Allah dostlarından mektuplar...
"Katre-i ummana saldık biz bugün ey Niyazi !
Katre ne bilsin Umman olan anlar bizi..."
Niyâzî-i Mısrî, 17. yüzyıl Halvetiye tarikatının Niyâziyye veya Mısriyye kolunun kurucusu, büyük bir sûfî tasavvuf edebiyatı ustası şairdir. Asıl adı Mehmet olup, 8 Şubat 1618'de Malatya'nın şimdiki adı Soğanlı köyü olan İşpozi kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası, yöresinin önde gelenlerinden Nakşbendiyye tarikatı mensubu Soğancızâde Ali Çelebi'dir.
"Dermân arardım derdime derdim bana derman imiş/Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş
Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû/Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş
Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam/Benden görüp işideni bildim ki ol cânân imiş
Savm u salât u hacc ile sanma biter zâhid işin/ İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş
Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin/Nerden gelip gitdiğini anlamayan hayvân imiş
Mürşid gerekdir bildire Hakk'ı sana hakk'al yakîn/Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradur/Mürşidi kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş
Anla hemân bir söz dürür yokuş değildir düz dürür/Âlem kamu bir yüz dürür gören anı hayrân imiş
İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün/Hakdan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhân imiş"
Niyâzî ve Mısrî mahlaslarıdır. Mısrî mahlası tahsilini Mısır'da yaptığından dolayıdır. Çeşitli medreselerde eğitim görmüş ve farklı yerlerde tasavvuf bilgisini geliştirmiştir. 1655 yılında Halveti şeyhi Ümmi Sinan'dan hilafet alarak irşada mezun kılınmış, memleketin pek çok yerinde vaazlar vererek halkı irşad etmeye çalışmıştır.
Şöhreti her yana yayılan Niyazî Mısrî, ordunun maneviyâtını yükseltmek için Sultan IV. Mehmet tarafından Lehistan seferine götürülür. Hakkında ileri sürülen iftiralardan sonra Limni adasına sürülür ve burada onbeş yıl çileli bir hayat yaşar. Ölümünden bir yıl kadar önce affedilir ve Bursa’ya döner. Fakat Bursa Kadısı'nın şikayeti üzerine tekrar Limni’ye gönderilir ve burada vefat eder. 1693 (H.1105)Türbesi de aynı adada ziyaretgahtır.
"Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı/Ben beni terk eylerim bildim ki ağyâr kalmadı.
[ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı, ben beni terk eylerim bildim ki başkaları kalmadı]
cümle eşyâda görürdüm hâr var gülzâr yok/hep gülistân oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı.
[cümle eşyâda görürdüm dikenlik var gül bahçesi yok,hep gülistân oldu âlem şimdi hiç dikenlik kalmadı.]
gece gündüz zâr u efgân eyleyüb inlerdi dil/bilmezem n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.
[gece gündüz ağlayıp efgân eyleyip inlerdi gönül, bilmiyorum n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı.]
gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile/hep Hakk oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.
[gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile, hepAllah teâlâ oldu cümle âlem çarşı pâzar kalmadı.]
dîn diyânet âdet ü şöhret kamu vardı yele/ey niyâzî n’oldu sende kayd-ı dindâr kalmadı."
[din ve din işleri âdet ü şöhret hepsi vardı havaya uçtu,ey niyâzî n’oldu sende dindârlık kelepçesi kalmadı.]
Türkçe ve Arapça manzum ve mensur on ciltten fazla eseri bulunmaktadır. Aruz ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde genellikle Nesimî ve Fuzulî’nin, heceyle yazdığı şiirlerinde ise Yunus Emre’nin etkisinde kaldığı görülür. Divanı’nın yanı sıra, “Risaletü’t-Tevhid, Şerh-i Esma-i Hüsnâ, Sûre-i Yusuf Tefsiri, Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre, Risale-i Eşrât-ı Saat, Tahir-nâme, Fatihâ Tefsiri, Sûre-i Nûr Tefsiri” eserlerinden bazılarıdır.
Allah rahmet eyleye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder