2020'nin savaş tamtamları
2020'nin dörtte üçü bitti. Ekimle birlikte son çeyreğe girdik. Marttan bu yana bir "Covid-19 felaketi" içinde yaşıyoruz. Dünya bizden iki ay önce, geçen yılın son günlerinde bu salgınla tanıştı. Hala da onun pençesinde. Görünen o ki 2020 yılının baş olayı bu hastalık. Ancak 2020 yılı başka dertlerle de dolu dolu geçiyor. Ekonomik ve siyasi krizler, depremler, büyük yangınlar, kasırgalar, sel baskınları, toprak kaymaları, çığ ve uçak düşmelerinin ardı arkası kesilmedi.
Bizler medyanın "gör" dediği şeyleri görüyor, "böyledir" dediği şeyleri anlıyoruz. Öyle bir algı sarmalı içindeyiz ki değme "Hacker saldırıları" eline su dökemez. Gözümüzü açmaya çalışıp, önümüzdeki sis perdesini aralamaya çalıştıkça "Pandoranın kutusu"nu açmış gibi oluyor, hemen kapatıveriyoruz. Hani bir "Jumanji" filmi vardı ya, oyun gibiydi ama her hamlede olağanüstü olaylar fırlıyordu içinden. Aynen onun benzeri şeyler yaşanıyor, bizim algımızın ötesindeki dünyada.
O dünyada kimin eli kimin cebinde belli olmayan terör çeteleri var. Adeta topyekûn insanlığın boğazlandığı acımasız savaşlar var. Ülkeleri yangın yerine çeviren, şehirleri birer harabe haline getiren, masum insanları karıncalar gibi çiğneyen modern "Callut"lar var. Tarihi ve medeniyetleri yok eden, enerji kaynaklarını yağma eden küresel eşkıyalıklar var. Ekonomik ambargolar, yaptırımlar, tehditlerin silah gibi kullanıldığı ardı arkası kesilmeyen gerginlikler var. Biri bitse üçü beşi başlayan siyasi krizler, çekişmeler var.
"Çağdaş uygarlık(!)" mümessilleri adeta bir satranç tahtası gibi ülkeler, sınırlar ve halklar üzerinde oyun oynuyorlar. Zihnimizi şöyle bir zorlayalım. Sadece bizim ülkemizin başına bu yıl neler geldi? Irağı, Yemen'i saymıyorum, dibimizdeki bir ülke; Suriye yangın yerine döndü. Şehirleri harap oldu, yüzbinlerce insan öldü. Milyonlarcası yerlerinden yurtlarından oldu.
Sınırımızın hemen ötesinde gözümüze baka baka terörist bir devlet kurmaya kalktılar. Tabi Türkiye de Suriye’ye girmek zorunda kaldı. Kendi güvenliğimizi sağlamak için neredeyse bütün güney sınırımızda, başka bir ülkenin topraklarında askerlerimiz görev yapıyor. Üstelik bu ek yük tam da içerde terörün kökünü kazımak üzere olduğumuz bir yılda üzerimize yıkıldı. Hala dünyanın bu bölgesi 24 saat savaş tamtamlarıyla yaşıyor.
Türkiye Libya'daki meşru hükümete yardım ettiği, onunla uluslararası hukuk çerçevesinde yasal anlaşmalar yapınca bir yerlerden karşı hamleler gelmeye başladı. Kıbrıs’la bağımızı, Doğu Akdeniz’deki haklarımızı bal gibi bildikleri halde orada bin türlü fırıldak çevirmeye başladılar. Bir baktık ki kel alaka herkes sahneye çıkmış. Yunanistan’ı önümüze ittirerek sözde bizi engelleyecekler. Böylece Libya cephesine bir de Yunanistan cephesi eklendi karşımıza. Navtex'ler birbirini izledi. Donanmalar burun buruna geldiler. Adeta savaş tamtamları çalınmaya başlamıştı. Doğu Akdeniz ve Ege o günden bu yana hala sıcak.
Tam Yunanistan’la görüşmelere geçildi, kriz soğutuluyor derken doğumuzdan bir ateş daha yükseldi. Ermenistan zaten işgalci olduğu Dağlık Karabağ bölgesinden Azerbaycan'a saldırdı. Tabi ki bu defa karşılığını da anında aldı. İki devlet tek millet olarak elbette Azeri kardeşlerimizin yanında olacaktık, olduk da. Azerbaycan şu anda 30 senedir işgal altındaki topraklanın kurtarma harekâtı yürütüyor. Yani kendi topraklarındaki işgalcileri süpürüp atıyor.
Peki, ama Ermeniler bu karşılığı göreceklerini bilmiyorlar mıydı? Bizim terörle savaşımızı bile bile onların kalıntılarını himayelerine alıp Karabağ'da kullanmaya kalkmak nasıl bir cinnet? Böyle bir stratejik akılsızlığı neden yaptılar? Onu aynen Yunanistan gibi önümüze atan, yangını körükleyenler kim?
