2 Ekim 2020 Cuma

02 Ekim 2020 Pazartesi 23:30 CORONA GÜNLERİ...............................Pandorra'nın kutusu

2020'nin savaş tamtamları

2020'nin dörtte üçü bitti. Ekimle birlikte son çeyreğe girdik. Marttan bu yana bir "Covid-19 felaketi" içinde yaşıyoruz. Dünya bizden iki ay önce, geçen yılın son günlerinde bu salgınla tanıştı. Hala da onun pençesinde. Görünen o ki 2020 yılının baş olayı bu hastalık.  Ancak 2020 yılı başka dertlerle de dolu dolu geçiyor. Ekonomik ve siyasi krizler, depremler, büyük yangınlar, kasırgalar, sel baskınları, toprak kaymaları, çığ ve uçak düşmelerinin ardı arkası kesilmedi.

Bizler medyanın "gör" dediği şeyleri görüyor, "böyledir" dediği şeyleri anlıyoruz. Öyle bir algı sarmalı içindeyiz ki değme "Hacker saldırıları" eline su dökemez. Gözümüzü açmaya çalışıp, önümüzdeki sis perdesini aralamaya çalıştıkça "Pandoranın kutusu"nu açmış gibi oluyor, hemen kapatıveriyoruz. Hani bir "Jumanji" filmi vardı ya, oyun gibiydi ama her hamlede olağanüstü olaylar fırlıyordu içinden. Aynen onun benzeri şeyler yaşanıyor, bizim algımızın ötesindeki dünyada.

O dünyada kimin eli kimin cebinde belli olmayan terör çeteleri var. Adeta topyekûn insanlığın boğazlandığı acımasız savaşlar var. Ülkeleri yangın yerine çeviren, şehirleri birer harabe haline getiren, masum insanları karıncalar gibi çiğneyen modern "Callut"lar var. Tarihi ve medeniyetleri yok eden, enerji kaynaklarını yağma eden küresel eşkıyalıklar var. Ekonomik ambargolar, yaptırımlar, tehditlerin silah gibi kullanıldığı ardı arkası kesilmeyen gerginlikler var. Biri bitse üçü beşi başlayan siyasi krizler, çekişmeler var.

"Çağdaş uygarlık(!)" mümessilleri adeta bir satranç tahtası gibi ülkeler, sınırlar ve halklar üzerinde oyun oynuyorlar. Zihnimizi şöyle bir zorlayalım. Sadece bizim ülkemizin başına bu yıl neler geldi? Irağı, Yemen'i saymıyorum, dibimizdeki bir ülke; Suriye yangın yerine döndü. Şehirleri harap oldu, yüzbinlerce insan öldü. Milyonlarcası yerlerinden yurtlarından oldu. 

Sınırımızın hemen ötesinde gözümüze baka baka terörist bir devlet kurmaya kalktılar. Tabi Türkiye de Suriye’ye girmek zorunda kaldı. Kendi güvenliğimizi sağlamak için neredeyse bütün güney sınırımızda, başka bir ülkenin topraklarında askerlerimiz görev yapıyor. Üstelik bu ek yük tam da içerde terörün kökünü kazımak üzere olduğumuz bir yılda üzerimize yıkıldı. Hala dünyanın bu bölgesi 24 saat savaş tamtamlarıyla yaşıyor.

Türkiye Libya'daki meşru hükümete yardım ettiği, onunla uluslararası hukuk çerçevesinde yasal anlaşmalar yapınca bir yerlerden karşı hamleler gelmeye başladı. Kıbrıs’la bağımızı, Doğu Akdeniz’deki haklarımızı bal gibi bildikleri halde orada bin türlü fırıldak çevirmeye başladılar. Bir baktık ki kel alaka herkes sahneye çıkmış. Yunanistan’ı önümüze ittirerek sözde bizi engelleyecekler. Böylece Libya cephesine bir de Yunanistan cephesi eklendi karşımıza. Navtex'ler birbirini izledi. Donanmalar burun buruna geldiler. Adeta savaş tamtamları çalınmaya başlamıştı. Doğu Akdeniz ve Ege o günden bu yana hala sıcak.

Tam Yunanistan’la görüşmelere geçildi, kriz soğutuluyor derken doğumuzdan bir ateş daha yükseldi. Ermenistan zaten işgalci olduğu Dağlık Karabağ bölgesinden Azerbaycan'a saldırdı. Tabi ki bu defa karşılığını da anında aldı. İki devlet tek millet olarak elbette Azeri kardeşlerimizin yanında olacaktık, olduk da. Azerbaycan şu anda 30 senedir işgal altındaki topraklanın kurtarma harekâtı yürütüyor. Yani kendi topraklarındaki işgalcileri süpürüp atıyor.

Peki, ama Ermeniler bu karşılığı göreceklerini bilmiyorlar mıydı? Bizim terörle savaşımızı bile bile onların kalıntılarını himayelerine alıp Karabağ'da kullanmaya kalkmak nasıl bir cinnet? Böyle bir stratejik akılsızlığı neden yaptılar? Onu aynen Yunanistan gibi önümüze atan, yangını körükleyenler kim? 

Perdelenen sorunlar 

Bana sorarsanız 2020 yılının parlayan yıldızı "altın" oldu. Biz coronaya odaklanmışken arka planda döviz kurlarında ve altında bir takım dolapların döndüğü kesin. Pandorranın kutusu bu konuda çok sisli, puslu ve fırtınalı duruyor. Zira özellikle altın bizim halkımız için özel önemi olan bir tasarruf ve hediye aracı. Eskiden düğünlere giderken çeyrek altın takmak adettendi. Şimdi gram takmak bile her babayiğidin harcı değil.

Salgının uç verdiği günlerde, 24 Şubatta altında tarihi bir rekordan bahsediliyordu.  Neden olarak da Koronavirüs nedeniyle artan risk algısı gösterilmişti. O gün altının gram fiyatı 334 TL ile tüm zamanların zirvesindeydi.  O günden bu yana altın sürekli kendi rekorunu kırıyor. 31 Martta 340 TL'di, 30 Nisanda ve 31 Mayısta 380 TL seviyesine ulaşmıştı. Orada da durmadı 30 Haziranda 390 TL, 31 Temmuzda 440 TL, 31 Ağustosta 460 TL ve 30 Eylülde de 470 TL'ye fırladı. Böylece altının gram fiyatı Corona günlerinde Şubattan bu yana 7 ayda tam %41 artmış oldu. Halen de dolar kuru ve ons altın fiyatına bağlı olarak değişkenlik göstermeye devam ediyor. Halen 22 Ayar Bilezik gram fiyatı 435 TL, Çeyrek 780 TL, Cumhuriyet ise 3.200 TL'yi gösteriyor.

Corona salgınının perdelediği bir başka sorun Mülteci sorunu. Nedenleri farklı olsa da mülteci konusu, aslında hemen her dönemde gündemde. Özellikle savaşlar nedeniyle uluslararası mekanizmaların çözüm konusunda beklenen iradeyi ortaya koyamaması veya farklı güç odaklarının çakışan çıkar ilişkileri; bu sorunu adeta çözümsüz hale getirmiş durumda. Her şeyini kaybeden insanların, hayata tutunmak için her türlü riski göze alarak güvenli bölgelere hatta başka ülkelere iltica etmek zorunda kaldıkları görülüyor. Ancak buna karşılık özellikle Avrupa ülkelerinin tutumları insan hakları ve uygarlık iddiaları açısından tam bir çifte standart. Bu durum bazen trajikomik olaylara da sebep oluyor. Mesela İngiltere Başbakanı Boris Johnson'un mülteciler için eski feribotların kullanılmasıyla ilgili önerisi böyle bir maskaralık. Görünen o ki mülteciler Pandorranın kutusundan bile taşıyorlar. 

25 Mayısta ABD’de siyahi George Floyd’un polis şiddetiyle öldürülmesi sonrasında küresel çapta meydana gelen ırkçılık protestoları dünyanın geleceği için bir başka sorun yumağı. Siyahilere yönelik şiddet aslında "beyaz adam" ın kendilerinden olmayan her yabancıya gösterdiği çok eski bir alışkanlık. Bu davranış sözde medeni dünyanın sanal olarak pompaladığı algıya karşılık içinde büyüttüğü bir kanser. Dünyanın bugününü etkilediği gibi geleceğini de olumsuz etkileyeceği çok açık. O yüzden uygar dünya sürekli olarak pandorranın kutusunu kitli tutmaya çalışıyor. Ama bir gün kendi içinde büyüttüğü bu canavarın elinde kalacak.

Biliyorsunuz 21 Ağustos'ta Fatih Sondaj Gemimiz Karadeniz’de doğalgaz buldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan o gün yaptığı müjde açıklamasında doğal gazın 320 milyar metreküp olduğunu ve kalitesi yüksek, maliyeti düşük olduğunu belirtti. Anlaşılan o ki bulunan doğal gaz 2023 yılında ekonomiye kazandırılacak. Gerisinin de geleceği söyleniyor. Diyeceksiniz ki "e bu güzel bir haber, ne var bunda". Elbette bizim için harika bir haber ama belki bazı "başkaları" için böyle olmayabilir.

Mesela; 27 Eylül günü durduk yerde Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırması hiç iyiye alamet değil. Saldırıda sivillerin de aralarında bulunduğu birçok kişi hayatını kaybetti. Ardından Dağlık Karabağ’da Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri Karabağ'ın kurtarılması için büyük bir harekât başlattı. Elbette biz de kardeş ülke Azerbaycan'ın yanındayız. Ben bu konuda da birilerinin bir şeyleri harekete geçirdiğini düşünüyorum. Türkiye’de, Kuzey Irakta ve Suriye’de bitme noktasına gelen terör çoğumuzun unuttuğu "Asala" ismiyle yeniden mi pişirilip önümüze çıkarılacak? Umarım öyle olmaz, ama Pandorranın kutusunda hayırlı bir şey de yok ki.  

30 Eylül 2020 Çarşamba

30 Eylül 2020 Pazartesi 22:00 CORONA GÜNLERİ...............................Tünelin sonu göründü mü?

İyice haberler

Sağlık Bakanımızdan birkaç gündür iyi haberler var. Bugün: "Ağır hasta sayımız durağan seyrediyor. Bugün tespit edilmiş 1.427 yeni hastamız var. Buna karşılık iyileşenler 1.452 oldu" dedi. Dün de şöyle demişti: "Uzun bir aradan sonra ilk defa günlük iyileşen hasta sayımız yeni hasta sayımızdan fazla. Bugün tespit edilen 1.412 yeni hastaya karşılık iyileşen hastalarımızın sayısı 1.422 oldu". Önceki gün 26 Eylülde; "Uzun bir aradan sonra ağır hasta sayımız azaldı. Bugün 1.583 ağır hastamız var. Zatürre oranı da düşmeye devam ediyor. Yeni hasta sayısı azalma eğiliminde" müjdesi vermişti. Sayın bakan 5 gün önce de 25 Eylülde: "Bölgesel çalışmalarımızın neticesini görmeye başladık. Önümüzdeki günlerde yeni hasta sayılarının salgını kontrol altına aldığımızı göstereceğine inanıyorum" demişti.

Oysa sadece beş gün önce 24 Eylülde ağır hasta sayımız 1.573'e ulaşmış ancak hastalarda zatürre oranı %7,5'lardan %6,6'ya düşmüştü.  25 Eylülde ağır hasta sayımız 1.601 olmuş, zatürre oranı aynı kalmıştı. Yine 26 Eylülde ağır hasta sayısı 1.615'e ulaşmış zatürre oranı da %6,6 olarak değişmemişti. Ancak, 27 Eylülde ağır hasta sayımız 1583'e, zatürre oranı ise %6,5'a geriledi. 28 Eylülde ağır hasta sayısı 1.596, zatürre oranı %6,5 olarak gerçekleşti. Son olarak bugün 29 Eylül itibariyle ağır hasta sayısı tekrar 1.583'e düştü. Zatürre oranı ise %6,5 olarak devam etti.

Bu birkaç günlük gelişme sadece ağır hasta sayısında ve zatürre oranı konusunda artışın durduğu, hatta bir gerileme durumu yaşandığını ortaya koyuyor. Aynı durum yeni vakalarda da görülüyor. Son bir hafta içinde vaka sayıları 1.721'den önce 1.665'e, sonra 1.511'e, bilahare 1.467'ye ve en son 1.427'ye kadar düştü. İlaveten iyileşme sayılarında da artışlar oldu. Yine son bir hafta içinde tedavi olup sağlığına kavuşanlar 1.241'den önce 1.318'e, sonra 1.422'ye, bilahare 1.452'ye kadar yükseldi. Böylece son iki gündür iyileşenler yeni vakaları geçmiş oldu.

Bakan Koca birkaç gündür şu uyarıları tekrarlıyor: "Virüs ile mücadele birlikte yapıldığında netice veriyor. Hasta sayısındaki düşüş işareti bizi tedbirlere daha sıkı tutunmaya davet ediyor. Ağır hasta sayımızda da artış hızı azalma eğiliminde. Tedbirlerin netice verdiğinden eminiz. Netice verdiği tartışmasız bir gerçek. Sağlıkçılarımız son derece özverili. Tedbirlere uyarak sağlık çalışanlarımızın yanında olalım. Birlikte tedbirlere uyarak virüsü yenelim. Birlikte mücadele ancak tedbirlere birlikte uyarak mümkün.  Başarının devamı ve sürekliliği için mücadeleye destek verin. Virüsü yenene kadar birlikte mücadele edelim, tedbirlere birlikte uyalım."

Son haftanın tomografisi

Son bir haftalık corona güncel verilerine baktığımızda vaka artışlarının düştüğünü, günlük vaka sayısının 1700’lerden 1.400’lere indiğini gördük. Ölüm sayıları da 74’ten 65’e düşmüştü. Bu arada 28 Eylülde iyileşen 1.422 kişiye karşılık 1.412 yeni vaka tespit edilmişti. Yine 24 Eylülde 1.573 olan ağır hasta sayısı günden güne azalarak en son bu gün 1.516’ya düşmüş bulunuyor. Öte yandan sevindirici bir gelişme olarak zatürre oranının %7,5’tan %6,4’e kadar gerilediğini de kaydedelim.  

30 eylül itibariyle vaka sayısı/Yapılan test sayısı oranı (1.391/112.098) %1,2’ye kadar düştü. Ölüm oranına baktığımızda o hala (8.195/318.663) %2,6 seviyesinde gidiyor. İyileşme oranı ise (279.749/318.663) %87,8 olarak görünüyor. 24 Eylülde bu oranlar %1,5; %2,5; %87,8 idi. Görüldüğü gibi veriler ya düşme eğilimi içinde ya da durağanlaşmış vaziyette.

Şimdi tek tek bu haftanın günce korona tablosu verilerini sıralayalım. Sıralayalım ki iyileşme süreci anlaşılabilsin. İnşallah gördüğümüz ışık günden güne büyür de bu belayı hep birlikte yenmiş oluruz.

30 eylül itibariyle son 24 saatte 112.098 Kovid-19 testi yapılmış. Hasta sayısı 1.391, vefat sayısı 65, iyileşen sayısı ise 1.245 olmuş. Böylece toplam vaka 318.663'e, can kaybı ise 8.195'e yükselmiş oluyor. Kovid-19 tedavisinin tamamlanmasıyla iyileşenlerin sayısı da 279.749'a yükselirken ağır hasta sayısı 1.516, zatürre oranı ise %6,4’e düşmüş.

Dün 29 Eylülde 114.940 test yapılmış, 1.427 kişiye hastalık tanısı konulmuştu. Toplam vaka sayısı 317.272 a ulaşırken 68 artışla toplam 8.130 kişi hayatını kaybetmişti. Ağır hasta sayısı 1.583, zatürre oranı ise %6,5 idi. Kovid-19 tedavisinin tamamlanmasıyla 1.452 artışla iyileşenlerin sayısı 278 bin 504 olmuştu.

Bir önceki gün 28 Eylülde 105.523 test yapılmış, 1.412 kişiye hastalık tanısı konulmuştu. Toplam vaka sayısı 315.845 a ulaşırken vefat sayıları 65 artışla toplam 8.062 kişiyi bulmuştu. Ağır hasta sayısı 1.596, zatürre oranı %6,5 görünüyordu. O gün 1.422 artışla  iyileşenlerin sayısı da 277.052'ye yükselmişti.

Daha önceki gün 27 Eylülde 101.119 testte 1.467 kişiye hastalık tanısı konulmuştu. Böylece toplam vaka sayısı 314.433 a ulaşmış, hayatını kaybedenlerin sayısı 68 artışla toplam 7.997 olmuştu. Bu arada ağır hasta sayısı 1.583, zatürre oranı ise %6,5 idi. İyileşenler ise 1.116 artışla toplam 275.630'a ulaşmıştı.

Dört gün önce 26 Eylülde 102.009 test yapılmıştı. 1.511 kişiye virüs bulaştığı anlaşılmış, toplam vaka sayısı böylece 312.996’a ulaşmıştı. 71 artışla toplam 7.929 kişi hayatını kaybederken ağır hasta sayısı 1.615, zatürre oranı ise %6,6 görünüyordu. Buna karşılık tedavisi tamamlanan 1.232 kişiyle toplam  iyileşenlerin sayısı 274.514'ye yükselmiş bulunuyordu.

25 Eylülde 112.885 test yapılmış, 1.665 yeni hastayla toplam vaka sayısı 311.455’a ulaşmıştı. Ancak can kayıpları 73 artışla toplam 7.858 kişiyi bulmuştu. Aynı gün ağır hasta sayısı 1.601, zatürre oranı %6,6 idi. Tedavisi tamamlanan 1.318 kişiyle birlikte tüm iyileşenlerin sayısı ise 273.282'ye yükselmiş bulunuyordu.

Hafta başı 24 Eylülde 113.317 test yapılmıştı. 1.721 kişiyle birlikte hastalık tanısı konulanlar toplam 309.790’a olmuştu. Öte yandan 74 artışla toplam 7.785 kişi hayatını kaybetmiş bulunuyordu. Ağır hasta sayısı 1.573, zatürre oranı %6,6 görünüyordu. Kovid-19 tedavisinin tamamlanmasıyla 1.241 artışla iyileşenlerin sayısı 271.964'e yükselmişti.

Salgının ülkemizde görüldüğü günden bu yana 204 gün geçti. Bu süreç içinde bir kaç pik noktası yaşandı. İlki ve en yüksek noktası 11 Nisanda 5.138 vaka idi. Bir sonraki 16 Nisanda 4.801 olmuştu. Üçüncüsü de aynı aydaydı; 20 Nisanda 4.674 olmuştu. 

İkinci dalga daha düşük bir irtifada; 29 Nisanda 2.936, 6 Mayısta 2.253, 15 Mayısta 1.708, 15 Haziranda 1.592, 24 Haziranda 1.492 olarak gerçekleşmişti. 

Üçüncü kabarma ise 20 Ağustosta 1.412 ile başlayıp, 25 Ağustosta 1.592'ye, 8 Eylülde 1.761'e, 18 Eylülde 1.771'e, 23 Eylülde 1.767'ye ulaştı. Yukarda açıklandığı üzere 24 Eylülden bu yana son hafta içinde de yine bir düşme eğilimine girdi ve  1.391'e kadar indi.

Hiç kuşkusuz (0) vaka (0) ölüm hedefleniyor. Ancak kışa girdiğimiz bir aşamada vakaların hiç değilse 1.000 seviyesinde tutulması gerekiyor. Ağır hasta sayılarının da öyle. Bu da sayın bakanın dediği gibi hep birlikte tedbirlere uyarak bilinçli bir korunmaya bağlı. Temennimiz tünelin sonunu bir an evvel görmek.

30 Eylül 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı181...................................Nasıl bir vizyon?

Nasıl bir vizyon?

Bir önceki yazımızda Susurluğumuzun geleceğine dair 9 “Vizyon” önerisi sunmuştuk. Şimdi bu önerileri tahlil ve tertip ederek bir sonuca varmaya çalışalım.  Öncelikle karşılaştırabilmek için bir gruplandırma yaparsak:

İlk grup “GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK” başlığı altında kümelenebilecek öneriler. Bunlar: Sosyal ve ekonomik kalkınmasını sağlamış; BÖLGENİN YÜKSELEN YILDIZI SUSURLUK”, “Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak üretim tesislerini çoğaltan; OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran; konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek BÖLGESİNDE ÖNE ÇIKAN BİR SUSURLUK” ve “Bölgesinde cazibe merkezi olmayı başaran; özgün, öncü ve GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK” cümleleri. Bu öngörüler daha ziyade “sosyal ve ekonomik kalkınma”nın öne çıktığı “Bölgesinde yükselen, öne çıkan bir Susurluk” ideali ile ilgili. Bunun için; “Güçlü yanları ve fırsatları kullanarak üretim tesislerinin çoğaltılması, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamın arttırılması, konum, doğal kaynak ve çevre imkânları değerlendirilerek, bölgede cazibe merkezi olmayı başarmak” teklif ediliyor. İkinci grup öneriler “ÜRETKEN BİR SUSURLUK” başlığı altında kümelenebilir. "Daha fazla değer üreten, daha adil paylaşan; daha ileri GÜÇLÜ BİR SUSURLUK", “Değerlerini koruyup geliştirerek her alanda güçlenen, nitelikli insan yetiştirebilen; rekabetçi ve ÜRETKEN BİR SUSURLUK” öngörüleri de Üretimi, değerleri ve nitelikli insan”ı öne çıkaran “İleri, güçlü ve rekabetçi bir Susurluk” öngörüsü ile ilgili. Bu grup ta; “Daha fazla değer üretmek, daha adil paylaşmak, değerlerini koruyup geliştirmek ve nitelikli insan yetiştirmek” öneriliyor. Bu şekilde daha ileri, güçlü, rekabetçi ve üretken bir Susurluk mümkün olabilir.  Üçüncü ve son grup “YEŞİL BİR SUSURLUK” başlığı altında toplaştırılabilir. “Amaç ve güç birliği yaparak kalkınmasını başarmış, sürekli değişim-dönüşüm ve gelişimle yaşam kalitesini arttıran, huzur içerisinde yaşanabilen; çevreye duyarlı İYİ İNSANLAR ŞEHRİ SUSURLUK”, “İnsan odaklı, gençlerini ve çocuklarını önemseyen; sürdürülebilir KALKINMAYI BAŞARMIŞ BİR SUSURLUK”, “Büyümüş; İnsanları mutlu, huzurlu ve umutlu; müreffeh, itibarlı YAŞANABİLİR BİR SUSURLUK” ve “Sağlık, huzur ve refah içinde yaşam kalitesini arttırmış; çevreye duyarlı YEŞİL BİR SUSURLUK” öngörüleri ise özetle “Yaşam kalitesine, çevre duyarlılığına ve Kalkınmaya” odaklı  “sürdürülebilir kalkınmayı başarmış, yeşil ve yaşanabilir bir Susurluk” ideali ile ilgili. Bu kümede; “Amaç ve güç birliği yapılması, sürekli değişim-dönüşüm ve gelişimle yaşam kalitesinin arttırılması, İnsan odaklılık, gençlerin ve çocukların önemsenmesi” suretiyle hem “kalkınma, büyüme, refah ve itibarın başarılması” hem de “İnsanların sağlıklı, mutlu, huzurlu ve umutlu olması” sağlanabilir ana fikri var. Böylece iyi insanların yaşadığı bu şehir aynı zamanda niye “Kalkınmış, yeşil ve yaşanabilir” bir Susurluk olmasın ki?

Şimdi de bu üç kümeyi kendi içinde birleştirerek üç cümle halinde özetlemeye çalışalım. Birinci vizyon önerisi şöyle olabilir: “Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak mevcut üretim tesislerini çoğaltan, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran, konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek sosyal ve ekonomik kalkınmasını başaran; bir cazibe merkezi olarak BÖLGESİNDE YÜKSELEN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK.” İkinci vizyon önerisi de şöyle olabilir: “Daha fazla değer üreten, daha adil paylaşan, değerlerini koruyup geliştiren, nitelikli insan yetiştiren; daha ileri, güçlü, rekabetçi ve ÜRETKEN BİR SUSURLUK.” Son ve üçüncü vizyon önerisi ise şu şekilde ifade edilebilir: “Amaç ve güç birliği içinde, sürekli değişim-dönüşüm ve gelişimi, sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan; büyüme, refah ve yaşam kalitesini arttırmayı başarmış; insan odaklı, gençlerin ve çocukların önemsendiği, çevre duyarlılığına sahip; İnsanların sağlıklı, mutlu, umutlu ve huzur içinde yaşadığı; itibarlı ve iyi insanların şehri YEŞİL SUSURLUK” 

