde
O şehrin kapısından bir 'Fatih' giriyor / Ayasofya ile çağ kapanıp çağ açılıyor

İstanbul'un fethi bizim için sade bir şehrin zapt edilmesi değildi. Hatta Avrupa’nın kap karanlık Orta çağının kapanıp dünya için yeni bir aydınlık çağ açılması da fethi tek başına anlatmaz. Fethi anlamak için Sultan Fatihi tanımak, Akşemseddin’i, Ulubatlı’yı hatırlamak gerekir. Ayasofya’nın önemini kavramadan olmaz. Kutlu sahâbi Eyüp Sultan’ı (ra)  bilmeden, o surların önüne gelip gitmiş onlarca islam ordusunu anmadan fetih anlaşılamaz.
Fetih bir kuru tarih mi ? / Yoksa sade bir cihangir mi Fatih / Düşünmeli…Çağ açıp çağ kapatan o gün / Neden kutlu bir müjdeyle gelmiş / Bilinmeli…Osmanlı sarığını / Kardinal külahına tercih eden / Günün Ayasofyasını / Anıp hatırlamalı / Kurtuluşu görmeli, Fethi anlamalı”
Bugün için bazı noktalarda fethin manasından uzak, ne oradan ne buradan iki arada bir derede kalmış olabiliriz. Hatta, bazen mağlup ve zelil düştüğümüz anlar da olabilir. Belki çağdaş uygarlık düzeyinin altında, İslâm medeniyetinin ise çok çok uzağında bulunuyor olabiliriz. Ama çok şükür ki tarihin hiçbir anında zalim, hırsız ve emperyalist olmadık, olmayacağız da. Bizi taş, madde ve para uygarlığı ile ölçmeye kalkanlar, hayallerinin ötesinde kalan mukayeseli üstünlüklerimizi göremeyenlerdir. Üstelik bugünkü eksiklerimiz, yanlışlarımız, iğretiliklerimiz bize bulaşmış hastalıkların eseridir, zarafet medeniyetinin değil. 

Fethi anladıkça dirilmeye ve kendimizi yenilemeye de yakınız demektir. Allah’ın izniyle bizde 19 Mayıs’lar, 29 Mayıslar, 24 Temmuzlar bitmez, bitmeyecektir de. Ayasofya'nın açılması hiç kuşkusuz büyük bir olay. Çok önemli ve büyük bir adım. Bunun için gayret edenlere, emeği, katkısı ve iradesi olanlara şükran borçluyuz. Ancak ona ve İstanbula iyi bakmalı. Onlar mahzunlaşırsa, İstanbul Bizans’a benzerse Fetih akınları yine başlar, zaten hiç kesilmedi, inşallah kesilmeyecektir de.

22 Temmuz 2020 Çarşamba

22 Temmuz 2020 Çarşamba 22:00 CORONA GÜNLERİ.........................Kıbrıs

20 temmuz:"Kıbrıs"

20 temmuz Barış harekatı üzerinden 46 yıl geçti. Harekat, 20 Temmuz 1974 tarihinde Garanti Anlaşması'nın III. maddesine dayanarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bakanlar kurulu kararı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ncegerçekleştirilmişti. 

Bülent Ecevit'in Başbakanlığındaki hükümet bir CHP-MSP koalisyonuydu ve Necmeddin Erbakan da Başbakan yardımcısıydı. O günlerde Kıbrıs'ta ilhak amaç bir darbe yapılmıştı ve adadaki Türk varlığının uğradığı baskı ve zulmün sona erdirilmesi gerekiyordu.

ABD ve İngiltere ile yapılan diplomatik görüşmelerden netice alınamayınca 18 Temmuz günü Türk heyeti Ankara'ya geri dönmüştü. Ecevit yokken Başbakanlığa vekalet eden Necmeddin Erbakan bu arada zaten askerleri ikna etmiş durumdaydı. 19 Temmuz günü Kıbrıs'taki durum Genelkurmay Başkanlığı'ndaki komutanlarla son kez görüşülmüş, ardından Bakanlar Kurulu oy birliği ile Kıbrıs'a askeri müdahale kararı almıştı.Türk askerini harekete geçiren işte bu karar oldu.

Harekatı başlatan süreç Kıbrıs'ta eli kanlı Samson tarafından yapılan darbenin Lefkoşa'daki Türk Büyükelçiliği tarafından şifreli mesajla Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı'na iletilmesiyle başlamıştı. Bu sırada 1960 yılında imzalanan Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti Antlaşması'nın garantör ülkesi olan Türkiye, bir diğer garantör ülke olan İngiltere ile ortak bir operasyon gerçekleştirmek için durumu görüşüyordu. İngiltere'nin destek vermemesi halinde Türkiye tek başına askeri operasyon gerçekleştirme niyetini 16 Temmuz 1974'te Dış İşleri Bakanlığı, ABD ve İngiltere Büyükelçilikleri'ne bildirmişti. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, muhalefet partileri liderleri ile durumu görüşmüş ve bir gün sonra müzakereler için Londra'ya hareket etmişti.

Türk heyeti, dönemin İngiltere başbakanı Harold Wilson, İngiltere Dış İşleri Bakanı James Callaghan ve ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco ile Kıbrıs meselesini görüşmüş fakat İngiltere ve ABD, Türkiye'ye destek vermemişti. Bunun üzerine Türkiye adada "Kıbrıs Barış Harekatı" adı verilen tarihi adımını atmıştı.  20 Temmuzda TSK'ye bağlı birlikler Lefkoşa-Hamitköy-Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine hava indirme, Yavuz Plajı'na da denizden çıkarma yaptılar.

O günlerde İstanbul'da talebeydim. Defterime sıcağı sıcağına şöyle yazmışım:

"Tarihi bir olay yaşıyoruz. 20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusu, adaya saat 6:05'ten itibaren havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Türk paraşütçüleri beklemedikleri bir anda adeta rumların tepesine indiler. Denizden çıkarma bir plaja yapıldı.

Ecevit'in yorgun sesi harekatı radyodan "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kıbrıs'a indirme ve çıkarma harekâtı başlamış bulunuyor..." diyerek duyurdu. Türkiye bu sesle adeta sokaklara aktı. Manzara, yolda, kahvede, yurtta hep aynıydı. İnsanlar birbirlerine sarılıp ağlıyordu. Ülke sanki savaşa girmemiş, bayram yapıyormuş gibiydi.

Rumlar şaşkındı. Ancak akşama doğru karşı harekata başlayabildiler. Karşı taarruz 20 Temmuz akşamından 21 Temmuz sabahına kadar sürdü. Ama olmadı. Kahraman ordumuz mevzilerini korumayı başardı. Ertesi gün de tekrar ilerlemeye devam edip, Rum birlikleri tarafından saldırıya uğrayan Kıbrıs Türk Alayı ile birleşerek Lefkoşa Havalimanı ve Kaymaklı bölgesine taarruza başladılar.

22 Temmuz'da Türk birlikleri önce Girne’ye girdi, daha sonra da Lefkoşa’ya yöneldi. Ateşkes başlamadan Girne-Lefkoşa hattı birleşmişti. Bu arada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyle ateşkes ilan edildi. Diplomatik hareketliliğe rağmen adada hala sıcak saatler devam ediyor." 


Kıbrıs için geçen 46 yıl

1974 yılının 20 Temmuzunda yapılan Barış harekatı ve 8 Ağustosta başlatılan II.Harekat sonrası Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bir çok alanda ambargolarla karşılaştı.  

Bu yüzden KKTC  başından beri ekonomik olarak Türkiye'ye bağımlı hale geldi. Ekonomik, siyasi ve askerî olarak desteklendi. Halen de yaklaşık %30-35 dolayında devlet bütçesi Türkiye'nin ekonomik yardımlarıyla oluşmakta. 

Ancak Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi çok haklıydı. Bugün bir kere daha anlaşıldı ki KKTC'ne desteği doğu akdenizdeki güvenliğimiz ve çıkarlarımız açısından stratejik önemde.

Öte yandan Kıbrıs dünyanın gündemine bir sorun olarak girdiğinden beri başta Birleşmiş Milletler bünyesinde olmak üzere adanın birleştirilmesine yönelik pek çok faaliyete sahne oldu. Bu güne kadar onlarca müzakere süreci yaşandı. Ancak bütün bunlardan kesin bir sonuç alınamadı. Örneğin, 2004 Annan Planı referandumu da Kıbrıslı Türklerin "kabulü" ne karşılık Rumların "hayırı" ile gerçekleşmedi. Böyle olduğu halde Rumlar 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa Birliği’ne kabul edildi.

Geriye dönüp baktığımızda II. Harekat ve Kıbrıs'a son şeklini veren gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:

Kıbrıs Barış Harekatı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararına uyarak 22 Temmuz 1974’te sona erdirildi. Aynı  karar Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin Kıbrıs müzakerelerini başlattı. 25 Temmuz 1974’te toplanan I. Cenevre Konferansı, 30 Temmuz’da imzalanan anlaşmayla son buldu. Taraflar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Türk ve Rum olmak üzere iki özerk idarenin olduğunu kabul ettiler. Garantör devletlerle Türk ve Rum toplumlarının temsilcilerinin katılacağı ikinci bir konferansın yapılmasına karar verildi.

II. Cenevre Konferansı’na kadar Rum ve Yunan askerlerin Türklerin bulunduğu bölgeden çekilmeleri gerekiyordu. Ancak çekilmedikleri gibi saldırılarını da sürdürdüler. Bu olayların gölgesinde toplanan II. Cenevre Konferansı 8 Ağustos 1974’te başladı. Görüşmelerden bir sonuç çıkmayacağına kanaat getiren Türk yetkililer, harekatın yeniden başlamasına karar verdi. Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Ankara’yı aradı ve "Ayşe tatile çıksın" dedi. Bu II. Harekatı başlataca bir parolaydı. Türk ordusu, ikinci harekatta da kısa sürede başarıya ulaştı. Ada'nın neredeyse yüzde 35’lik bölümü ele geçirildi ve bölgede yaşayan Türk halkının güvenliği tamamen sağlandı. 

Kıbrıs Barış Harekatı’nda Türk ordusu, 498 şehit verdi. Kıbrıs Türk tarafı ise, harekatta 70’i mücahit, 270 kişi kaybetti. Kıbrıs Türklerinin genel olarak verdiği şehit sayısı ise 1672 olarak kayıtlara geçti. Sonuçta harekat sayesinde Kıbrıs’ın bugünkü sınırları çizildi. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. Rauf Denktaş, Federe Devlet ve Meclis Başkanı oldu. 15 Kasım 1983’te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kuruluşu dünyaya ilan edildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı da yine Rauf Denktaş oldu. 

22 Temmuz 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı171..............................Nereye varmak istiyoruz?

Nereye varmak istiyoruz? 

Allaha şükürler olsun ki, önerimizin ikinci adımı olan “Nereye varmak istiyoruz?” aşamasına geldik. Katılımcı bir Stratejik Plan yapmanın dört aşamadan oluştuğunu ve dört soruya cevap verilerek şekillendiğini daha önce açıklamıştık. Bu yaklaşıma kısaca ‘Stratejik yönetim’ biçimi diyoruz. “Neredeyiz?, Nereye varmak istiyoruz?, Ulaşmak istediğimiz noktaya nasıl gideriz? ve Başarımızı nasıl ölçer, değerlendirebiliriz?” şeklinde ifade edilebilecek dört temel soruya verdiğimiz cevaplar en sonunda bir “stratejik plân” ortaya konulmasıyla olgunlaşıyor.
“Neredeyiz?” sorusu; var olunan iç ve dış ortamın gözden geçirilip değerlendirilmesini içeren ‘Durum analizi (SWOT)’ yöntemi ile cevaplandırılıyor. Bu aşamada dış çevreden yönelen “Fırsat” ve “Tehditler” dikkate alınıyor. Ayrıca mevcut durumun ‘güçlü’ ve ‘zayıf’ yönleri bir bir gözden geçirilip değerlendiriliyor. Böylece işin başlangıcında plan dönemi süresince yararlanılabilecek fırsatlar, sakınılması gereken tehdit ve riskler not edilmiş oluyor. Güçlü yönlerin zaman içinde meydana gelebilecek aşınmalardan korunarak daha da güçlendirilmesi, zayıf yönlerin olumsuzluklarının giderilerek ya da tahkim edilerek güçlü hale getirilmesi iyileştirmeye çalıştığımız yapının değişip gelişmesine sağlam bir zemin oluşturuyor. Bu bağlamda bugüne kadar 25 hafta, 25 yazı ile konuya kapsamlı bir giriş yaptık. Susurluğun artıları ve eksilerini, kısaca elimizi güçlendiren, elimizde var olan avantajlarımızla, elimizi zayıflatan risk ve dezavantajları bir bir gözden geçirmiş olduk. Bu aşama aynı zamanda üzerinde bulunduğumuz, bizi biz yapan “değerlerin” pırıltılarını da fark etmemizi sağladı. Bu değerler geçmişten gelen, bugün var olan, orta ve uzun vadede de varlığını sürdürecek olan kıymetlerimiz. Büyük ölçüde gelecek vizyonumuzu da etkileyecekler.
Nereye varmak istiyoruz?” sorusunun cevabı; stratejik plan yapan her kuruluş gibi, bölgenin ya da şehrin varoluş nedenini öz bir biçimde ifade edilmesi anlamına gelen “Misyon” un kaleme alınması ile başlıyor. Ardından, ulaşılması arzu edilen geleceğin kavramsal, gerçekçi ve öz bir ifade ile tasarlanıp yazılmasına geçiliyor. Bu şekilde ortaya çıkan gelecek öngörüsünün adı artık kısaca ‘Vizyon’ olacak. Yalnız bu tasarımın içi değerlerle dolu, çevresindeki yol işaretleri ise ilkelerle bezeli olmalı. “Nereye varmak istiyoruz?” sorusu doğal olarak birinci aşamada kayda geçen “Fırsat” ve “Tehditler” dikkate alınarak, “güçlü” ve “zayıf” yönlerden hareketle bazı menzillerin yani “hedeflerin” belirlenmesiyle tamamlanıyor. “Yol haritası diyebileceğimiz bu stratejiler” de en sonunda öngörülen vizyona ulaşmak üzere, sarf edilecek tüm çaba ve eylemlerin belli bir “amaç” için kurgulanmasıyla şekillenmiş olacak.

“Gitmek istediğimiz yere nasıl ulaşabiliriz ?” sorusu işte bu Stratejik amaçlar ve hedeflere ulaşmak için kullanılacak yöntem, yol haritası ve faaliyetlerle, yani; strateji ve projelerle cevaplandırılmaya çalışılacak. Kuşkusuz anlamlı sonuçlar olarak tanımlanabilecek “stratejik amaçlar” için ulaşılması gereken ölçülebilir hedefler ortaya koymak bu yöntemin olmazsa olmazı.  Bu aşamada da “Neredeyiz?” sorusuna verilen cevaplar önemli bir zemin. Zira, işin başlangıcında not edilen ve plan dönemi süresince yararlanılabilecek fırsatlar ile sakınılması gereken tehdit ve risklerden doğal olarak çözümler de çıkar. Aynı şekilde güçlü yönlerin zaman içinde meydana gelebilecek aşınmalardan korunarak daha da güçlendirilmesi çabası zaten kendi doğal istikametinde seyredecek. İlaveten zayıf yönlerin olumsuzluklarının giderilerek ya da tahkim edilerek güçlü hale getirilmesi için de çareler düşünülecek. Bu nedenle “Neredeyiz?” aşamasında kayda geçen artı ve eksiler iyileştirilmesine ve geliştirilmesine çalıştığımız Susurluğun geleceği için bir zıplama trampleni işlevi görecek.             
 
    Stratejik plân çalışmasının son aşaması; “Başarımızı nasıl takip eder ve değerlendiririz?” sorusu ile açıklığa kavuşuyor. Zira değişimi yönetirken sürecin nasıl yürüdüğüne dair bilgilerin derlenmesi, alınan sonuçların belirlenmiş vizyon, ilkeler, amaçlar ve hedeflerle ne ölçüde uyumlu olduğunun takibi gerecektir. Kısaca ortaya çıkan performansın değerlendirilmesi diyebileceğimiz bir safhadan bahsediyoruz. Buradan elde edilecek sonuçlarla plânın gözden geçirilmesi ve gereğinde bazı kısımlarının “güncellenmesi” de mümkün olabilecek. Böylece, halen bulunulan nokta ile ulaşılmak istenen durum arasındaki yol tarif edilmiş, orta vade için öngörülen stratejik amaçlar, hedefler ve bunlara ulaşmayı mümkün kılacak stratejik yöntemler belirlenmiş olacak. Bu yöntem aynı zamanda uzun vadeli ve geleceğe dönük bir bakış açısı ile değişimin yönetilebilmesini sağladığı için de çok değerli.  
Kaldı ki, Susurluk için önerdiğimiz bu yöntem; her şeyden önce bilimsel bir yöntem. Dayanağını kamu yönetiminde halen yürürlükte olan 5018 sayılı yasadan alıyor. Katılımcı bir yöntem, tüm paydaşlar için mümkün olabilen bir birliktelik ve güç birliği yapma fırsatı sunuyor. Onları günlük gelişigüzel gelişmelere değil, geleceğe ve sonuçlara odaklıyor. Bu nedenle Stratejik plana geleceğin ve sonuçların plânlanması da diyebiliriz. Bu çaba, değişimden korunmak için değil, bilakis kaçınılmaz değişimlerin istenilen yönde olabilmesine gayret etmeyi gerektiriyor. Yani, dinamik bir şekilde hareket edilerek aslında o değişimlerin bizatihi plânlanması söz konusu. Dahası yapılan çalışmalar düzenli olarak gözden geçirilecek, değişen şartlara uyarlanacak yani esnek bir plân anlayışıyla hareket edilecek.
Buraya kadar stratejik yönetim yaklaşımı ve Stratejik plan yapma aşamalarını özetlemiş olduk. Şimdi sıra “Nereye varmak istiyoruz?” sorusunun ilk adımına geldi. “Misyon” tanımı itibariyle görev, var oluş nedeni, yüklendiği iş anlamına geliyor. Susurluğun kendi geleceği için ne gibi bir misyonu olmalı? Bu noktada Stratejik plan yapan her kuruluş gibi, şehrimizin de yapması gereken vazifeyi net olarak ortaya koymak gerekiyor. Acaba bu bağlamda Susurluğun Misyonu; “Dış çevreden kaynaklı fırsatlardan yararlanarak, sakınılması gereken tehdit ve risklerden kaçınarak, güçlü yönlerini geliştirerek ve zayıflıklarını güçlendirerek kalkınmasını yönetmek” olabilir mi? Ya da geleceğe yönelik değişim ve gelişimi için şöyle bir misyon daha mı uygun düşer?: “Mevcut durum, değer ve temel ilkelerden hareketle gelecek vizyonuna uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak strateji ve hedefler belirleyerek ölçülebilir kriterler çerçevesinde performansını izleme, değerlendirme ve güncelleme”. Belki de “Susurluğun gelecek vizyonu için içerde etkin iş ve güç birliğini, dışarıdan da gerekli kalkınma ve gelişme desteğini sağlamak” misyonu daha gerçekçi olur. Ne dersiniz? Bu platform çok değerli katkı ve önerilerinize açıktır. 
Şimdi de, Susurluğumuzun gelecekte ulaşmasını arzu ettiğimiz “Vizyon” tasarımı için birkaç öneride bulunalım. Mademki vizyon, geleceğin kavramsal, gerçekçi ve öz bir ifade ile tasarlanıp yazılmasıdır, o halde; “Plan dönemi sonunda değişim ve gelişimini başarmış, sosyal ve ekonomik kalkınmasını sağlamış, bölgesinde parlayan yıldız Susurluk” cümlesi nasıl? Ya da şöyle bir vizyon cümlesi için ne dersiniz?: “Sahip olduğu değer ve ilkelerden yola çıkarak, orta vadede değişim ve gelişimini başaran, kalkınmış bir Susurluk”. Bunu da mı beğenmediniz, o halde; “Kendisi gelişmiş, insanları mutlu ve müreffeh yaşanabilir bir Susurluk” önerimi nasıl bulursunuz? Bunlardan herhangi biri, ya da sizlerin katkısıyla oluşacak çok daha etkileyici bir vizyon cümlesi olabilir. Gerek Misyon gerekse de Vizyonun netleşebilmesi için birkaç hafta Wathsapp grubumuzda konuyu gündemde tutacağım. Şu ana kadar yazılanlardan yeterli ipuçları bulabileceğinizi düşünüyorum.  Yalnız bu tasarım cümlesi; kısa, öz, geleceğe dönük ve değerlere dayalı olmalı, yol işaretleri de ilkelerden ışık almalıdır.
Bir sonraki yazımız bu sebepten değerler ve ilkeler üzerine olacak inşallah. Zira bir gelecek vizyonu içinde açıkça belirtilmemiş olsa bile en büyük pay “değerler”e aittir. Bu noktada bazı değerlere üstü kapalı olarak Susurluğun güçlü yanları içinde değinildiğini hatırlatmalıyım. Örnek “Susurluk ayranı” ya da “güçlü ulaşım ağlarının odak noktasındaki coğrafi konum” Susurluk için birer değerdir. Daha önce ihmal edip yazamadığımız “Susurluk vakfı aşevi”, “Susurluk ateşi” ya da “Üniversite öğrencilerini destekleme derneği” gibi sivil toplum kuruluşları “Güçlü yardımlaşma duyguları”na örnek verilebilecek değerler. Kuşkusuz geçmişten bu yana insanımızda var olan “Misafirperverlik” ya da “Vatana sadakat” gibi daha birçok değerimiz var ve toplumumuz içinde yaşıyor. Vizyon üzerinde düşünürken dikkate alınması gereken bir diğer önemli konu da “ilkeler” olacak. Bunun için de bulunduğumuz noktadan geleceğe yürürken riayet edilmesi gereken kuralları anlamamız lazım. Meselâ “çevreye duyarlı bir kalkınma” bunlardan biridir. Yine “gelecek için ön yargısız iş ve güç birliği” yapmak bir diğer ilke olabilir. “Fırsatları değerlendiren, güçlü yönlerimizi geliştiren” bir hareket tarzı pekâlâ gerçekçi bir ilke örneği olarak değerlendirilebilir. Bu sebepten haftaya çıkacak yazım da Wathsapp grubumuzda görüş, öneri ve katkılarınıza açılmış olacak. 
Sonraki haftalar “Nereye varmak istiyoruz?” sorusu üzerindeki çalışmamız inşallah sektör bazında hedeflerin şekillenebilmesi için yaklaşık 10-15 yazılık bir seriyle çıkacak. Böylece birinci aşamada kayda geçen “Fırsat” ve “Tehditler” dikkate alınarak, “güçlü” ve “zayıf” yönlerden hareketle Susurluk için ulaşmak istediğimiz menzilleri belirlemeye çalışacağız. Daha sonra “Yol haritası diyebileceğimiz stratejiler” ve belirlenen vizyona ulaşmak üzere, sarf edilecek tüm bu çaba ve eylemlerin odaklandığı “amaç” yazılabilecek. Stratejik yolculuk işte bu değer ve istikametlerden güç alarak ve belirlenen ilkelerin aydınlattığı yolda gerçekleşecek çünkü.


20 Temmuz 2020 Pazartesi

20 Temmuz 2020 Pazartesi 23:00 CORONA GÜNLERİ..........................Coronada son durum

Son durum

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın açıkladığı Türkiye Günlük Korona Tablosu'na göre: son 24 saatte 41 bin 310 testte 924 kişiye Kovid-19 tanısı konuldu, 16 kişi vefat etti, toplam vaka sayısı 219 bin 641, can kaybı ise 5 bin 491'ye ulaştı. Yine bugün 997 kişi iyileşirken toplam taburcu olan hasta sayısı 202 bin 10 oldu. Şu anda hastanede tedavi gören hasta sayısı 12 bin 140. Bunlardan yoğun bakımda olanlar 1.246, solunum cihazına bağlı olanlar ise 398.

19 Temmuz verilerine göre vaka/test sayısı oranı (924/41.310) %2,2'e düşmüş durumda. Bu oran dün de (918/40.943), evvelsi gün de (926/41.215) aynıydı. Düşüş Mayısın ilk yarısından (%4-5) itibaren sürüyor. Haziran ayındaki dalgalanmalara (%3,80, %4,70, %2,5, %3, %2,91, %3,24, %3,46, %3,79, %3,13, %2,70) rağmen 26 Haziran itibariyle durum (%2,73) bir ay önceki yani 29 Mayıstan (%3,16) iyi, 30 Mayıstan (%2,51) biraz kötü durumdaydı. Son durum 30 Mayıstan daha iyi durumda olduğumuzu gösteriyor.

Bakan Koca; "Her gün 1000’e yakın hastamız şifa buluyor, 1000'e yakın yeni vakamız oluyor. Yeni vakaları durdurabilirsek aktif vaka sayısı hızla azalmış olacak. Hedefimiz; iyileşen sayısında artış, yeni vaka sayılarında düşüş. İyi haberler, alacağımız tedbirlere bağlı" diyor.

"Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması"na göre koronavirüs salgınıyla mücadelede en başarılı ülke Türkiye. 11 Mart'tan sonra her hafta yapılan bu araştırmalarla vatandaşların konuya ilişkin farkındalık düzeyleri, endişeleri, değişen davranışları inceleniyor. Hükümetin bu konudaki politika ve uygulamalarının kamuoyundaki yansımaları  düzenli olarak takip ediliyor.

Salgın nedeniyle internet üzerinden 800 kişiyle yapılan araştırmada gündemde olan 9 ülkenin salgınla mücadeleyi yönetme performansı da kamuoyuna sorulmuş. Araştırmanın sonucunda kamuoyu nezdinde karnesi en iyi olan ülkeler arasında Türkiye yüzde 39 ile birinci, Güney Kore ise yüzde 37 ile ikinci olmuş. Araştırmada en zayıf ülke ise tahmin edilebileceği gibi Amerika Birleşik Devletleri çıkmış. Araştırmaya katılan her 10 kişiden 7'si ABD'nin salgınla mücadeledeki performansının kötü olduğunu düşünüyormuş. Ankete katılanlar ABD'yi İtalya'nın takip ettiğini ifade etmişler.

Haziran ayının başından itibaren başlayan normalleşme takvimiyle beraber kamusal tedbirlerin büyük bölümü kaldırıldı, kişisel tedbirlerin ise bir kısmı esnetilmeye başlandı. Araştırmaya göre vatandaşlar, "yeni normal hayata" geçiş yaparken gelecek döneme dair iyimser bir beklentiye sahip değillermiş. Araştırmanın sonuçlarına göre kamuoyunun sadece üçte biri salgınla mücadelede zor günlerin geride kaldığını düşünüyor, yarısı daha zor günlerin kendilerini beklediği kanısındaymış. Araştırmada kötümser beklentinin özellikle en üst ve en alt sosyoekonomik statüden bireyler arasında daha yaygın olduğu belirtiliyor. Araştırmada salgının ilk döneminde hissedilen endişenin yerini çoğu bireyde yorgunluğa bıraktığı görülmüş. Bu yorgunluk duygusu kadınlarda daha yaygın. Çünkü kadınların yüzde 66'sı kendini yorgun hissederken, bu oran erkeklerde yüzde 47 seviyesinde kalmış.

Dünyada son durum

Corona Türkiyede 133.gününde. Dünyada ise 200 günü arkada bıraktı. 19 Temmuz itibarıyla dünyada koronavirüs vaka sayısı 14,2 milyonu, Covid-19 kaynaklı can kaybı ise 600 bini aştı. Dünya Sağlık Örgütü Başkanı ise son açıklamasında, koronavirüs salgınının hızlanmaya devam ettiğini ve salgının henüz zirve yapmadığını söylemişti. Buna rağmen birçok ülkede uygulanan kısıtlamalar gevşetilirken ABD, Çin, İngiltere, İspanya gibi bazı ülkelerde vakaların artışa geçmesi ile bölgesel kısıtlamalara geri dönülüyor.

Bir Dünya Sağlık Örgütü yetkilisi aşının kitlesel kullanımının en iyi ihtimalle 2021 yılı yaz aylarını bulabileceği ve pandemiyi bitirebilmek için aşının koruma oranının yüzde 70'in altında olmaması gerektiğini söylemiş: "Şu an 20'yi aşkın aşı adayı üzerine klinik araştırmalar yürütülüyor. Bu nedenle aralarından birkaçının işe yarayacağı konusunda umutluyuz. Hepsinin fiyaskoyla sonuçlanması büyük şanssızlık olur. Sonuçları 2021 başında almamız mümkün. Ardından aşının tamamlanması ve seri üretime geçilmesi gerekiyor. Pratik düşünecek olursak kitlesel olarak kullanılabilecek bir aşı 2021 ortasını bulacaktır."

Bugün itibariyle Dünya genelindeki teyitli vakalar 14.507.491 'yi aşmış durumda. Salgın sebebiyle ölenler ise 606.173 olmuş. 8.133.663 kişi de iyileşmiş. Bu veriler 20 Temmuz saat 20.00 itibariyle güncellenmiş rakamlar. 

ABD'de Onaylanmış vakalar 3 milyon 834 bini,
ölümler de 142 bini aşmış durumda. İyileşenler ise henüz 1 milyon 117 binde. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 11.634, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 42,8 olmuş. ABD'yi 79.533 ölüm ile Brezilya  takip ediyor. Vaka sayısı 2.099.896, iyileşen 1.371.229. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 9.936, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 37,6 görünüyor. Ölüm sayısı itibariyle 45.318 kişiyle dünyada üçüncü ülke İngiltere. Orda da onaylanmış vaka 295.372. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 4.446, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 67,4 olmuş.        

39.184 kişi ile dünya dördüncüsü Meksika. Meksika'da vaka sayısı 344.224, İyileşenler ise 217.423 seviyesinde. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 2.719, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 30,8. Salgının ilk döneminde perişan olan İtalya şu anda ölüm sayısı itibariyle 5.nciliğe gerilemiş gözüküyor: 35.045. Vaka sayısı 244.434, İyileşenler 196.949. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 4.057, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 57,8 görünüyor.

Fransa salgında 6. ülke. Ölüm sayısı 30.152, vaka sayısı 174.674, iyileşenler ise 79.244 olmuş. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 2.604, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 46,4 olmuş. Dünyada 7.nci ülke salgının başlangıcında Avrupada önde olan İspanya. 28.420 ölüm, vaka sayısı 260.255, iyileşenler 150.376. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 5.526, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 60,9 seviyesinde. Hindistan 27.497 ölüm ile 8.nci durumda. Vaka sayısı 1.118.043, iyileşenler ise 700.087 olmuş. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 822, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 2,0 olmuş. Çinden sonra ikinci atlama taşı iran şu an itibariyle ölüm sayısında 14.188 ile 9.uncu görünüyor. İran'da vaka sayısı 273.788, iyileşenler ise 237.788 seviyesinde. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 3.286, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 17,1 gözüküyor.
        
Güney Amerika'nın uzak ülkesi Peru da dünyada 11.nci sırada. Ölüm sayısı 13.187, vaka sayısı 353.590, iyileşenler 241.955 imiş. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı oldukça yüksek; 11.005. 40,6 ile 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısıda öyle. Dünyanın süper güçlerinden  Rusya salgın sıralamasında 13.üncü ülke. Ölüm sayısı 12.427, vaka sayısı 777.486, iyileşenler ise 553.602 görünüyor.Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 5.298, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 8,5 olmuş. Avrupanın küçük ülkesi Belçika ölüm sayısında 14.ncü durumda.  Ölüm sayısı 9.800, vaka sayısı 63.499, iyileşenler 17.289 görünüyor. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı Rusyadan yüksek; 5.510. 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı bakımından ise dünyada birinci. Avrupanın devi Almanya ölüm sayısında dünyada 15.nci geliyor. Ölüm sayısı 9.163, vaka sayısı 202.845, iyileşenler 187.424 olmuş. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 2.440, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 10,9 seviyesinde.

Amerika kıtasının 2.nci ülkesi Kanada salgın ölümleri sıralamasında 16.ncı sırada. Ölüm sayısı 8.855, vaka sayısı 110.624, iyileşenler 97.297 görünüyor. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 2.913, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 24,0 olmuş. Güney Amerikanın bir diğer ülkesi Şili 8.503 ölüm ile dünyada 17.nci. Vaka sayısı 330.930, iyileşenler 301.794 imiş. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı oldukça fazla; 17.320. 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 45,1 görünüyor. Dünyanın 18.ncisi Kolombiya:  Ölüm sayısı 6.736, vaka sayısı 197.278, iyileşenler 91.793. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 3.994, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 13,1. Dünyanın 19.ncusu Hollanda:  Ölüm sayısı 6.136, vaka sayısı 51.725, iyileşenlere ait bir veri yok. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 2.964, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 36,0. İsveç covid salgınında dünya 20.ncisi:  Ölüm sayısı 5.639, vaka sayısı 78.048, iyileşenlere ait bir veri yok. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 7.553, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 56,3.

5.599 ölümle dostumuz Pakistan dünya 21.ncisi.  Vaka sayısı 265.083, iyileşenler 205.929. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 1.210, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 2,6 görünüyor. Türkiye salgın ölümleri sıralamasında 22. sırada. Ölüm sayısı 5.491, vaka sayısı 219.641, iyileşenlerse 202.010 olmuş. Nüfusuna göre 1 milyon kişi başına vaka sayısı 2.641, 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısı ise 6,6 gözüküyor.


Ölüm sayısına göre dünya ülkeleri soldaki çizelgede görüldüğü gibi sıralanıyor.

Bu sıralama ülkelerin nüfusları dikkate alınarak 100.000 kişi başına düşen ölüm sayısına göre yandaki listede görüldüğü gibi çok daha farklı şekilleniyor. 

Bu listeye göre:

22. olan Belçika 1.nci,  
3.ncü olan İngiltere 2.nci,
7.nci olan İspanya 3.ncü,
5.nci olan İtalya 4.ncü,
18.nci olan İsveç 5.nci,
6.ncı olan Fransa yine 6.ncı, 
15.nci olan Şili 7.nci, 
1.nci olan ABD 8.nci, 
10.ncu olan Peru 9.ncu, 
2.nci olan Brezilya 10.ncu oluyor. 

İlk listede 20. olan Türkiye bu listede 27.nci sıraya iniyor.

Ölüm sayıları onaylanmış vakalar sıralamasına çevrildiğinde ise bu defa soldaki durum çıkıyor karşımıza.


Bu sıralama da ülkelerin nüfusları dikkate alınarak 1 milyon kişi başına düşen vaka sayısına göre yandaki çizelge ile farklılaşıyor.


Bu durumda:

22. olan Katar 1.nci, 8.nci olan Şili 2.nci, 1.nci olan ABD 3.ncü, 6.ncu olan Peru 4.ncü, 2.nci olan Brezilya 5.nci oluyor. 

Daha önceki onaylanmış vaka sıralaması listesinde 15. olan Türkiye ise bu kritere göre 18.nci sıraya düşüyor.