Bir duyurumuz var !

SUSURLUKLU GENÇ YAZAR B.CÜNEYT YALÇIN SUSURLUK BELEDİYESİNİN KONUĞU
OLARAK 5 EYLÜL AYRAN VE KÜLTÜR SANAT ŞENLİĞİNDE
4 EYLÜL 2014 PERŞEMBE GÜNÜ SAAT 18.00'DE SUSURLUK PARK DÜĞÜN SALONUNDA KEYİFLİ
BİR SOHBET VE İMZA GÜNÜ İÇİN HEPİNİZİ BEKLİYORUZ.
BÜTÜN DOST, AKRABA VE HEMŞEHRİLERİMİZ, ÖZELLİKLE DE SUSURLUKLU GENÇ
KARDEŞLERİMİZ "SÖYLEŞİ VE İMZA GÜNÜ" NE DAVETLİDİRLER.
----------------------------------
NOT: SÖYLEŞİ SONRASINDA ARZU EDENLER İLK ROMANI "MÜTEVAZI BİR
İNTİKAM"I İMZALI OLARAK ALABİLECEKTİR
Evet, bir duyurumuz var dostlara, yakınlara. Özellikle de gençlere. Okumayı sevenlere, sevme ihtimali olanlara.
Bu kitabı okuyan kesinlikle beğenecek ona eminim. Sürükleyen bir yolculuk hikayesine karışıp hep gülümseyecek. Dolu muhtevasında doyacak, farklı bir mizah edebiyatı lezzeti tadacak. Buna hiç kuşku yok, ama hediyeleri de var. Okurken bol bol bilgi depolamak, ekstradan düşünmek gibi.

Bu yüzden keşke sesimi daha fazla insana duyurup, davetimi herkese ulaştırabilseydim. Hatta daha fazlasını, mesela onun 1982 yılı Şubatında Manisa'da başlayan hayat yolculuğunu da anlatabilseydim. Eminim daha da seveceklerdi "Mütevazı bir intikam" yazarını.
Çünkü, hepimizin içindekini; zor, gülünç, karmaşık bir yol serüveniyle anlatıyor Cüneyt. Ama mutlu sonla bitiriyor bu intikam yolculuğunu. Böylece her birimizin içinde birikmiş duyguları dışa vuruyor adeta. Sonunda hepimiz adına zaferle tamamlıyor serüvenini. Üstelik silahsız, kansız, şiddetsiz tam on ikiden vuran nahif "Mütevazı" bir intikamla.
Hayat da akıp gidiyor, tıpkı bir yolculuk gibi. Manisa'nın Laleli semtinde doğan kış çocuğu da kendi hayat yolculuğunda ilerliyor işte.
Bebekken boynunu tutamazdı Cüneyt. Sanki başı ağır gelirdi. Meğer gün ışığı ile ilgiliymiş D vitamini eksikliği. Çok zeytinyağı sürdük çıplak vücuduna. Balkona çıkarırdı annesi güneş görsün diye.
Komikti hali, kim bilsin günün birinde onun da böyle ufak ufak kuş lokumları, komik hikayeler yazacağını. İnsanlara kendi yolculuklarını, gülümseten, düşündüren hallerini aktaracağını.

Memuriyetim dolayısıyla Kırklareli'ndeydik. Henüz bir buçuk iki yaşındaydı. Daha "Oorda...buuurda !" dediği günler. Farkettik ki, emeklemekten çıkıp tay tay durma sularında çaktırmadan dayandığı duvarları yalıyor. Duvardaki delikleri küçük parmağıyla kurcalıyor ve kireç kırıntılarını ağzına atıyor. Yetişebilirsek ağzından çıkarıyoruz.
Biz de daha cahiliz, meraklı mıydı yoksa vücudunun hala kalsiyuma mı ihtiyacı vardı bilemedik. Ama farklıydı, o kesin.
Nitekim, konuşmaya başladığı andan itibaren "mahallenin muhtarı" ünvanını da almıştı. Balkonda gelene geçene laf atıyor "Sen nerden geliyon ?", "Nereye gidiyon ?", "Ne yapıyon ?", "Senin adın ne ?" İnsanlar da durup durup ona laf yetiştiriyorlar. Hoşlarına gidiyor bu yeni dünya meraklısı. Ardından da adı çıkıyor tabi mahallenin muhtarına.
Yolculuğumuz devam ediyor; ilkokula Ankara'da Emek 8.caddede Hamdullah Suphide başlıyor. Ablasıyla beraber gidip geliyorlar.
Daha önlüklerin zorunlu olduğu yıllar. Sadece siyahtan maviye geçilebilmiş. Meraklı ve komik hali öğretmeninin de dikkatini çekiyor.

Öğrenme merakı hepimizin dikkatinde. Zaten son sınıfı okuduğu Bursa'da da bunu başarıya çevirmesini biliyor. Şansına çok iyi bir öğretmeni de var.
Sonuç; Anadolu lisesi. Bursa Milli Piyango Anadolu lisesine kayıt yaptırıyoruz. Ama yine yerimiz değişiyor ve bu defa rotamızı Adapazarına çeviriyoruz.
Hazırlık sınıfında nakil yok. Zor bela Sakarya Anadolu Lisesine yazdırıyoruz. Artık gravatlı, lacivert kaşe ceket gri pantolonlu genç bir öğrenci o. Başarısını orada da devam ettiriyor.
1990 yılından beri Burhaniye Orjan'daki yazlığımıza gideriz. Kitaplarla arası da o günlerden beri iyidir. On yaşından bu yana onu daima hep kitapla ve okumayla iç içe biliyorum.
Son on yıl hariç yazları kullanılmış kitaplardan başlayarak adeta Orjan'ın kitapçısı oldu Cüneyt.

Benden ne kadar bulaştı bilmiyorum ama, en çok gurur duyduğum farklı özelliklerinden biridir bu tarafı.
Bu kitabı okuyan kesinlikle beğenecek ona eminim. Sürükleyen bir yolculuk hikayesine karışıp hep gülümseyecek. Dolu muhtevasında doyacak, farklı bir mizah edebiyatı lezzeti tadacak. Buna hiç kuşku yok, ama hediyeleri de var. Okurken bol bol bilgi depolamak, ekstradan düşünmek gibi.

Bu yüzden keşke sesimi daha fazla insana duyurup, davetimi herkese ulaştırabilseydim. Hatta daha fazlasını, mesela onun 1982 yılı Şubatında Manisa'da başlayan hayat yolculuğunu da anlatabilseydim. Eminim daha da seveceklerdi "Mütevazı bir intikam" yazarını.
Çünkü, hepimizin içindekini; zor, gülünç, karmaşık bir yol serüveniyle anlatıyor Cüneyt. Ama mutlu sonla bitiriyor bu intikam yolculuğunu. Böylece her birimizin içinde birikmiş duyguları dışa vuruyor adeta. Sonunda hepimiz adına zaferle tamamlıyor serüvenini. Üstelik silahsız, kansız, şiddetsiz tam on ikiden vuran nahif "Mütevazı" bir intikamla.

Bebekken boynunu tutamazdı Cüneyt. Sanki başı ağır gelirdi. Meğer gün ışığı ile ilgiliymiş D vitamini eksikliği. Çok zeytinyağı sürdük çıplak vücuduna. Balkona çıkarırdı annesi güneş görsün diye.
Komikti hali, kim bilsin günün birinde onun da böyle ufak ufak kuş lokumları, komik hikayeler yazacağını. İnsanlara kendi yolculuklarını, gülümseten, düşündüren hallerini aktaracağını.

Memuriyetim dolayısıyla Kırklareli'ndeydik. Henüz bir buçuk iki yaşındaydı. Daha "Oorda...buuurda !" dediği günler. Farkettik ki, emeklemekten çıkıp tay tay durma sularında çaktırmadan dayandığı duvarları yalıyor. Duvardaki delikleri küçük parmağıyla kurcalıyor ve kireç kırıntılarını ağzına atıyor. Yetişebilirsek ağzından çıkarıyoruz.
Biz de daha cahiliz, meraklı mıydı yoksa vücudunun hala kalsiyuma mı ihtiyacı vardı bilemedik. Ama farklıydı, o kesin.
Nitekim, konuşmaya başladığı andan itibaren "mahallenin muhtarı" ünvanını da almıştı. Balkonda gelene geçene laf atıyor "Sen nerden geliyon ?", "Nereye gidiyon ?", "Ne yapıyon ?", "Senin adın ne ?" İnsanlar da durup durup ona laf yetiştiriyorlar. Hoşlarına gidiyor bu yeni dünya meraklısı. Ardından da adı çıkıyor tabi mahallenin muhtarına.

Daha önlüklerin zorunlu olduğu yıllar. Sadece siyahtan maviye geçilebilmiş. Meraklı ve komik hali öğretmeninin de dikkatini çekiyor.

Öğrenme merakı hepimizin dikkatinde. Zaten son sınıfı okuduğu Bursa'da da bunu başarıya çevirmesini biliyor. Şansına çok iyi bir öğretmeni de var.
Sonuç; Anadolu lisesi. Bursa Milli Piyango Anadolu lisesine kayıt yaptırıyoruz. Ama yine yerimiz değişiyor ve bu defa rotamızı Adapazarına çeviriyoruz.
Hazırlık sınıfında nakil yok. Zor bela Sakarya Anadolu Lisesine yazdırıyoruz. Artık gravatlı, lacivert kaşe ceket gri pantolonlu genç bir öğrenci o. Başarısını orada da devam ettiriyor.

Son on yıl hariç yazları kullanılmış kitaplardan başlayarak adeta Orjan'ın kitapçısı oldu Cüneyt.

Benden ne kadar bulaştı bilmiyorum ama, en çok gurur duyduğum farklı özelliklerinden biridir bu tarafı.
Tekrar Ankara'ya döndüğümüzde yıl 1996-97, o da Anadolu lisesi 8. sınıf. Yarı yılda Adapazarı'ndan naklini alabilmek için epey uğraştım. Sonunda Ankara'nın en eski ve köklü liselerinden Atatürk lisesine kaydını yaptırdık.
Ertesi yıl Fen Lisesi sınavlarını kazandı ve onu Kırıkkale'ye götürüp yerleştirdik. Böylece yolculuğunda yine farklı bir dönemece girmiş, hem fen lisesi hem de yatılı öğrencisi olmuştu.
Bizim de zor yıllarımızdı 1998-2000'li yıllar, onun için de. Yatılılık alışık olmadığı farklı bir durumdu çünkü. Zaten fen lisesinde okumak başlıbaşına bir meseleydi. Zorlandığını, ama kopmamak için büyük uğraş verdiğini görüyordum.

Bizim de zor yıllarımızdı 1998-2000'li yıllar, onun için de. Yatılılık alışık olmadığı farklı bir durumdu çünkü. Zaten fen lisesinde okumak başlıbaşına bir meseleydi. Zorlandığını, ama kopmamak için büyük uğraş verdiğini görüyordum.
28 Şubatın zor günlerini yaşıyorduk. Bu yüzden 1998 yılında TBMM'de Milletvekili danışmanlığına başlamıştım. Ardından 1999 yılı bizim için yolculuğumuzun farklı çıkışlarından birine daha sahne oldu.
Seçimlerde aday olmuştum ve elbette ki ailem yanımdaydı. Cüneyt de artık bir genç olarak ekibime katılmıştı. Ama olmadı.
Herşeyde bir hayır vardır derler ya. Orada kapanan kapı bana yine TBMM'de açıldı. Milletvekili danışmanlığına döndüm. Bu arada Cüneyt de Üniversiteli olmuştu. Artık o İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık fakültesi Şehir Planlama bölümü öğrencisiydi.

Diğer yandan edebiyatla olan yakınlığı da göz ardı edilemezdi. Oturduk konuştuk ve mimarlığın ona uygun olabileceğine karar verdik.
Cüneyt'in İzmir'deki öğrenciliği de epey komik, biraz da trajiktir. Yurtta da kaldı, pansiyonda da evde de. İlk yıl hazırlıktı, Bornova yurtlarında kaldı alsancakta okudu.İkinci yıl Urla'daki kampüse yakın İçmelerde bir pansiyonda kaldı. Diğer yıllarda Güzelbahçe, Balçova ve Göztepe'deki evlerde yaşadı.
Birinci ve ikinci sınıfta mimarlık dersleri ve projelerle boğuştu. Mukavva, maket bıçağı ve uhu ile tanıştı. Otobüste onca uğraştığı maketleri kırmadan, düşürmeden ve bozmadan okula götürebilme başarısıyla tanınır. Son yıllarda bir tiyatro grubuna da katılmıştı. Galiba tragedya benzeri bir oyundu. Buna karşılık o, kıyafeti, rolü ve tiradıyla tam bir komediydi.
Evlerdeki parasız günleri ve hamam böcekleriyle olan birlikteliğini hala ona özgü bir mizah yaklaşımıyla anlatır. Yazdığı kitabın, "Mütevazı bir intikam" ın sanki o günlerle bir bağlantısı varmış gibi geldi bana.
Neticede okul bitti, kalan kaldı, giden gitti. Ancak liseden ve fakülteden hala süren sağlam arkadaşlıkları olduğunu biliyorum. Tabi o hariç herkes çoluk çocuk sahibi şimdi. Ya kitap, kitaplar ?..Onlar zaten onun herzaman en sadık, vefakar ve yakın dostlarıydılar.
Aslında herkesin bir "Deli Defteri" vardır değil mi ? Çoğumuz kendimize saklarız onu. Komik, gülünç hallerimizi başkaları bilsin istemeyiz. Ama Cüneyt farklıydı, çok erken yüzleşti bununla. Daha en başında kendi kozasını deldi çıktı kabuğundan.
Yazdıklarını bir avuç arkadaşıyla bu ad altında topladı. "Fanzin" dediler dergisine, gülümsediler. Kendi imkanlarıyla tam iki yıl sürdürdü bu çabasını. Sonra "kuş lokumları" geldi, ardından "cevizli sucuk" lar. Cömertçe ikram etti yazdıklarını internette. Sabırla gün ışığına doğru yürüdü, binleri bulan okuyucu sayısına ulaştı böylece.
Hacı anneannesi onu sırtında bir al bayrakla görmek istemiş, biz de her anne baba gibi onu Diyarbakır uçağına dualarla yolcu etmiştik.

Askerden dönüp geldiğinde dergisini yeniden çıkarmaya başladı. Deli defteri böylece sanırım 24 sayı aksamadan sürdü. Tek başınaydı. Yazıyor, basıyor, katlıyor, kesiyor ve gönderiyordu.
Para kazanmadı tabi. Aksine ilk sayılarda epey cebinden harcadığını biliyorum. Belki son sayılara doğru maliyetini çıkarabilmiştir, o kadar.
Gölbaşı'ndaki Toki evimiz uzaktı ama arabası olduğundan, işe gidiş gelişi sorun olmazdı. Bize de öyle. Hacı anneden gelen eşyalarla birlikte kış ortasında onu yeni evimize taşıdık.
Evin salonunu kitaplarıyla birlikte ofis-home şeklinde dizayn etmesi görülecek şeydi. Yani evini seçmesi de tamamen kitap odaklı olmuştu.
Cüneyt'in yeğenleriyle ilişkisi de oldukça sıcaktı. Komikti çünkü, böylece onlarla çok çabuk yakınlaşabiliyordu. Sıkılmadan onlarla şakalaşıyor, güreşiyor oyun oynayabiliyordu.
İki yaşındaki Yağız bile telefonda bizimle bir iki kelime konuştuktan sonra hemen "Cünet dayı nede ?" diye sorar olmuştu.
Nihayet Afili filintalarla ve Murat Menteş'le birlikteliği kuş lokumları dönemi başlamıştı. Arada küçük hikayeleri de yayınlanıyordu.
Bu birliktelikten önce bazı yayınevleri ve gruplarla da ilişki kurmaya çalışmış, ancak sağlıklı bir karşılık bulamamıştı. Özellikle "Alçıkulak" hikayesi ve diğer küçük hikayelerini topladığı kitap taslağından oldukça umutluydu. Ancak olmadı.
.jpg)
Kardeşi Oğuzhan'a ve yeğeni Nazlı'ya çok olumlu etkilerine şahit oluyordum. Kitap hediye etme, yönlendirme ve özendirme tarzı gerçekten gıpta edilecek olumluluktaydı.
Örneğin, Oğuzhan'ın lisenin en kritik son iki yılında okuduğu kitapların ona üniversiteyi kazandırmada çok yardımcı olduğunun bizzat şahidiyim.
Bu arada ben de emekli olmuş, Gölbaşı'ndaki Toki evimize yerleşmek üzere hazırlık yapıyordum. Bu süreç Cüneyt'in ev konusunda yeniden bir arayış içine girmesine neden oldu.Cüneyt bir kez daha taşınıyordu.

O yaz orjan'da bir araya gelen ailemiz mutluydu. Ben emekliliğimin tadını çıkarıyordum, Oğuzhan da ODTÜ'yü kazanmanın keyfini.
Cüneyt'le Elif de kendi evlerine sahip olmuşlardı. Cüneyt Sincan Yenikent'e bize biraz uzak gitmişti ama yine rahat çalışabilecekti. Zaten yeni işyeri Eskişehir yolu üzerindeydi ve Yenikent'e servisi vardı.
Bu arada bizim aile de genişlemeyi sürdürüyordu. Son üyemiz Yağız da dayısı Cüneyt gibi şubat ayında doğdu. Şimdi 3,5 yaşında. Ablası Nazlı ise onbir yaşına girdi.
Henüz Yağız küçük. O zamanlar AVM arabalarında uyumayı seviyordu. Şimdi yine o arabalara bindiriliyor ama indiğinde tutabilene aşkolsun.
ODTÜ'yü kazandığı için abisinin arabasını aldık. Çok kısa sürede kullanmayı öğrendi. Yarıyıldan sonra okula arabasıyla gidip geldi. Hatta bu yaz annesini Orjan'a abisi destekli o getirdi. Dönüşü de birlikte yaptılar. Uzun yol tecrübesi de oldu yani. Allah her ikisini de her türlü kazadan beladan muhafaza buyursun.

Her yıl mutlaka gezilecek görülecek çevredeki birkaç yere gidiyoruz. Kazdağlarını geziyoruz. Geçen yıl Bayramiç tarafına dağın arka tarafına da gittik. Bazen Bergama, İzmir, Selçuk ve Kuşadasına kadar iniyoruz. Ayvalık zaten her yıl mutad birkaç defa gittiğimiz yerlerden.

Bizim ailede yaş günleri genellikle dışarıda yemek yenilerek değerlendirilir. İşte yine böyle bir fırsat değerlendirilmiş ve ailemiz hep birlikte görüntülenmiş.
Cüneyt'in bir yazar olarak aile sermayesi oldukça geniş ve renkli. Yazdıklarında zaman zaman rahmeti dedesini, babaannesini hatırlıyoruz. Beni ve annesini de unutmuyor.

