6 Haziran 2018 Çarşamba

6 Haziran 2018 15:00 ANKARA HASTALIKLARI............................Bir güzel adamdı

Bir güzel adamdı

Ankara hastalıkları sadece başkentte yok. Yalnızca bürokraside rastlanmıyorlar. İster kamuda ister özel sektörde olsun yanlış işlerden, sorunlu davranışlardan söz ediyoruz. 

Elbette ki baştan başlayıp ayağa kadar sari şekilde bulaşıp yaygınlaşan yönetsel hastalıklar bunlar. 

Bazen bir bakanlıkta, bazen bir belediyede, bazen bir mahkemede, bazen bir okulda, bazen bir bankada, bazen bir şirkette, bazen de bir hastanede karşımıza çıkarlar.

Siyasi görüş ve iktidarlarla da çok alakalı değildir. Azalır, çoğalır, şekil ve mahiyet değiştirir ama tamamen bitmez. Genç Cumhuriyetimize de has değildirler. Tarihsel kökenleri, sınırları aşan bağlantıları vardır.

Ama ortak özellikleri millete rağmen, vatandaşa rağmen 'Ali kıran baş kesen' olmalarıdır. Bu tür hastalıkların görüldüğü yerde, makamda, insanda ve zamanda 'merkez' onlardır ve 'diğerleri' nin böcek kadar değeri yoktur. Bu hastalıklı kafalarla mücadele eden, iyi insanlar, güzel adamlar da olmuştur tarih boyunca. Bunu, zalimlerin hatırlanmaması, onlarınsa unutulmamasından anlayabiliriz.

Rahmetli vali Yazıcıoğlu de böyle güzel adamlardan birisiydi. Kısa ömründe kendisiyle ilgili çok sayıda efsane olay anlatılır. Hakkında en çok yazılıp çizilmiş idarecilerdendir. 

Ben de kendisini hem mesleğim yönüyle kitap ve dergilerden, hem de Tokat valiliği sırasında bizzat yaşayarak tanıyıp sevmiştim. 

Hatta onu çok sevilen 'Buzlar çözülmeden' piyesindeki deli kaymakama benzetmişliğim de vardır. Malum ya ' Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler'.

Bugün efsane valinin böyle deli dolu 'hastalıklarla mücadele' hikayelerinden yeni öğrendiğim bir tanesini aktarmak size istiyorum.

Aydın Valiliği'ne atanması henüz üç dört gün olmuştur. Nazilli SSK Hastanesi ile ilgili bir şikayet kulağına gelir. Tebdil-i kıyafetle hastaneye gider. 

Acil bölümündeki görevli hemşireye "Başhekimin odası nerede?" diye sorar. Hemşire şöyle bir bakar Yazıcıoğlu'na. Küçümseyici bir ses tonuyla " Üst kata çık, koridorun sonundan sağa dön, sondaki oda" der.

Yazıcıoğlu üst kata çıkar ve Başhekimin odasını bulur. Kapısı açıktır ama başhekim odasında yoktur. İçeri girer. Tam o sırada başhekim gelir. "Buyrun ne istiyorsunuz ?" diye sorar. Yazıcıoğlu, rahatsız olduğunu, tedavi olmak istediğini ama parası olmadığını söyler. Başhekim kendisine "Burası hayır kurumu değil, paran yoksa tedavi olamazsın" der.

Yazıcıoğlu, "Devletin görevi vatandaşına bakmak değil mi doktor bey ?" der. Başhekim sinirlenir ve Yazıcıoğlu'nu odasından kovar.

Sessizce aşağı iner, hastanenin iki sokak arkasında bekleyen makam aracına biner. Yardımcısına "Gerekli yazışmalar hemen bugün yapılsın. Yarın görevden alınma yazısını kendisine bizzat ben vereceğim" der…

Ertesi gün bu sefer resmi giyimli, kıravatlı, takım elbiseli olarak gider hastaneye. Bu sefer makam aracı hastane girişine kadar gelmiştir. Elinde de rulo halinde bir kağıt vardır.

Herkes şaşkındır. Dün gördükleri yamalı pantolonlu, kasketli, yırtık gömlekli adam meğerse yeni atanan Aydın valisiymiş...Vay be ! der görevliler...

Hiç vakit kaybetmeden başhekimin odasına çıkar. İçeri girer. Bu sefer Başhekim dona kalmıştır. "Siz ? Ama siz ?" der kekeleyerek. "Bugün itibariyle başhekimlikten azledildiniz" der, elindeki kağıdı uzatarak. 

Herkesin şaşkın bakışları altında biner makam arabasına ve ayrılır hastaneden.

Evet…Bu adam işte bunun için 'güzel' dir. Bunun için efsane bir idarecidir. Bu yüzden hala unutulmamıştır. 

O ufak tefek zayıf adam adeta bu memlekete üç beş gömlek fazla gelmiştir.

2003 yılında tıpkı Adnan Kahveci gibi, Bedri İncetahtacı gibi, Eşref Bitlis gibi nasıl olduğu pek iyi anlaşılamayan bir kazayla aramızdan ayrılmıştı. Tıpkı suikaste uğrayan Turgut Özal, Gaffar Okan gibi.

Ama 15 yıldır unutulmadı, milletin kafasında ve gönlünde hala yaşıyor

Mekanın cennet olsun sayın valim.

6 Haziran 2018 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı62..........................Canım kardeşim

 Canım kardeşim

‘Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir/Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‘işte budur kubbe’ diye/iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman/Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok/Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun karnım tok.’
Geçirdiğimiz zor yılları hatırlayacak yaştayım. Bu güne hamd ediyorum. Elbette eksik, kusur da var. Ancak bugüne kadar çok büyük yanlış yapmadılar. İstikametlerinden ve hizmetlerinden memnunum. Yaptıkları yapacakları hakkında yeterince fikir veriyor. 
Diğer taraftan şu anda bana göre onlar, şer güçlerin dişlerini gıcırdattıkları, arkasında durmam gereken taraf. Görüyorum ki yaşadığımız tüm haksız ve hadsiz saldırılar onları hedef alıyor. Ülkeye kazandırılan onca esere, gerçekleşen bunca güzel şeye karşı gittikçe bilenen bu tepkiyi hiç de masum göremiyorum.




5 Haziran 2018 Salı

5 Haziran 2018 Salı 16:30 IŞIK DURAKLARI.................................Tapduk Emre dergâhı


Tapduk Emre Dergâhı


Beypazarı Nallıhan arası yaklaşık 60 km. Arada Çayırhan var. Bitki örtüsü yok gibi. Ama manzara ilginç ve güzel.
Kıraç tepeler renk renk. Krem, sarı, yeşil, kırmızı, gri... Aynı tepelerde bile seviye seviye farklı renkler görülebiliyor. Sanırım içerdiği madenlerden dolayı bu şekilde renk alıyorlar. 
Çayırhan termik santralinden sonra bir ara sağ tarafta "kuş cenneti" levhası görüyorum. Dikkatlice bakıyorum ama kuru bir  bataklıktan başka birşey göremiyorum.

Nallıhan'a 10 km. kala Sarıyer sapağında Emrem Sultan Köyü levhasını görüp sola dönüyoruz.  9 km daha sağlı sollu itinayla dikilmiş ağaçlar arasından kıvrılıp uzayan ince bir asvalt yol bizi Tapduk Emreye götürüyor.
Tapduk Emre Yunus Emrenin hocası.  Hacı Bektaşi Veli’nin halefi kabul ediliyor. Her ikisi de Hoca Ahmet Yesevi dervişleri. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli ve Hacı Bayram Veli gibi Anadolu’yu yurt yapan manevi mürşitlerden. 
Tapduk Emre de Mevlana ve Hacı Bektaşı Veli gibi Moğol İstilası nedeniyle Asya’dan gelip Anadolu’ya yerleşen din büyüklerinden. O dönemde Moğollar nedeniyle Türkistan’da bulunan din ve ilim adamları çoğunlukla Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmışlar. Ancak, bu değerli manevi şahsiyetler sayesinde de Anadolu’da bir aydınlanma yaşanmış. 

O kadar ki Osmanlı İmparatorluğunun temellerinin sağlamlığı, Anadolu erenlerinin halkı irşat faaliyetleri ve ahlaklı bir toplum inşa etmeleri sayesinde olmuş denilebilir.
Mesela 1093-1166 yıllarında yaşadığı anlaşılan Tapduk Emre de Sakarya Vadisinde bulunan bugünkü Emrem Sultan Köyünün bulunduğu yere yerleşmiş. Orada bir çiftlik kurup, yaşadığı yöreyi ziraat ve hayvancılık merkezi yapmış. Kısa zamanda ünü Balkanlara kadar yayılan bir ekol olmuş.


