Bir yolculuk hikayesi
Her şey iyi gidiyordu. Tatil başlamış, yazlığımıza gidiyorduk. Planımız birer gün arayla Bursa ve Susurluk'ta büyükleri ziyaret ederek yolculuğumuzun üçüncü günü körfeze ulaşmaktı.
Bursa'da ayrıca, Saidabad ve Cumalıkızık köylerini gördükten sonra ulucamide namaz kılıp kapalı çarşıyı gezmeyi düşünüyorduk.
Gittik, gördük, gezdik. Hatta Saidabad'ta muhteşem bir kahvaltı, cumalıkızık'ta da mis gibi taze ahududu ikram edildi bize. Anavatanında iskender yemeden olmazdı, onu da yaptık tabi. Hem de senelerdir esnaf lokantası görünümünü değiştirmeyen tam merkezinde.
Dedim ya herşey iyi, keyfimiz yerindeydi. Susurluğa gitmek üzere bize tarif edilen batı garajına geldik. Bir hayli eşyamız olduğu için taksiye binmiştik. Burası köy minübüslerinin toplandığı bir yere benziyordu ama biz kalkmak üzere olan bir otobüse eşyamızı koyarken henüz başımıza gelecekleri bilmiyorduk. İlk şok bilet alınan bir kulubede geldi; doğrudan Susurluğa gidilmiyormuş, önce M.Kemalpaşa'ya gidilecek oradan ikinci bir araçla Susurluğa geçilecekmiş. Ne yapacağız demeye kalmadı ikinci bir şokla sarsıldım; burda kredi kartı da geçmiyordu ! Nasıl olsa kredi kartımız var diye üzerimize fazla para almamıştık...
Can havliyle yakındaki bir bankamatiğe gittim; al sana bir şok daha ! Para çekemiyordum. Herhalde, kulaklarıma kadar kızarmış olmalıyım. Yine de bilet kesen adama dönüp indiğimiz yerde kart çeksek olmaz mı diye üsteledim. Olmaz ! dedi adam, umurunda değildi. Merak içinde bakan eşim endişelenmişti. Döndüm ne kadar paramız var dedim, on beşlira varmış. Bilet yirmi lira ! Aman Allahım, ne ileri ne geri kaldık mı ortada. Tekrar döndüm adama, artık nasıl baktıysam "sana değil ama yenge var onun için al şu bileti indiğin yerden bana parayı gönder" dedi. İyilik iyiliktir, yerin dibine geçmiştim ama yine de teşekkür ettim, otobüse bindik.
Tam çok şükür derken "güzel izmir yolcuları" insin dedi birisi. Güzel izmir bindiğimiz otobüsün firmasıydı. Kafam uyuşmuş, kulaklarım duymaz olmuştu. Neden sonra bilete bakmayı akıl ettim bizim de biletimizde güzel izmir yazıyordu. Haydi bir telaş aşağı inip eşyalarımızı bir minübüse aktardık. Şok hali devam ediyordu, ama bir an için bilgisayarımı unuttuğumu hatırlayabildim. Panik halinde koşup garajdan çıkmak üzere olan otobüsün önüne geçip durdurdum ve içerden bilgisayarımı aldım. Doğrusu son anda iyi kurtarmıştım, bir de bilgisayarım gitseydi perişan durumumuzun üstüne tüy dikilmiş olacaktı hani.
Minübüs hareket ettiğinde ter içindeydim. Hasbin Allah Veliğmel vekil ! Ne oluyordu böyle ? Bir taraftan içimden okuyor, bir taraftan da kızgın eşimin sözlerine cevap yetiştirmeye çalışıyordum. Bu arada Susurluk'ta bizi yemeğe bekliyorlardı. Oğlumu aradım kısmen durumu anlattım ve bankamatiğe biraz para yatırmasını istedim. Artık gözüm yolda, kaskatı kesilmiş bir an evvel bu kabusun sona ermesini diliyordum.
Demek ki çilemiz daha bitmemiş, minübüs bizi M.Kemalpaşa dışında bir yerde indirip gitti. Burası şehirlerarası otobüslerin M.Kemalpaşa'ya girmeden yolcularını aldıkları bir yerdi. Ortada ne bir bankamatik ne de Susurluk minübüsü görünüyordu. Meğer onun için de ayrıca bir dolmuşa binip M.Kemalpaşa'ya oradaki eski garaja gitmemiz gerekiyormuş. Artık tepemden dumanlar tütmeye başlamıştı. İlgili ilgisiz herkese şikayet etmeye başladım. Bir taraftan da, eşyamızla şehir içi dolmuşlara binmek üzere hazırlanıyorduk. Otogar danışmadaki genç görevli, bir minübüsü durdurup konuştu. Ben bir umut yanına gittim, verdiği haber beni tam anlamıyla yere sermişti; Susurluk minübüsleri saat ondokuza kadarmış ! Hah şimdi tam oldu, akşam saati kaldık mı burada.
Ortada deminden beri göz ucuyla bizim durumumuzu seyreden Kamil Koç görevlisinden başka birisi de görünmüyordu. Çaresiz ona yürüdüm ve bizi gönderip gönderemeyeceğini sordum. 20.30 da bir otobüs varmış, belki şoföre rica edersek... Adam bize parası olmayan yolda kalmış birileri gibi acıyarak bakıyordu. Belki de bundan, sanki birden akıl tutulmasından kurtuluverdim; Ne kadar ? Susurluk bir kişi 7 lira iki kişi 14 liraymış. Bizde de zaten 15 lira yok mu ? Tamam bizi gönder o halde dedim, paramız var.
Otobüs gelene kadar da Bursa'dan bize bilet kesen adamın bağlı olduğu minübüs kooperatifinin yazıhanesini buldum. Oradaki gence durumu anlattım ve borcumu nasıl ödeyebileceğimi sordum. İyi bir delikanlıymış. Bana kendi banka hesap numarasını ve telefonunu verdi. O yirmi lirayı kendisi ödeyecek, ben de parayı ona EFT yapıp haber verecektim.
Artık cebimizde değil taksi parası, sadece bir liramız kalmıştı. Ama rahattım, nihayet Susurluk benim memleketimdi ve orda bir çözüm bulabilirdim. Nihayet otobüse binip yola çıktığımızda ikimiz de artık bu sorunlu yolculuğu geride bıraktığımızı düşünüyor, Allaha şükrediyorduk. Düşündüğüm gibi de oldu; Susurluğa indiğimizde bir ilkokul arkadaşımın taksisini seçtim eve gitmek için. Daha eşimi üzmek istemiyordum çünkü. İnerken de yarın tekrar gelip bizi almasını, ikisinin de ödemesini o zaman yapacağımı söyledim. Sorun kalmamış, kabus sona ermişti. Baba evimde yaşlı annem, akrabalarım sofra kurulmuş, bir türlü gelemeyen bizi bekliyorlardı. Tabi ki meraklı biraz da sitemli "nerde kaldınız ?" sözlerine "sormayın, geldik işte !" diyebildim mecalsiz ve keyifsiz.
Ama, ikimizin de aklı Bursa Otogarı varken neden Batı Garajı diye dandik bir yeri seçtiğimizde, düz yol varken neden dolambaçlı aktarmalı bir yola girdiğimizde kalmıştı. Peki ama neden bu kadar tedbirsiz davranmış, üzerimizde yeteri kadar para bulundurmamıştık ? Tabi ki her yer büyükşehir değildi, hala kredi kartı geçmeyen yaşam alanları olabileceğini neden akıl edememiştik.
Ertesi gün ilk işim bilet parasını o iyiliksever gence göndermek ve telefon edip teşekkür etmek oldu tabi. Şimdi yazlığımın geniş balkonunda oturmuş düşünüyorum. Neden bilmem eskiden beri böyle maceralı yolculuklarım var. Bol eşyalı, çoluk çocuklu, beklemeli, saatine zor yetişmeli, indi bindili, olaylı yolculuklar. Ama, zaten problemli başlayıp zor geçen, geçmişte yaşanmış çileli anılardı onlar. Belki de bu yüzden hala sık sık rüyama girerler. Ancak, böylesine güzel başlayıp, dar bir alanda birbiri peşi sıra bir dizi şokla bizi darmadağın eden, adeta yaz günü gökyüzünü kara bulutlarla kaplayıp yağmur boran bir kabusa döndürdükten sonra hiçbirşey olmamış gibi sükunetle biten bir yolculuğumuz epeydir olmamıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder