23 Ekim 2014 Perşembe

194 24 Ekim 2014 Cuma 00:30 ZAMAN DURAKLARI........................Yeni bir yılın daha eşiğindeyiz

Yeni bir yılın daha eşiğindeyiz


Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm Medîne’ye hicret ettiğinde 53 yaşındaydı. Bir hafta süren zorlu bir yolculuktan sonra Rebîülevvel’in 8. günü (20 Eylül 622 Pazartesi) Medîne yakınındaki Kubâ köyüne geldi. Arkadaşı Ebubekir ile birlikte birkaç gün orada kalıp Eylülün 24’ünde Cuma günü Medîne’ye girdiler. Bu tarih müslümanların şemsî (güneş) yılbaşısı kabul edildi.

Araplar, İbrâhim aleyhisselâmdan beri kamerî ayları kullanmışlar. Ancak İslâmdan önce “Fil Vak’ası” nı yılın başlangıcı kabul edip seneleri buna göre sayıyorlardı. Hicretten sonra ise bu değişmiş, yılları her sene gerçekleşen en mühim hâdisenin (izin yılı, emir yılı, zelzele yılı, vedâ yılı) ismi ile anmaya başlamışlar.

Fakat bu da bazı tarih karışıklıklarına sebep olmuş. Nihayet Peygamber efendimizin ölümünden sonra (hicretin on yedinci yılında) Halîfe Hazret-i Ömer zamanında alınan bir kararla hicretin olduğu sene başlangıç kabul edilmiş. Senenin ilk ayı [1] da Muharrem olmuş.

Böylece Hicrî takvim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in Mekke’den Medîne’ye hicretine dayandırılmış. O seneki Muharrem ayının birinci günü -yani hicretten 66 gün evvel- müslümanların hicrî-kamerî yılbaşısı kabul edilmiş.

İşte o tarihten bu yana asırlardır Muharrem ayının birinci gecesi İslâm âleminin yılbaşı gecesidir. Hristiyanlığın aslında bulunmayan, fakat sonradan kabul edilen 1 Ocak yılbaşı günü ise, tamamen onlara ait özel bir gün.

Ayın dönüşüne dayanılarak düzenlendiği için bu takvime Hicrî-Kamerî Sene veya Sene-i Kameriyye gibi adlar verilmiş. Başlangıcına da “Hicrî Yıl” deniyor.

Hicrî kamerî yılın birinci ayı olan Muharrem ayını, Safer, Rebiülevvel, Rebiülâhır, Cemaziyülevvel, Cemaziyülâhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayları takip ediyor. Bu sebeple hicrî Yılbaşı veya 1 Muharrem, Zilhicce ayının son gecesini Muharrem ayının birinci gününe bağlayan gece oluyor.

Muharrem ayı, Zilkade, Zilhicce ve Receb ayı ile beraber Kur'an'da değer verilen dört haram [2] aydan birisi. Bu aylarda barış içinde yaşanması ve asla savaşılmaması islâm öncesinden beri devam edegelen önemli bir gelenek. Ayrıca başta şii müslümanlar olmak üzere bütün islâm alemi Muharrem ayının 10. gününü Aşurâ [3] Günü olarak bilir ve değer verirler.

İslâmdan önce Araplar, savaşmak isteyince, o yılki Muharrem ayını sonraki ayla değiştirirlermiş. Böylece, haram ay, Muharrem ayından bir sonraki ay olurmuş. Ta ki Tevbe suresinin 37. âyet-i kerimesi [4] bu hileyi yasak edene kadar.

Hicrî takvim ayın hilâl şeklinde göründüğü ilk geceyi ay başı olarak kabul ediyor. Buna göre ayın tekrar bu hale dönüşüne kadar geçen süre bir ay, bunun on iki kez tekrarlanması da bir yıl oluyor. Ancak ayın dünya çevresindeki dönüşü yirmi dokuz buçuk gün kabul edildiği için; bir ay 29, öbür ay da 30 gün olarak sayılıyor. Ayrıca bir sonraki güne saat 00:00 da değil güneş batması ile (akşam ezanı) geçiliyor.

Bu yüzden miladî takvimde bir yıl 365 gün iken, Kamerî’de 354 gün. Ay takvimi esaslı hicrî aylar miladî aylardan her yıl 11 ya da 12 gün önce geliyor. Bir sonraki hicrî yılbaşı da öyle.

Bu durum, hicrî ayların yıllar içinde bazen kış, bazen yaz,  bazen ilk, bazen de son baharda görülmesini sağlıyor. Kamerî zaman adeta, yılın bütün mevsimlerini, haftalarını, aylarını ve günlerini dolaşıyor. Böylece örneğin, 36 yıl boyunca oruç tutan biri yılın her ay ve gününde oruç tutmuş oluyor.

İslâmda bütün mübarek gün ve geceler, hicrî kamerî yıla göre. Misal; hac, oruç, aşura, kurban ve bayram günleri, kandil geceleri kamerî aylara göre tespit ediliyor. Bütün ibadetlerde ve dinî faaliyetlerde kamerî aylar esas.

Hz. Ömer (r.a.) ve diğer sahabiler müslümanlar için bu takvimi seçerken hicretin başlangıç alınması hususunda görüş birliği içindeler. Bu bakımdan, daha birçok önemli olay arasından Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicretinin esas alınması oldukça önemli.

Çünkü hicret, adeta İslâm inkılâbının bir dönüm noktası. Kaldı ki, müslümanlar Mekke'de o güne kadar eşi görülmemiş bir zulüm ve işkence altında yaşamışlar. Hicret nihayet böyle bir sabır ve metanetin sonunda Cenab-ı Hakkın izniyle gerçekleşmiş. Hicret eden mü’minlere ise “Muhacir”  [5] ismi verilmiş ve bunların faziletleri övülmüş. Yani hicret, basit bir göç hadisesi değil. Hem o yaşanan zulüm ve işkencelerin sonu, hem de İslâmın daha geniş kitlelere yayılmasının başlangıcı olmuş bir olay.

Böylece hicret mü’minlerin hayatında sadece belli bir tarih olarak kalmamış, bir irşad kavramı [7] olarak da varlığını devam ettirmiş. 

Nitekim, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hicretin sadece Mekke’den Medine’ye göç eden mü’minlere bağlı bir fazilet olarak kalmaması, daha sonraki insanların da bundan nasiplenmesi için “Hicret”i "Rabbin hoşlanmadığı şeyleri terk etmek" [6] olarak nitelendirmiş. Bu sebeple hicret, İslâm tarihindeki yeri kadar, bugün için müslümanların yaşamında da çok önemli bir kavram. 

Bütün bunlardan dolayı elbette bu ayı ve onu karşılayan ilk geceyi ihya etmeli ve saygı göstermeli. 

Bu hususta bir hadis-i şerif, “Ramazandan sonra en faziletli oruç, Muharrem ayında tutulan oruçtur” [8] diyor. Ayrıca Muharrem ayı Allah’ın ayı denilerek övülürken, bu ayda oruç tutmak ve tevbe etmek özellikle tavsiye edilmiş [9] bulunuyor.

Ancak saygı göstermek, hiç kuşkusuz öncelikle Allah’ın emirlerine riayet etmekle, iyilik yapmakla, günah sayılan yasak ve şüpheli şeylerden kaçınmakla olur. Çünkü hicret bugün belki de en başta kötülüğü terk edebilmek [10] demektir. 

Bu yıl 24 Ekim Cuma gününü 25 Ekime bağlayan gece yeni bir yıla giriyoruz. Cumartesi gününden itibaren Muharrem ayındayız. 03 Kasım 2014 Pazartesi günü ise 10.gün, yani aşurâ günü. Hicrî yılbaşınız, Muharrem ayınız ve Aşurânız kutlu olsun. Hayırlar getirsin.

İslâm coğrafyasında fitneyi alevlendiren, birbirini boğazlayan, yüz binlerce insanı yerinden yurdundan eden, kendi şehirlerini yakıp yıkan, haram aylarda savaşıp Allahın hudutlarını çiğneyen gözü dönmüşleri ise Rabbim tez elden ıslah eylesin.

Mevlam bize de aslında ne olup bittiğini anlayacak feraset, bu ateş çemberinin içinde ne yapılması gerektiğini bilecek basiret versin inşâllah.


[1] Bu da, mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününe denk geliyor. (Ahmed Ziyâ Beyin “Kozmoğrafya” kitabından)
[2] Tevbe 36
[3] Arapça 10 sayısının türkçe okunuşu aşerâ olduğu için “Aşurâ” ve Aşure” ismi buradan geliyor.
[4] Bir ayın haramlığını başka aya geciktirmek, ancak kâfirliği arttırır. Kâfirler, böylece sapıtıyorlar. Onlar, Allah’ın haram kıldığı ayların sayılarını denk getirmek için, haram ayı bir yıl helal edip, başka yıl onu yine haram ederler. Böylece, Allah’ın haram kıldığını helal kılmaya çalışırlar” mealindeki âyet-i kerime
[5] “Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan, onları terk eden kimsedir.” (Buhari, Rikak: 26) “Gerçek muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (Ibni Mace, Fiten: 2) “Gerçek muhacir, Allah’ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir.” (Ebu Davud. Vitr: 12)
[6] Bir seferinde hicretin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda, Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamın verdiği cevap şu olmuştur: “Rabbimin hoşlanmadığı şeyleri terk etmendir.” (Müsned. 2: 160, 191)
[7] Şu hadis-i şerif bir gerçeği çok daha açık ifade etmektedir: “Mekke fethinden sonra hicret yoktur, ancak aynı derecede sevap olan cihad ve iyi niyet var. Cihada çağrıldığınız zaman severek koşun.” (Müslim, imaret: 85)
[8] Müslim
[9] Bir hadis-i şerif mealinde: “Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut, çünkü o, Allahü teâlânın ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, o günde Allahü teâlâ geçmiş kavimlerden birinin tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder. [Tirmizi] denilmektedir.
[10]  “Hicret, kötülüğü terk etmendir.” (Müsned. 4:114)

21 Ekim 2014 Salı

193 21 Ekim 2014 Salı 22:45 ESKİMEYEN KELİMELER.....................Yalan, Hile, Aldatma, İhanet

Yalan, Hile, Aldatma, İhanet


Yalan


Dilimizde doğru olmayan, gerçeğe uymayan, uydurma söze (kıtır) yalan ismi verilmektedir. Sıfat olarak da “uydurma” anlamında kullanılmaktadır.

Yalan, herhangi bir kişi, topluluk veya kuruma, yanıltmak amacıyla yapılan rol veya doğru olmayan bir ifadedir. İçi dışına, sözü işine uymamak [1] da böyledir.

Yalan ya hiç aslı olmayan bir şeyi uydurmak, yahut ona ilâvede bulunmaktır. Eksiltmek veya tahrif (değiştirmektir) te aynıdır. Bazı hallerde kişinin gıyabında yoktan uydurma iftiraya girer. Ama belki de yalanın en vahimi, kişinin huzurunda yapılan uydurmadır. Buna da bühtan deniyor. [2] 

Yalan sıdkın zıddı, sıdk ve doğruluk [3] ise islâmiyet’in esaslarından. Çünkü yalan söylemek büyük günah [4] sayılmış. Yalan, günahların [5] en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başı olarak nitelendirilmiş.

Karşılıklı güven sebebiyle toplumda yalan her zaman yakalanamayabilir. Ahlâkî olarak genelde yalan kötü olarak nitelendirilse de, yalanın çok farklı boyutları olabiliyor. Masum yalanlar, Palavra, Örtbas etme, Yanıltma, Abartma, İşkembeden atma, Kafa karıştırma, Dezenformasyon, Aşk yalanları ve Günah gibi.

Bunun sonucunda da yalan her zaman, kötü olmayabiliyor. Örneğin, bir kişinin hayatını kurtarmak için yalan söylemek bunlardan birisi. Yasal olarak da yalanın tarifi ve sonuçları durumlara, yasalara ve yasal sistemlere göre büyük farklılık gösterebiliyor. Bu nedenle yalanın toplumlarda farklı durumlar içerisinde farklı konumlandırılabildiğini de belirtmek gerek.

Bununla birlikte yalan genel olarak tarih boyunca büyük bir ahlâksızlık, kötü bir hareket olarak görülmüş.


[1] İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basrî)
[2] Kimya-yı Saadet
[3] Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.[Buhari]
[4] Bir âyet-i kerime meali şöyledir: Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.[Nahl 105]
[5] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: Yalan yere yemin büyük günahtır.[Buharî]Yalan, nifak kapılarından biridir.[İbni Adiy] Mümin, her hataya düşebilir, ama hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.[Bezzar] Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan söylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.[İbni Mace]

Hile


Sözlükte birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika şeklinde geçiyor. Genel olarak herhangi bir çıkar veya avantaj elde etmek için gerçekleştirilen, adil veya dürüstçe olmayan davranış bir hile olarak nitelendirilebilir. Bazen söz, bazen de hareketle olabiliyor. Mesela başkasını, kurnazlık yaparak aldatmak veya çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katmak gibi.

İstisnai olarak günümüz sinemasında ya da televizyon çekimlerinde olduğu gibi, elektronik yöntemlerle elde edilen bazı görüntü ve efektler de bu kapsamda nitelenebilirler. Neticede olağan uygulamalarla gerçekleştirilmesi güç, pahalı, tehlikeli, zaman alıcı ya da imkansız bulunan bazı işlemler, optik, mekanik, kimyasal bazı özelliklerden yararlanılarak elde edilebilmektedir. Ancak biz bu olağandışı sonuçları bir göz yanılmasıyla gerçekmiş gibi algılayabiliyoruz.

Bu nedenle yaşam içinde bazen "çare, maharet, kurnazlık, aldatmak, düzenbazlık" gibi daha farklı anlamlara gelen hile, bir fıkıh kavramı olarak daha çok yanıltma anlamıyla kullanılmış. Yani, bir kimseyi istenen yönde etkilemek için yanlış bir kanaat uyandırarak veya mevcut hatanın devamını sağlayarak yanıltmayı ifade ediyor.

Ahlaki olaraksa hile sahtekarlık ve düzenbazlık demek. Örneğin; sağlam meyveleri ön tarafa, çürük meyveleri arka tarafa koyarak insanları aldatmak ya da çıkar nedeniyle hayvanın kusurlarını gizlemek hatta daha iyi nitelikte göstermek için yapılanlar böyle bir şey. Bunlar müslüman'a yakışmayan kötü davranışlar.

Çünkü Müslüman doğru sözlü, özü-sözü bir, güvenilir, yalan söylemeyen, başkalarını kandırmayan [1] kimsedir. Doğruluk ve dürüstlük islâmın temel ilkelerinden.  Doğal olarak bu ilkeleri benimseyen bir Müslüman'ın da özüne ve sözüne güvenilir dosdoğru olması, elinden ve dilinden [2] herkesin emin olması bekleniyor.

Hileye akademik çalışmalardan spora, reklamdan siyasete kadar pek çok farklı alanda rastlamak mümkün. Tabi uygulandığı alana bağlı olarak da değişik sözcükler ile ifade edilebiliyorlar. Bunlar arasında aldatma, kandırma ve dolandırma sayılabilir.


[1] "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haksız yollarla aldatarak yemeyin."( Nisa Suresi: 29) "Ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz insana ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz." (En'am Suresi: 152)
[2] Hz. Peygamber, sattığı buğdayın ıslağını yığının altına gizleyen bir sahabîye, "bizi aldatan bizden değildir" (Buharî, Îmân, 164) buyurmuş, hileye başvuranın ateşte olduğunu bildirmiştir (Buharî, Buyu, 60)

Aldatma


Bu sözcüğü; beklenmedik bir davranışla yanıltma, karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden yararlanarak onun üzerinden kazanç sağlama, birine verilen sözü tutmama, yalan söyleme, bir şeyin görünürdeki durumu, o şeyin niteliği bakımından yanlış bir kanı verme, ayartma, kötü yola sürükleme, baştan çıkarma, iğfal etme, eşine sadakatsizlik etme gibi çeşitli durumlar için kullanıyoruz.

Kısaca kandırmak olarak özetleyebileceğimiz bu kelime bazen aldatmaca, oyun, muziplik, işletmek, gırgır geçmek, kafaya almak, şaka yapmak şeklinde de karşımıza çıkar. 

Kur’an-ı Kerimde bu konudaki ayetlerin bir kısmı dünya [1] hayatının aldatıcılığı ile ilgili. Önemli bir kısmı da inanmayanlara kanılmaması [2] hakkında. Ayrıca Kur’an en büyük aldatıcı şeytan [3] hakkında da uyarılarda bulunmuş insanoğluna. Bazen de dünya hayatı ve şeytan [4] birlikte anılmış.  Müminler münafıklar, insan ve cin şeytanları [5] konusunda da uyarılmışlar.

Bir Kur’an terimi olan Mekr; hile ile aldatmak ve gizlice bozgunculuk yapmak demekmiş. Bu kelime ve türevleri, Kur'ân'da 42 defa geçmiş ve peygamberleri yalanlamak (En'âm, 6/123) şirk (Allah'a ortak koşmak) (Fâtır, 35/10), dedikodu yapmak (Yûsuf, 12/31) anlamlarında kullanılmış.

Mekr, insan için kötü olan, yerilen ve cezalandırmayı gerektiren bir davranış olarak geçiyor. "Mü'şâkele" yolu ile Allah'ın mekr yapanları cezalandırmasına [6] da mekr denilmiş. Bu anlamda Allah'ın tuzak kurması, hile yapma ve aldatma anlamında değil, tuzak kuranların tuzaklarını boşa çıkarması ve onları cezalandırması anlamında oluyor.

Bir tasavvuf terimi olarak ise mekr, Allah'ın emirlerini dinlemeyen bir kuluna nimet üzerine nimet vermesi, kusurlarına rağmen durumunu olduğu gibi bırakması ve olağanüstü hususları başarmayı ona nasip etmesi demekmiş. Bu anlamda mekr insanı derece derece helâke götürür. Bu yüzden sûfiler, kendilerinden zuhur eden kerametlerin mekr-i ilâhi olmasından endişe edermiş.


[1] Câsiye Suresi, 35. Ayet: "Bunun sebebi, Allah'ın âyetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır. Artık bugün ateşten çıkarılmazlar ve Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işleme istekleri kabul edilmez.”
[2] Bakara Suresi, 9. Ayet: Bunlar Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.
Âl-i İmrân Suresi, 196. Ayet: Kafirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
Fâtır Suresi, 40. Ayet: De ki: "Allah'ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana, onlar yerden ne yaratmışlardır?" Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, zalimler birbirlerine aldatmadan başka hiçbir şey vaadetmezler.
Mü'min Suresi, 4. Ayet: Allah'ın âyetleri hakkında inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez. Onların şehirlerde gezip dolaşmaları seni aldatmasın.
[3] Nisâ Suresi, 120. Ayet: Şeytan onlara (birçok) va'dde bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaadde bulunuyor.
İsrâ Suresi, 64. Ayet: "(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun." Halbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va'detmez.
[4] Lokmân Suresi, 33. Ayet: Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah'ın va'di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.
Fâtır Suresi, 5. Ayet: Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (Şeytan) Allah hakkında sizi aldatmasın.
[5] Nisâ Suresi, 142. Ayet: Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.
En'âm Suresi, 112. Ayet: İşte böylece biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla baş başa bırak.
[6] "(Ey Peygamberim!) inkâr edenler, seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da (yurtlarından) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. (Yemkürü). Onlar tuzak kurarlarken Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Vallâhü hayru'l-mâkirîn)." (Enfâl, 8/30)

İhanet

Sözlük anlamıyla hıyanet, hainlik. Bağlı olduğu, savunduğu düşüncelerden görüşlerden vazgeçerek onlara ters düşme, sevgide aldatma, sadakatsizlik, bir topluluğa, ülkesine kötülük, gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme durumlarında kullanılan bir kelime.

Dilimizde mahvetmek, haksızlık etmek, kötülük yapmak, arkadan vurmak ve vefasızlık gibi hallerde de kullanılıyor.

Kur’an emanete hıyanetten [1] bahsediyor. Hatta Allah'a ve Resûlüne ihanet etme hususunda bile emanet [2] kavramı var. Allah, müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını  da hainlik [3] olarak nitelendiriyor. Peygamber ve onun şahsında müminler hainlerin savunucusu ve ihanette ilerlemiş günahkarlardan olmama konusunda [4] uyarılıyorlar. Sürekli ihanet görsen bile yine de onları affet, aldırış etme. Çünkü Allah, “ihanet edenleri sevmez” [5]ama “iyilik yapanları sever” [6] buyruluyor.

İhanet konusunda iki de ilginç örnek var Ku’anda; Nuh ve Lut peygamberlerin eşleri. İkisi de, salih iki kulun nikahları altındaydılar. Ancak ihanetleri sebebiyle  "Ateşe diğer girenlerle birlikte girin" [7] denildi.

İhanet; kişinin verilen güveni, samimiyeti hiçe sayması, kendi menfaatini bu değerlerin üzerinde tutmasıdır. Bu yüzden genellikle menfaat ile ihanet ele ele görünürler. Çünkü menfaatin bittiği yerde ihanet bayrağı yükselir.


[1] Hiçbir peygambere, emanete ihanet yaraşmaz. Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandıysa, (ona) eksiksiz olarak ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Ali İmran Suresi, 161)
[2] Ey iman edenler, Allah'a ve Resûlüne ihanet etmeyin, bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin. (Enfal Suresi, 27)
[3] Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez. (Hac Suresi, 38)
(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir. (Mü'min Suresi, 19)
[4] Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için Biz sana kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma. (Nisa Suresi, 105)
Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkarı sevmez. (Nisa Suresi, 107)
[5] Enfal Suresi, 58
[6] Maide Suresi, 13
[7] Allah, inkar edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek verdi. İkisi de, kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikahları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiçbir şeyle yarar sağlamadılar. İkisine de: "Ateşe diğer girenlerle birlikte girin" denildi. (Tahrim Suresi, 10)