14 Ocak 2020 Salı

15 Ocak 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı144....................................Gagara-gugara

Gagara-gugara

Bizim evde işitilen boş laf kalabalığına, herkesin ayrı telden çaldığı konuşma gürültüsüne “gagara-gugara” denirdi. Çocukluğumdan bu yana böyle duydum, öyle bilirim. 

Zaman zaman benim de kullandığım olmuştur. Ama bu güne kadar hiç aklıma bir sözlüğe bakmak gelmemişti. Bugünlerde ortalıkta dönen sanal gürültüler nedense bana bu kelimeyi yeniden hatırlattı. Bu kez sözlüklerde aradım kendilerini, ama pek bulabildim sayılmaz. 

Hausa dilinde ‘gagara’ dayanmak anlamına geliyormuş. Bu defa ‘Hausa dili’ de ne demek diye merak ettim. Meğer çoğunlukla Nijer ve Nijerya'da kullanılan bir dilmiş. Sudan, Kamerun, Gana, Çad gibi ülkelerde de konuşuluyormuş. Arapçayla ortak yanları varmış ve bugün sinema, müzik, haber gibi sektörlerde kullanılan epey kelimenin kökeni bu Hausa diline dayanıyormuş. ‘gugara’ ise Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğüne göre kapı çerçevesi ile fırış arasına kazıklama konulan taş demekmiş. Niğde yöresinde kullanılan bir kelimeymiş.

Doğrusu okumak, araştırmak her zaman faydalıdır buna inanırım. Ancak bu küçük araştırmam bana pek bir şey kazandırmış gibi görünmüyor. ‘Dayanmak’ ile ‘kapı çerçevesi ile fırış arasına kazıklama konulan taşın’ ne gibi bir yakınlığı var çözebilmiş değilim. Kelimeleri eğip bükmek, anlamını kaydırmak, tuhaf ve komik kılıklara sokmakta üstümüze yoktur. Bu ‘gagara-gugara’ deyimi de öyle bir şey herhalde. Ben onu yine duyduğum, bildiğim haliyle kullanacağım. Bu günlerde Kanal İstanbul ile ilgili yükselen yaygın gürültü bana göre tam bir ‘gagara-gugara’ örneği.

Düşünelim ki bir mühendis teknik ekip oturmuş, bir otomobil için diferansiyel dizayn etmeye çalışıyor. Fakat dişli malzemesi, diş modülü, gövde çeliği gibi ayrıntılarda anlaşamıyorlar. Bu gagara-gugaracılardan biri hemen olayı çözüyor: “Buldum! Referandum yapalım. İşçilere bir diferansiyel yapalım mı?'' diye soralım. Gülmeyin, şu kanal referandumu fikri de aynı şey değil mi? “Madem uzmanlar farklı şeyler söylüyor, o halde vatandaşa soralım!” Sonraki fikir çok daha ilginç: “Referandumda evet çıkarsa mahkemeye veririz. Bu bizim en doğal hakkımız.” Allah, Allah! ''Referandum yapalım, olmazsa mahkemeye gideriz!” Bu bir gaf veya dil sürçmesi filan da değil ha, ciddi ciddi söylenmiş bir söz. 

Şimdi bunu söyleyen, bu lafın ardına düşen, gagara-gugarasını yapanlar bir şey mi söylemiş oluyorlar? Yoksa farkında olmadan kendi düşünce yapılarının DNA'sını mı yansıtıyorlar? Söylediklerinin neresini ele alıp üzerinde duralım ki? Büyük bir devlet kararı ve yatırımına daha “İstemezük!”demelerini mi, ÇED raporu istedikleri gibi çıkmadığı için kendi kendilerine uzman çalıştayları düzenlemelerini mi, referandum istemelerini mi, protesto zinciri tasarlamalarını mı, yoksa “olmazsa mahkemeye gideriz” demelerini mi? Sözde demokratlar, ama dişlerinin arasından oldukça ‘faşist ve totaliter’ bir tıslama çıkıyor her nedense. 

Baş üstüne canım, referandumda 'açık oylama gizli tasnif’ de yaparsınız olur biter. Bu icat da zaten sizlerin uygulaması değil miydi? ‘Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür' ama bu gibi sabıkalarınız bizim de genlerimize işledi, unuttuk sanmayın baylar.

Kanal İstanbul Allah izin verirse olacak, hatta olmak zorunda. Bu ülke bizimse, İstanbul bizimse, boğaz bizimse kendi milli çözümlerimizi kendimiz bulacağız. Her yatırım gibi bu bir devlet siyaseti, mahiyeti itibariyle de teknik bir mesele. Olur mu, olabilir mi, yapabilir miyiz, görebilir miyiz bilemem ama ‘İstemezük!” diyenleri sade Kanal İstanbul meselesinden değil geçmişten beri çok iyi tanır, biliriz. Birinci köprü için de böyle söylemişlerdi, yıkılır, sallanır demişlerdi koro halinde. Köprü açıldığı zaman çok gençtim, ama o günü iyi hatırlıyorum. Boğaziçi köprüsü bir inci gerdanlık gibi hem İstanbul’un simgesi hem de milletimizin gurur kaynağı olmuştu. Aradan çok zaman geçmedi o “İstemezük!” diyenler bir TV programında bu defa rahmetli Özal’a karşı kendilerini “köprüyü sattırmam!” diye sahiplenip höykürürken buldular. Aynı şeyi ikinci köprü FSM’de de, üçüncüsü YSS köprüsünde de yaptılar. Marmaray’ı engellemeye çalıştılar olmadı, biraz geciktirdiler sadece. Bu defa küçümsediler, çalışmayacağını iddia ettiler. Boğazın altından geçen tüp geçidi görmezden geldiler.
10 bin kilometreye varan duble yol çalışmalarını her fırsatta eleştirdiler. Orhangazi köprüsünü ve İzmir otoyolunu pahalı diyerek karalamaya çalıştılar. İstanbul havaalanına mani olmak için ne lazımsa yaptılar. Gezi kalkışmasında şart olarak bu yatırımlardan vazgeçilmesini istememişler miydi? Unuttuk sanıyorlar ama daha ölmedik. Bunların her biri bugün gibi hafızalarımızda. Daha hangi birini söyleyeyim; geçmişte Keban’a da karşıydılar, Atatürk barajına da. Ama istedikleri olmadı, tam tersi hepsi birer birer gerçekleşti. Zat ı şahaneleri de her birinin yarar ve kolaylıklarını bugün herkesten fazla afiyetle kullanıyorlar. Hem de hiçbir hazımsızlık ve utanma belirtisi yaşamadan. 
 

Şimdi yurdumuzun muhtelif yerlerinde daha önce yıllarca ağızlarına sakız ettikleri “Bu su böyle akar, siz de böyle bakar!”aşağılamasının tam tersi bir davranışla HES’lere karşı bin türlü fırıldak çevirenler de bunlar değil mi?  Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar, Ülkemizin Nükleer enerjiye sahip olmasına da, dünya çapında petrol ve doğalgaz hattı projelerinin sahibi olmasına da, altın ve maden çıkarılmasına da, çevre dostu Rüzgârgüllerinin her tepede çoğalmasına da muhalifler. “Çarşı, her şeye karşı!” bu gagara-gugaracıların sloganı olmuş adeta. Ama bir ‘ihanet’ tertibinin parçası değillerse, millet nezdinde ‘yalancı çoban’ durumuna düştüklerinin farkında bile değiller.     
Tarihimizde genç Fatihe “İstanbul zapt edilemez! En iyisi bırakıp dönmek” diyenler olmuştu. Hatta ‘Boğazkesen Hisarı’nı anlayamayıp, “Ne işimiz var burada, Bizans’ın toprağıdır, bu hisarı bize yaptırmazlar” diyen de onlardı. Aynı şeyi Bizans elçisi de gelip söylemişti genç Sultana, ancak şu müthiş cevabı yemişti suratına. "Boğazın iki yakası da benimdir. Anadolu yakası benimdir çünkü halkı Osmanlı halkından ibarettir, Rumeli sahili de benimdir çünkü siz savunmasını bilmiyorsunuz. Şimdi gidin efendinize söyleyin; şimdiki Osmanlı hükümdarı öncekilere benzemez, benim ulaştığım yerlere onun emelleri bile ulaşamamıştır!" Böylece Sultan Fatih fetih arifesinde Boğazın iki yakasına kelepçe vurmuş, Bizans’ın Karadeniz’den gelecek ikmal ve yardım yolunu önceden kapatmıştı. Gerçekten de bir gecede gemileri karadan Haliç’e indiren zekânın hamlelerine birilerinin hayali bile erişemeyecekti. 
Biliyor musunuz bilmem, 'yobaz' sözcüğünün aslı 'yok-baz' imiş. Başındaki 'yok' kelimesi halk dilinde 'yo' diye de söyleniyor. Dilimizde 'Yok!' ve 'Hayır!' da eş anlamlı kullanılan, aynı manaya gelen sözcükler. ‘Baz’ eki ise bir matematik kavramı olarak taban anlamına geliyor. Yani yobaz kelimesi kavram olarak “olmaz, istemezük!” kafalı insanlarla ilgili aslında. Şimdi bir şey duyduklarında ilk tepkileri tamamen refleksel olarak 'İstemiyoruz !' diyenler, sonra oturup, niye istemediklerine gerekçe üretmeye çalışıyorlarsa buna başka ne ad verilebilir ki? Devamında uydurmak, yalan söylemek, laf cambazlığı yapmak doğal oluyor tabi. Sonuç mu? Ne olacak, klasik bir gagara-gugara komedyası daha işte.
Hanginizin, neyini dinleyelim ki sizin?! Kanalın yapılıp yapılmaması milli bir meseledir, vatanın gerekleri söz konusuysa gerisi teferruat sayılmalıdır. Bu engelleme alışkanlığı sürerse, yarın bir hayrat çeşmesi bile yapamayız. Tenkit başka, bile bile inkâr, papağan diliyle tekrar etme başka şeydir. İyiye 'iyi', kötüye 'kötü' diyebilmelidir insan. O zaman bu bir erdem olur. Çevre hassasiyeti mi? Tamam, o halde varsa bilginiz ÇED raporunu çürütün. 'Yok, Hayır! O kanal olmayacak !'' Bu bilimsellik değil tam bir kahvehane ağzıdır. İnsaf edin, bu gidişle beş sene sonra kaç tane daha köprüye, tünele ve böyle büyük projelere ihtiyaç olacak hayal edebiliyor musunuz acaba? Boş yere ülkenin gündemini gagara-gugarayla boğmayın. Varsa ülke için çözüm yolları önerin, başkalarının yapmaya çalıştıklarını gagalamanın ne zamanı, ne de yararı var.