9 Ekim 2014 Perşembe

189 09 Ekim 2014 Perşembe 21:00 ANKARA HASTALIKLARI..............Yiğidin iyisine deli derler

Yiğidin iyisine deli derler


Aslında "Bürokrasi" ve "Bürokrat" kelimelerini pek sevmem. Kullanmam da. Bana göre bürokrasi "Devlet işlerinde gereksiz kural ve işlemler" anlamına gelir. Türkçe’de kullanılan "kırtasiyecilik" deyimi tam da bu nitelemeyi karşılayan bir kelimedir.

Ancak sözlük anlamıyla bürokrasi "Devlet işlerinin yürütülmesi için yapılan işlemlerin tümü", bürokrat da "Devlet görevlileri"  olarak kullanılınca durum değişiyor tabi. Bunun kaynağı, yani bürokrasi kelimesinin bu denli geniş anlamda kullanılmasının nedeni, kökenlerinin batıdan gelmiş olmasından olabilir.

Zira Bureaucracy Fransızca’da "büro" (Bureau) ve "krasi" (cratie) kelimelerinin birleştirilmesinden oluşmuş bir kavram. Büro, masa ya da memurların çalışma odası, krasi de egemenlik anlamında. ingilizcesi de "officialism" oluyor. Buna göre, bürokrasi kelimesi daha en başında memurun egemenliği anlamına geliyor.

Bu yüzden devletin bu tür bürokratik mekanizmaları kurabilmesi ve sürdürebilmesi için önemli miktarda personel istihdam etmesi gerekir. Ayrıca uzun bürokratik işlemler önemli bir zaman ve kaynak maliyetine de neden olurlar. Bu da zaten kısıtlı olan kaynakların ziyan edilmesi demektir. 

Çünkü basit bir iş için bile alınması gereken izinler, onay aşamaları, bitmek bilmeyen imzalar vardır. Uyulması gereken kurallar, formaliteler icad edilmiştir.

Ancak işin komik, biraz da sinirlendiren yanı bu işlemlerin kendi içinde bir el etek öpme zincirini besliyor olması. Çünkü yetki ve sorumlulukların net olmaması, yetki devrinde kıskanç tutum kamu yönetiminde bir merkezileşme sorunu oluşturuyor. Bu da aslında bir masada bitebilecek iş ve işlemlerin başka masaları, katları, binaları hatta şehirleri dolaşmasına, sonunda da başkente yığılmasına yol açıyor. 

Nitekim iş, merkezi idarenin bürokrasi koridorlarına girdiğinde bitmek bilmez bir labirentle karşılaşılıyor. Yetki devri olmadığında parmaklar sürekli "yukarıyı" işaret ediyor. Farkediliyor ki, bu bürokrasi denilen şey matruşka bebekleri gibi. Bir türlü son sözü söyleyecek efsanevi/hayal adama ulaşılamıyor.

Bu konunun asıl komik tarafı, bu yaklaşımın mimarı kabul edilen Alman sosyologu Max Weber'in (1864-1920) olması gereken ideal  bürokrasi modeli'nden söz etmiş olması. Weber, söz ettiği bürokrasinin bir ideal olduğunu, gerçek yaşamda var olmadığını düşünüyordu.  Ancak uygulamada bunun gerçekleşmesi için de bazı kural ve düzenlemelerin uygulanmasını önermişti.

Max Weber, bürokrasi alanında yaptığı çalışmalarla örgüt ve yönetim konusuna büyük katkılarda bulunmuş ve klasik yönetim anlayışına öncülük etmiş bir sosyolog bilim adamı. O bürokrasiyi, rasyonellik ya da akılcılık esasına göre çalışan büyük örgütler olarak tanımlamış.

Zira sanayi devriminden sonra hızla gelişen ve  modernleşen batı dünyasında, yetersiz kalan küçük örgütlerin yerini gerek kamu ve ge­rekse özel kesimde büyük çaplı örgütler almaya başlamıştı. Bu yüzden, Weber'in tanımladığı bürokrasi, rasyonel çalışan büyük örgütler anlamına geliyordu. 

Büyük örgütlerde, ast-üstlerin, bunlar arasındaki ilişkilerin, her makamın yetki ve sorumluluklarının belirlendiği ve iyi tanımlandığı hiyerarşik bir sistemin var olması gerektiğini savunmuştu. Ayrıca iş bölümü ve uzmanlaşmaya gidilmesi ile iyi bir bürokraside uyulması gereken bir takım yazılı kural ve düzenlemelerin olmasını da öngörüyordu.

Ancak şunları da ilave etmişti ki, kural ve düzenlemelere ayırım   yapmadan, keyfilik ve kişisellikten uzak bir biçimde herkes uymalı. Diğer yandan çalışanların seçimi, ödüllendirilmesi ve yükseltilmesi de onların nitelik ve performansına dayandırılmalıdır.

Weber'e göre, örgütlerin irrasyo­nelliğinin asıl nedenleri keyfilik, taraflılık ve düzensizliktir. Öngördüğü kural ve düzenlemelere göre örgütlenip yönetilmeleri ise büyük kuruluşları daha rasyonel hale getirecektir. Zira bu bürokrasi modeli ile, verimlilik arttırılabilir, kötü yönetim de ortadan kaldırılabilir.

Görüldüğü gibi bu tanımdaki bürokrasi, olumsuzluk ifade eden kırtasiyecilik ya da işlerin yavaşlatılıp savsatılması değil. Ayrıca Weber, yöneticileri fikirlerini uygulamaya değil, örgüt kavramını anlamaya ve onun gelişimine katkıda bulunmaya çağırmış.

Anlaşılan bütün dünyadaki yöneticiler Dr.Weber'in platonik önerilerini kendi hiyerarşik kuleleri için basamak yapmışlar. Böylece adamın asla düşünmediği bir bürokrasi frankeştayn'ı doğmuş. 

Keyfilik, tarafgirlik ve düzensizlik yerine kuralcılık, vatandaşa eziyet ve kırtasiyecilik geçmiş. Bu da doğal olarak rasyonellik değil tabi ki. İşin verimini arttırmak bir yana, bütün kaynakların israfını getirmiş. Etkinlik sağlanamamış, buna karşılık tırnak içinde sürekli olarak bürokratların etkililiği artırılmış.

Ülkemizde yıllardır kamu yönetiminde etkinliğin artırılmasından söz edilir. Genellikle, etkinlik için bürokrasinin azaltılması konusunda da hemen herkeste bir görüş birliği vardır. Hatta, bu konuda geçmiş hükümetlerin reform adı altında pek çok girişimde bulunduğunu da biliyoruz. Ancak, bütün bu çabalar bürokrasinin azaltılması için yeterli olmamıştır. 2003'ten bu yana da bazı yasal değişiklikler yapıldı, halen de yapılıyor. Nedense bu konu, yani "Kamu Yönetiminde köklü reform" gereği bir türlü gündemimizden düşmüyor.

Türk edebiyatında Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı "Buzlar çözülmeden" adlı bir eser vardır. Oyunda 60 ihtilalinden sonra yolları kardan kapanan bir Anadolu kasabasına akıl hastanesinden kaçmış iki şizofren gelir. Kasabalılar bunlardan birini kaymakam sanıp onun deli dolu idaresine katılırlar.

Bu ikili kasabayı bir güzel idare ettikleri gibi kurulu sömürü düzenini de yıkarlar. Mesaj, "bozuk düzeni akıllılar değil, ancak deliler düzeltebilir" dir. Oyun buzlar çözülmeden, yollar açılmadan, gerçek kaymakam gelmeden ve deliler yakalanmadan önce kasabada meydana gelen olayları anlatır. Bu eserin farklı bir versiyonu Kemal Sunal'ın kaymakam rolünü oynadığı "deli deli küpeli" adlı bir filmle sinemaya da aktarılmıştır.

Bu eser çok sevilmiş, halk nezdinde benimsenmiştir. Galiba "Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler" sözü de bu ilginin tarihi kökenleri olduğunu gösteriyor. Günümüze de zaman zaman bazı yansımaları var.
 
Sistemin işleyişine ağır eleştiriler getiren rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu da bunlardan biriydi. Halkın sistemin içinde olmadığını, bundan dolayı bürokrasinin hantallaştığını dile getirmişti. Ona göre merkezi yönetimin demir yumruğu yerine yerinden yönetimin kadife eline ihtiyaç vardı.

O sadece konuşan biri değildi, aynı zamanda inandıklarını uygulayan bir Valiydi. Örneğin Tokat Valiliği sırasında gerçekleştirdiği torba bütçe uygulaması ile iline Cumhuriyetten bu yana yapılanlardan daha fazla derslik kazandırmıştır.

1989 yılında kendisini Tokat Valiliği sırasında tanıdım. O zaman Kredi Yurtlar kurumunda hem Muhasebe Daire Başkanı hem de İhale komisyonu başkanıydım. Tokat'ta satın alınması gereken bir yurt binası için ekibimle birlikte oraya gitmiştik. Bir teamül olarak iline gittiğimiz valiyi ziyaret etmek adettendi. Bu yüzden satın alacağımız binayı inceledikten sonra kendisinden randevu istedik. Sabah saat 10.00 da Tapu Müdürünün odasında bizi kabul edecekti. Programını bizim için aksatmadı, demek ki o saatte orada işi vardı diye düşündük.

Ertesi sabah bizi bir elinde gül, öbür elinde ıhlamur çayı Tapu Müdürünün odasında karşıladı. Bizimle aynı seviyede, misafir kanapesinde oturuyordu. Açık ofis camlarından Tapu Müdürü ile personelinin hemen yanıbaşımızdaki serviste yoğun bir hareketlilik içinde olduğunu da görebiliyorduk. Vali ise bizimle bir iki hoş beşten sonra hemen pazarlığa girişmişti. Bir nezaket ziyareti yapacağımızı zannediyorduk, şaşırmıştık ama çaresiz biz de bu pazarlığa katılmak zorunda kaldık. Yarım saat içinde her şey tamamlanmış, anlaşmış, çeki vermiş, tapuyu da almıştık. Hepsi hepsi bir çay içme süresi içinde hallolup bitmişti.

İşte, rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu kişiliği ve görev yaptığı yerlerde halka yakınlığı nedeniyle çok sevilmişti. Ayrıca sıradışı fikirleri ve enerjisiyle de kamuoyunda Süper Vali olarak anılıyordu. O benim gözümde yedi kollu, yedi başlı, bir dudağı yerde bir dudağı gökte bürokrasi canavarını yenen adamdı. Olumsuz anlamda kullanılagelen bir bürokrat değildi, belki de halkın atasözüyle "yiğidin iyisi" ydi.

02 Eylül 2003'te Eskişehir-Ankara Yolu üzerindeki Temelli yakınlarında geçirdiği bir trafik kazası sonucu 8 Eylül günü vefat etti. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.