Nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz
Yönetim ve idare hususunda Peygamber Efendimizden rivayet edilen bir hadîsi [1]şerifte ümmetin harfiyen uyması gereken sözler irad edilmiştir.
Nitekim Ahmed Bin Hanbel’in Müsned adlı hadis kitabında peygamberimizin arkadaşı ve ilk halife Hz. Ebu Bekir’in de Şam’a Vali gönderirken “Senin için en çok korktuğum şey yönetimde akrabalarını kayırmandır” diye endişesini dile getirdiği ve onu uyardığı kaydedilmiş.
Kendisinden idarî bir görev talep eden bir kişiye Peygamberimiz: ”sabredin”[2] buyurmuş. Görüldüğü gibi Peygamberimiz gerek tecrübesiz ve bilgisiz kişilerin ehliyet isteyen kadrolara alınmalarını, gerekse buna bağlı olarak ehliyetsiz kişilere “torpil” yapılmasını hiçbir surette tasvip etmemiştir. [3]
Peki o zaman hiçbir şekilde görev talep edilmeyecek midir ? Bunun için makam sahiplerine gidilmeyecek, hizmet istenilmeyecek midir ? Mesela, bizzat o kişilerin davetiyle bir makama atanmak torpil midir, değil midir ?
Hz.Yusuf aleyhisselamı bilirsiniz. Hani o daha küçücük bir çocukken kardeşleri tarafından kıskanılıp kuyuya atılmıştı da oradan geçen bir tüccar tarafından çıkarılıp köle olarak mısıra götürülmüştü.
Satıldığı mısır azizinin hizmetinde ahlakı, zekası ve güzelliğiyle ün salmıştı. Babası Yakup aleyhisselam onun hasretiyle gözlerini yitirmiş, azizin karısı Züleyha'nın onun aşkıyla aklı başından gitmiş, arkalarından konuşan kadınlarsa onu görünce şaşkınlıktan ellerini kesmişlerdi, hatırladınız mı ?
Hani atılan iftirayla yıllarca zindanlarda kalmıştı da o yine Allah'ın verdiği sabır, hikmet ve ilim sayesinde etrafını aydınlatmıştı. Sonunda Allah’ın lütfu inayetiyle mısıra sultan olmuştu. Böylelikle tüm mısır ülkesi onun bilgisi, gücü ve adaletiyle yönetilmişti. O kadar ki onu kuyuya atan kardeşleri bile sonunda onun idaresi, merhameti ve şefkati karşısında eğilmişlerdi.
İşte Kur’anda anlatılan Hz. Yusuf kıssası öğrendiğim kadar bir kişinin koca bir ülkeyi kansız, kıtalsiz, feth edebileceğinin tarihteki en çarpıcı hikayesidir. Ayetlerden anlıyoruz ki Hz. Yusuf o ülkede belki bugünün müsteşarı, bakanı, başbakanı seviyesinde bir yönetici olmuştu. Ama bu olay hiç kılıç kalkmadan gerçekleşmişti.
Kuyudan çıkarılıp satılmış köle Yusuf'un mısırda yükselişi iktidar oyunlarına başvurmadan, iltimas kayırma olmadan, herhangi birinin canına malına ziyan olmadan da bir ülkenin idaresine gelinebileceğine muhteşem bir misaldir. Bu örnek, aslında bir kişinin sadece aklı, ahlakı, imanı, erdemi ve becerisi ile bir ülkeyi teslim alması demektir.
Bu nasıl oldu? Anahtar şu cümlede:
"(Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri (ürünlerinin, depolarının, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, maliye ve hazine işlerinin, devletin başına) üzerinde (bir yönetici) kıl (memur et, görevlendir, tayin et). Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (onların nasıl yönetileceğini, yerli yerince harcamasını, işletme ve yönetim işlerini de iyi) bilenim." (Yusuf 12/55)
Yusuf suresinden Mısır melikinin (hükümdarı) Hz. Yusuf'u henüz görmeden, yaptığı rüya tabirine bakarak ilim sahibi olduğunu düşündüğü, bu nedenle de zindandan yanına getirterek onunla konuştuğu [4] anlaşılıyor. Sonunda da liyakat ve faziletine hükmedip onu kendisine seçkin bir yardımcı, özel danışmanı olarak atamaya karar veriyor.[5]
Çünkü o kadir kıymet bilen [6] bir zattır. Böylece Yusuf “kendisine güven duyulan emin biri” olarak mısır hükümdarının en yakınları arasına girmiş ve kendisine büyük yetkiler verilmiştir.
Kur'an, Yusuf’un Mısır hükümdarından talebini bize şöyle [7] beyan ediyor: “ beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Benim onu çok iyi koruyup kollayacağıma, bu konudaki bilgi birikimime güvenebilirsiniz. Çünkü iyi korurum, iyi bilirim."
Böylece Yusuf Mısır’da kendisi için hazırlanan sağlam bir iktidar zeminine yerleştirilmiş oluyor. İstediği yerde otursun, kalksın, göçsün ve bu iktidar gücüyle Allah için, ülkesi için gerekeni yapabilsin. Çünkü yetki sahibi bir yönetici olarak ülkede hem adalet, hem de tevhid üzere yeni bir yönetim gerçekleştirmek istiyordu. Kur’ana göre o böyle bir yetki almıştı [8] .
Dikkat edilirse "Beni bütün hazinelerin başına getir" diyen Hz. Yusuf, aslında sadece bir makam istememiştir. Ne yapacağını açıklamış ve bunun için özellikle tam yetki talebinde bulunmuştur. İşte bu yüzden bizim kültürümüzde Yusuf'un talebi misal gösterilerek, bir insanın kendi kabiliyetini açığa vurmak suretiyle kâfirden bile yöneticilik alması caiz görülmüştür.
Ancak bunun şartı; adalete riayet etmek, görevin gerektirdiği hususları hakkiyle ifa edeceğine güvenmek ve o işin ehli olmaktır. Demek ki ihlas, ehliyet ve liyakati, talip olduğu hizmetle ilgili projeleri olması kaydıyla valilik, yöneticilik ve siyasi görev gibi makamlar istenebiliyor.
İşte Yusuf aleyhisselam da böyle muhsinlerden olduğu için, Allah ecrini zayi etmemiş, şanı ve şerefiyle onu zindanlardan çıkarıp, devlet içinde iktidar ve yetki sahibi [9] yapmıştır.
Aslında o günün şartlarında mısır ülkesi için birinci derecede önemli olan şey gelecek kıtlık yılları için tedbir almaktı. Nihayetinde Allah [10] bu sorun üzerinden onu, ilmini açığa vurmak, çözüm fikrini adeta bir proje ve program halinde hükümdara sunmak suretiyle zindandan kurtarıp yüksek yetkilerle mısır ülkesine hazineler nazırı [11] yapmıştır.
Böylece o, mısır ülkesinin neresinde isterse orasında makam tutuyor, ülkenin her yerinde sözü geçiyor, dediği yapılıyordu.
Öyle bir emniyet ve asayiş sağlamıştı, öyle bir sevgi ve itibar kazanmıştı, öyle büyük bir nüfuz ve iktidara ulaşmıştı ki, bütün ülkeyi tasarrufu altına almış, şehirleri, kasabaları, köyleri ve mezralarıyla bütün mısır ülkesi sanki onun evinin bahçesi haline gelmişti.
Bizim Hz. Yusuf hakkında Kur’an’dan bildiklerimiz daha ziyade onun olağanüstü güzelliği, Züleyha’nın gömleğini arkadan yırtması, zindanda yaptığı rüya tabirleri, Yakub’un hasreti ve Yusuf’un ailesini yanına almak için yaptığı şeyler üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Elbette ki bunlar Kur’anda anlatılan hikmetli kıssalardır. Ancak, ben onun daha ziyade mısıra yönetici olması ve sonrasını düşündüm hep. Özellikle de bizzat muktedir olandan yetki ve görev istemesini. Rabbimin bu hadiseyi nakledişindeki muradı anlamaya çalıştım.
Aciz aklımla anlayabildiğim şey şuydu; bilgin, kariyerin, yeteneğin, liyakatin varsa zindanda bile olsan susma. İlimle meşgul ol, bir davan olsun, kendini yetiştir. Fikrin, önerin projelerin olsun. Rabbin dahi böyle ister.
Çıkarabildiğim sonuç; içi dolu olarak, ehliyet ve liyakatle “İnşallah ben yaparım !” denilmesinin yanlış olmadığı, hatta bunun teşvik edildiğidir. Zira bu mesaj Kur’an yoluyla zamanlar, çağlar aşarak günümüz yöneticilerine de ulaşmış durumda.
İnanıyorsan korkma ! ülken için açık yüreklilikle görev iste. Eğer hakkınsa, makamların imtihanlarına da sorumluluklarına da hazırsan Cenab-ı Hak verecektir. Ama ehil değilsen, hakkın değilse başaramayacağın yerlere hiç zıplamaya çalışma. Ne kendin günaha gir, ne de başkalarını bulaştır.
Zira hem bizim, hem de idareye talip olan yöneticilerin Peygamber Efendimizin “Nasıl olursanız öyle yönetilirsiniz” hadis-i şerifi üzerinde de uzun uzun düşünmesi gerekir. Acaba bu sözlere neden muhatap olunmuştur ? En önemlisi yöneticilerimiz bunun idrakinde midirler ?
Geçmişten bu güne toplum hayatının her alanına yerleşmiş bir hastalık olan adam kayırma ve torpil vakaları yüzünden, liyakat ehli insanların iş başına gelmeleri hep engellenmiştir. Bunu kendi yaşamımızdan da biliyor, örneklerini duyuyor ya da okuyoruz.
Bu kötü alışkanlık günümüzde de zaman zaman ideolojik kisveye bürünerek, kadrolaşma bahanesiyle ama daha çok ahpap çavuş ilişkileriyle sıkça başvurulan bir yöntem olmaya devam etmektedir.
Geçmişte bütün islam alimleri değil talep etmek, emredildiğinde dahi devlette görev almaktan kaçınmışlardır. Buna karşılık yöneticiliği bilen, yetkin ve adil kişiler bu görevler için teşvik edilmiştir. Zamanın devlet büyüklerine de ısrarla yetki ve sorumluluğun ehliyet sahibi insanlara tevdi edilmesi tavsiye olunmuştur.
Huzur ve güven içinde, sağlıklı bir iş hayatı için ehil olunmayan görev ve makamlar istenmemelidir. Yangını söndüremiyorsak, hiç değilse fitne ateşini körükleyecek odun da olmayabiliriz değil mi ? Şayet bir göreve gelinmişse, onu makam sıfatından ziyade hizmet tarafıyla yaşamalıdır. Dahası bütün işlerimizde adalet, ahlak, performans ve liyakate dayalı tutum ve davranış içinde olunmalıdır.
Bu yüzden bir görev talep etmek için, çok gerekiyorsa ve o konumun şartları varsa Hz.Yusuf örneği herkes için oldukça yol gösterici olabilir.
-------------------------------------
[1] ‘Her kim Müslümanların işlerini ilgilendiren bir meselede yönetici tayin ederken adam kayırma yoluna giderse, Allah’ın lâneti onun üzerine olur. Cehenneme atana kadar ne nafile ne de farz namazını kabul eder ve her kim Allah’ın korunmasını emrettiği sınırları birine emanet eder ve emanet ettiği kişi onu haksız yere çiğnerse Allah’ın laneti üzerine olur’. Rivayet edilen diğer bir kavil ile Allah’ın himayesinden kopmuş olur.’(Müsned, Ahmed bin Hanbel, 1/5 h.no 21)
[2] ”Sizler benden sonra kayırmacılıkla karışılacaksınız. Bana kavuşuncaya kadar sabredin” buyurur. (Buhârî; Fiten 2)
[3] Peygamber Efendimiz ashabıyla sohbet ederken yanına bir gün bir bedevi gelir ve “Kıyamet ne zaman?” diye sorar. Allah’ın Rasulü, konuşmasını bitirdiğinde o kişiye şöyle cevap verir: “Emanetin zayi edildiğinde kıyameti bekle.” Emanetin zayi olması nasıldır diye sorunca, “İşi ehli olmayana verilince kıyamete bekle” buyurarak, ehliyetsizliğin toplumun her yanını sarmasının kıyamet alametlerinden birisi olduğunu haber verir (Buhârî, İlim; 2).