Gayet tabi bu durum, ayakları yere basan sağlam karakterler, yaşanmış olaylar ve komik diyaloglar olarak yansıyor yazdıklarına.
Zaten onun için ufak ufak serptiği kuş lokumları, cevizli sucuklar yetmedi ona. Anlatacak, yazacak çok şeyi vardı ve daha fazlasını istiyordu.
Afili Filintaların aktif bir üyesi olarak hikayeleri güzel, heybesi dolu, mizah anlayışı renkliydi. Roman yazmasını istediler, o da yazdı. "Mütevazı bir intikam" böyle doğdu işte.

Bebekken takviye süt iğneleriyle başını doğrultan Cüneyt edebi yolculuğunda da ilk romanı "Mütevazı bir intikam" la ayağa kalkmış oldu.
Bu yüzden sanırım çok önemli bir dönemeç olarak da bakılabilir ona.
Bence Mizah, Roman ve Mütevazı bir intikam son derece ilginç bir birliktelik oluşturdu onun sayesinde.
Zira o farklıydı ve doğal olarak farklı bir kitap yazdı.Kitap şu anda 2.baskısını yapmış durumda ve o şimdi ikinci kitabını yazmakla meşgul.
Zaman zaman yayınevinin organize ettiği söyleşilere ve imza günlerine katılıyor. Susurluk'takiyle birlikte sanırım Marttan beri bu yıl beşincisi olmuş olacak.
Bu arada yazılı ve görsel medyada da hakkında olumlu yayınlar yapıldı. TV programlarına çıktı.
İlk bakışta polisiye sanılan "Mütevazı bir intikam"ın aslında ilginç bir mizah romanı olduğu anlaşıldı. Evet, romanda suçlular, hapishane, polis, kaçma kovalamaca da vardı ama, içeriğinde insanların akıp giden kaderlerinin hikayesiydi işlenen.

Kitap bu yılın Mart ayında basıldı ve yayınlandığından itibaren en büyük kitapevlerinin vitrinlerinde yer aldı.
Mütevazı bir intikam April yayınlarından çıktı. Genç nesil bir yayınevi bu. Daha çok tercüme eserler basıyor. Arada böyle genç ve yetenekli yazarlarla sıçrama yapmayı deniyorlar galiba.

Hem eski okuyucuyla hem de yenileriyle yüzyüze iletişimin elbette ki farklı ve olumlu tarafları var. Onun için yorucu yolculuklar bunlar.

Ancak Cüneyt uzun vadede verdiğinden fazlasını alacağını biliyor, onun için de mücadelesini sürdürmeye kararlı.
Bu kapsamda Mayıs ayında dedelerinin köyüne de gitti Cüneyt. Orada yaptığı konuşma kitap standlarında yaptığı söyleşilerden farklıydı. Bir yazar olarak değil, genç olarak bile henüz onu tanımayan akrabalarına kendini tanıttı.
Böylece aslında mikrofonla yolculuğu da başlamış oldu Cüneytin.
İmza günlerinden her zaman mutlu dönmüyor onun da farkındayım. Mesela Edirne Valiliğinin düzenlediği bir festivale konuk oldu geçtiğimiz Haziran ayında.

Fotoğraf İstanbul Kadıköy'deki İmge kitabevinde düzenlenen imza gününden. Hiç renk vermiyor değil mi ? Herşeye inat gülümsüyor hayata, yolculuğunu sürdürüyor sabırla.
Evet ! Bir duyurumuz var dedik. Duyana, duymayana, bilene bilmeyene. O, kökeni Susurluk Günaydın (Mana) köyünden genç bir yazar.
Hayata mizah penceresinden bakıyor. Kalemi ışıltılı, heybesi dolu genç bir adam o. İşini önemseyen, okurunu ciddiye alan bir yazar.
Çünkü o yolculuğunu eğlenceli görebilen, komik bulabilen, böyle yansıtabilen, okuyan ve yazan parlak bir yıldız. Unutmayın ki varsa intikamını "Mütevazı" bir şekilde alan, böyle düşünen, böyle yazan hassas kalpli bir insan evladı o.
O benim oğlum ! Duyduk duymadık demeyin.