Türbe, köyün 200 metre berisinde, küçük bir tepe üzerinde. Yanıbaşında köy mezarlığı var. Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek günümüzdeki haline getirilmiş. Türbenin orijinal ahşap kapıları da,  Ankara Etnoğrafya Müzesine gönderilmiş.
Kare planlı, kubbeli, kagir küçük bir yapı. Kitabesinden, 13ncü yüzyılda yaşayan Tabtuk Emre için yapıldığı anlaşılıyor. Türbeye güney cepheden, küçük basık kemerli bir kapı ile giriliyor. İçi, beyaz sıvalı. 6 adet sanduka, Tabduk Emre, eşi ve çocuklarına ait. Türbenin yanında, dikdörtgen planlı, çatılı, kagir bir türbe daha var. Orada da 3 adet kabir bulunuyor. 
Bugün özellikle: yakın çevre insanı, türbeyi yoğun ziyaret etmekteymiş. Kabirlerin yanında abdest alma yerleri de yapılmış. Tertemiz havlular ve türbe önündeki namaz kılınacak yerin temizliği buraya hizmet edenler olduğunu gösteriyor.
Taptuk Emre Hazretleri hakkında bilgimiz, maalesef çok az. Vilayetnamede şöyle bir olay anlatılıyor: 

“Rum erenleri, Hacı Bektaş-ı Veli’ye gidecekleri vakit, Emre’ye ‘Haydi’ dediler ‘Sen bizimle gel’. Emre çok kuvvetli bir erdi. Dost divanında bütün erenlere nasib üleştirilirken, Hacı Bektaş adlı er görmedik. dedi, Hacı Bektaş’a gitmedi. Hacı Bektaş’a, Emre’nin sözünü haber verdiler. Hünkâr Sulucakarahöyükte, Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, her taraftan muhip, mürid gelip ıhtırılmaya başlandı. Hünkâr Saru İsmail’i gönderip Emreyi çağırttı. 

Emre, yanına gelince Hacı Bektaş; ‘Siz’ dedi, ‘Dost divanında erenlere nasib üleştirirken Hacı Bektaş adlı bir kimse görmedik. demişsiniz. ‘O nasib üleştiren elin nişanesi vardır. Onu da bilir misiniz?’ 
Emre; ‘O divanda yeşil bir perde vardı.’ Dedi. ‘Onun ardından bir el çıktı, bize nasib üleştirdi. O elin avucunda latif, yeşil bir ben vardı. Şimdi bile görsem tanırım.’ 

Hacı Bektaş elini açtı. Hacı Bektaş’ın avucunda, o güzelim yeşil beni görür görmez, üç kere; Taptuk Hünkârım’ dedi. Bundan sonra adı Taptuk Emre oldu. Emre başındaki tacı çıkartıp Hünkâra teslim etti. Hankâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına döndü.


Taptuk emre’den feyiz ve himmet almış Yunus Emre’den şu sözler de nesilden nesile intikal etmiş:

Tapduk'un tapusunda / Kul olduk kapusunda / Yunus miskin çiğ idük / Pişdük elhamdülillah
Sofilere sohbet gerek / Ahilere ahiret gerek / Mecnunlara leyla gerek / Bana seni gerek seni
Dirildik pınar olduk, / İrkildik ırmak olduk, / Artık denize daldık, / Taştık elhamdülillah
Elif okuduk ötüre / Pazar eyledik götüre / Yaradılmışa hoş gördük / Yaradandan ötüre
Aşkın aldı benden beni / Bana seni gerek seni / Ben yanırım dünü gün / Bana seni gerek seni
Söyler dilim ağlar gözüm / Gariplere göynür özüm / Meğerki gökte yıldızım / Şöyle garip bencileyin
Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz


Buranın manevi havasından etkilenip öğle namazlarımızı burada kılmaya karar veriyoruz. 

Namazdan sonra kabir ziyaretimizi de yapıp türbeye çıkan taş merdivenlerden aşağıya iniyoruz. Taş yolda 5 metrede bir yunus dörtlükleri görüyoruz. 

Tapduk Emre'nin Hacı Bektaş Veli ve Mevlâna ile aynı çağda yaşadığını biliyoruz. Yunus Emre gibi bir şahsiyeti yetiştirmiş olduğunu da. Bu manada o, hem çevresini geçindiren örnek olan bir üretici, hem dergâh sahibi cömert bir pir, hem de manevi bir rehber ve mürşit. 

Tapduk Emre ve Yunus isimleri yan yana düştüğünde şu hikayeyi de anlatmadan geçemiyeceğim. 

"Anadolunun haçlı talanı, moğol istilası ve kuraklıkla başetmeye çalıştığı yıllar. Yunus fakir bir köylü delikanlısı. Bir çok kerametini duyduğu Hacı Bektaş-ı Veli’den yardım almak için yola düşüyor. Yolda heybesine biraz alıç (yabani elma) toplayıp dergaha geliyor. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini veriyor ve bir miktar buğday istiyor. Hacı Bektaş-ı Veli ona lutf ile muamele ederek, bir kaç gün dergahta misafir ediyor. Yunus ise geri dönmek için acele etmekte.

Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlatıyorlar. O da “Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi? diye haber gönderiyor. Gafil Yunus ne bilsin himmeti, buğday istiyor tabi. Bunu duyan Pir “isterse o alıcın her tanesine nefes edeyim diyor. Yunus buğdayda ısrarlı. Hacı Bektaş üçüncü kez haber gönderip isterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim diyor. Yunus tekrar buğday istiyor. Ona istediğinden fazla buğday verip gönderiyorlar. 

Ama Yunus yolda hatasını anlayıp pişman oluyor. Derhal geri dönerek himmet istiyor.

Ancak Hacı Bektaş onun kilidini Tapduk Emre’ye verdiğini bu yüzden isterse ona gitmesini söyliyor. Eli böğründe Tapdukun kapısına gelen Yunus o himmete kavuşmak için tam kırk yıl dergaha hizmet ediyor. Yıllar yılı dergaha dağdan odun taşıyor. Bu arada da onun makamından sohbetinden feyz, ilminden halkasından himmet alıyor. Böylece yıllar onu giderek olgunlaştırıp pişiriyor.

Yunus’un taşıdığı odunların içinde hiç eğri bulunmaması Tapduk’un da gözünden kaçmıyor tabi. Yunus’a odunluktaki odunları gösterip: A Yunus, diyor. Bakıyorum da, dağdan kestiğin odunların hepsi kuru, hepsi düz. Meraklandım. Acaba Ormanda hiç eğri odun yok mu ?” Yunus mahçup, gülümsüyor.

Vereceği cevabı dudaklarına geldiği gibi söyleyiveriyor: Ormanda eğri odun var olmasına var amma, Senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.”

İşte Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmet. Hocası da bu Tapduk. 

4 Haziran 2018 Pazartesi

04 Haziran 2018 Pazartesi 23:30 SİNEMA YAZILARI..............................Ofsayt Osman

Ofsayt Osman

1965 yılı yapımı Şaka ile Karışık filminin baş karakteri Ofsayt Osman yenik, ezik ve beceriksiz bir gençtir. Bütün ömrü boyunca gollük hiç bir başarı sağlayamadığından ona Ofsayt Osman demişler. 

O kazandığı birkaç kuruşla gününü geçiren, hayatı hep iyi tarafından görmeye çalışan, can düşmanını, kendisiyle alay eden ipsizi bile yürekten seven sevimli bir serseridir.

Sadri Alışık’ın büyük oyunculuğu ile, yarı masal yarı gerçek bir hikaye anlatılır bu filmde. Her ne kadar daha çok mahkeme sahnesiyle hatırlansa da geniş kitlelerce sevilmiştir. 

O ünlü mahkeme sahnesinde “Bu da mı gol değil Hâkim Bey !” diye haykırır Ofsayt Osman. Sadri Alışığın mükemmel bir performansla verdiği o insanlık dersi, şüphesiz sinemamızın da en önemli olaylarından biridir. Sadece adaletin tecelli ettiği final sahnesi ile bile hala adından söz ettirmektedir. 

Hikaye her ne kadar bir ütopya olsa da film Sadri Alışığın büyük oyunculuğu ve romantizmi ile gönüllerde taht kurmuştur. Bu bakımdan Şaka ile Karışık aslında her sahnesiyle değerli, Ofsayt Osman’ın her kelimesiyle kıymetli, önemli bir yeşilçam filmidir.
1965 yapımı komedi, melodram tarzı filmin yapımcısı İrfan Ünal, Recai Akçaoğlu. Yönetmen ve Senarist Osman Fahir Seden.

Oyuncular: Sadri Alışık (Ofsayt Osman/Osman Ezik),  Ajda Pekkan (Ayla), Filiz Akın (Şarkıcı Filiz), Efgan Efekan (Yazar Kemal),  Vahi Öz (Cellat Nuri), Hüseyin Baradan (Hulusi), Kadir Savun (Hüsrev Ağa), Çolpan İlhan        (Zühre), Aziz Basmacı (Ferhat Ağa), Hasan Ceylan (Serseri Ali), Nubar Terziyan (Emniyet Müdürü).

Filim, Hulusi Kentmen’in ilahı bir anlatıcı olarak dile getirdiği bir replikle başlıyor. Bu açılıştan sonra seyirci, Ofsayt Osman’ın berduşluktan, milyonerliğe uzanan hayat hikâyesini izliyor.

“Bu da mı gol değil Hâkim Bey” repliğini hemen herkesin bildiği film, destansı finalinden önce izleyenleri büyük bir masalın ortasına çekiyor. Sadri Alışık’ın harika oyunculuğunda aşk, para ve emanet üçgeninde bir insanlık hikâyesi anlatılıyor filmde.

Filmin konusuna gelince;

Filmde yaşanan olaylar adeta masal tadında bir hikâye. Ofsayt Osman ya da gerçek adıyla Osman Ezik sokaklarda yaşayan bir berduş. Kalbi oldukça temiz ama işleri bir türlü rast gitmediğinden ona “Ofsayt” lakabı takılmış. Ancak Osman, günün birinde her şeyin yoluna gireceğine ve kör talihinin düzeleceğine, yani “gol” olacağına inanıyor.

Nitekim gün geliyor, iki düşman ve zengin ailenin, namuslu bir serserinin var olma ihtimali üzerine giriştiği 1 milyonluk bahisle, Osman’ın hikayesi de farklı bir yön almaya başlıyor. Çocukluğundan itibaren hep ofsayta düşmüş, gol atamamış kadersiz Osman artık hayatında ilk defa gol olma şansı yakalamıştır.

Adanalı Ferhat ve Hurşit ağa kendi aralarında çok garip bir iddiaya tutuşuyor. İddiaya göre, rastgele seçilmiş bir berduşa dönemin parasıyla 1 milyon lira verilecek ve bu parayı harcayıp harcamayacağına bakılacaktır.

Eğer Hurşit Ağa serseriler arasından mert ve iyi yürekli birisini bulabilirse iddiayı kazanacaktır. Aksi takdirde kızını Ferhat Ağa’nın oğluyla evlendirecektir. İkili bu iddiayı gerçekleştirmek için tesadüf eseri karakolda karşılaştıkları Osman’ı seçerler.

Paranız yokken elinizi sıkmaya tenezzül dahi etmeyenler, paranız varken yanı başınızdan ayrılmazlar. Hatta ağzınızdan çıkacak her bir kelimeye altın gözüyle bakarlar. İnsanların birbirine tamamen çıkarları doğrultusunda yaklaştığı; iyiliğin, saflığın pul kadar değeri olmadığı böylesine enteresan bir dünyada yaşamaktadır Ofsayt Osman. O iyi kalbiyle hayatta kalmaya çalışan; bahtsız bir gençtir.

Ancak ne zaman ki cebine bir milyonluk bir çek konur, o zaman onun da hayatı değişir. Bu röportajı gazetelerine herkesten önce basmak için rekabet eden iki gazetecinin de dahil olduğu hikayede Osman bir milyonun kredisi ile krallar gibi yaşamaya başlıyor.

Artık onu hor gören insanlar, kendisine saygıyla yaklaşmakta; üstüne üstüne gelen dünya, yanında olmak için can atmaktadır. İşte Osman’ın paranın gücünü keşfetmesi de böyle başlıyor. Ancak onu farklı kılan, belki de sinemamızın en unutulmaz karakterleri arasına yerleştiren, gözünde paranın pul kadar değeri olmaması aslında.

Yeşilçam filmlerine baktığımız vakit, genellikle bir zengin olma hayali görüyoruz. Çünkü paranın mutluluk getireceğine inanılmaktadır. Ama hayatında para nedir bilmeyen, paranın kullanımı ile ilgili pek fazla bilgisi olmayan bir adamdır Osman. Bu da haliyle de para-insan arasındaki ilişkiye farklı yaklaşmamıza imkan sağlar. Osman için ise bu noktada öncelik, paranın yapabileceklerini anlamak olacaktır.

Ancak paranın gücünü erkenden fark etmesi ve getirdiği sahte mutluluğun çabuk farkına varması, onu bir adım öne taşıyor. Bu durum hem hikâyenin daha güçlü bir şekilde ayakta durmasını sağlıyor hem de Osman’ın absürtlüklerle dolu bu ortamda ayaklarını yere sağlam basması konusunda yardımcı oluyor.