[4] Rivayete göre Mısır hükümdarı birçok dil bilirmiş, bildiği dillerin hepsinden konuşmuş, Yusuf da o dillerden tek tek cevaplar vermiş. Bunun üzerine Melik hayretler içinde kalmış ve "Arzu ediyorum ki, rüyamın yorumunu bir de senden dinliyeyim" demiş. Yusuf da onun rüyasını Allahın izni inayetiyle tafsilatıyla anlatmış. Bunun üzerine Melik, onu kendi yanına oturtmuş ve fikrini sormuş. Yusuf da "Benim düşüncem odur ki, bu bolluk senelerinde çok ekin ektirirsin ve depolar bina edersin, elde edilen ürünleri (bana verilen bir bilgi, teknik, yöntem) ile o depolarda muhafaza edersin, kıtlık seneleri gelince de bu fazla ürünler kullanılır" demiş. Hükümdar "Fakat bana bu işi kim yapacak ?" deyince Yusuf "Ben !" demiş. "Bu işi Allahın izniyle ben yaparım. Ama Mısır hazinelerinin yönetimini, gelir ve gider yetkisini bana ver. Beni bu işle tam yetkili görevlendir. Çünkü ben uzman ve bilgili bir kişiyim. Ayrıca hakkı hukuku gözetir, emanetleri iyi korur tasarruf yollarını çok iyi bilirim."
[5] Yusuf 12/54: Melik dedi ki: “Onu (Yusuf’u) bana getirin! Onu kendime özel dost edineyim”… Onunla konuşmaya başlayınca şöyle dedi: “Bugün senin yanımızda kesinlikle güvenilir bir yerin vardır.” (A.Hulusi)
Yusuf 12/54: Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsis edeyim! bunun üzerine vaktâ ki onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevki’ sahibisin, eminsin, (Elmalı)
[6] Hakk'ın âyetlerine değer veren, bazı müfessirlere göre inanmış bir hükümdardı.
[7] Yusuf 12/55: (Yusuf) dedi ki: “Beni ülkenin hazinedarı yap. Kesinlikle ben güvenilir ve bilgili bir kişiyim.” (A.Hulusi)
Yusuf 12/55: Dedi: beni Arz hazineleri üzerine memur et, çünkü ben iyi korur, iyi bilirim. (Elmalı)
[8] Yusuf 12/56: İşte böylece o ülkede (Mısır’da) Yusuf’u yerleştirdik… Orada dilediği yerde dolaşır, konaklardı… Rahmetimizi dilediğimizde açığa çıkartırız… İhsan edicilerin yaptıklarını karşılıksız bırakmayız. (A.Hulusi)
Yusuf 12/56: Ve işte bu suretle Yusuf’u o arzda temkin ettik, neresinde isterse makam tutuyordu, biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz, ve Muhsinlerin ecrini zayi’ etmeyiz. (Elmalı)
[9] Bu surede fiilin doğrudan doğruya Allah'a isnad edilmesi şunu ifade eder ki, Yusuf'u bu şekilde iktidara getiren Melik değildir, Allahu Azimüşşan'dır. Allah bütün sebepleri hazırlamış, Melik'i de ona müsahhar kılmış, onu da Yusuf için aracı kılmış ve âlet etmişti.
[10] Allahın rahmeti istediğine bahşedilir, ancak iyilik yapanların da bu dünyada ki karşılığı zayi edilmez. Demek ki, ihsan hasleti, ilâhî rahmetin en pekiştirmeli ve geniş kapsamlısıdır. Böylece iyilik yapanlar biri ihsan hasleti, öbürü de mükafat ve ecir hasleti olmak üzere ilâhî rahmetin her iki hasletinden de yararlanacaklar. Ve şu halde ilâhî rahmet denilince "Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara yakındır" (A'raf 7/56) müjdesi söz konusudur.
[11] Rivayet olunuyor ki, Melik, Hz. Yusuf'a bir tac giydirmiş, devlet mühürünü çıkarıp parmağına geçirmiş, kılıç kuşatmış ve onun için inci ve yakut işlemeli altından yapılmış bir serir yaptırmıştır. Hz. Yusuf da "Bu serir ile mülkünü sağlamlaştırırım. İşte bu mühür ile de işleri tedbir ile yürütürüm. Fakat bu tac, bu benim giyeceklerimden değil atalarımın giyeceklerinden de değil" demiş, sonra o serire oturup işleri yürütmeye başlamış, adalet ve hakkaniyetten ayrılmamış, erkek dişi yediden yetmişe herkes kendisini sevmiş, ülke bütünüyle onun sözünden çıkmaz olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder