‘Son’ günler
Son günler biraz karmakarışıktı galiba. Corona derdimiz azalacağına artıyor. Küçük torunlarımızla ilgilenmek, bu zor günlerde evlatlarımıza yardımcı olmak zorundayız. Ama düzenli camiye gidemiyorum, sabah yürüyüşlerim aksadı. Kaçak göçek yazmaya çalışıyorum. Fırsat bulunca bırakıveriyorum kendi haline sözcükleri. Bildikleri gibi akıp gidiyorlar.
ABD'de Trump/Biden seçimi kara komediye dönüştü. Bu sahneler dünya demokrasisi için hiç te iyi örnek olmayacak. Milletçe 10 gün boyu Ermenistan Azerbaycan çatışmasını izledik ve oldukça gerildik. Sonuç bir ateşkes anlaşmasıyla açıklandı. Ermenistan'la birlikte Fransa ve diğer destekçileri de yenildi. Ama şimdi arada Rusya var. Savaşta kazanılan masa başı oyunlarıyla ne hale gelir şüphedeyiz. Al sana işte sevindik derken bir düşünce daha.
Corona dünyada aldı başını gidiyor. ABD'de günlük vakalar 100 binlerle, Avrupada 10 binlerle ifade ediliyor. Bizde de ufak ufak ama sürekli tırmanma halinde. Eskiye nazaran çevremde daha fazla “kovid oldum”, “pozitif çıktım”, “corona olmuşum” lafları duyar oldum. Bir taraftan aşı çalışmalarında oldu oluyor lafları duyuyor, seviniyoruz. Öbür yanda grip aşısını bile engel üstüne engel koyarak ulaşılmaz kılanlar, covid aşısını üç senede ancak yaparlar diye düşünüp üzülüyoruz.
Eskiden küçük torunlarımız hafta sonları bize gelirdi. İki haftadır Selma hanım Tuna’ya gidiyor. Geçen hafta iki gün bu hafta da üç gün. Bakıcı kadını alıştırmak için. Alışmışım, koskoca evde yalnız olmak zor. Hafta sonu ikişer gün torunlar yine bize gelecek. Şikayetim yok ama o da zor. Ne yapalım corona var, kreşe veremiyorlar. Bakıcı bulmak da zor, birini buldular o da temaslı oldu, sonra da pozitif çıktı. Çocuklarımı anlamaya çalışıyorum; bu şartlarda hayatta başkasına güvenip çocuklarını teslim etmezler. İstifa edip evde kalmayı bile göze aldılar. Bu kışı da böyle geçireceğiz, Allah encamımızı hayr’eylesin.
Kasım ayı yarıyı buldu. Yaşam merkezi kapalı. Spor salonuna gidemiyor, havuzda yüzemiyorum. Havalar iyiyken hiç olmazsa haftada üç ya da dört gün parktaki yürüyüş yoluna gidiyordum. Ama artık havalar iyiden serinleşti. Benim sabah yürüyüşlerim de aksamaya başladı tabi. Grip olmayı zaten oldum olası sevmem. Böyle bir dönemde bir de üşütüp hasta olmak isteyeceğim en son şey.
Susurluk'la ilgili yazılarım neredeyse bir yılını tamamlamak üzere. Yolun yarısını geçtiğimizi düşünüyorum. Ancak, en çok katkı almam gereken bir aşamada karşımda tam bir sessizlik var. Tamam ciddi bir konu, ürküyor çekiniyor olabilirler. Bunu anlarım. Ancak, yazıları 50 kişilik Whatsapp grubumuzdan sadece 5-10 kişinin okuması oldukça düşündürücü. Bazen face paylaşımıma beğeni koyanların bile linki tıklayıp asıl yazıyı okumadıklarını görüyorum. Bu noktaya kadar gelebilmiş olmak beni sevindiriyor ama muhataplarımdan yeterince katkı alamamak hatta okumadıklarını görmek beni üzüyor.
Bu aralar hem sevinmeye hem üzülmeye hazırım herhalde. Cumhurbaşkanımızın başarıları sevindiriyor. Ama sürekli bir mücadele, sürekli birileriyle gerginlik, devamlı bir didişme hali de yoruyor açıkçası. Anlamaya çalışıyorum, bir tarihe tanık olduğumu düşünüyorum. Arkadaşımla iftihar ediyorum ama çevremde, yöremde duyduklarım, çocuklarımın bile aleyhinde olması beni çok yaralıyor. Giderek yalnızlaştığımı düşünmeye başladım. Gençken Demirel'e Ecevit'e Özal'a karşı söylediklerim aklıma geliyor. Kendimi o zamanın büyükleri yerine koyuyorum. Onlar da kendilerini "ehven i şer" diyerek savunmaya çalışmıyorlar mıydı?
Böyle bir zamanda inançlı insanların iyi örnek olmaları gerekmiyor muydu? Biz senelerce bu günler için didinmiş, böyle bir zamanı beklememiş miydik? Zengin müslümanların lüks yaşamı, mevki makam sahibi olanların enaniyeti kibri, hele de dava diyenlerin devlet millet malına el uzatması artık midemi bulandırıyor.
Onca mücadeleden sonra şimdi müslümanların hadisçi, Kur'ancı, şucu bucu diye birbirlerini şirkle, küfürle itham etmesi içimi acıtıyor. Daha önceleri üniversite kapılarına yanaşamayanların binlercesi şimdi prof. oldular. Hepsinin de keyfi kaymak. Değil bu fitneye çözüm bulmak televizyonlarda kendilerine takipçi bulmakla meşguller. Diyanete yönelen suçlama ve saldırılardan ben de alınıyorum ama bürokrasi çarkı içindeki o şaşaalı kadronun kendi cami cemaatine bile layıkıyla sahip çıkabildiğini zannetmiyorum. Üzülmeyeyim de ne yapayım. Sevinçlerim hep boğazıma düğümleniyor.
‘Tünele’ girmek
Sıkıntılı bir döneme giriyor olmak bir “tünele girmek”le teşbih edilir. İçinde bulunduğumuz günler kış mevsiminin kapısı sayılır. Kışa girmek tabiatıyla bahar mevsimine girmek gibi değildir. Bitkilerin sararıp kuruduğu, ağaçların yapraklarını döktüğü, bazı hayvanların uykuya yattığı kış mevsimine girmek üzereyiz. Tabiat nevbaharda yeniden canlanmak üzere adeta hayata kepenk kapatıyor.
Yalnız
insan ki, mevsimlere dayanıyor, uyum gösteriyor. Kışın soğuğuna, yazın sıcağına
alışkın. Hastalıklara, belalara sabredip direnebiliyor. Her an her gün her gece
türlü cefalarla iç içe. Mutluluğu da dertleri de aynı anda yaşayabiliyor. Allahın
izniyle her gece yatarken ölüyor, her sabah uyanarak yeniden diriliyor.
Hayat
yolu üzerinde kah yüksek köprüler, kah tüneller var. Bir tünele girdiğinde
biliyor ki Allah izin verirse o tünelin bir sonu var. Derin vadileri köprülerle
geçebiliyor. Uzak mesafeleri yollarla aşıp, deniz ya da hava taşıtlarıyla kat edebiliyor.
İnsanoğlu şimdiye kadar ne savaşlar gördü, ne kıtlıklar, ne salgınlar yaşadı.
Ne zalimler gördü yer yüzü, ne hainler yuttu toprak. Hepsi geride kaldı,
insanoğlu hala yürümekte.
Evet önümüzde
bir kış mevsimi var. Kışın elbette zorlukları herkesin malumudur. Ancak
önümüzdeki tek zorluk bu değil. Corona belası gittikçe büyüyor. Her geçen gün dünyada
yeni rekorlar görüyor, duyuyoruz. Toplam vaka sayısı 53 milyonu, ölenler 1,3
milyonu aşmış durumda. 31 Ekimde günlük vaka sayısı tüm zamanların en yüksek rakamı
olan 598.195’e ulaşmıştı. Sadece bir hafta sonra 7 Kasımda bu rekor 661.104’le
egale edilmiş oldu.
Ülkemizde de 13 Kasım itibariyle de maalesef günlük vaka sayısı 3 bini (3.045) aşmış bulunuyor. Vefat sayısı da ne yazık ki 11 bini (11.326) geçti. Vaka sayısı artmakla beraber elbette ki bir rekor değil. Rekor hala 11 Nisandaki 5.138 kişide. Ancak kış mevsimiyle birlikte o seviyelere ulaşabileceği anlaşılıyor. Komşumuz İran'da dün 11.517 vaka bildirilmiş, bir evvelki gün 11 Kasımda da 11.780 imiş. Görünen o ki önümüzdeki üç ay karanlık bir tünelden geçeceğiz. Tünelin ürkütücü geçeceği aşikar, ancak sonunda bizi nasıl bir tablonun beklediği de belirsiz.
Amerika kıtasına, Avrupa'ya baktığımızda yangının çok daha büyük olduğunu görebiliyoruz. Günlük vaka sayıları ürkütücü boyutlarda. ABD'de bugün günlük vaka 45 bini (44.853) bulmuş. Brezilya'da 11 Kasımda 48.331, 12 Kasımda 33.207 olarak gerçekleşmiş. Son 24 saatte Fransa'da 60 bin 486, İtalya'da ise 37 bin 809 yeni vakanın tespit edilmesiyle salgının başından bu yanan en yüksek günlük vaka kayıtlara geçmiş durumda.
İngiltere'de 12 Kasımda 33.470'le o güne kadarki en yüksek rakam yani bir rekor kırılmış. Aynı gün Fransa'da günlük vaka 33.172 kişiymiş. Ancak Geçen hafta 7 Kasımda 86.852 ile orada da bir rekor kaydedilmiş. Almanya'da 24 Ekimde 14.714, 30 Ekimde 18.681, 7 Kasımda 23.399, 12 Kasımda 21.866 günlük vaka görülmüş. Aynı gün İspanyada da 19.511 vaka varmış. Ancak 4 Kasımda 25.072'in görüldüğünü kayıtlardan öğreniyoruz. İtalya'da ise durum eskisinden çok daha kötü. 7 Kasımda 39.809 vaka tespit edilmiş, 12 Kasımda ise bu sayı 37.977 olmuş.
"Bu da geçer ya hu!" diyor yüce Allahın rahmet ve şifa ismine sığınıyoruz. Elimizdeki tek koruma kalkanı tedbirlere uymak. Şimdilik daha iyisi bilinmiyor.