O cebindeki bir milyonu kendisinden çalmak için çabalayan birçok insanı bu şekilde ekarte ediyo ve paranın büyüsüne kapılmıyor. Böylelikle filmin başından sonuna devam ettirdiği masalsı atmosfer her bir dakikada perçinlenerek devam ediyor. Ve bu durum alttan alta izleyenleri paranın mutluluk getirdiği inancından bir parça da olsa uzaklaştırıyor. Aksine paranın, insana ne büyük tehlikeler getirebileceğini, tuzaklarla dolu bir hayat yaşatabileceğini açıkça resmediyor.

Osman’ın parası yokken ve tüm dünya üstüne üstüne geldiği zamanlarda dahi neşesinden asla ödün vermeyen tavrı, onun paranın gücüyle değişmesine engel olan başlıca unsur. Çünkü onun mutlu olmak için paraya ihtiyacı yoktur. İnsanlara iyi niyetiyle ve kendi gibi safça yaklaşması onu bu dünyada mutlu etmektedir zaten. Böylelikle hikâye; para ve mutluluk kardeşliğini kendi bildiği yoldan yerle yeksan ediyor.

Bir gün Sarayburnunda ölümden kurtardığı şarkıcı Filiz ise onun hayatını temelli değiştirecektir. ık olan Osman hayatının en büyük atağına başlıyor bir bakıma. Ya bu sefer gol olacaktır ya da yine ofsaytta kalacaktır.

Filiz’in hayattaki tek varlığı; ölüm döşeğindeki kardeşidir ve ona yardımcı olamadığı için oldukça mutsuzdur. Filiz’in ölümü seçmesinin nedeni kardeşinin ölümcül bir hastalığa mahkum olması ve tedavi için 200 bin lira gerekmesidir.

Onun, intihara teşebbüs ettiği an Osman ile tanışması ikisinin hayatını da kökten değiştirecektir. Paranın gücüyle sınanan Osman, artık aşkın büyüsüyle de uğraşmak durumunda kalır. Osman, yavrucağın hayatı, serseriliğin onuru ve Filiz’in aşkı arasında sıkışıp kalmıştır. Bir yandan da Filiz’in derdini kendi derdi bilir ve bunun için elinden geleni yapmak için çabalıyor.

Böylece aşkın ve hasta kardeşin bu noktada hikâyeye dâhil oluşu filmin melodram tarafının daha da güçlenmesine vesile oluyor. Sinema izleyicimizi oldukça iyi tanıyan yönetmen, hasta kardeş ile filmin dramatik yönünü desteklemekle kalmıyor işin içine kattığı aşk ile de filmin duygu yoğunluğunu pekiştiriyor. Film artık birbirinin içine başarıyla geçmiş birkaç konu etrafında bütünlüğü sağlıyor ve finaline doğru izleyenleri emin adımlarla götürmek için yere daha sağlam basıyor.

Şaka ile karışık, hikâyenin başından beri ismiyle vaat edilen mesajı eğlenceli bir dil ile aktarıyor. Bunu yaparken tercih ettiği masalsı anlatım ise hikâyenin bu denli güçlü olmasını sağlayan en büyük etken. Ofsayt Osman’ın masaldan fırlamışçasına temiz olan kalbi ise en başta herkesin onu sevmesine ve izleyen herkesin onun tarafını tutmasına neden oluyor.

Böylelikle tek adam hikâyesi herkesin hikâyesi oluveriyor. Bu noktadan sonra da adımlarını yavaş yavaş atan, sonuca doğru izleyenleri seyir zevki yüksek bir şekilde götüren film, finalinde ise vuruculuğunu zirveye çıkarmayı başarıyor.

Film, artık tüm zırhını kuşanmış bir şekilde, vermek istediği insanlık mesajını arka yollar aramadan dümdüz bir şekilde veriyor. Finalin vuruculuğu gibi, tüm film boyunca devam eden romantik atmosfer de finalde zirve noktasını görüyor.

Keza bu noktada Sadri Alışık ta tüm film boyunca afacan bir çocuk edasıyla ortaya koyduğu rolünü finalde en üst seviyeye taşıyarak, adeta okullarda ders olarak okutulacak bir performansın altına imza atıyor.

Osman F. Seden’in para ve insan ilişkisi üzerine kurguladığı film, Sadri Alışık’ın performansıyla Yeşilçam’ı geleceğe taşıyan en canlı eserlerden biri olarak ölümsüzlüğü haketmiş durumda.