Birinci cümlede “Bölgesinde yükselen gelişmiş bir Susurluk” özlemi var. “Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak mevcut üretim tesislerini çoğaltan, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran, konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek sosyal ve ekonomik kalkınmasını başaran” ifadesi öncelikle “Güçlü yanlar ve fırsatlar” üzerine inşa edilmiş. Güçlü yönler içerde sahip olduğumuz değer, üretim ve kaynaklara işaret ediyor. Nitekim cümledeki “konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek” şeklindeki bölüm de bu konuyla ilgili. Bu yüzden sahip olunan değerler gelecek vizyonu için sağlam bir temel oluştururlar. Hareket stratejileri için de dayanak noktasıdırlar. Onları yeniden keşfetmek, seçip ayıklamak ve gelecek için kazanmak zorundayız. Bu zamanda mukayeseli üstünlüklerimizi bilmeden, onları öne çıkarmadan fark edilemeyiz. Güçlü yönlerin üzerinde yükselmek aynı zamanda zayıf ve eksik taraflarımızı da onarıp, güçlendirmeyi gerektiriyor. Fırsatlar ise dış çevreden yönelen avantajlar ve imkânları değerlendirmekle ilgili. Elbette riskleri görmek, tehditlerden sakınmak da aynı bakış açısının bir parçası. Bu şekildeki bir hareket tarzı Susurluğu;  “Mevcut üretim tesislerini çoğaltmak, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlamak” gibi bir “Kızılelma” ya yöneltebilir. Sonuç; “istihdamı arttırmak, sosyal ve ekonomik kalkınmayı başarmak” olarak geliyor. Böyle bir tablo “Bir cazibe merkezi olarak; BÖLGESİNDE YÜKSELEN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK” geleceği tasvir ediyor bize.

İkinci vizyon önerisi “Daha ileri, güçlü, rekabetçi ve üretken” olmayı öne çıkarıyor. “Daha fazla değer üretme” ile başlayan, “Daha adil paylaşma” ve “Değerlerini koruyup geliştirme” ile devam eden bir cümle.  Özünde o da aynı kavrama işaret ediyor; “Değerler”. Değerlerin hem insani, hem sosyal hem de coğrafi ve ekonomik boyutları olduğu daha evvelki yazılarda açıklanmıştı. Söz gelimi “Yardımseverlik” bir insani değer, “Dayanışma” ise o toplumdaki kültürün bir parçası olarak sosyal bir mahiyet kazanıyor. Mesela her yıl “Karapürçekte yapılan rahvan at yarışları”, Göbelde yaşatılan “Katrancı Mehmet Pehlivan güreşleri” ya da Hıdırellezle birlikte peş peşe tertip edilen “köy hayırları” hem kökleri tarihe uzanan hem de kültürümüzün bir parçası olan değerler. Susurluğun güçlü yönü “Tarım ve hayvancılık” faaliyetleri ile özellikle “süt ve et ürünleri” de bu yörenin birer değeri. “Konumunun, doğal çevre ve kaynaklarının” sağladığı avantajlar da aynen öyle. Söz gelimi Susurluğun meşhur “Köpüklü ayranı ve peynirli tostu” nasıl öne çıkan bir değerimizse, kadın ve genç kızlarımızın tarihten süzülüp gelen “el işi dantel ve oyaları” da kültür hazinemizin birer parçası. Başta Şeker Fabrikası ve Yörsan olmak üzere halen ilçede kurulu bulunan “tüm fabrika ve tesisler” de bizim değerlerimiz. İlaveten “Çataldağı, çaylak mesire yeri, ılıcaboğazı çamuru ya da  Yıldız sıcak suyu” gibi coğrafi ve doğal kaynak zenginliklerimiz dışında daha onlarca değerimiz var. Bütün bunlara dayalı bir gelecek vizyonu neticede: “Nitelikli insan yetiştirerek; DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, REKABETÇİ VE ÜRETKEN BİR SUSURLUK” ortaya koyabilir.

Son ve üçüncü vizyon önerisi ise “İyi insanların şehri yeşil Susurluk” vurgusu yapıyor. “insan odaklı, gençlerin ve çocukların önemsendiği, çevre duyarlılığına sahip” şeklinde ifade edilen bazı değerleri temel almış. Cümledeki “İyi insanların şehri” nitelemesi de zaten böyle bir değer tabanına işaret ediyor. “Değerler” tabiatıyla insanın ürettiği ve taşıdığı kıymetler. Ne insan olmadan bir değerden söz edebiliriz, ne de herhangi bir değeri olmayan toplumların kıymet i harbiyesi vardır. Hiç kuşkusuz insanı değerli kılan manevi hasletler büyük ölçüde yaradılıştan geliyor ve dini inançlardan besleniyorlar. Ortak değerler de böylece toplum halinde yaşayan insanların kültürü haline gelmişler. İnsanı başkalarından ayırdığı gibi, toplulukları da diğerlerinden farklılaştırıyorlar. Ancak bu farklılıklar ayrıştırıcı değil. Zannedildiğinin aksine insanları birbirine yakınlaştırıyor. Birbirlerini farklılıklarıyla tanıyıp kabul ederek sosyal ilişkileri kolaylaştırıyorlar. İşte değerlere yaslanmış bu vizyon cümlesinin ikinci bölümü de gelecek hedeflerine odaklanmamızı sağlıyor: “sürekli değişim-dönüşüm ve gelişim, sürdürülebilir kalkınma, büyüme, refah ve yaşam kalitesini arttırmak”. Bütün bu hedeflere ulaşmayı “başarmak” ise “Amaç ve güç birliği içinde” olmaya bağlanmış. Böylece orta vadeli bir gelecekte: “İnsanların sağlıklı, mutlu, umutlu ve huzur içinde yaşadığı; itibarlı ve İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK” vizyonu gerçekleşebilecek.

Görüldüğü üzere 9 vizyon önerimizi aslında üç adet öze indirgeyebiliyoruz. ”BÖLGESİNDE YÜKSELEN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK”,“DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, REKABETÇİ VE ÜRETKEN BİR SUSURLUK” ve “İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK”. Hiç kuşkusuz bunlardan her biri Susurluk için iyi bir vizyon cümlesi olabilir. Ancak hepsinde de vazgeçmek istemeyeceğimiz güzellikte özgün unsurlar var. “Gelişmiş bir Susurluk” hayalimizi, “Üretken bir Susurluk” idealimize tercih edebilir miyiz? Ya da bunlar için mesela “İyi insanların şehri yaşanabilir yeşil Susurluk” özlemimizden vazgeçebilir miyiz? Öyleyse ne yapalım? Acaba bu vizyon ifadeleri tek bir cümlede bir araya getirilebilir mi? Deneyelim bakalım olacak mı?:  “DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, GELİŞMİŞ, REKABETÇİ, ÜRETKEN VE İTİBARLI BİR CAZİBE MERKEZİ OLARAK; BÖLGESİNDE YÜKSELEN, İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK”.

Nasıl, oldu mu? Bence çok güzel oldu. Diyeceksiniz ki “Peki, önceki cümlelerde onca yardımcı sözcük vardı. Onlar ne olacak? Yok mu ettik onları?” Cevap, “Elbette ki hayır. Onlar vizyon tasarımımızın alt yapısında, içerdiği kavram bütünlüğünde mevcutlar. Ayrıca sonraki aşamada da göreceğimiz gibi “Stratejik amaçlar” ve “Hedefler”e de ışık tutuyorlar. Yukardaki vizyon cümlesi aslında bir baş levha. Onun altında daima: “Daha fazla değer üreten, Daha adil paylaşan, Değerlerini koruyup geliştiren, Güçlü yanlarını ve fırsatları kullanarak mevcut üretim tesislerini çoğaltan, OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlayarak istihdamı arttıran, konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirerek sosyal ve ekonomik kalkınmasını başaran, İnsan odaklı, Gençlerin ve çocukların önemsendiği, Çevre duyarlılığına sahip, Özgün, Öncü, Nitelikli insan yetiştiren..” açıklaması olacak. Neticede bu sayılanlar asıl vizyon cümlesiyle de bütünleşecek: DAHA İLERİ, GÜÇLÜ, GELİŞMİŞ, REKABETÇİ, ÜRETKEN VE İTİBARLI BİR CAZİBE MERKEZİ OLARAK; BÖLGESİNDE YÜKSELEN, İYİ İNSANLARIN YAŞANABİLİR ŞEHRİ YEŞİL SUSURLUK”.  İşte! 2023-28 gelecek vizyonu için önerimiz bu. Hayırlı olsun.

yyalcin3@gmail.com

28 Eylül 2020 Pazartesi

28 Eylül 2020 Pazartesi 23:30 CORONA GÜNLERİ...............................Coronayla yaşamak

Hayat devam ediyor

Coronavirüs kasırgası dünyada etkisini sürdürüyor. Tabi bizim ülkemizde de yürütülen etkin mücadeleye rağmen yeni vakalar ve ölümler sıfırlanamıyor. Kuşkusuz bu hastalığa yakalananlar zor günler yaşıyor. Elbette onların ve ölenlerin yakınları da öyle. 65 yaş üstü insanlar endişeli. Her gün işe gitmek durumunda olanlar tedirgin. Esnaf bu şartlarda kepengini kapatmamaya çalışıyor.

Her gün yapılan 100 binin üstünde test, yeni vakalar ve filyasyon takip ve kontrolleri sağlık bakanlığının yoğun çalıştığı bir alan. Öte yandan hastaneler ve sağlık personeli halen 20-30 bin civarında aktif hastanın tedavisiyle de uğraşıyor. Bilim kurulu  süreci izliyor ve hükümete sürekli güncel tavsiyelerde bulunuyor. Hemen herkes aşı çalışmaları yapan bilim insanlarının vereceği müjdelere kulak kesilmiş durumda.

Güvenlik güçleri normal görevlerinin yanında sürekli değişen corona tedbirleriyle de meşguller. Okullar sözde açıldı ama yüzyüze eğitim henüz tam olarak uygulanamıyor. Corona ile birlikte hayatımıza "görüntülü iletişim", "uzaktan eğitim", "evden çalışma" ve "video konferans görüşmeler" gibi sosyo-teknolojik farklılıklar girdi. Çalışan evlatların "kreş sorunu" bakıcı kadın bulma, dede-nene yardımına sığınma derdine dönüştü.

Pandemi çalışan kadına ilave yükler de getirdi. Evdeki yoğunluk bezdirdi, bir an evvel işine, normal düzenine dönmek istiyor. Ev hanımlarının işi daha zor, onların kaçacak nefes alacak yerleri yok. Bir tarafta korunması gereken büyükler öbür yanda tepesinden inmeyen küçükler. Bir karışlık evde bunaldıkça bunalıyorlar. Dolmuş, otobüs şoförü daralıyor. Kazancı üçte bire düşmüş durumda. İşveren stres içinde; Bu teker nasıl dönecek? Nasıl yatırım yapılacak? İşler ne zaman düzelir ki?