Perdelenen sorunlar
Bana sorarsanız 2020 yılının parlayan yıldızı
"altın" oldu. Biz coronaya odaklanmışken arka planda döviz kurlarında
ve altında bir takım dolapların döndüğü kesin. Pandorranın kutusu bu konuda çok
sisli, puslu ve fırtınalı duruyor. Zira özellikle altın bizim halkımız için
özel önemi olan bir tasarruf ve hediye aracı. Eskiden düğünlere giderken çeyrek
altın takmak adettendi. Şimdi gram takmak bile her babayiğidin harcı değil.
Salgının uç verdiği günlerde, 24 Şubatta altında tarihi bir rekordan bahsediliyordu. Neden olarak da Koronavirüs nedeniyle artan risk algısı gösterilmişti. O gün altının gram fiyatı 334 TL ile tüm zamanların zirvesindeydi. O günden bu yana altın sürekli kendi rekorunu kırıyor. 31 Martta 340 TL'di, 30 Nisanda ve 31 Mayısta 380 TL seviyesine ulaşmıştı. Orada da durmadı 30 Haziranda 390 TL, 31 Temmuzda 440 TL, 31 Ağustosta 460 TL ve 30 Eylülde de 470 TL'ye fırladı. Böylece altının gram fiyatı Corona günlerinde Şubattan bu yana 7 ayda tam %41 artmış oldu. Halen de dolar kuru ve ons altın fiyatına bağlı olarak değişkenlik göstermeye devam ediyor. Halen 22 Ayar Bilezik gram fiyatı 435 TL, Çeyrek 780 TL, Cumhuriyet ise 3.200 TL'yi gösteriyor.
Corona salgınının perdelediği bir başka sorun Mülteci sorunu. Nedenleri farklı olsa da mülteci konusu, aslında hemen her dönemde gündemde. Özellikle savaşlar nedeniyle uluslararası mekanizmaların çözüm konusunda beklenen iradeyi ortaya koyamaması veya farklı güç odaklarının çakışan çıkar ilişkileri; bu sorunu adeta çözümsüz hale getirmiş durumda. Her şeyini kaybeden insanların, hayata tutunmak için her türlü riski göze alarak güvenli bölgelere hatta başka ülkelere iltica etmek zorunda kaldıkları görülüyor. Ancak buna karşılık özellikle Avrupa ülkelerinin tutumları insan hakları ve uygarlık iddiaları açısından tam bir çifte standart. Bu durum bazen trajikomik olaylara da sebep oluyor. Mesela İngiltere Başbakanı Boris Johnson'un mülteciler için eski feribotların kullanılmasıyla ilgili önerisi böyle bir maskaralık. Görünen o ki mülteciler Pandorranın kutusundan bile taşıyorlar.
25 Mayısta ABD’de siyahi George Floyd’un polis şiddetiyle öldürülmesi sonrasında küresel çapta meydana gelen ırkçılık protestoları dünyanın geleceği için bir başka sorun yumağı. Siyahilere yönelik şiddet aslında "beyaz adam" ın kendilerinden olmayan her yabancıya gösterdiği çok eski bir alışkanlık. Bu davranış sözde medeni dünyanın sanal olarak pompaladığı algıya karşılık içinde büyüttüğü bir kanser. Dünyanın bugününü etkilediği gibi geleceğini de olumsuz etkileyeceği çok açık. O yüzden uygar dünya sürekli olarak pandorranın kutusunu kitli tutmaya çalışıyor. Ama bir gün kendi içinde büyüttüğü bu canavarın elinde kalacak.
Biliyorsunuz 21 Ağustos'ta Fatih Sondaj Gemimiz Karadeniz’de doğalgaz buldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan o gün yaptığı müjde açıklamasında doğal gazın 320 milyar metreküp olduğunu ve kalitesi yüksek, maliyeti düşük olduğunu belirtti. Anlaşılan o ki bulunan doğal gaz 2023 yılında ekonomiye kazandırılacak. Gerisinin de geleceği söyleniyor. Diyeceksiniz ki "e bu güzel bir haber, ne var bunda". Elbette bizim için harika bir haber ama belki bazı "başkaları" için böyle olmayabilir.
Mesela; 27 Eylül günü durduk yerde Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırması hiç iyiye alamet değil. Saldırıda sivillerin de aralarında bulunduğu birçok kişi hayatını kaybetti. Ardından Dağlık Karabağ’da Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri Karabağ'ın kurtarılması için büyük bir harekât başlattı. Elbette biz de kardeş ülke Azerbaycan'ın yanındayız. Ben bu konuda da birilerinin bir şeyleri harekete geçirdiğini düşünüyorum. Türkiye’de, Kuzey Irakta ve Suriye’de bitme noktasına gelen terör çoğumuzun unuttuğu "Asala" ismiyle yeniden mi pişirilip önümüze çıkarılacak? Umarım öyle olmaz, ama Pandorranın kutusunda hayırlı bir şey de yok ki.