Misaller o kadar çok ki. Yolun yarısı geçildi/mi? Peki ya öbür yarısı nasıl geçecek? Her şeye rağmen ayakta kalmak, hayata tutunmak lazım. Sabretmek, direnmek gerekiyor. Bunu hep biliyoruz. Ama nasılını yaşamadan anlayamayacağız. Bunu da hissediyoruz.

Madalyonun arka yüzü

Bu dünya neler gördü neler. Ne savaşlar, ne hastalıklar gördü bu güne kadar. Ne kıyımlar, ne zulümler yaşadı insanlık. Kan oluk oluk aktı, göz yaşı sel olup taştı. Kuraklıklar oldu zaman zaman, kavruldu tarlalar aç kaldı hep mahlukat. Ağaç kabuğu kemirdi insanlar, fakirlikten taş kaynattı tencerede analar. Bir avuç topraktan yine bir avuç mahsul çıkarırdı el gücüyle insanlar. Orakla hasat yapar döğenle harman döverlerdi. At çok nadirdi, zenginlerde bulunurdu. Eşek vardı eskiden fakirin binek aracı. Öküz arabası zamanın kamyonuydu. 

Rahmetli annem çok çekmişti. O yüzden eski zamanları hiç sevmezdi. "Bugün her şey var, biz neler çektik" derdi hep. Yeni doğum yapmış gelinlerin sırtında bebesi tarlaya harmana gitmesinin nasıl bir şey olduğunu anlayamayacağımızı söylerdi sık sık. Suyun evlere gelmesini bir milat gibi anlatırdı. "Su duvardan akmadan önce, sonra" diye bölerdi zamanı ikiye. Sıtmayı duymuş, veremi yaşamış, bitlenmenin ne demek olduğunu yaşamıştı.

Şimdi bir corona salgını yaşıyoruz ya. Arada bir deprem, sel gibi afetlerle sarsılıyoruz ya. Bazen ekonomik, bazen de siyasi krizlerle dalgalanıyoruz ya. Sanıyoruz ki çok kötü bir zamandayız. Gittikçe de fena oluyor hayatımız. Ben kendimi bildim bileli hayat pahalılığından şikayet eder çevremdekiler. "İşler kesat, bozuk" demeyen esnaf görmedim ben hiç. Siyasiler hep eleştirilir, sağlığında hakkı teslim edilen devlet adamı duymadım. "Kör ölünce badem gözlü olur" demişler ya ardından methiyeler düzeriz nedense hayattayken kızdıklarımıza.

Coronavirüs hastalığı şu anda bizi sıkıntıya sokuyor, zahmet veriyor. Ama, 70'li yıllarda gençler birbirini öldürürken sıkıntıda değil miydik? Pandemi dünya ekonomilerini de zorluyor, doğru. Ama biz ne devalüasyonlar ne krizler gördük öyle değil mi? Amerikanın Çinle, Ukrayna'nın Rusya'yla, Pakistan'ın Hindistan'la, İran'ın Suudi Arabistan'la, İsrail'in Filistin'le, Küba'nın ABD ile ve daha bir çok ülkenin bir çok ülkeyle didişip durması yeni bir şey mi? Ermenistan'dan, Yunanistan'dan, Suriye'den, Fransa'dan  ve daha pek çok ülkeden yönelen açık gizli saldırılar ilk defa mı oluyor bize karşı?

Mesela terör belası ilk defa musallat olmuyor bize. Ermeni terörü bugün unutulmuş olabilir ama bu ülkenin geçmişinde çok daha derin izler bırakmıştır. Adı ne olursa olsun; ister PKK, ister YPG, ister DEAŞ, ister El Kaide, ister DKKP-c olsun hepsinin bu ülkede kanlı izleri var. Batılı ülkeler ilk defa mı bize karşı bir tür şer ittifakı içindeler? Bunu düşünenler Kıbrıs'ı, Kurtuluş savaşını neden yaptığımızı, Çanakkaleyi, Sevr'i, Balkan savaşlarını, Osmanlı Rus savaşını ve daha pek çok tarihi olayı unutmuş olamazlar. Bazen şöyle düşünüyor olabiliriz: "herkes bize saldırıyor, herkes bize düşman, başımızdan hiç bela eksik olmuyor".  Üzerinde yaşadığımız kadim topraklar binlerce yıldır bu acılara sahne olmuş. Sadece bize, bu güne has değil olup bitenler.

Evet, corona virüs salgını çok ciddi bir durum. İnsan yaşamı söz konusu ise her hastalık ciddidir ve endişe verir. Bu daha önce kolera salgınında, çiçek, kızamık, çocuk felci vb. bir çok hastalıkta da yaşanmıştı. Günümüzde iç içe yaşadığımız kalp krizleri ve kanser hastalıkları da en az diğerleri ve corona kadar ciddi. Dünyayı sadece kendi penceremizden bakarak doğru anlayamayız. En azından her olayın geçmişi, nedenleri, benzerleri ve bir arka planı olduğunu dikkate almamız gerekiyor. Madalyonun arka yüzü her şeye rağmen hayatın devam ettiğini gösteriyor.